• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MĐLĐTARĐST SÖYLEM

2.2. Türkiye’de Militarist Söylem: 1960–1983

2.2.2.2. Milli Güvenlik Kurulu: Politik Alanın Denetimi

Orduyu politik ve sivil alana karşı sorumluluklarından bağımsızlaştıran ve onu bu alan karşısında özerkleştiren1 1961 Anayasası’nın en önemli getirisi, militarizmin kurumsal bir temele oturması noktasında önemli bir aşamayı temsil eden Milli Güvenlik Kurulu (MGK) olmuştur. Taha Parla’nın ifadeleriyle bu oluşum sayesinde “askeri bürokrasinin görev ve uzmanlık alanıyla ilgili görüşlerini Bakanlar Kurulu’na Milli Savunma Bakanı aracılığıyla iletmesi teamülü” terkedilmiştir. Böylelikle “askeri bürokrasinin üst düzey komutanlarıyla, milletin oyuyla seçilmiş parti-hükümetinin bakanlarını bir araya getiren, yarı-sivil ya da yarı-militer bir yüksek devlet konseyi yaratılmıştır” (Parla, 2002: 88). Bu durum MGK’yı 1960 sonrası “yeni sistemin merkezi unsuruna” dönüştürmüş (Harris, 1988: 182; Kalaycıoğlu, 2005: 94) ve yeni rejimin muhafızlığını yapan “gizli bir cunta” bu kurum üzerinden varlığını sürdürmüştür (Hurewitz, 1969: 217). Yine Đdris Küçükömer’in de belirttiği gibi “1961 Anayasası’nın en önemli kurumu Milli Güvenlik Kurulu’dur. Bu parlamentonun adeta üçüncü bir bölümü gibi düşünülebilir” (1994: 124). Böylelikle “politik sürecin yüksek askeri komuta tarafından gündelik olarak izlenmesini” mümkün kılan Milli Güvenlik Kurulu (Altınay, 2004: 2; Đnsel, 1999: 42) politik alanın bütünüyle militarize edilmesinin kurumsal simgesi olmuştur.

Soğuk Savaş koşulları altında dünyada hızla yaygınlaşan yapılanmaların bir benzeri olan Milli Güvenlik Kurulu (Özdemir, 1989: 87–88; Bayramoğlu, 2004: 77)2, askeri söylemlerin politik ve sivil alandaki dolaşımı olan militaristleşmenin ötesinde bizzat ordunun sivil ve politik alana müdahalesi olan militarist rejimin de yerleşmesini sağlamıştır (Bayramoğlu, 2004: 78). Kurumun anayasal bir zemine kavuşturulması

1 1961 Anayasası 138. maddesi ile askeri mahkemeleri “asker kişilerin askeri olan suçları ile, bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla” görevlendirmesi askeri hukuksal anlamda özerkleştirmişti. 141. madde ile Askeri Yargıtay gibi bir kurum oluşturularak askeri mahkemelerdeki davalara yönelik itirazların gideceği bir üst mahkeme de ordunun sınırları içinde kurulmuştur (bkz. Kardaş, 2004: 295– 296).

2 Bu durum yani söz konusu kurumların dünyada benzerlerinin bulunması Temsilciler Meclisi görüşmelerinde de MGK’nın kurulması noktasında ileri sürülen gerekçelerden biri olmuştur (Temsilciler Meclisi, 1961: 567).

1961 Anayasası’nın Temsilciler Meclisi’ndeki taslak üzerinde yapılan birinci tur görüşmelerinde dile getirildiği gibi daha önce var olmasına rağmen yeterince dikkate alınmamış olması gerekçesine dayandırılmıştır (T.M., 1961: 566). Böylelikle 1961 Anayasası ile devlet içinde kurumsal bir yapıya sahip olan Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa’nın 111. Maddesi’ne göre “milli güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcılık etmek üzere gerekli temel görüşleri Bakanlar Kuruluna bildir[en]” bir organ olarak kurulmuştur. MGK’daki bakanların zaten Bakanlar Kurulu’nda görüşlerini bildirebileceği göz önüne alındığında bu maddedeki amaç “askeri güce anayasal zeminde ağırlıklı ve etkili olarak istem ve görüşlerini bildirme olanağının sağlanmasıdır” (Kardaş, 2004: 297).1 Böylelikle gerekçede şikayet edilen daha önceki dönemlerde “kanunda her ay toplanması kaydı mevcut olduğu halde 8 ayda iki kere” toplanma durumu ortadan kaldırılmış ve kurul Anayasal güvenceyle politik alanın merkezine taşınmıştır (T.M., 1961: 566). Ayrıca maddede geçen “ulusal güvenlik” kavramının sağladığı esneklik sayesinde askerler meclisin önündeki hemen her konuya müdahale edebilme imkânı buldular (Ahmad, 2003: 123). Söz konusu Anayasa maddesi, Mart 1962’de çıkarılan, askere “düzenli danışma toplantıları ve parlamento oturumlarına katılma” yetkisi verilmesini ve böylelikle askerin “bakanlar kuruluna fiilen müdahalesini” mümkün kılan yasa (Ahmad, 1996: 180; Hale, 1996: 144) ile birlikte düşünüldüğünde askerin politik alanı bütünüyle kapatması anlamına geliyordu.

