• Sonuç bulunamadı

Muhammed Râsim, Osmanlı Devleti’nin buhranlı olduğu bir dönemde - on dokuzuncu yüzyılda- yaşamış şâir, müellif ve alim kimliğiyle öne çıkan bir ilim adamıdır. Yazarın hayatına geçmeden önce yaşadığı dönemin siyasî, sosyal ve ekonomik durumu hakkında kısaca şu bilgileri verebiliriz:

Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat döneminde önemli değişimlerin eşiğine gelir. 19. yüzyıla gelindiğinde Devlet otoritesinin zayıflaması, ordunun yapısının bozulması, toprak ve vergi sistemindeki aksaklıklar, toplumda anarşi ve ayaklanmalara sebep olur. Bu bozulmadan ve sıkıntılardan köylüler de etkilenir. Tımar sisteminin bozulması, toprakların gasp edilmesine ve ordunun bozulmasına yol açar. Viyana bozgununun zararı neredeyse köylüden çıkar. Nüfus artışı, topraksızlık, fütuhatın durması ve enflasyondan dolayı Anadolu kıtası; Tımarlı Sipahiler, vakıf mütevellileri ve sair yöneticilerin toprak gaspına, idarenin bozulmasına ve köylü isyanlarına sahne olur.49

19. yüzyılda, Osmanlı devletinin asırlarca süren iktidarının zevale doğru gitmesi ve İslâm dünyasının nerdeyse bütün coğrafyalarının istila ve işgale uğraması ile Osmanlı’nın zevali arasında doğrudan irtibatlar kurulması; bu tedirgin halet-i ruhiyeyi besler.50 Atının nal sesleriyle Avrupa’yı inleten “Muhteşem

49 İlber Ortaylı, Gelenekten Geleceğe, Ufuk Kitapları, İstanbul 2004, s.11.

50 İsmail Kara, Din ile Modernleşme arasında: Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergâh Yay. (2. bs.). İstanbul 2005, s.88.

22

İmparatorluk”tan “Avrupa’nın hasta adamı” olarak toprakları masa üstünde paylaşılan bir düşüşe ve yıkılışa giden süreç 20. yüzyılın başlarında tamamlanır. Bilhassa ‘yenilmez’ denilen Osmanlı ordusu disiplinini kaybeder, teknoloji bakımından yetersiz bir hale döner ve ‘yıkılışının’ en önemli sebebi olur.51

Bu çözülme sürecinde İmparatorluk artık modern kurumlara gereksinim duymuştur. İdârî, ictimâî, ekonomik ve kültürel alanda modernleşme kaçınılmaz olarak eksikliğini hissettirmiştir. Ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamından kurtulmak için çeşitli yaptırımlar uygulanmış, Batı’nın tekniğinden faydalanılması gerekliliğine inanılmış; siyasî, ekonomik, toplumsal ve askerî alanlarda yenileşme ve reform hareketleri ön plana çıkmıştır.

İşte bu noktada Tanzimat Fermanı’nın gerekliliği bir zaruret halini almıştır. Tanzimat ve Islahat Fermanları, Meşrutiyetin ilanı ile Osmanlı ictimaî hayatında yeni bir safhaya geçilmiştir. Bu değişim sürecinden kültür sahası da nasibini almış ancak edebî alandaki değişimler diğer sahalardaki yenilenme hareketlerine göre yavaş kalmıştır. Bu yüzyılda klasik edebiyatın modern edebiyat karşısında gücü azalmış, birçok şâir ve yazar mahallileşme eğilimini sürdürürken diğer kısmı tasavvufî şiire ve eserlere karşı ilgiyi arttırmıştır.

