• Sonuç bulunamadı

ceğini zannediyor

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 158-163)

Öğlen rüzgarı henüz kalkmış, tepelerden plaja doğru esmeye baş­

lamışb. Plajda birkaç yerde küçük hortumlarla kumları havalandırır­

ken, aynı -zamanda başındaki şapkasını sıkı bir refleksle yakalamayı başaran kadının şemsiyesini de söküp götürmüştü. Şemsiye, havada birkaç kez döndükten sonra, kumların üzerinde dans edip taklalar atarak bizim bulunduğumuz yöne doğru gelmeye başladı. Jean­

Christophe yakalamaya çalıştı ama başaramadı. Yakalayabilseydi, yaşamım normal akışında devam etmiş olacaktı. Ama kader kararını vermişti bir kez; şemsiye yuvarlanarak ayaklarımın dibine kadar gel­

mişti, bana sadece hafifçe eğilip onu yerden almak kalmışb.

Kadın bulunduğu yerden şemsiyesini yakaladığımı görmüştü.

Koltuğumun albnda şemsiyeyle ona doğru yöneldiğimi görünce, beni karşılamak üzere ayağa kalkmışb.

"Teşekkür ederim," dedi.

"Bir şey değil, rica ederim hanımefendi."

Sonra ayaklarının dibine diz çöktüm, şemsiyenin takılı olduğu deliği önce biraz genişlettim, sonra derinleştirip şemsiyeyi tekrar yerine soktum, ayağa kalkıp ayaklarımla dibindeki kumu bastırarak rüzgarın bundan sonraki darbelerine daha iyi direnmesini sağladım.

"Çok kibar ve sevimlisiniz Bay Jonas," dedi ... "Pardon," diye ek­

ledi, "arkadaşlarınızın sizi böyle çağırdıklarını duymuştum da, ak­

lımda kalmış."

·Gözlüklerini çıkardı. Gözleri muhteşemdi.

"Terga köyünden misiniz?"

"Hayır, Rio Salado' danım efendim."

Gözlerinden çok etkilenmiştim. Arkadaşlarımın çaktırmadan gül­

düklerini görebiliyordum. Dalga geçiyorlardı benimle. Kadından izin isteyip, bir an önce onların yanına dönmek için acele ediyordum.

"Şakayık gibi kıpkırmızı oldun," diye takıldı Jean-Christophe.

"Lütfen, keser misin," dedim.

Simon denizden çıkmıştı, dudaklarında edepsiz bir gülümseme, havluyla hızlı hızlı kurulanıyordu. Şezlonguma yeniden yerleşir yer­

leşmez hemen sordu:

"Ne istedi senden, Bayan Cazenave?"

"Onu tanıyor musun?"

"Hem de çok iyi! Kocası, Fransız Guyanası'nda cezaevi müdürüy­

dü. Adamlarıyla birlikte kaçak mahkumların ormanda izini sürerken kaybolduğunu söylerler. Kocasından uzun bir süre haber alamayınca mecburen baba ocağına döndü. Teyzemin yakın arkadaşı. Zaten tey­

zeme göre, müdür beyin sessizce sıvışıp gitmesinin asıl nedeni, kıçı güzel bir Amazon kızına aşık olmasıymış."

"Teyzenin arkadaşım olmasını hiç istemezdim!"

Simon kahkahayı patlattı. Elindeki havluyu suratıma fırlattıktan sonra, göğsünü goriller gibi yumruklayarak, garip savaş çığlıklarıyla yeniden denize doğru koşmaya başladı.

"Çılgın bu çocuk," diye iç geçirdi Fabrice, Simon'un birazdan ya­

pacağı şaklabanca plonjonu izlemek için dirseklerinin üstünde doğ­

ruldu.

Andre'nin kız arkadaşları saat ikiye doğru geldiler. Kızların en genci bile kuzenlerin en büyüğünden en az dört-beş yaş büyüktü.

Kuzenlerin yanaklarından öptükten sonra kendileri için özel olarak getirtilmiş şezlonglara yerleştiler. Andre' nin ayak işlerini yapan Celil mangalın etrafında hareketlenmeye başlamıştı; ateşi yakmış ve bü­

yük bir yelpaze ile tutuşan kömürleri yelpazeliyordu; beyaz duman­

lar etraftaki kum tepeciklerini sarmıştı bile. Jose, çadırın orta direği­

nin dibindeki büyük bir sandıktan mergezleri1 çıkartb ve mangalın üzerine sıralamaya başladı. Yanmış yağ kokusu tüm plajı kaplamakta gecikmedi.

Neden ayağa kalkıp Andre'nin çadırına doğru ilerlediğimi bilmi­

yordum. Belki de sadece o kadının dikkatini çekmek, bir kez daha gözlerini görmek istiyordum. Sanki düşüncelerimi okumuştu. Tam onun hizasına geldiğimde başını hafifçe kaldırıp güneş gözlüklerini çıkarttı ve ben işte o an, kendimi hareket eden kumların üstünde yü­

rüyor sanmaya başladım, sarsılıyordum.

Birkaç gün sonra tekrar gördüm onu, Rio'nun ana caddesi üzerin­

deki bir mağazadan çıkıyordu. Beyaz şapkası güzel suratının üzerin-1 Merguez (Mergez): Kuzey Afrika ülkelerine özgü baharatlı ve acılı bir tür sucuk.

(ç.n.)

de bir taç gibi duruyordu. Yürürken insanlar dönüp ona bakıyorlardı;

o ise etrafındakilere dikkat bile etmiyordu. İnce, narin ve soyluydu, yürümüyor, sanki zamanın akışına uyum sağlıyordu sadece.