Milli Güvenlik Kurulu’nun politik alanın asker tarafından kontrolü gibi bir işlev üstlendiği böylesi bir kurumu hayata geçirenlerin daha sonraki ifadelerinde açıkça dile getirilmiştir. Örneğin Milli Birlik Komitesi üyelerinden Haydar Tunçkanat, Milli Güvenlik Kurulu’nun fonksiyonunu 1966’da şöyle açıklamıştır: “Komite, oy çokluğu ile iktidara gelecek olan siyasi partilerin yeni Anayasamızla kurulacak Đkinci Cumhuriyeti de dejenere edip yeni bir ihtilale sebep olmalarını önlemek için, yeni Anayasa ile Milli Güvenlik Kurulunu bir tedbir olarak getirmiş ve vazifelerini de açık ve seçik olarak belirterek Cumhurbaşkanının ve Kurulun asker üyelerini de milli

1 Hukuki anlamda MGK’yı düzenleyen maddelerde bir problem olmadığı ve hukuki durumun bunların “tavsiye” olarak görülmesini engellemediği şeklinde bir görüş için bkz. (Gözler, 2001: 52–53). Gözler’e göre aynı kurum ABD [1947], Fransa [1958], Đtalya [1947] ve Portekiz’de [1976] de vardır ve buradakilerin temel işlevi tavsiye olmuştur (Gözler, 2001: 52). Dolayısıyla anayasa metinlerinde

güvenliğimizi ilgilendiren her türlü problemlerde temel görüşlerini bu kurulda bildirmekle hem görevli hem de sorumlu kılmıştır” (Özdemir, 1989: 107–108; Bayramoğlu, 2004: 78; Akyaz, 2006: 351). Bu ifade 1961 Anayasası’nın Temsilciler Meclisi’ndeki taslak üzerinde yapılan birinci tur görüşmelerinde Genel Kurmay Başkanı’nın yanı sıra kuvvet komutanlarının da konseye dâhil edilmesi önerileri ile birlikte düşünüldüğünde daha anlamlıdır. “Rey hususunda… muvazene [denge] temin etmek bakımından” kuvvet komutanlarının da kurula katılmasını öneren bu görüş (T.M., 1961: 567; Özdemir, 1989: 103) kurulun askerin politik alana müdahalesi noktasındaki temel mekanizma olarak algılandığını göstermektedir. 1971’de Anayasa’da yapılan ve ‘hükümete yardımcılık eder’ ibaresi yerine ‘tavsiye eder’

şeklinde bir ifadeyi geçiren düzenlemeyle MGK’nın bu rolü biraz daha pekiştirildi. 1982 Anayasası’nda ise ifade daha da belirginleştirilerek 118. Madde’de “kurulun… toplumun huzur ve güvenliğinin korunması konusunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınır” ifadeleri kullanılmıştır.

Milli Güvenlik Kurulu sadece politik alanın askerin denetimine alınması anlamına gelmiyordu, kurulun gündemini işgal eden konuların genişliği sivil alanı da denetim altına alma işlevi üstlendiğini de gösterir. 1961 Anayasa görüşmeleri sırasında kurulun adının önerildiği şekliyle “milli savunma” değil de “milli güvenlik” olarak değiştirilmesi (Özdemir, 1989: 103–106) özellikle güvenlik kavramının dışarıdan daha çok içeriye ilişkin bir boyutu olduğu (Ayoob, 1997: 132) göz önüne alınırsa dikkat çekicidir.1 Milli güvenlikten ne anlaşıldığı MGK’nın kuruluş kanununun 1962’de mecliste görüşüldüğü sırada dönemin Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu tarafından açık bir şekilde dillendirmiştir. Feyzioğlu’nun ifadelerine göre, “milli güvenlik politikası dendiği zaman… askeri politikadan, dış politikadan ibaret meseleler gelmeyecek, sağlık, ticaret politikası ile ilgili meseleler sanayi, ziraat, ulaştırma bayındırlık, politikası ile ilgili meseleler bu kurulda görüşülecektir” (M.M., 1962b: 190-191; Özdemir, 1989: 109–110; Bayramoğlu, 2004: 78–79). MGK’nın sivil alanı kapatmaya yönelik bu işlevi 1980 darbesinin ardından Danışma Meclisi’ne

