• Sonuç bulunamadı

IV. HALK BĠLGĠSĠ ÖRNEKLERĠ

IV.8. Halk Hekimliği

Alternatif tıp olarak da bilinen halk hekimliği, Faruk Çolak tarafından Ģu Ģekilde tarif edilmektedir: "Halk hekimliği veya bir diğer ifadeyle geleneksel tıp, insanların hastalık karĢısındaki tutum ve davranıĢlarının sonucunda meydana getirdiği uygulamalardan oluĢan bir kültürel birikimdir." (Çolak, 2015: 3).

Kemal BilbaĢar da romanlarında birtakım rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan ilaçlara ve çeĢitli merhemlere yer vermiĢtir. Yazarımızın romanlarında roman kahramanlarının ayak incinmesinin tedavisinde bitki yağlarını ve sıcak suyu kullandıkları görülür:

"...Berber çantasını da birlikte getirmiĢti:

"GeçmiĢ olsun bre paĢam! Ayacığını mı berttirdin? Meraklanma! Haçan kantoron yağıyla ovalayacim ayacığını, bir Ģeyciğin kalmayacak!" (KD, 2015: 593).

"...En sonunda ÖkkeĢ Dayı,

"Burktuğundan bu yana beĢ gün geçmiĢ madem, ĢiĢi inmiĢ olmalı. AkĢama sabaha ağrısı da diner," deyüp ayak bileğime yağ çaldı, çapıtı sıkı sıkı bağladı, Ģifalık diledi." (M, 2008: 137).

"...Sabaha kadar uyuyamadım, ayak bileğim ĢiĢti. Ali Efe, "Sıcak su ağrıyı yumuĢatır, ĢiĢi de indirir," dedi." (ATG, 2015: 82).

"...Güllü iĢi büyütmek isteğiyle elini kolunu salladı:

"ġinci baĢka Ağa Hazretleri, Ģinci baĢka, tuluk gibi ĢiĢmiĢ ayağı... Sancısından durameyo Küçükhanım..."

Arabacı Sülüman bilgiç bir yüzle, "Acık iç yağı çalıp ovmadınız mı? ġiĢe, sancıya eyi gelir," dedi." (BOAD, 2013: 84).

Yaranın yumuĢatılması için de en çok çeĢitli bitkilerin yağları kullanılır: "...De sık diĢini a'cık lay dürzü!" diye parladı Güllü. "Erkek olacaksın sözüm yabana. Azdıracak ne vardı Ģuncacık yarayı? Merhemi çalıyorum iĢte. Kantron yağlı merhem yarayı yumuĢadır, Ģimdi ferahlarsın." (YG, 2015: 380).

"...Ahmet'in alnından ter boĢanıyordu. Saniye bir Ahmet'e, bir helaya baktı: "Salça iyi gelir yanığa, ateĢini alır," dedi. "Zeytinyağı da yumuĢatır. Hacı Kadir neylen dağladı buldunu ki, durmadan of çekiyorsun?" (YG, 2015: 269-270).

126

"…O akĢam ayaklarımı sıcak sular, vazelinlerle tedaviye çalıĢan Zühre Ninem, bunu niye yaptığımı sorduğunda omuzlarımı silktim, “Kapı önünde oturup ağzımın suyunu akıtmaktan bıkmıĢ usanmıĢtım da ondan!” diye bağırdım. Ayaklarımdaki çatlaklar ağrıdığı halde diĢlerimi sıkıp ağlamıyordum." (ZN, 2015: 73).

Zühre Ninem romanında Hatça hamileliğinin son evrelerindedir. Gerilen karnının ağrısını dindirmek için karnına badem yağı sürer:

"...Belki de o daracık yerde oturmaktan bunalmıĢtır. Artık karnına sığamıyor olmalı..."

Yengem birden toparlanırdı: "Eyi hatırlattın tosunum! Gerilen karnıma a'cık badem yağı çala'm da ırahatlasın bi denem!" (ZN, 2015: 127).

