• Sonuç bulunamadı

2.15. TELMİH VE TAHKİYE UNSURLARINA KONU OLAN DİĞER

2.15.20. Mehdî

Ahir zamanda ortaya çıkıp doğru inancı ve adaleti yeryüzüne hakim kılacağına inanılan şahsiyettir. Sünnî mezhep ve görüşlere göre onun ortaya çıkması ile ilgili bilgiler kesin olmamakla birlikte dinin temel inanç ve esasları altında yer almamaktadır. Hatta ilk dönem İslâmî eserlerde onunla ilgili bilgiler bulunmamakdır ancak Şiî inancına göre onun varlığını inkar etmek küfre kadar götürür. Bu mezhebe göre kendisi Hz. Peygamberin soyundan gelip, kaybolan on ikinci imamdır. Diğer on bir imamın varlığı bilinmekle birlikte onun varlığı bilinmemekte ahir zamanda ortaya çıkılacağı ileri sürülmektedir.

Seyyid Muhammed Râsim Hâb-nâme ona çok sık yer vermiş, onunla ilgili eserde ayrı bir bölüm açmış, hatta hadislere dayanarak onun yüz şeklini fiziksel olarak çizmiştir231

der-beyân-ı Ahvâl-i Mehdî başlığı altında onun ne zaman ortaya

124

çıkacağı, Hz. İsa ile karşılaşması, Deccal’e karşı zaferi vb. konular işlenmiştir. Eserin ikinci bölümünün [250b-258a] sayfaları Hz. Mehdi’nin zuhurundan bahsetmektedir.

Arapça ىده kökünden türemiş, hidâyete erdirilmiş, kendisine doğru yolu

gösterilmiş kişi mânâsına gelen Mehdî kelimesi Kur’an’da, ayrıca Buharî ve Müslim’de yer almaz. Mehdî inancının temeli kabul edilen hadîsler Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel, Hâkim ve Taberânî gibi âlimlerin rivâyetlerinde geçmektedir.232

Seyyid Muhammed Râsim “Der Beyân-ı Ahvâl-i Mehdî” bölümünde büyük ölçüde Muyyiddin Arabî’nin Fütuhat-ı Mekkiye ve İbn Haldun’un Mukaddime’sinden hareket ederek Mehdî hakkındaki görüşlerini beyan etmiştir.

Yazarın, Mehdi’nin çıkışıyla ilgili yer verdiği bir başka düşünce Mehdî’nin İsa bin Meryem olduğu, Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne zuhur etmesi ve adaleti sağlamasıyla ilgili kaynaklarda yer verilmesidir.

(İsa’dan başka Mehdî olmaz) ىسيع ّلَا يدهم لَ hadisine dayanılarak Mehdî ile ilgili yapılan yorumları ihtivâ eder. Ayrıca müellif, ahir zamanda Ashab-ı Kehf’in rüyadan uyandıralacağı ve Ashab-ı Kehf'in Hz. Mehdi'nin yardımcıları olacağını hadisler ışığında nakleder.

Müellif, hadis kaynaklarına dayanarak Hicrî 1446 (M.2023-2024) yılında Mehdî’nin ortaya çıkacağını, onun Fatıma’nın soyundan geldiğini ileri sürer ve şöyle devam eder:

Sonra; Bilin ki Ahir zamanda Allah (cc) bir halife -yeryüzünden zulmü çıkaran, adaleti ve hakkı savunan dünyanın sadece bir günü bile kalmış olsa Allah o günü ehl-i beytimden bir adam- gelinceye kadar uzatır. Bu halife Fatıma’nın çocuklarından burnunun ortası yüksekçe, gözleri sürmeli, sağ yanağında ben olan, hal erbabı onu tanır. Adı Muhammed olup orta boylu güzel yüzlüdür. İnsanlar arasında kırk yıl yaşayacak sonra vefat edecek ve insanlar ona selam verecek. (vr. no: 12b-13/a)

125 2.15.21. Deccâl

Ahir zamanda ortaya çıkacağı iddia edilen fitne sahibi, zâlim, ikiyüzlü karaktere sahip bir şahsiyettir. Ahir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulâde

olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi diye tarif edilir. Deccâl kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir. Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlerde “muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kötü kimse” anlamındaki mesîh kelimesiyle birlikte kullanılmıştır.233