Hipnotize olmuştum, her yanım uyuşmuştu. Karizmaları ile sine­

ma salonlarını dolduran, üzerimizde yarathkları etkileri bizim gün­

delik kaygılarımızı ikinci plana atan beyazperdenin kadın kahraman­

larına benziyordu.

Biz ise Simol). Benyamin ile birlikte meydandaki kafenin önündeki masalardan birinde oturuyorduk. Avunmamız için ardında parfümü­

nün kokusunu bırakarak önümüzden süzülerek geçti, bizi fark etme­

di bile.

"Yavaş ol, Jonas, " diye uyardı beni Simon alçak bir sesle.

"Ha?"

"Bak içeride, barın yanında bir ayna var. Git o suratının yerinde duran pancara bir göz at istersen. Böylesi saygıdeğer bir ev hanımına aşık olmayacaksındır umarım."

"Ne diyorsun sen, ya!"

"Sadece gördüğümü söylüyorum. Sen belki farkında değilsin ama neredeyse kriz geçireceksin!"

Simon abartıyordu. Bu aşk değildi; Bayan Cazenave' a karşı derin bir hayranlık hissediyordum. Onun ilgili düşüncelerim, duygularım çok temizdi.

Hafta sonu eczanemize geldi. Tezgahın arkasında meşguldüm.

Kasabada bir süredir bir mide rahatsızlığı almış başını gidiyordu, çok fazla ilaç siparişi vardı, bunların düzenlenip sahiplerine ulaştırılması konusunda Germaine' e yardımcı oluyordum. Kafamı tezgahın altın­

dan kaldırıp onunla burun buruna gelince gerisingeri devrileceğimi sandım.

Güneş gözlüklerini çıkarmasını bekliyordum. Ama çıkarmadı, gü­

zel burnunun üzerinde durmalarını tercih etti sanki. Gözlüklerinin ardından beni mi süzüyordu, yoksa görmemezlikten mi geliyordu, bunu çözememiştim.

Germaine'e doğru bir reçete uzath, elinin hareketi o kadar zarifti ki, sanki öpülmesi için uzahyordu.

"İlacınızın hazırlanması biraz zaman alacak," dedi Germaine, doktorun reçeteye yazdığı kargacık burgacık yazıyı çözdükten son­

ra. "Kusura bakmayın, bugünlerde işler epeyce yoğun gördüğünüz gibi," diye devam etti, elleriyle tezgahın üzerine yığılmış sipariş ilaç­

ları göstererek.

"Peki, ne zaman hazır olabilir acaba?"

"Biraz da şansınızın yardımıyla akşamüstü hazır olabileceğini zannediyorum, ancak her halükarda üçü bulacakhr."

"Tamam, hiç önemli değil. Ancak sorun şu ki, benim ilacı almak için tekrar gelmem olanaksız. Uzun bir süredir burada değildim, dolayısıy­

la evin ciddi bir temizliğe ihtiyacı var. İlacı bana bir kurye vasıtasıyla göndermeniz mümkün mü acaba? Kuryenin ücretini ben ödeyeceğim."

"Konu para değil, lütfen Bayan .. ?"

"Cazenave. "

"Memnun oldum ... Eviniz uzakta mı?"

"Musevi mezarlığının arkasında, Derviş Yolu'nun biraz ilerisinde."

"Neresi olduğunu anladım ... Sorun yok Bayan Cazenave, ilacınız bugün saat üç ila dört arasında size teslim edilmiş olacak."

"Harika, benim için uygundur."

Tam çıkarken bana doğru belli belirsiz kafasını salladı.

Yerimde duramıyordum. Germaine'in laboratuar olarak kul­

landığı dükkanın arkasındaki odaya girip çıkmasını izliyordum.

Duvardaki saatin akrep ve yelkovanı ilerlemeyi reddediyorlardı san­

ki, teslimden önce havanın kararmaması için içimden dua ediyor­

dum. Ve teslim saati gelmişti, tüpsüz yapılan bir dalıştan sonra tekrar su yüzüne çıkıp derin bir nefes almak gibi bir şeydi o an yaşadıkla­

rım. Saat tam üçte, Germaine elinde ambalaj kağıdına sarılı küçük bir şişe ile birlikte laboratuardan çıktı. Bırakın kullanma şeklini söy­

lemeyi, şişeyi bana doğru uzatmaya dahi fırsat bulamadan elinden sökercesine kaphm ve bisikletime atladım.

Rüzgarda yelken gibi şişen gömleğim, gidonu sıkı sıkıya kavra­

mış ellerimle pedal basmıyor, adeta uçuyordum. Musevi mezarlığı­

nın çevresinden dolaştım, kestirme olsun diye bir meyve bahçesinin içinden geçip nihayet Derviş Yolu'na çıktım.

Cazenave'ların evi, kasabanın üç yüz metre dışında, yüksekçe bir tepenin üzerindeydi. Cephesi güneye bakan, ovaya hak.im, beyaz ve büyük bir evdi. Sol taraftaki ahır boş ve kendi haline terk edilmiş­

ti ama ev ihtişamını koruyordu. Her iki tarafında cüce palmiyelerin bulunduğu dik bir patika, evi Derviş Yolu'na bağlıyordu. Evin etrafı, üzerinde dökme demirden parmaklıkların bulunduğu taştan örül­

müş alçak bir duvarla çevriliydi. Evin bahçesinin giriş kapısının, iki sütun üzerine bindirilmiş alınlığındaki taşa kazınmış "C" harfi, onun alhnda ise inşaatın bitiştarihi olan 1912 tarihi okunuyordu.

Bahçe kapısına geldiğimde bisikletimden inip, aşırı gıcırdayan

bahçe kapısını ittim. Fıskiyeli avluda kimse yoktu. Evin etrafındaki

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 158-163)