Kemal BilbaĢar, Zühre Ninem, Kölelik Dönemeci ve Cemo romanlarında da sünnet sonunda yarayı iyileĢtirmek için yara üzerine serpilen sarı bir tozdan ve külden bahseder:

"...Sünnetçi, perdeyi yırttıktan sonra, elinin hünerini gösterebildi. Çabucak kapçığı çekip kıskaç içine yerleĢtirdikten sonra usturayı vurdu. Sünnetçinin çalıĢmasını izleyebilen erkekler, "Oldu da bitti maĢallah, iyi olur inĢallah!" diyerek el çırptılar. Sünnetçi, sarı toz serpip gaz bezle sıkıca bağladıktan sonra doğruldu; elinin tersiyle alnındaki teri silerek, "Haydi ötekini getirin!" dedi. Ben hâlâ haykırıyordum." (ZN, 2015: 180).

"...Mahmut Kaptan kölelerin yanı sıra yürüyen yardımcısına seslendi:

"Osman Reis! Kızları kendine alıĢtırmak için leblebi Ģekeri, fındık, üzüm ver! Hadım kölenin yarasına da baktır! Ġyice temizleyip sünnet tozu eksin yarasına Berber Ramazan!" (KD, 2015: 665).

"...Davul, her zamandan gümbürtülü çalanda, çocukları yakalayıp sünnetçinin önüne getirdiler. "Sallallah," diyende, sünnetçi usturayı çaldı, kül döktü üzerine. Çocuklar, of, demediler." (C, 2016: 72).

AteĢ düĢürmek için uygulanan yöntemler de yazarımızın romanlarında kendisine yer bulmuĢtur. Zühre Ninem romanında Zühre Nine, torunu Kemal'in ateĢini düĢürmek için ona çeĢitli bitki çayları içirir ve sirkeli suya batırılmıĢ bezlerle bedenini ovar:

"…Öyleyken kıĢ ayları sık sık boğaz olur, ateĢler içinde yatardım. O zaman da gece gündüz baĢucumdan ayrılmaz, mangalda sürülü duran mavi emaye çaydanlıktan bardak bardak ıhlamur, hatmi, mürver çiçeği demi içirerek, baĢıma sirkeye batırılmıĢ bezler koyarak beni iyileĢtirmeye çalıĢırdı. AteĢim düĢmezse, bağırsaklarımı temizleyecek portakal Ģurubu adını verdiği, hintyağı karıĢımı bir müshil içirir, çıplak tenime, sirkeye batırılmıĢ ıslak gömlek giydirirdi." (ZN, 2015: 34-35).

Türk halk kültüründe bazı hastalıkların tedavi edilmesi için yatır, türbe gibi yerler de ziyaret edilmektedir. Bu tür mekânların doğaüstü güçlerinin olduğunu Erman Artun Ģu ifadelerle açıklamaktadır:

127

"Türlü olağanüstü güçleri olduğuna inanılan, adlı adsız velilere halk türlü hastalıklarını sağaltmak için de baĢvurur. Kısırlık kadının bir suçu kusuru sayıldığı için, yatırlara bunu gidermek amacıyla baĢvuranlar kadınlardır. Yatırlara giden kadınların giriĢtikleri iĢlemler çeĢitlidir. Sadece bir adak, yatırın toprağından suya karıĢtırıp içmek, yakınında bulunan kaynaktan su içmek, etrafındaki ağaç, çalı, parmaklık, pencere demiri gibi Ģeylere bez bağlamak, dileğini daha açık, daha keskin belirtmek için ufacık bir salıncak asmak, yatırın bulunduğu yerde gecelemek, bunların en yaygınlarıdır." (Artun, 2015: 247).