XIX. yüzyıl Divan şâirlerinin yetişmesinde etkili olan iki çevre bulunmaktadır. Bunlardan birincisi tarikat çevresidir. Her buhranlı dönemde olduğu gibi, XIX. yüzyılda da bir tarikata intisap etme modası vardır. Bu dönem divan şâirlerinden bir tarikata girmemiş, bir şeyhe intisap etmemiş şâir yok gibidir. Fakat bu durum, bütün şâirlerin dinî ve tasavvufî şiirler yazdığını göstermez. Bu şâirlerden çoğunun şiirlerinde rindane ve âşıkane edâ hakimdir. XIX. yüzyıl şâirlerinin yetişmelerinde etkili olan ikinci çevre ise, devlet dairelelerinin kalemleridir. Şâirlerin çoğu kâtiplikle hayata atılmış, mahlaslarını girdikleri dairenin başkanından ya da bir büyüğünden almış kişilerdir.52

51 Mustafa Karabulut, Batılılaşma Açısından Tanzimat Dönemi Türk Romanı, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Elazığ 2008, s.17.

52 İsmail Ünver, “XIX. Yüzyıl Divân Nazım ve Nesri”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1988, C.8 s.141-144.

23

Klasik edebiyatımıza eserleriyle sağlamış olduğu katkılar göz önününe alınırsa Hoca-zâde Muhammed Râsim’in çalışmalarının önemi yadsınamaz bir gerçektir ancak bu kadar hacimli eserlerine rağmen yazar hakkındaki bilgiler kısıtlıdır. Yaptığımız incelemelerde yazarın hayatına dair Klâsik Türk Edebiyatı’nın başlıca kaynakları arasında yer alan tezkirelerde herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Onun hayatı hakkındaki bilgiler sadece sicil kaydında53

geçen verilerden ibaretdir. Bunun yanında müellifin bazı eserlerinden hareket ederek yazarın hayatı, edebî şahsiyeti hakkında bilgi toplanmaya çalışılmıştır. Hülasa bu başlık altında yaptığımız incelemelerin büyük kısmı özellikle edebî şahsiyeti kısmı onun eserlerinden hareketle yapılmış yorumları ihtiva edecektir.

Muhammed Râsim b. Ali b. Rızâ b. Süleyman el-Malatyavî ismini taşıyan müellif, Müftü Ali Rızâ Efendi’nin oğlu olup resmi kayıtlarda (H.1255/ M.1839) 54 Malatya’da tevellüd etmiştir. Hâb-nâme’nin dışında kalan eserlerinin ekserîsinde ismi Hoca-zâde Muhammed Râsim olarak geçmektedir. Hâb-nâme’de ve Tuhfetü’l- Âşıkîn Hediyyetü’l-Ma’şûkîn adlı eserlerde Hoca-zâde Seyyid Muhammed Râsim Hikmet55 olarak geçmektedir. Babasının eski müftülerden olması ve ailece ilimle iştigal etmelerinden dolayı mukîm çevrece bu isimle (Hoca-zâde) anılmıştır.

Yazarın Hâb-nâme ve Tuhfetü’l-Âşıkîn Hediyyetü’l-Ma’şûkîn adlı eserlerinde ismi Seyyid olarak da zikredilmiştir. Ayrıca eserin giriş bölümlerinde Şütür-murgun (devekuşu), onun (Hakim) ismini Seyyid56

olarak zikrettiği görülür. Bu bilgilere dayanarak Râsim Hikmet’in Hz. Peygamber’in soyundan geldiği de anlaşılmaktadır. Tarih boyunca Hz. Muhammed'in aile ve yakın akrabası özellikle de

kızı Fatıma'nın iki oğlu vasıtasıyla devam eden soyundan gelenler İslam toplumlarında müstesna bir mevkiye sahip olmuş, onları sayıp sevmek dini bir vecibe kabul edilmiştir. İslam Peygamberi'nin neslini devam ettiren, gerek devlet katında ve

53 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye, Sicill-i Ahvâl İdaresi, no: 4/458.

54 Resmî kayıtlarda doğum tarihi 1255 olarak geçmektedir ancak üzerinde inceleme yaptığımız bu eserde müellifin doğum tarihi H.1246 olarak tahmin edilmektedir. Yazar, eserin sebeb-i telif bölümünde 1301 yılında 55 yaşında olduğunu vurgulamıştır. (vr. no 22a/)

55 Eserin ketebe, 1/a ve 1/b sayfalarında; Tuhfetü’l-Âşıkîn Hediyyetü’l-Ma’şûkîn adlı eserde (vr. no 1/a)

24

gerekse toplum içerisinde büyük saygı gören Âl-i Fâtima mensupları için seyyid ifâdesi kullanılmıştır.57

İlk eğitimini ebeveyinlerinden aldığı Hâb-nâme’de geçen diyalogdan çıkartılabilir. Eserin bir bölümünde Rūbāh kendisine soru yöneltir ve anlatıcı pozisyonunda olan Hakim (yazarın kendisi) cevabında “İlk eğitimimi çocukken âbâmdan aldım.” der.