İslamî eserlerde ismi genellikle Mehdi’nin ortaya çıkışı ile

çağrıştırılmıştır. Nitekim yazara ait aşağıdaki beyitte Deccal ismi Mehdi ile beraber anılmaktadır. Alıntı yaptığımız ikinci metinde de Deccal’in çıkışının kıyamete zemin hazırlamasından bahsedilir:

Ŧutdılar dehri idüp Deccālleri bir bir ħurūc

Mehdi-i śāĥib-zamān olmazsa bir dem çāre-gir (vr. no:7b)

نوباذك نولاجد ثعبي ىتحو ةدحاو امهاوعد ةلتقم امهنيب نوكيناتمظع ناتئف لتقت ىتح ةعاسلا موقتلا هّنا معزي مهلك نيثلث نم بيرق

234

2.16. İLM-İ FIKIH

Kelime anlamı bir şeyi usulüne göre anlayıp bilme demek olan fıkıh, terim olarak şeriatın usül ve hükümlerini bilme ve uygulama demektir. İslam dininin ibâdet

ve hukuk meselelerini tanzim eden fıkıh ilmi de şâirlerimizin doğrudan olmasa da istifade ettikleri ilim dallarından biridir. Daha çok fetva metnini ya da mecelle ahkamını andırır söyleyişlerle fıkıh dairesine girildiği görülür.235

Üzerinde inceleme yaptığımız metinde şer’i hükümlerden bahsedilmiş; teyemmüm, cima, setr-i avret, Namaz hükmü, Sufi raksının caiz olup olmadığı, bir konunun caizlik meselesi vb. konular ele alınmıştır.

233 Kürşad Demirci, Deccal mad. DİA, C.9, s.67.

234 Kıyamet kopmaz ( tâ ki ikisinin arasında davaları bir olan iki büyük fitne öldürülmeden. Tâ ki yalancı Deccal üçte ikisinde her şeyi yalanlayana kadar…)

126

ŝāniyā budur ki ben anlaruñ miyānelerinde bulundum (4) ve anlaruñ lisānuna āşinā ve şerįǾatlerine Ǿālem u vāķıf oldum ki pādişāhlarına (5) muŧįǾ olan teba’a ki gerek İslām ve gerek milel-i muħtelife aĥkām-ı şerǾįyyede ħuśūśā ki (6) ĥįn-i muĥākemede cemi’-i milel-i müteferriķe miyān olup tefrįķi cāǿiz degildür (7) ĥatta bir ĥākimü’l-şerǾ-i İslāmı sāir farķ-ı mütenevviǾadan tefrįķ u tercįh idecek (8) olsa günāhkār olur ….. Ĥażret-i Mūsā (15) ‘aleyhi’s-selām Ŧūr-ı Sįnāya giderken bir Ǿabd-i siyāhkār gördigi beytden (16) ħāli elbiseden Ǿārį meǿkūlāt-ı nefįseden biri ķum içinde oturmuş (17) kendini ķum ile setrü’l-Ǿavret ider ol daħı Cenāb-ı Ĥaķķdan temennį ider (vr. no: 37b)

ĥatta kitāb-ı fıķhįyyede muśirr-i ĥader ki bir kimsenüñ livāŧa muǾtādį (13) olup öñüne gelen şābb-ı imrada fiǾįl-i şenįǾi icrā eylese şerǾį sulŧān (14) üzerine ol menħūs ķatl itmek vācibdür (vr. no: 105b)

2.17. İLM-İ KELAM

İslam felsefesi olarak da bilinen kelam, başlangıçta Allah'ın zatı, sıfatları ve fiilleri konu edinmiştir; daha sonra felsefenin İslam dünyasında sorgulanmaya başlamasıyla varlık, evren, ölüm sonrası hayatın merak edilen yönlerinin izahını kapsamaya başlamıştır.