Yazarımızın romanlarında bu tür tedavi yöntemlerine de sıklıkla rastlanmaktadır. Çocuk sahibi olmak, kısmetini açmak ve sağlığına kavuĢmak isteyen roman kahramanları soluğu kutsal sayılan yerlerde alırlar:

"...Biri büyü yaptı da, kısmetini mi bağladı hey Memo? Ocaklara gidem, okutam seni herif," dedi.

Beni evlendirmeyi haftalarca, aylarca dert edindi kendine. Üzerimdeki büyüyü bozmak için, yatırlara, ocaklara taĢındı durdu. Adaklar adadı. Belli etmeden, okunmuĢ Ģekerle kahveler piĢirdi, gömlekler giydirdi, eĢiğin altında muskalar gömdü, en sonunda usandı, umudunu yitirdi, evlendirmekten söz açmaz oldu." (C, 2016: 91).

"...Fakir Cemo, kısır karı sözüne tüm gece ağladı koynumda.

"Netsem, neylesem, döl tutmak için ocaklara adak mı götürsem," dedi durdu." (C, 2016: 160).

"...AkĢam vakti Veysel Karani'nin türbesine vardık. Büyük bir ziyaretgâhtı. Avlusunu, kale gibi muhkem duvarlar çevirirdi. Duvar diplerinde niyaza gelmiĢ kiĢiler, dertli ihtiyarlar, Ģifa arayan deliler, döl isteyen avratlar oturur ya da uyanık yatarlardı. Avlunun oymalı kapısından içeri girmeden, pınarın oluğundan avuçlarımızla kana kana su içtik." (C, 2016: 165).

"...Bu kez evimizde, dayımı bit hummasından koruması için Tanrı'ya dua edildi. Yediler Türbesi'ne mumlar götürüldü, kurban adakları adandı." (ZN, 2015: 185).

"…Yörüklerin Dölyunağı dedikleri küçük göl, Müezzinoğlu‟nun fabrikasından yarım saat uzaktaydı. Fabrika kurulmazdan önce çevre köyleri arasında pek makbul bir yerdi. Çocuğu olmayan kadınlar buraya gelir, yıkanırlar, aptes alırlar, kendilerine döl vermesi için Tanrı‟ya yakarırlardı." (YG, 2015: 235). Anadolu coğrafyasında bazı hastalıkların tedavisinde ocaklar da oldukça önemli bir yer tutar. Erma Artun, Türk Halkbilimi adlı eserinde konuyla alakalı olarak Ģu değerlendirmeleri yapmaktadır:

"Ocak belirli bir veya birkaç hastalığı sağaltımıgücünde olan, bu iĢin yöntemlerini bilen, bunu uzmanlık edinmiĢ kimseyi gösterir:"sarılık ocağı", "fıtık ocağı", vb gibi "ocak" ve "ocaklı" deyimleri eĢ anlamda kullanılır. Ocakların hastalığısağaltma yöntemleri çoğu kez büyülük iĢlemlerdir: ama bunların yanında belirli Ģeyleri yedirmek, içirmek, vücudun ağrıyan yerine Ģu veya bu maddeyi sürmek, bağlamak gibi "ilaç" saydıkları gereçleri kullandıkları da olur."(Artun, 2015: 249).

128

Yazarımız Memo romanında bu ocaklarda tedavi arayan roman kahramanlarına Ģöyle yer verir:

"...Huso Emmi, hastalıkları iyi etmenin çarelerini, Ģifalı otları, yaraya ağrıya merhem yapıp yakı çalmayı öğretir; Zeve Ocağının kısırlığa, saraya; Sarı Saltuk kekosunun ağız yarasına, göz ağrısına Ģifa sunduğunu belletirdi." (M, 2008: 49).

"...Ġkinci geliĢine birkaç gün kala ayak bileğimi incidip çapıtlara saracak, yataktan çıkmayacak, ahlayıp oflayarak derman isteyecektim. ÖkkeĢ Dayı çıkıkçı olduğundan ayağımı ona göstereceklerdi herhal..." (M, 2008: 135).

