• Sonuç bulunamadı

mesi için ülkenin en has Couscous'unu1 göndermeyi vaat ediyorlar-

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 172-176)

ediyorlar-1 Couscous (Kuskus): Kuzu eti, tavuk eti ve mergezin çeşitli sebzelerle pişirilerek, haşlanmış ince bulgurun üstüne konarak servis edildiği çok besleyici bir Kuzey Afrika yemeği. (ç.n.)

dı. İnsanlar yeniden gülmeye, bildiğimiz gariban eşeği tek boynuzlu masal kahramanı at yerine koyacak kadar içmeye başlamışlardı. Her tarafta iyimserlik rüzgarları esiyordu. Fransa' daki cemaatlerinin kit­

lesel olarak toplama kamplarına götürülmesinden korkarak başka ülkelere sığınan Yahudiler de baba ocağına dönmeye başlamışlar­

dı. Yaşam aşamalı, ancak kesin bir şekilde normale dönüyordu. Bağ bozumu inanılmayacak derecede bereketli geçmiş, dolayısıyla bağ bozumunun kapanış balosu da o oranda görkemli olmuştu. Pepe Rucillio, en küçük oğlunu evlendirmiş, kasaba Sevilla'dan getirtilen müzik topluluğunun gitar ve kastanyet sesleri ile yedi gün yedi gece inlemişti. Hatta düğün şerefine, yörenin seçkin süvarilerinin, hiçbir komplekse girmeden Ouled N'har'ın ünlü savaşçıları ile boy ölçüş­

tüğü görkemli bir geleneksel

fantasia

törenine bile tanıklık etmiştik.

Avrupa' da ise, Hitler imparatorluğu su alıyordu. Cepheden gelen haberler her gün batmak üzere olduğunu söylüyordu ve her gün tor­

piller bombalara karşılık veriyordu. Koca koca şehirler alev ve kül tu­

fanları alhnda yok oluyordu. Hava savaşları yüzünden gökyüzünün çehresi değişmişti, savunma hatları tank paletleri alhnda yıkılıyordu.

Rio Salado' da sinema salonu dolup dolup boşalıyordu. İnsanların çoğu, filmden önce gösterilen cepheden haberleri kapsayan

Pathe Actualites

filmlerini izlemek için sinema salonunu hıncahınç doldu­

ruyordu. Müttefikler işgal albndaki toprakların büyük bir bölümünü kurtarmış, gözünün yaşına bakmadan Almanya üzerine yürüyorlar­

dı. İtalya ise artık kendi gölgesine sığınmıştı. Direnişçiler ve partizan­

lar, silindir gibi ezip geçen Kızıl Ordu ile zincirden boşanmışçasına ilerleyen Amerikan kuvvetleri tarafından kıskaca alınmış düşman kuvvetlerini düzenledikleri, baskın ve sabotajlarla eritiyorlardı.

Amcam transistörlü radyosuna adeta yapışmış, onunla yatıp kal­

kıyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı, sandalyeye oturduğu zaman san­

dalyenin bir parçasıymış gibi görünüyordu. Sabahtan gecenin geç sa­

atlerine kadar radyosunun üstüne kapanıp, parmakları sürekli dalga düğmesinde, daha az parazitli istasyonları arıyordu. Evin içi cızırtılı parazit, düdük ve ıslık seslerinden geçilmiyordu. Başaramayacağını anlayan Germaine kocasını umutsuzca kendi haline bırakmıştı artık.

Amcam her şeyi kafasına estiği gibi yapıyor, kimseyi dinlemiyordu;

bizimle sofraya oturmuyor, hiçbir haberi kaçırmamak için yemeğinin mutlaka radyosunun bulunduğu köşeye servis edilmesini istiyordu.

Ve

8

Mayıs

1945

günü gelip çatmıştı. Tüm gezegende insanlar bir kabusun sona ermesini kutlarken, Cezayir' de salgın hastalık kadar acımasız, kıyamet günü kadar kıyıcı yeni bir kabus başlamıştı. Halk şenlikleri trajediye dönüşüyordu. Rio Salado'nun hemen yakınında bulunan Ayn Temuşent'te düzenlenen Cezayir için bağımsızlık yürü­

yüşü, güvenlik güçleri tarafından bastırılmıştı. Mostagenem' deki ça­

tışmalar çevredeki yerleşim birimlerine de sıçramıştı. Ama Aures ve Kuzey Constantinois bölgelerinde vahşet doruk noktasına ulaşmış, binlerce Müslüman, milis güçlerine dönüştürülmüş askeri birliklerin desteklediği güvenlik güçleri tarafından katledilmişti.