İslâm kelâmcıları felsefî deliller ve aklî istidlâl yöntemlerini, bunlara ilişkin örnek şablonları dış unsurlardan ve felsefî cereyanlardan öğrenerek ödünç aldılar. Teolojik tartışmalar sırasında düşünme kalıpları ve mekanizmalarını geliştirip zenginleştirme fırsatı buldular. Yine bu kişiler dış kaynaklı unsurları alırken oldukça ihtiyatlı davrandılar, bunlardan özellikle kendi dünya görüşleriyle uzlaşabilir olanları seçip kullandılar. Zira dış felsefî kaynaklar, genellikle bu usûlleri Kutsal Kitâb’ın metinlerinden ziyade, dış doğal dünyadaki tecrübelerine ve entelektüel birikimlerine bağlı olarak geliştirmişlerdi. İslâm kelâmcıları, fetihler sonucunda kendilerini içinde buldukları fikir ve medeniyet havzasında geçerli olan ve geliştirilen bilim anlayışını, tevhîd inancı ekseninde kelâma uyarlayıp uyguladılar. Bu esnada önemli kültür değişmeleri yaşandı; bu entelektüel geçişler, kelâmî tartışmaların vechesini tayin etti. Elbette müslümanlar bu kültür havzasında

127

buldukları her şeyi almadılar. Yabancı medeniyetlere ait entelektüel ürünler ile bilimsel çalışmaları Kur’ân’ın dünya görüşü ışığında bir süzgeçten geçirerek analiz ve değerlendirmeye tabi tuttular. Böylece onlar, tevhîd ilkesine ve Kur’ân’ın teolojik dünya görüşüne ters düşmeyen bilimsel çabalardan yararlanmış oldular.236

Mutezile, Eş’arî, Mâturidî, Cebriye, İbn Haldun, İmam Gazali, Muhammed bin Ali Cürcanî gibi İlm-i kelam ekolleri ve bu ilimle ilgili fikirlerini beyan eden şahsiyetler eserde geçmektedir. Eserde kelâm ekollerine zamam zaman yer verildiği görülmüş, bu akımların başta kader olmak üzere çeşitli konulardaki görüşlerine eserde yer verilmiştir. Örnek verilen metinde ise MuǾtezile ekolüne mensup kişilerin bir konudaki görüşlerine yer verilmiştir.

Ey Rūbāh maǾlūm (13) ola ki īmān altı derecedür evvelā derece-i taśdīķ biǿl- cinān ve iķrāri biǾl-lisān (14) ve Ǿameli biǿl erkānuñ mecmūǾı mevcūd ola bunuñ śāĥibinuñ müstaķreri cennet (15) olduġında ħilāf yoķdur ŝānī budur ki taśdīķ ve iķrār buluna velakin (16) Ǿamel-i noķśān üzere var nikāb-ı kebīre daħı ola bunuñ śāĥibi (17) MuǾtezile (17) Ǿindinde fāsıķ-ı muħalleddür ammā ehl-i sünnet Ǿindinde muħalled degildür … Hümā eyitdi bu āyet-i kerįmede mütekellimin (8) ve māturįdį vü eşʿarį ve cebrį vü muʿtezile ve ṣūfiyye meẕhebleri ne gūnā (9) tefrįḳ u įżāḥ olunur (vr. no: 105b)

2.18. İLM-İ NÜCÛM

İlm-i nücûmun matematiksel ilimlerden astronomiyle farkı, yıldızların konum ve hareketlerinin bir işaret sistemi oluşturduğuna ve bu sistem sayesinde gelecek, şimdiki durum ve geçmişe dair bilgi elde etmenin mümkün olduğuna inanılmasıdır; bu anlamda astroloji astronominin metafiziğidir. Astroloji, İslâm ilimler tasnifi geleneğinde tabii ilimlerden sayılmış ve astronomiyle yakın ilişkisi bulunmakla birlikte ismindeki “ahkâm” terimi sebebiyle ondan ayrıldığı kabul edilmiştir. Fârâbî’nin verdiği bilgiye göre ilm-i nücûm adıyla anılan iki ilim bulunmaktadır. Bunlardan ilm-i ahkâm-ı nücûm yıldızların zaman içinde olmuş ve olacak hadiseler hakkında verdiği işaretlerin (delâlâtü’l-kevâkib) yorumlanmasını amaçlar; ilm-i

236 Fethi Kerim Kazanç, Klasik Kelamî Tartışmaların Doğuşu Ve Gelişimine Etki Eden Faktörler,

128

nücûm-i ta‘lîmî adıyla anılan ikincisi ise asıl matematiksel astronomidir. İlm-i ahkâm-ı nücûm rüya tabiri, uğursuz olduğuna inanılan bazı olayları yorumlamak (zecr) ve geçmiş hadiselerden geleceğe dair gizli anlamlar çıkarmak (ırâfe) gibi yöntemlerle gelecekte vuku bulacak hadiselere karşı insanları uyarma sanatından ibarettir.237