Rūbāh eyitdi ey ĥakįm bu Ǿilmi siz pederiñizden mi aħź itdiñiz yoħsa śoñradan mı taĥśįl itdiñiz ĥakįm eyitdi li-muĥarririhi biz muĥaķķaķ Ǿilmi ābāmızdan aldıķ ŧıfl iken (Vr. no: 107/b)

Müellif, Sıbyân Mektebindeki eğitiminden sonra Bâyezid Camii’nde derslere devam etmiş ve buradan icâzet almıştır. Yine burada yüksek ilimler, çok büyük ve küçük küreler, gezegenlerin yapısı, yıldız uzaklığını ve şekillerini belirten alet kullanımı gibi astronomiyi ihtivâ eden eğitimler almıştır. Akabinde medresede almış olduğu eğitimi en üst seviyede tamamlamış, kadılık ve hakimlik diplomasına58

sahip olmuştur. Yine resmî kayıtta geçen bilgiye göre kadılık mesleğine başlamadan önce bir süre medreselerde hocalık yapmış, başta İmam Alusi’nin çalışmaları ve Buhari’nin hadis kitapları olmak üzere pek çok eseri öğrencilerine okutmuştur.

Müellif, kadılık görevini ifa etmeden önce baş mabeynci olan Hamdi Paşa’nın yanında bulunmuştur. Burada kütüphane hizmetinde bulunmuş, birçok eserden istifade etmiştir. 1864 yılında Adliye sahasında ilk görev yeri Konya’ya üç bin kuruş ile atanmıştır. 1866 senesinde Kayseri Develi’ye, 1868 yılında Şehrizor’a59

kadı olarak atanmıştır. Burada bir süre çalıştıktan sonra ayrılan Muhammed Râsim, 1876 yılında dört bin kuruş maaş ile Sivas Temyiz Mahkemesi Başkanlığında60

vazifesine devam eder.

Resmî kayıtta geçen bilgiye göre; ilmiyle tanınmış, 1878 yılı Recep ayında büyük alimlerden olmuştur. Sürekli ilimle iştigal olması, bulunduğu makamın

57 Mustafa Küçükaşçı, “Tarihî Süreçte Seyyid ve Şerif Kavramlarının Kullanımı” ( Prof. Dr. Muammer Kemal Özergin Hatıra Sayısı), Osmanlı Araştırmaları, İstanbul 2009, s.87.

58

İcâzet-nâme belgesi, BOA’da resmî kayıtta eklidir. 59 Kerkük yakınlarında bir kasaba.

25

yoğunluğu nakil, değişim ve memurluk görevi sırasında aksayan işlerden dolayı bazı suçlamalara maruz kalmış olup mahkeme edilmiştir. Dönemin Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa tarafından belirtilen görüşte “Kendisinin ifade ettiği eserler henüz yayınlanma safhasında olmadığından, kendi ilim ve faziletleri memurluğuna dair vazifesine olan gayret ve güzel çalışmaları olup takdire layıktır.” denilip Cevdet Paşa tarafından mahkemeye sunulan mütala’ada61

ifade edilmiş, bundan dolayı kendisinin büyük alimlerden ve bilgi sahibi kişilerden olduğu belirtilmiştir.

