• Sonuç bulunamadı

Germaine, hafif bir şaşkınlıkla:

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 78-84)

"Hani kü.çüğü yarın götürecektin oraya?"

"Önce ortalığı şöyle bir kolaçan etmek istedim."

Germaine bir sürahi bulmaya gitti, kocasına bir bardak su doldur­

du, amcam bir dikişte bardağı boşalttı.

Benim salonun ortasında dikildiğimi gördü uzaktan, eliyle tavanı göstererek:

"Odana çık ve beni orada bekle, Jonas. Birazdan derslerini tekrar­

layacağız."

Merdiveni çıkarmış gibi yaptım, bir an orada bekledim, sonra bir­

kaç basamak aşağıya indim ve kulak kesildim. Jenane Jato adı beni işkillendirmişti. Amcamın o çökmüş yüzünün ardında sakladıkları­

nı öğrenmek istiyordum. Ailemin başına bir felaket mi gelmişti? El Moro'yu babamın öldürdüğü anlaşılmış ve tutuklanmış mıydı yoksa?

"Evet, ne oldu?" diye usulca sordu Germaine.

"Ne evet?" dedi amcam bıkkınlıkla.

"Kardeşini gördün mü?"

"Durumu iyi değil, hem de hiç."

"Para bırakhn mı?"

"Dalga mı geçiyorsun, ne parası! Daha elimi cebime soktuğum­

da sanki bir silah çıkartacakmışım gibi hemen elime saldırdı ve 'Evladımı sana satmadım, sadece emanet ettim,' dedi. Bu sözleri beni çok sarsh. İsa giderek kötüye gidiyor. Hatta bunun ötesindeki şeylere hazırlıklı olmak gerekiyor belki de."

"Yani? Ne ima etmek istiyorsun?"

"Çok açık söylediklerim. Gözlerini bir görseydin! Hayalet gibiydi."

"Peki, yarın Jonas'ı annesini ziyaret etmeye götürecek misin?"

"Hayır."

"Ama söz vermiştin."

"Fikrimi değiştirdim. Çocuk daha yeni yeni kafasını bataklıktan çıkarhyor; onu tekrar o batağa itmek istemiyorum."

"Mah' " ı. ..

"Israr etme. Neyin yapılmamasının gerektiğini biliyorum ben.

Bundan böyle oğlumuz dosdoğru ileriye bakmalı. Ardında sadece üzüntü ve sefalet var."

Germaine'in sinirli hareketlerle sa�dalyesinde sallandığını duyu­

yordum.

"Çok çabuk pes ediyorsun, Mahi. Kardeşinin sana ve senin yardı­

mına ihtiyacı var."

"Yardım etmeyi denemediğimi mi zannediyorsun? İsa bir bomba­

nın fitili gibi, patlaması için parmaklarının ucuyla dokunman yeterli.

Ona yardım edebilmem için bana hiçbir şans tanımıyor. Ona elimi uzatsam kolumu keser. Ona göre, başkalarının onun için yapmak is­

tedikleri bütün yardımlar sadece ve sadece sadaka."

"Sen başkaları değilsin, Mahi. Onun ağabeyisin."

"Ağabeyi olduğumu bilmediğimi mi zannediyorsun? .. Kafasında hep aynı şey var. Onun esas sorunu, artık en dibe vurduğunu kabul etmemesi. Kendi gölgesinden başka bir şey değil, parlayan her şey onu, o gölgeyi yok ediyor. Üstelik bana son derece kızgın. Ne denli kızgın ve kırgın olduğunu bilemezsin. Onun yanında kalmış olsay­

dım, ikimiz birlikte topraklarımızı kurtarabilirdik diye düşünüyor.

Kendini buna o kadar inandırmış ki, hem de her zamankinden de fazla. Giderek bir saplantıya dönüşüyor bu düşünce onda."

"Kendini suçlayan sensin ... "

"Belki, ama o bu düşünceye saplanıp kalmış. Onu iyi tanıyorum ben. Öfkesini daha da koyultmak için susup duruyor. Beni kaale bile almıyor. Ona göre ben, ruhunu şeytana satmış biriyim. Onun gözün­

de ben, ailesini reddetmiş, Hak dininden olmayan bir zındıkla ev­

lenmiş, şehirde bir ev alabilmek için topraklarını bedavaya satmış, Batılıların giydiği takım elbiseyi gandurasına tercih etmiş biriyim, hatta başımda fes olmasına rağmen, onu da türbana tercih etmiş ol­

duğum için suçlanıyorum kardeşim tarafından. Onunla benim aram­

da hiçbir zaman olumlu yönde bir elektriklenme olmayacaktır."

"Bari ona göstermeden karısının eline birkaç banknot sıkıştırsay­

dın."

"Kesinlikle almazdı. Alsa, İsa'nın onu öldüreceğini biliyor."