Eserde de İlm-i nücûm ve onu çağrıştıran bazı terimler ( Batlambus, Zühre, Zuhal, Merih,Utarid, Felek) ile ilgili bilgi verilmiştir :

İstānbul burc-ı cedy ile Zuħale müşākildür ahālisi (15) kibār-ı mülk ve riyāsete nāǿildür bilād-ı ǾAcem burc-ı Ŝevr ve Zühreye mensūb olmaġla (16) ekŝer ħalķı münaķķaş libās giyüp ķamįśleri daħı sāde degildür ve Fırāt ile (17) Dicle mā- beyni ve Baġdād eŧrāfı sünbüle ve Ǿaŧārda mensūb olmaġla (18) ħilķatinde aśĥāb-ı raśd ve ehl-i Ǿilm çoķdur ve Hind ü Sind cedy ve zuħale (19) müşākil olmaġla ekŝer ħalķı bed-gūy ve bed-rūy ve bed-ħūy ve Ǿanūd olur ve vasaŧ-ı meskūn olan memālik- i Ķudüs ü Şām ve Ĥicāz u Yemen ve cemįǾ cezįretü’l-ǾArab ki bunlaruñ müdebbiri Müşterį ve Merįħ ve ǾUŧārįdde bulunmışdur (3) ekŝer ħalķ aśĥāb-ı taġallüb ve erbāb- ı ticāret olmışdur ve mekr ü ĥįle meǿlūf (4) olmışlardur (vr. no: 82a)

2.19. İLM-İ CİFR

Gelecekte meydana gelebilecek vakaları başta ebced hesabı olmak üzere farklı yöntemlerle öğrettiğine inanılan ilmin adı olarak tanımlanır. Muhyeddin Arabî, Beyazid Bistâmî gibi mutasavvufçıların bu yöntemi kullandığı görülür. Bu metot uygulanırken Arabî harflerin kullanımı gerekmektedir.

Yazının bulunmasıyla birlikte insanoğlu tarafından harflere ve rakamlara zaman içinde kutsiyet atfedilerek bazı sırların bunlar içinde gizlendiği düşüncesi bir inanış hâline gelmiştir. Hemen her inanç sisteminde yansımaları olan bu inanış, divan şiirinde de kendisini göstermiştir. İlm-i hurûf olarak nitelendirilen bu anlayışın sonucunda şâirlerimiz, harfleri bir mazmun olarak kullanmışlardır.238

237 Tevfik Fehd, İlm-i Nücūm mad. DİA, C.22 s124

238 Âmil Çelebioğlu, “Harflere Dâir”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yay., İstanbul 1988, s. 599.

129

Çeşitli metotlara başvurmak suretiyle geleceği keşfetme merakı İslâm öncesinde yaşayan eski milletlere kadar uzanır. İslam dininde ise daha çok şiî kaynaklarda ön plana çıkar. iî kaynaklarına göre Hz. Ali Kur’an’ın bâtınî mânalarını Hz. Peygamber’den öğrenmiş ve insanların muhtaç olduğu bütün bilgileri cefr adı verilen kuzu veya oğlak derisi üzerine yazarak el-Cefr ve el-Câmiʿa adlı iki eser telif etmiştir. Geçmiş peygamberlere verilen kitapların özünü, ayrıca kıyamete kadar gerçekleşecek bütün dinî ve siyasî olaylarla karşılaşılacak problemlerin çözüm yollarını ihtiva eden bu eserler ancak Ehl-i beyt’e mensup imamlarca çözülebilecek rumuzlarla doludur. Diğer bazı kaynaklara göre ise söz konusu kitapları yazarak cefr ilmini kuran Ca‘fer es-Sâdık’tır.239

Hâb-nâme’nin giriş bölümünün ilk on dört sayfasında İlm-i Cifr konusunu işlenmiştir. Müellif özellikle kıyamet öncesi gelişmeler, Mehdi’nin çıkışı ve onun Deccal ile savaşması gibi konularda ebced hesabından ve hadislerden yararlanarak fikir ileri sürmüştür.

