• Sonuç bulunamadı

I. ANONĠM ÜRÜNLER

I.4. Mensur Türler

Birçok araĢtırmacı, halk anlatmalarından masalla ilgili olarak çeĢitli tanımlar yapmıĢtır. Burada masal türüyle ilgili olarak genel bir fikir vermesi açısından bunlardan sadece birini alıyoruz: "Kahramanlarından bazıları hayvanlar ve tabiatüstü varlıklar olan, olayları masal ülkesinde cereyan eden, hayal mahsulü olduğu hâlde dinleyicileri inandırabilen bir sözlü anlatım türüdür" (Sakaoğlu, 1999: 2).

Kemal BilbaĢar'ın eserlerinde herhangi bir masal metni veya masalın bir parçası yer almamaktadır. Yazarın romanlarında bazı masal kahramanlarının sadece adı geçmektedir. Bunlar; peri padiĢahının kızı-oğlu, yedi baĢlı ejderha, cadı, Zümrüdüanka kuĢu, Kırk Haramiler, Ali Baba vb. gibidir.

"...Halim Bey'in bahçesi etrafında dolaĢtım. Evdeki ıĢık gene öyle sönük sönük ıĢıldıyor. Ġçeride yatan iyi saatte olsunlarla karıĢık kız, peri padiĢahının kızı olsa, bu kuĢ Kaf Dağı'nın ardına uçursa bizi... (ATG 2015: 42).

"...Güllü, "Hem de pek yakıĢıklı," diye ekledi.

MenekĢe, gözleri mutluluk dolu, "Peri padiĢahının oğlu gibi," dedi" (BOAD, 2013: 46).

"...Görenler de görmeyenler de bu acayip mahluku öyle ballandırarak anlatmıĢlardı ki, az zamanda çevre köylerinde Huriye'nin karnından düĢen parazit, yedi baĢlı ejder oluvermiĢti. Doktor Murat da o canavarı tepeleyen masal Ģehzadesi kılığına girmiĢti." (BOAD, 2013: 102).

"...Hani söylediği masallarda Zümrüdüanka kuĢu vardı ya, iĢte onun gibi bir kuĢ. YeĢil mavi tüyleri, geniĢ kanatları olan bir kuĢ." (B, 2015: 40).

"...Küçük Bedia, ellerini çırparak sordu babasına:

"Kırk Haramiler'in mağarasından mı aldın bu güzel yiyecekleri babacığım?" Kızının masal tutkusunu bilen Memduh Efendi, Ali Baba'yı anımsatan bir sesle, "Hayır kızım!" dedi, "Enver Baba'nın köĢkünden verdiler..." (B, 2015: 61).

"...Ferah Ali PaĢam, baĢını salladı, "Yedi baĢlı ejderha gibidir bunlar. Kestiğinin yerine tazesi gelir," dedi." (KD, 2015: 31).

"...Meraklanma arkadaĢ, param çoktur," dedi, "kırk haraminin bacısı olsa gene kalkarım armağanın altından evvel Allah!" (KD, 2015: 546).

"...BaĢmühendis çok kararlı konuĢtuydu ya, belli olmaz. Fırsatı düĢürünce bir Keloğlan da yener ejderi masallarda." (YG, 2015: 94).

"...Geceleri Ġlko, torununa türlü korkunç masallar anlatırdı. Bedo onu dinlerken her pencereden bir hortlak peydahlandığını sanır, küçüldükçe küçülürdü. Cin perili, hortlaklı, haramili masalları anlatan ihtiyarın boğazı kuruyunca, "Hadi

66

more kuçka, git bir bardak taze sucaz getir aĢağıdan neneciğine!" demesi, küçük kız için en ağır iĢkence olurdu." (YG, 2015: 358).

"...Garajda böyük böyük otobüsleri görünce, Zelha Ana'nın, her masalda adı geçen devin ülkesine gelmiĢ olduklarına eyiden eyiye aklı yattı. Bu büyük arabalar da devin arabaları olmalıydı." (YK, 2016: 24).

"...AyĢe bazı gün Yonca Kız'ı dizine yatırır masal anlatırdı. Masalları Zelha Ana'nın masallarına benzemezdi. AyĢe Teyze'nin masallarında hep gelinine benzeyen cadı karılar vardı. Kazan kaynatan, çocukları çalan, onlara eziyetten baĢka eğlencesi olmayan, en sonunda da kendi kaynattığı kazana düĢüp geberen cadı karılar." (YK, 2016: 59).