İşittiklerimin ardından koşarak odama kapandım, anahtarı iki defa döndürerek kapıyı sıkıca kilitledim.

Ertesi gün öğle saatlerinde, amcam dükkanın demir kepenklerini indirip beni almaya geldi. Sağlam kafayla bir kez daha düşünmüş ya da Germaine onu ikna etmiş olmalıydı. Hangi nedenle olursa

ol-J

�un vicdanen rahat olmak istiyordu. Babamın sözünden geri adım atacağı düşüncesinin yol açtığı sıkıntı onu çok yormuştu. Belirsizlik, mutluluğunu ipotek altına almıştı; benimle ilgili ileriye dönük dü­

şünceleri vardı, ancak olası bir durum değişikliği içini kemiriyor, onu derin kaygılara sürüklüyordu. Babam hiç haber vermeden çıkıp gelebilecek türde bir adamdı, üstelik hiçbir açıklama zahmetine bile katlanmadan beni elimden tuttuğu gibi alıp götürebilirdi de.

Amcamla Jenane Jato'ya gittik. Jenane Jato eskisinden de korkunç görünmüştü gözüme. Burada zaman akmıyor, ·olduğu yerde dönüp du­

ruyordu sadece. Düşüncelerin gelişme olanağı yoktu. Aynı esmer tenli yüzler, aynı donuk bakışlarını çevreye fırlatıyorlar, aynı tuhaf gölgeler alacakaranlığa karışıyordu. Bizim geldiğimizi gören Tahta Bacak, gev­

şemiş türbanının ucunu sert bir hareketle başının üstüne attı. Berber, kafasını kazıdığı yaşlı adamın az kaldı kulağını kesecekti. Çocuklar, bağırıp çağırmalarına ara verip bizi izlemek için duvar dibine sıralan­

dılar. Üzerlerindeki paçavralar sıska vücutlarını gizleyemiyordu.

Amcam mahallede hüküm süren sefalete bakmak istemiyordu, bakışlarının yakalanmaması için çenesi havada sadece ileriye doğru bakarak yürüyordu.

Benimle birlikte avluya girmek istemedi, dışarıda kalmayı yeğledi.

"Acele etıne evladım, istediğin kadar kal."

Avluya girdim. Bedire'nin iki afacanı kuyunun yanında kolları birbirine dolanmış, nefes nefese güreşiyordu. Küçük olan, ağabeyi­

ni yere yapıştırmış, kolunu dirseğinden buruyordu. Hamam yerine yakın bir köşede, yarım fıçıdan yapma bir leğenin üzerine eğilmiş Hadda çamaşırlarını yıkıyordu. Baldırlarının yarısına kadar sıyrılmış entarisi güzel bacaklarını güneşe sergiliyordu. Bana sırtı dönüktü, biraz ilerisinde komşu çocuklarının insanı korkutan bir sertlikle ser­

giledikleri güreş ile pankreas arasındaki gösterilerinden hiç de etki­

lenmiş görünmüyordu.

Odamızın kapısındaki örtüyü araladım, gözlerimin içerideki ka­

ranlığa alışması için birkaç saniye bekledim. Kötü, eski bir yatağa uzanmış, üstüne bir örtü çekmiş, başını ise yemeni ile sarmış annemi gördüm.

"Sen misin, Yunus?" diye inledi.

Anneme doğru koştum ve boynuna atıldım. Beni kavrayıp bağrı­

na basbrdı. Annem ateşler içinde yanıyordu.

Beni hafifçe geriye doğru iteledi, ağırlığım nefes almasını engelle­

miş olmalıydı.

"Niye geri geldin, oğlum?" diye sordu.

Kız kardeşim alçak sehpanın yanında oturuyordu, hemen fark edememiştim, o kadar sessiz ve silikti ki. Kocaman gözleri ile bom­

boş bakıyor, beni nereden tanıdığını çıkarmaya çalışıyordu. Ayrılalı sadece iki üç ay olmasına rağmen, o benim kim olduğumu daha şim­

diden unutmuştu. Hala konuşmuyordu. Yaşıtları çocuklara hiç ben­

zemiyor, sanki bedeni büyümeyi reddediyordu.

Küçük bir torbanın içinden ona aldığım oyuncağı çıkardım ve masanın üstüne bıraktım. Kız kardeşim oyuncağı almadı, sadece gözlerini oyuncağın üzerinde dolaştırdı, sonra tekrar bana bakmaya başladı. Oyuncağı masadan aldım -bir bez bebekti-, ellerinin arasına bırakbm. Farkına bile varmadı.

"Avlumuzu tek başına nasıl buldun?" diye sordu annem.

"Amcam getirdi, sokakta bekliyor."

Annem keskin bir çığlık attı, doğrulup kıçının üstüne oturdu.

Yeniden boynuma sarıldı, göğsünde sıktı.

"Seni tekrar gördüğüm için çok sevindim. Amcanın evi nasıl?"