İşbu ebyātıñ maǾnā-yı žāhiri murād olmayup ancaķ maǾnā-yı rumūzı maķśūddur (8) şöyle ebyāt-ı mezkūruñ ĥarfleriñ ve hurūf-ı ism-i muķaddes ile maǾan ahź olunup (9) mevādd-ı sūǿale ve mevādd-ı rumūza ve uśūl-i mürtefiǾaya mükerrer olan ĥarflerin baǾde'l- (10) ısķāŧ đarb ve muķarrerlerin baǾde’l-iŝbāt maĥśūlātı işbu Ǿāyet-i kerįmeye (11) muŧābaķat ider (vr. no: 2b)

ْنَازِملْا ِةَجَرَد ِرِخآ ِيف ْنَاويِك ْخيِرَمْلَا

240 buña işāretdür ve arż-ı Mıśırda Ǿacāǿįb ve

ġarāǿįb şey (7) žuhūr ider ol vaķitde Ġānem nāmında bir şaħś žuhūr idüp Ǿālemi (8) ifsād itdükden śoñra medine-i Ķonyāya duħūl itdükde ķabl-i Sulŧānįden (9) bir recūl anı ferāşında ķatl idüp şerrinden ħalāś olunacaķdur tārįh-i (10) mezkūrda mücedded ķānūn vażǾ olunup aĥkām-ı şerǾiyyeye ħalel gelüp (11) erbāb-ı dįn kibrįt-i aĥmer gibi olup ehl-i dįn ķurd arasında ķoyūn gibi (12) olup ġāyetle ĥalleri perįşān ve kendüleri sekrān miŝāli (13) olup ķanķı cānibe hicret ideceklerin bilemeyüp ĥālet-i (14) ĥayretde ķalurlar (vr. no: 4a)

239 Metin Yurdagül, Cifr mad. DİA, C.7 s.216

130 2.20. İLM-İ KEF

Eski çağlardan beri gelecek ile ilgili kaygı ve beklentiler insanoğlunda merak dürtüsüne zemin hazırlamıştır. Gelecek ile ilgili temenni ve beklentilerin oluşması için insanlar bir takım girişimlerde bulunmuştur. Yıldıznâmeler, ilm-i Nücûm, İlm-i Kef bunlardan birkaçıdır.

Günümüzde birçok insanın yaşamında önemli bir yer tutan fal, insan hayatının olmazsa olmaz gerçekliinden biridir. Oldukça renkli bir kompozisyonla karşımıza çıkan bu fal türlerinden biri de Kefnâme’dir. Kefnâme, avuç içindeki çizgilere ve parmakların şekline bakarak, hem geleceği hem de insanın karakterini ortaya koyduuna inanılan bir fal şeklidir. Bu türde, eldeki çizgilerin, incelik kalınlık, uzunluk kısalık, kesiklik düzlük durumlarından hareketle, kişi hakkında fikir sahibi olunması esası vardır.241

Bu bölüme giriş Ankebut ile Hakimin sözlü atışmasıyla başlar. Ankebutun ilm-i kef ile ilgili düşünceleri hakimi kızdırır. Ankebut bu ilmi öğrenmeyi Kıptî çingelerin öğrenmesiyle bir tutar, bunun üzerine hakim onu cehaletle suçlar. Akabinde ilm-i kef ile ilgili iki şekil eserde verilir.

Müellif ilm-i kef ile ilgili bir başka yerde daha açıklama yapar. Burada el falından hareketle “ilm-i kef ”in sadece insana özel olduğu, diğer hiçbir canlıda bulunmadığı,elin belirli yerlerinde işaretler olduğu ve bu işaretlere bakarak karşıdaki kişinin huy, karakter, ahlakį yapısı, algılama ve kavrama gücü, yaşam ve kader çizgileri ile ilgili yorumlar yapılabileceğinden söz edilmiştir.