"...Ġki yaĢlı kız kardeĢ, akĢamları Yonca Kız'ı yatırmayı, ona masal söylemeyi sıraya koymuĢlardı. Yonca Kız AyĢe Teyze'ye Nar Hatice masalını birkaç kez anlattırmıĢtı. Nar Hatice'yi çekemeyen Cadı Kadın, parmağına sihirli yüzük takıp onu ortadan kaldırmaya çalıĢıyorsa da, sonunda gene dirilip muradına eriyordu Nar Hatice. Cadı kadınsa, kırk katırın kuyruğunda can veriyordu.

Hatice Hanım'ın anlattığı masalları daha çok seviyordu Yonca Kız. Onun masallarında her zaman bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap vardı." (YK, 2016: 114-115).

"...Ninemin anlattığı masallarda her zaman kendi halinde iyi insanlara eziyet eden kötü, zalim bir yaratık bulunurdu. Bu, bazen dev, kimi zaman derebeyi, kimi zaman da padiĢah ya da üvey ana, hanım sultan olurdu." (ZN, 2015: 69).

"...AkĢam soygundan dönen Kırk Haramiler, bacılarını yere serilmiĢ soluksuz bulurlardı." (ZN, 2015: 71).

"…Eğer Aysel kucağındaysa, çocukları çevresine topluyor, Zelha Ana‟nın dev masallarını, AyĢe Teyze‟nin cadı karı masallarını anlatıyordu. Bu masallarda cadı karılar eziyet ettikleri kızların örgülü saçlarını dibinden kesiyorlardı." (YK, 2016: 66-67).

"…Masal mı söyliye‟m? Peki söyleye‟m, emme hangisini? Koca Avradın Azgın Tekkesi‟ni mi, yoğsam Kezban Bacı‟nın Akıllı Kazı‟nı mı?" (ZN, 2015: 140).

"…Belki Ģu duvar üzerindeki kedi de az sonra bir açık pencereden içeri girerek silkinecek, peri padiĢahının oğlu oluverecek ve bu mahallede, erkeklere parmağının ucunu göstermemekle övünen bir genç kızın koynuna giriverecekti." (DÇ, 2013: 66).

Masallarda olayların geçtiği mekân genellikle belirsizdir. Ancak Kaf Dağı adında gerçekte var olmayan ve hayal mahsulü olan yer birçok masallarda karĢımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda bir masal mekânı olan Kaf Dağı yazarın romanlarında da çeĢitli Ģekillerde geçmektedir:

"...ġarapçı dayanamıyor, "NeredeymiĢ bu Niloti köyü?" diye soruyor. "Sakın Kaf Dağı'nın ardında olmasın." (ATG 2015: 99).

"...Gözleri kor gibi yanardı.

"Güzelliğini sarıp gizleyen Ģu kaftanın yerinde ben olsam da seni kucaklasam, kaçırsam, Kafdağı'ndan aĢırsam!.." diye fısladı." (M, 2008: 145).

67

Teknolojinin geliĢmediği eski dönemlerde özellikle de uzun kıĢ gecelerinde insanlar birbirlerine masal anlatarak eğlenmiĢlerdir. Ancak zaman içerisinde özellikle teknolojik geliĢmeler doğrultusunda insanoğlu yeni eğlence araçları edinmiĢ ve masal da büyüklerden ziyade çocuklara anlatılmaya baĢlanmıĢtır.

Kemal BilbaĢar‟ın romanlarında da büyüklerin yer yer çocuklara masal anlattığı sahneler yazar tarafından Ģöyle aktarılır:

"...KarĢımdaki duvarda, odanın nemiyle buğulanmıĢ bir ayna vardı. Onun terli yüzüne bakarken çocukluğumu, annemin çamaĢıra gitmediği bazı kıĢ günlerinde, pencere önündeki minder üzerinde bana kalın yün çoraplar örerek masal anlattığı sırada, onun yumuĢak dizlerine yatarak pencerenin camında soğuktan çiçeklenmiĢ garip buz Ģekilleri arasında masaldaki sarı saçlı peri kızlarının atlas fistanlarını, bahçelerin insan gibi konuĢan çiçeklerini nasıl seçmeye çalıĢtığımı hatırladım." (DÇ, 2013: 33).