1 Kavramın Đkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş konsepti bağlamında yaygın kullanımı ve Türkiye’deki gelişimin bu yaygınlaşmayla ilgili paralelliği konusunda bir argüman için bkz. (Bora, 2004: 173–174; Đba, 2008: 28; Đba, 1999)

gönderilen 1983 tarihli Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Tasarısı’nda kendini net bir şekilde gösterir;

“12 Eylül 1980 öncesi devlete müteveccih iç tehditlerin ulaştığı boyutlar ve tehditler karşısında Milli Güvenlik Kurulu’nun tetkik, araştırma ve incelemeleri sonucu tespit ettiği… tedbirlerin, zamanın yürütme, yasama ve yargı organlarınca yerine getirilmemesi veya istenilen şekil veya düzeyde uygulamaya konulmaması sonucu hâsıl olan durumlarla tekrar karşılaşmayı önlemek için anayasanın öngördüğü esaslar çerçevesinde kurulan Genel Sekreterliğin görev, yetki ve çalışma usulleri yeni tasarıda yer almış bulunmaktadır” (D.M., 1983: 1; Özdemir, 1989: 111; Bayramoğlu, 2004: 87).

Bu ifadeler MGK’nın sivil alanı kontrol altına alma işlevinin daha da genişletilerek yeniden onaylanmasının yanı sıra, bu tarih öncesinde MGK’nın temel işlevini de ifşa etmesi açısından önemlidir. Böylelikle Hikmet Özdemir’in kavramsallaştırmasıyla MGK yoluyla bir “milli güvenlik devleti” yaratılmıştır (1989: 110).

Milli Güvenlik Kurulu, 1980 darbesinin ardından 1983 yılında çıkarılan Milli Güvenlik Kurulu Kanunu ile “siyaseti ve devlet işleyişini yönlendiren ve takip eden bir birim haline” gelmekle kalmamış (Bayramoğlu, 2004: 87), Anayasa’da belirtilen “toplumun huzur ve güvenliği”nin sağlanması kapsamında bütün sivil alanı kapatacak bir konum kazanmıştır. Daha da önemlisi ordu bu yasa ile birlikte militarist söylemin hakim söylem olmaktan çıktığı bir dönemde kendi sürekliliğini sağlayacak ve bu söylemin en güçlü alt söylemlerden biri olarak işleyişine devam etmesini mümkün kılacak bir düzenleme gerçekleştirmiştir. Kanunun 4. maddesinde geçen “Anayasal düzeni koruyucu, milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı, Atatürkçü düşünce, Atatürk

inkılâpları doğrultusunda ve milli ülkü ve değerler etrafında birleştirerek milli

hedeflere yönlendirici gerekli tedbirleri belirler” şeklindeki ifade bu bağlamda ele alınmalıdır. “Darbenin ‘fiilen’ devamının kurumsal alt yapısını” teşkil eden (Taşkın, 2002: 573) bu düzenlemelerle militarist söylem uzun bir süre daha MGK üzerinden etkinliğini sürdürecektir. Fakat süreç tek taraflı bir şekilde işlemeyecek, ordunun sivil alana mutlak müdahalesi anlamına gelen bu düzenleme ya da “misyon” zamanla militarist söylemin sorunsallaştırılması noktasında etkin bir şekilde kullanılacaktır.1

1 Mutlak müdahalenin ve bir misyon üstlenmenin uzun vadede ordu için sonuçları fazlasıyla sarsıcı oldu. Sivil ve politik alana bir misyon doğrultusunda müdâhil olmak orduyu fazlasıyla görünür kıldı ve bu durum eleştirilmesini, söylemlerinin altının oyulmasını da beraberinde getirdi. “Göz önünde olmaması