İnsāna maħśūś olup ĥayvānātda bulunmaz Ǿilm-i kef Ǿilm-i mirfaķ Ǿilm-i kitif Ǿilm-i ħınśırdur evvelā Ǿilm-i kef oldur ki vasaŧ-ı kefde ve eśābiǾde ħuŧūŧ vardur her ħuŧūŧ bir şeyǿe işāret olunmışdur ve ĥurūf içinden (4) daħı her bir ĥarf birer eśābiǾ üzerine vażǾ olunmışdur meŝelā elif-i (5) sebbābe üzerine bā-i şehādet parmaġı üzerine vażǾ olunmışdur tāġına (6) degin eger kefde bulunursa ol kimse ehl-i taķva ve śalāĥa delālet (7) ider ve eger eśbaǾı ه و ح ve elde yine bulunursa

241 Yusuf Ziya Sümbüllü, Kefnâme Türü ve Yazma Bir Kefnâme Risâlesi Üzerine Değerlendirme,

131

sefere delālet (8) idüp ehl-i ticāretden olur eger kefde bu şekil bulunursa (9) rütbe ve münāśibe delālet ider ve eger ħaŧŧ-ı Ǿömürde bu şekil bulunursa

(10) imrāża delālet ider egerçi āħir ki barmaġuñ mā-fevķindeki barmaġuñ (11) üçünci mafśalından aşaġı olursa muŧlaķa veled-i zinādur zįrā teǿŝįr-i cimāǾ (12) zührede bu miŝillü cimāǾ nāķıśdur ve Ǿömri daħı nāķıś olur Ǿilm-i teşrįĥde (13) böylece meźkūrdur Allāhu aǾlem eger elif ħaŧŧında olan aśbaǾda bu śūret (14) bulunursa ol şaħś nihāyeti śulb olınur Ǿilm-i teşrįĥde tecrübe olunmışdur (15) eger bu şekil bulunursa vālidesiyle ve yā ķız ķarındaşıyla ve yā maĥremiyle (16) zinā itmiş olur eger vasaŧ-ı kefde bu şekil bulunursa (17) Ǿadedince ķaŧǾ-ı merātib ve menśūb żabŧ ider ve eger bu śūret bulunursa (18) ķālįlü’l- māl olup ehl-i śalāĥdan olur ve eger bu şekil bulunursa (19) Ǿālim u fāżıl olup velākin rızķ-ı ķalįl olur ve eger bu śūret [84a] (1) bulunursa aśhāb-ı ŝervetden olup ŧūl-ı Ǿömrüyle muǾammer olur (2) eger bu şekil bulunursa

ĥüsnü’l-ħuluķ ve mestūru’l-ĥāl olur ve eger (3) bu śūret bulunursa şecįǾ ve sezįǾü’l-ġażab olur ve eger (4) ħınśırda yaǾnį ħınśıruñ nihāyetinde ķaç Ǿaded ħaŧŧ olursa ol Ǿaded (5) miķdārı tezevvüc ider eger sebbābede ħāc śūreti olursa zānį olur (6) eger baş parmaķda olursa Lūŧį olur eger ħaŧŧ-ı şehvet zįyāde ķızıl (7) olursa cimāǾa ĥarįś olur Allāhu aǾlem haźā śūrete 242 (vr. no: 83b-84a)

132 2.21. İLM-İ BELÂGAT

Belâgat, “ sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve adabına göre söylenmesini öğreten ilmin adı.”243

olarak bilinir. Batı edebiyatında karşılığı Retorik olan belâgatda önemli olan sözün doğru bir şekilde, manaya uygun olarak ve sanatlı olarak anlatılmasıdır. Sözün akıcılık kazanmasında ifade ve beyan her zaman önemli olmuştur.

Belâgat, bir düşünce ve duygunun yerinde ve zamanında manası en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Kelimenin temel anlamı ulaşmak, bir şeyin son noktasına erişmek, olgunlaşmaktır. Belâgat kitaplarında sözün fasih (açık, anlaşılır ve akıcı) olmak şartıyla müktazâ- yı hâl ve makâm denilen (a) söyleyenin, (b) söze muhattap olanın ve (c) dile getirilecek düşünce, duygu ve hayalin durumuna uygun şekilde söylenilmesi olarak tanımlanır. Muktezâ- yı hâl ve makâm, lafızların gösterdiği anlamların belirlenmesi ve anlaşılmasında da önemlidir. Aynı kelime

133

farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanabilir. Belâgat ile iki şey niyetlenir; kelâm/ söz ve bu kelâmı dile getiren (mütekellim)244

Batıda retoriğe denk gelen Belâgat terimi bize Araplar’dan geçmiştir. İslam öncesinde Cahiliye döneminde yapılan eğlence ve panellerde söylenen şiir ve hikmetli sözlerin kritiği yapılır; şâirler bu değerlendirmeler sonucunda şiirlerinde düzeltme imkanı bulurdu. İyi hatip çıkaran kabileler bu durumla övünür, aile için önemli prestij yakalanırdı.