"...Cemo beni oyalamak için Zozana'da ava sürerdi. Kendi de peĢimden ayrılmazdı. Zozana'nın taĢı ağacı, suyu, kuĢu, canavarı üzerine durmadan mesel anlatırdı. Öyle kolay anlatırdı ki, sanırdım kendi uydururdu. Söylediklerinin hepsi de sevgi üzerineydi: Birbirine varamayanlar, kuĢ, çiçek; onları ayıranlar taĢ ya da çalı olurdu." (C, 2016: 128).

"...KomĢularla yapılan gece toplantılarında mısır patlatılıyor, kestane, kabak kaynatılıyor, masallar anlatılıyordu. En güzel masalları Bedia'nın annesi söylüyordu. Bu masalları annesi Hocanım ninesinden öğrenmiĢti. Yüz kez dinlediği halde annesi Ebu'l Kâsım masalını anlatırken Bedia, iri gözlerle onun ağzına bakıyor, Nado ablasının kucağında ufalıp kayboluyordu. BedoĢ'un hiç sevmediği Ģey, masalın en tatlı yerinde komĢu teyzelerden birinin bir bardak soğuk su istemesiydi." (B, 2015: 44).

"…Gece yalnız kaldığımızda, aramızdaki mangalda patatesler, arada bir tıslayarak piĢerken, ninem masallarını anlatmaya baĢlardı, ama gözlerini, konsolun üzerinde duran, “Babacığının yasını tutar o da,” diyerek rengini anlamlaĢtırdığı kara çerçeveli dikdörtgen biçimi saatten ayırmazdı." (ZN, 2015: 69).

"…Muhtar Ömer Ağa, nene torunu baĢ baĢa buldu. Bedo, sedire yüzükoyun uzanmıĢ, dirsekleri yerde, elleri çenesinin altında. Ġlko‟nun anlattığı masalı iri gözlerle dinliyordu." (YG, 2015: 358).

Masalların en belirgin özelliklerinden birisi abartıya yer verilmesidir. Bu özellik yazarımızın çeĢitli romanlarında da benzetme yoluyla iĢlenmiĢtir:

"...Aramızda masallardaki hızla büyüyen yüksek bir duvar örülmüĢtü."(DÇ, 2013: 118).

"…Manastırın bulunduğu sırt büyük, siyah bir masal kuĢuna benziyordu."(ATG 2015: 42).

"…Neden sonra fısıltılı bir sesle, “Sana ayran getirdim Murat,” dedi, bakracı uzattı. Murat bakracı aldı. Kızın gözlerine bakarak ağır ağır içti… Masallardaki sevda iksiri bu ayrandan tatlı olmalıydı." (BOAD, 2013: 168).

68 I.4.2. Efsane

Kısa halk anlatılarından olan efsane ile ilgili olarak çeĢitli tanımlar yapılmıĢtır. Saim Sakaoğlu, Anadolu Türk Efsanelerinde TaĢ Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu adlı çalıĢmasında türü "Efsane, gerçek veya hayalîmuayyen Ģahıs, hâdise veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir." (Sakaoğlu, 1980: 4) Ģeklinde tarif etmektedir.

Kemal BilbaĢar'ın romanlarında efsane olarak değerlendirebileceğimiz bir örnek tespit ettik. Bu efsane Memo romanında yer alıp Munzur Nehri'nin neden beyaz aktığını açıklamaktadır. Efsane roman kahramanlarından olan Senem'in ağzından Ģu Ģekilde aktarılır:

"...Bilir misin kurban, Monzur suyu neden süt gibi akar kayalardan?" diye sorardım. Memo, omuzlarını kaldırıp,

"Nerden bileyim Senem, ben buranın yerlisi miyim? Acep neden ki?" diye karĢılık verirdi. Ben bilgimi göstermeye kurulurdum:

"Buralarda vakıtınan pinti bir ağa varmıĢ. Kulu, seyidi gözetmez, yoksuldan bir çanak sütü esirgermiĢ. Monzur çoban, acından ölecek bir garibe acıyıp parasız bir çanak süt verdi, deyi ağası kızmıĢ, sopayı alıp dövmeye, Monzur çobanı kovalamıĢ. Çoban bu kayalara varanda süt dolu bakracı yere çalmıĢ, sütler köpürüp kayalardan akmaya baĢlamıĢ. Tanrı'nın sevgili kulu Monzur çoban, ağanın eline düĢmeye deyi güvercin olup kayanın kovuğu içinde kaybolmuĢ. O gün bu gün, süt beyaz dökülürmüĢ sular kayalardan..." (M, 2008: 354).