"Böyle bir vahşet olamaz," diye sesi titreyerek isyan ediyordu am­

cam, üstünde yatalak pijaması ile. "Böyle bir şeye nasıl cesaret edebi­

lirler? Fransa'nın tekrar özgürlüğüne kavuşabilmesi için canlarını feda eden on binlerce evladının yasını tutmayı bile bitirememiş bir halka bunu nasıl reva görebilirler? Neden sadece hakkımız olan bağımsızlı­

ğımızı talep ettiğimiz için bizi hayvanlar gibi katledebiliyorlar?"

Kendinden geçmişti amcam. Zayıflıktan karnı artık belkemiğine yapışmış halde, soluk benzi ve ikide bir halıya takıldığı terlikleriyle salonun içinde dönüp duruyordu.

Amcamın radyosunda Arap istasyonu, Guelma, Kheratta ve Setif'teki olayların güvenlik güçlerince nasıl kanlı bastırıldıklarından, binlerce insanın katledilip çukurlara atılarak çürümeye terk edildi­

ğinden, tarlalarda, meyve bahçelerinde çoban köpekleriyle yapılan Arap avlarından, yerleşim birimlerinin meydanlarında gerçekleştiri­

len toplu linçlerden söz ediyordu. Gelen haberler o kadar kötüydü ki, ne amcam, ne de ben Rio Salado'nun ana caddesinde düzenlenen barış yanlısı yürüyüşe katılma cesaretini gösterebildik.

Müslüman halka karşı yapılan bu acımasız hareketler karşısında amcam kalbine yenik düştü. Bir akşam elini kalbine doğru götür­

dü, hissettiği acıyla birdenbire yüzükoyun yere kapaklandı. Bayan Scamaroni, hemen arabasıyla bizi hastaneye götürdü ve amcamı

Bayan Scamaroni'nin tanıdığı bir doktorun ellerine teslim ettik.

Germaine'in giderek artan paniğini gören Bayan Scamaroni bekleme odasında onun birlikte kalmaya karar verdi. Gece geç saatlerde, önce Fabrice ve Jean-Christophe, sonra da bir arkadaşının motosikletini ödünç alan Simon hastaneye koşmuşlardı.

"Kocanız bir kalp krizi geçirdi," dedi doktor Germaine' e. "Henüz bilinci yerinde değil."

"Kurtulacak mı, doktor bey?"

"Biz gerekli müdahaleyi yaptık. Bundan sonrası ona bağlı."

Germaine ne diyeceğini bilemiyordu. Kocasının hastaneye yatma-sından bu yana tek bir söz bile etmemişti. Sersemlemiş, şaşkın gözleri solgun yüzünde dönüp duruyordu. Ellerini çenesinin altında birbir­

lerine kenetledi, gözlerini kapadı ve dua etmeye başladı.

Ertesi gün sabah, şafakla birlikte amcam komadan çıktı, bilinci açıldı ve ilk iş olarak bir bardak su istedi, ardından da hemen evine götürülmesi için dayatmaya başladı. Ancak doktor onun bu isteğine şiddetle karşı çıktı ve amcamı taburcu etmeden önce zorla da olsa bir­

kaç gün daha hastanede tuttu. Bayan Scamaroni, amcamla ilgilenmesi için tanıdığı bir hemşireyi önerdi, ama Germaine bu öneriyi amcamla bizzat kendisinin ilgileneceğini söyleyerek kibarca reddetti ve bizim için yaptığı yardımlardan dolayı kendisine minnettarlığını bildirdi.

İki

gün sonra, amcamın başucunda otururken, dışarıdan birinin bana seslendiğini duydum. Pencereden baktığımda bir siluet fark ettim, küçük bir çalının arkasında çömelmiş, görülmemek için sak­

lanıyordu. Beni pencerede görünce ayağa kalktı ve bana işaret etti.

Seslenen, Andre'nin ayak işlerini yapan genç Celil' di.

Aşağıya indim, bizim evle bağları ayıran toprak yolda biraz ilerle­

yince Celil'in saklandığı yerden çıktığını gördüm.

"Aman Tanrım," diye bir çığlık attım.

Celil topallıyordu. Suratı dağıtılmış, dudakları patlamış, gözünün altında bir kan kesesi oluşmuştu. Üstündeki beyaz gömlek yer yer yırtılmışb, kırmızımtırak çizgilerle doluydu, kamçı izleri olmalıydı.

"Seni bu hale kim soktu?"

Zavallı çocuk önce korkuyla çevresine bakındı, söyleyeceklerini

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 172-176)