Mevcut bilgilerimize göre bizde edebiyat bilgilerine ve belâgata dair yazılmış ilk kitap Diyarbakırlı Bardahî’nin eseridir245

(Câmii’l-Envâi’l-Edebi’l-Fârisî adlı eser Türk diliyle yazılmış en eski belâgat kitabı olarak bilinir.)

Müellif Râsim Hikmet, daha eserin girişinde ve bir çok yerinde belâgatın önemine değinmiş, eseri belâgat ilminden yararlanarak yazdığını, sarf ve nahve dikkat ettiğini belirtir. Eserin sebeb-i telif kısmında, kitabının belagat ilmini hususiyetlerini içeren hikmet dolu sözler olarak izah eder.246

Muhammed Râsim eserin bir çok bölümünde belâgat ile ilgili terimleri kullandığı görülür:

meǾāni-i ayāta Ǿilm ü maǾrifetden Ǿibāret olmaġla anı żabŧ ve iĥāŧa ancaķ (9) śaĥābe ve tābiǾįnden naķle mevķūfdur śınıf-ı uħra rivāyāt ve aŝāra maķśūr (10) olmayup belki maǾrifet-i lüġat ve muķteżā-yı ĥāle riǾāyet ile teǿdiye-i maǾnāda (11) ķavāǾid-i belāġati mutażammın olmaġla lisān-ı Ǿaraba rāciǾ Ǿulūm-ı mübįndür …. Mecnūn-ı źį-fünūnuñ maǾşūķuna bu maķūle ŧaş atdı hemān bu aħbār-ı (7) ħançer-vār Ǿāşıķıñ üstüħānına yetdi ol demde zincir-i cünūn Ǿışķ-ı ĥarekete ve ħurūşa (8) gelüp didi ki ey ġurūr-ı dünyā ve salŧanatla mesrūr olan şāhį sen ki (9) henüz mekteb-i Ǿirfān-ı edepte muĥabbet öñüne diz çöküp ĥarf-i Ǿaşķdan ebced oķumadın (10) ve medrese-yi dānişde edeb kelimesin śiġaya çekmedin ve vücūduñ zenb kelāmını (11) iǾrāb itmedin…(vr. no: 47b)

2.22. İLM-İ RÜYA

244 Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belagat, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2014 s.35

245 M. Fatih Köksal, "Nazire Kavramı ve Klâsik Türk ŞiirindeNazire Yazıcılığı", Diriözler Armağanı, Ankara, 2003, s 216 ss. 215-290

134

İlm-i cifr, ilm-i firâset ve tasavvufu içeren bölümlerinin dışında kalan kısımlarda uyku, rüya yorumları, ve tabirleri eserin iskeletini oluşturmuştur. Müellif bazen rüyanın tanımını yapar, bazen onunla ilgili menkıbeye dayalı vakalardan bahseder, kimi zamanda rüyaların dinî boyutuna değinir.

Rūbāh sükūta vardı (4) Hakįm eyitdi ey Rūbāh ĥayretiñden (5) uyķuya varduñ bāǾiŝ-i ĥayret nedür (6) Rūbāh eyitdi NeǾam nevm ġalebe itdi (7) baña Ǿacebā Ǿālem-i menāmda müşāhade olunan ruǿyālar yaķažaya geldikde bir ŝemeresi (9) müşāhede olunur mu olunmaz diyu mülāĥaža itdigim budur didikde Hakįm eyitdi neǾam Ǿālem-i menāmda (11) müşāhade olunan ruǿyālar insānıñ…(vr. no: 151a)

İnsān ŧaleb itdigi emr-i rüyāsında görüp teveccüh eyledigi ĥuśūśuñ ĥaķįķatına vāķıf (2) olur… bir kimse birķaç gice ekl u şürbde perhįz ve riyāżat ve evrād-ı (13) ezkāra müdāvemet itdikden soñra bir gice bu esmāyı oķuyup ħˇāba (14) varduķda Ǿālem-i menāmda kendüye bir şaħıś žāhir olup…(vr. no: 151b)

2.23. METİNDE TESPİT EDİLEN DİDAKTİK UNSURU ÖRNEKLER