I.4.3. Fıkra

Ait olduğu toplumun pratik zekâsını, nüktedanlığını ve hazırcevaplığını yansıtan fıkra türü Dursun Yıldırım tarafından Ģöyle tanımlanmıĢtır:

"Fıkra, hikâye çekirdeğini hayattan alınmıĢ bir vaka veya tam bir fikrin teĢkil ettiği kısa ve yoğun anlatımlı, beĢerî kusurlarla içtimaî ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve gülünç hadiseleri, çarpıklıkları, zıddiyetleri, eski ve yeni arasındaki çatıĢmaları sağduyuya dayalı ince bir mizah, hikmetli bir söz, keskin bir istihzâ yoluyla yansıtan; umumiyetle bir fıkra tipine bağlı olarak nesir diliyle yaratılmıĢ, sözlü edebiyatın müstakil Ģekillerinden ibaret yaygın epik-dram türündeki realist hikâyelerden her birine verilen isim." (Yıldırım, 1999: 3).

Güldürürken düĢündüren fıkralar, kısa fakat yoğun bir anlatıma sahiptir. Fıkra anlatmaktaki amaç ise insanları güldürmek, onlara mesaj vermek ve hoĢça vakit geçirtmektir. Kemal BilbaĢar romanlarında dolaylı da olsa fıkra türünden yararlanmıĢtır. Bu doğrultuda bazı romanlarda fıkra türü sadece ad olarak geçerken bazı romanlarında da Nasreddin Hoca fıkralarına göndermeler yapılmaktadır.

BaĢka Olur Ağaların Düğünü adlı romanda bir Nasreddin Hoca fıkrasına telmihte bulunulmaktadır:

69

"...Murat gülümsedi, "Nasreddin Hoca'nın peĢin para fıkrasına benziyor biraz," dedi" (BOAD, 2013: 207).

Denizin ÇağırıĢı romanında yazar, Nasreddin Hoca'nın "Ye kürküm ye!" fıkrasının toplumda ne kadar gerçekçi bir Ģekilde karĢılık bulduğunu da Ģu satırlarla örneklendirir:

"…Genç kadınların bakıĢları üzerimde duruyordu. Meğer öteki elbiselerim, kiĢiliği amansız biçimde yok eden üniformalar gibi benim gerçek kiĢiliğimi mahvediyormuĢ. Demek az yetiĢir bir adam olduğum halde iĢçiler, marangozlar, kasaplar arasında kayboluyordum. ġu halde büyük adamların daima saçlarını uzatmak, büyük bir boyunbağı takmak, herkese benzemeyen kılığa girmek istemeleri boĢuna değildi. Onlar filozofluklarını, sanatçılıklarını, biraz da saçlarına, boyunbağlarına ve elbiselerine borçluydular. Nasrettin Hoca‟nın büyük adam olduğunu bir kez daha onaylıyordum." (DÇ, 2013: 101-102).

Bu örneklerin dıĢında romanlarda yer yer fıkra türünün sadece adına gönderme yapılmıĢtır. Bu gönderme de günlük konuĢma dilinin ve sohbet havasının akıĢı içerisinde yer almaktadır. Bununla ilgili örnekler aĢağıda sıralanmıĢtır:

"...Hamdi Usta gerdek fıkraları anlatarak arkadaĢlarını güldürüyordu." (KD, 2015: 584).

"...Kaymakam, tapucunun yeni bir fıkra anlatacağından memnun, yarı döndü." (YG, 2015: 305).

"...Parti müfettiĢi, bu ödevin kendisine düĢtüğünü görerek düğün üzerine birkaç gülünç fıkra anlattı." (YG, 2015: 348).

"…Müdür, “yemiĢsin” sözü ile, ġarapçı Hidayet‟in din adamları hakkında evvelce anlattığı bir fıkrayı kastediyor." (ATG 2015: 51).

I.5. Manzum-Mensur KarıĢık Türler