Hava değiĢikliği yapmak da yazarımızın romanlarında yine sıklıkla karĢılaĢılan tedavi yöntemlerindendir. Memo romanında doktorlar, eski sağlığına bir türlü kavuĢamayan Seyyit Vehhap'a hava değiĢikliğini önererek onu deniz kıyısına gönderirler:

"...ġıh Abuzer'in tek üzüntüsü oğluydu. Hastayatağından bir türlü toparlanıp kalkamamıĢtı. Fağfure'nin söylediğine bakılırsa bir deri, bir kemik kalmıĢtı biçare... ġıh Abuzer, beni yerdeki karıncadan kıskanır olduğundan oğlunun ziyaretine götürmezdi. 'Güçsüzlüğünün kancıklar tarafından görülmesi er kısmının zoruna gider,' diye özür söylerdi.

Yeniden getirilen hekimler, Seyit Vehhap'ın iyileĢmesi için, uzun zaman derya kıyısında hava tebdiline lüzum göstermiĢler. ġıh Abuzer de kervan düzüp oğlunu, Lübnanlı gelinin memleketine yollamayı uygun bulmuĢ." (M, 2008: 130).

Romanlarında genellikle kırsal kesimdeki insanları anlatan yazar, onların en çok kullandığı tedavi yöntemlerinden olan büyü, efsun, muska ve duaya da sıklıkla yer vermiĢtir:

"...Onu, aĢiretler arasında ağrıya sızıya Ģifalı üfürükleriyle ünlenmiĢ, Bozdok büyücüsü Agunda Nine'ye afsunlatmaya götürüyorlardı." (KD, 2015: 95).

"...Üfürük yedi kez tekrarlandı. Her seferinde yaĢlı kadın hastanın ağrıyan bacağına üfürdü. Afsunun bitiminde Agunda Nine hastanın baĢı üstüne üç kez üfürüp tükürdükten sonra çekici elinden bıraktı. GüneĢin ilk ıĢıkları hücreye dolduğu sırada, afsunun bağlayıĢ duasını okudu:

Ġlaçla el birleĢti. Marazı köz gibi, Acıyı tuz gibi Ezip dağıttım!

Kafdağı'nın ötesine kovdum Çukurtat'ı, DönüĢ yolunu tıkadım,

Geçitlere ejderler kodum!" (KD, 2015: 131).

"...HekimbaĢı Mücteba Efendi, kül çanakları içinde yakılan günlük ve ödağacı tütsüleriyle varıp giz dolu el devinimleri eĢliğiyle Arapça dualar okuyarak önce erkekleri, sonra kadınları afsunladı." (KD, 2015: 615).

"...Çocukları çiçekten korumak için komĢu aĢiretler, afsuncularını oraya yollamıĢlardı." (KD, 2015: 589).

129

Yazarımız romanlarında sadece geleneksel tedavi yöntemlerine değil modern tıp tekniklerine de yer vermiĢtir. Bu bağlamda BaĢka Olur Ağaların Düğünü adlı romanda modern tıbbın temsilcisi olarak köyüne dönen Doktor Murat köylülerin umudu olur:

"...Huriye'nin sevinçten gözleri çakmak çakmak, "Oğlunun elini öpmeye geldim Fatma Bacı," dedi heyecanla, "garnımın içini bi canavar yermiĢ de habarımız yokmuĢ... Habire küllü su içer duruydum. Allah razı olsun... Aslan Muradım bi ilacınan söktü attı canavarı garnımdan. Nası dua edeceğimi bilemiyom... Allah ne muradı varsa versin." (BOAD, 2013: 85).

"...Evliyaya adak adayanlar, muskadan Ģifa umanlar, Ģimdi hastalarını hayvana yüklüyor, Fatma Bacı'nın kapısına derman aramaya koĢuyorlardı." (BOAD, 2013: 102).