"Germaine çok iyi bir kadın. Beni her gün yıkıyor, her istediği­

mi alıyor. Bir sürü oyuncağım, reçellerim ve pabuçlarım var ... Biliyor musun anne, ev çok büyük. Bir sürü oda var, herkes için yer var yani.

Neden siz de gelip bizimle yaşamıyorsunuz?"

Annem gülümsedi, yüzünün çizgilerini geren tüm acısı birden mutluluğa dönüşmüştü. Güzel kadındı benim annem, kalçalarına kadar dökülen simsiyah saçları, kahve fincanı gibi kocaman gözleri vardı. Şehre göç etmeden önce, topraklarımızdayken, bazen onu bir tümseğin üstünden tarlalarımızı seyrederken görürdüm, her defasın­

da bir sultana benzetirdim. Havası vardı, güzelliği vardı ve eteklerine bir it sürüsü gibi yapışan sefalet, tümseğin yamacından inerken onu yeniden yakalayamazdı.

"Tabii," diye ısrar ettim, "neden amcamın evine gelip bizimle ya­

şamıyorsunuz?"

"Büyükler arasındaki ilişkiler öyle hemen olup bitmez, oğlum,"

dedi yanağıma bulaşmış bir şeyi alırken. "Üstelik baban başka birisi­

nin evinde oturmayı hiç sevmez, istemez. Yeniden kendi çabalarıyla ayağa dikilmek, kimseye borçlu kalmamak istiyor ... Yüzüne renk gel­

miş. Sanki biraz da kilo almışsın ... Ne kadar güzel görünüyorsun bu elbiselerin içinde! Küçük bir Rumi gibisin."

"Germaine beni 'Jonas' diye çağırıyor."

"Kim o?"

"Amcamın karısı."

"Önemli değil. Fransızlar bizim isimlerimizi düzgün telaffuz ede-miyorlar. Bilerek yapmıyorlar."

"Okuma yazmayı biliyorum arhk."

Parmakları ile saçlarımı okşadı.

"Çok güzel. Baban, kendisinin sana veremeyeceklerini amcandan beklemeseydi, seni asla ona vermezdi."

"Babam nerede?"

"Çalışıyor. Hiç durmadan çalışıyor. Bak göreceksin, bir gün düş­

lerinin evine götürmek için, seni almaya gelecek. .. Biliyor musun, sen güzel bir evde doğdun. Sonradan büyüdüğün o tavuk kümesi, as­

lında babanın yanında çalışan bir köylü ailesinindi. Başlangıçta hiç de azımsanmayacak kadar zengindik. Düğünümüzde bütün bir köy eğlenmişti. Ziyafetl�r, ezgiler tam bir hafta sürmüştü. Sapasağlam bir evimiz, etrafında bahçelerimiz vardı. Senden önceki üç kardeşin prensler gibi doğdular, ama ne yazık ki yaşayamadılar. Sen onlardan sonra doğdun, o bahçelerde soluğun kesilene kadar koşar oynardın.

Ve sonra Allah baharın yerini kara kışın almasını istedi ve bahçele­

rimiz topyekun solup gitti. Yaşam işte, evladım, ne yapacaksın? Bir eliyle verdiğini diğer eliyle geriye alıyor. Ama geri aldığını gidip tekrar elde etmemize de hiçbir mani yok. Ve sen, sen başaracaksın oğlum. Falcı Betül' e sordum. Su falına bakh, işin içinden çıkmayı ba­

şaracağını söyledi. Bu yüzden, seni her özlediğimde kendimi hodbin­

likle suçluyor ve kendi kendime diyorum ki: Bulunduğu yerde rahatı yerinde onun. Hayatı kurtuldu."

Uzun bir süre kalmamıştım annemin yanında. Ya da sonsuzluk kadar uzun kalmıştım. Anımsamıyorum. Zaten önemli olan ne ka­

dar sürdüğü değildi; başka bir şey vardı daha temel, daha yoğun.

Cezaevlerinin görüşme bölümlerinde yaşanan şey gibi, akılda kalan tek şey eksikliği hissedilen insanla paylaşılan zaman dilimiydi, uzun­

luğu kısalı değildi önemli olan. Benim yaşımda, sevdiklerini terk edip giderken onlarda yarattığı yıkımın farkına varamıyor insan. Annem bir tek damla bile gözyaşı dökmemişti. Daha sonra ağlayacaktı. Elimi sımsıkı tutarak, gülümseyerek konuşuyordu benimle. Annemin gü­

lümsemesi günahlarımın bağışlanmasıydı benim için.

Hemen hemen birbirimize söyleyeceğimiz her şeyimizi paylaş­

mıştık, öyle çok bir şey değil, zaten bildiklerimizi paylaşmıştık.

Belgede Yasmina Khadra. Armağan Sarı (sayfa 78-84)