1882 yılının Şevval ayında Hoca-zâde Râsim, fazilet ve olgunluk iddiasıyla kitap yazmış ancak memurluk vazifesini askıya aldığı ve mahkeme usülüne aykırı davrandığı Sivas valisi ve adliye müfettişi tarafından tespit edilerek 1882 Zilkade ayında Sivas Başlangıç Mahkemesi tarafından görevinden alınmıştır. Hoca-zâde Muhammed 1884 yılı Recep ayında iki bin kuruş maaşla Sivas Başlangıç Mahkemesi ikinci başkanlığına tayin edilmişdir. 1888 Safer ayında ise daha evvelki görev yeri olan mahkemenin hukuk dairesi başkanlığına tekrar getirilmiştir.62

Kısa bir süre sonra onun hakkındaki şikâyetlerin artmasından dolayı Sivas’ta kalması münâsip görülmemiş, görev olarak Diyarbakır bidâyet mahkemesine nakledilmiş, 1889’da Diyarbakır Mahkemesi Hukuk Dâiresi Başkanlığı’na getirilmesi uygun görülmüştür. Bir müddet burada ikame etmiş, daha sonra gençlik dönemini geçirdiği İstanbul’a intikal etmiştir. 1899 senesinde ise İstanbul’da vefat etmiş, kabrinin nerede olduğu henüz tespit edilememiştir.

Hoca-zâde Muhammed Râsim’in, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve eserlerinin dışında ismi bir yerde daha zikredilmiştir. Şeyhülislâm Menteşzâde Abdürrahim Efendi’nin fetvalarını bir araya getirdiği eser olan “Fetâvâ-yı Abdürrahîm”de ismine atıf63

yapılmıştır. Mezkur eserde Malatyalı Hoca-zâde Seyyid Mehmed Râsim Efendi

de (ö. 1316/1898), Abdürrahim Efendi’nin Fetâvâ’sının nükûlünü hazırlamış (Fetâvâ Abdurrahim ma‘a’n-nukûl) ve eserin mukaddimesinde belirttiğine göre- Sultan Abdülaziz döneminde Şeyhülislâm [Tur-şucuzâde] Ahmed Muhtâr-ı Sânî zamanında

61 B.O.A. DH.Said.d.:4/458. 62 B.O.A. DH.Said.d.:4/458.

63 Şükrü Özen, “Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, İstanbul 2005, C.3,S.5 s.302.

26

(6.11.1872-11.6.1874) temize çekmiştir. Ancak nüshanın sonunda, birinci cildin tamamlandığı ve ikinci cildin takip edeceği belirtilmektedir.64

Şükrü Özen, bu bilginin dışında Râsim Efendi’nin ismine dipnot düşerek şu bilgileri verir: Eserin kapak sayfasında bulunan, oğlu Taceddin Efendi’nin 23

Rebîülâhir 1323(27.6.1905) tarihli vakıf kaydına göre; Malatyalı Hoca-zâde Seyyid Mehmed RâsımEfendi, Diyarbakır vilayeti Mahkeme-i Bidâyet-i Hukuk reisliği yapmıştı. Bağdatlı İsmail Paşa ise, Diyarbakır dönüşünde İstanbul’da vefat ettiğini belirtir ve kelâm, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf alanlarında yazdığı eserlerin listesini verir. Bkz.Hediyye-tü’l-ârifîn, c. II, s. 395. Bu listede yer almayan, ama yukarıda zikredilen esere yazdığı mukaddimede Sefîne-i Râsim adlı dört ciltlik yetmiş cüzü aşan bir Mülteka’l-ebhur şerhi yazdığını belirtmektedir. Ayrıca Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Şerhi adlı bir eseri de bulunmaktadır (İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Nadir Eserler-Türkçe, nr. 1591,ist. 1298, 726 vr.)65 Bu bilgilerden hareketle Hoca-

zâde Muhammed Râsim’in evlendiği, Taceddin isminde bir oğlu olduğu, döneminde Diyarbakır’da Asliye Mahkemesi Hukuk Başkanlığını yürüttüğü söylenebilir. Yine Mülteka’l-ebhurı66

şerh ettiği ve bu çalışmayı da Sefîne-i Râsim adlı kitabında yazdığı belirtilmektedir.

Hoca-zâde Muhammed Râsim sürekli ilimle içiçe olmuş, bundan dolayı çeşitli dönemlerde görevini ihmal etmeden dolayı soruşturma geçirmiş ancak ilmî vasıfları hususiyetiyle çevresinde olumlu intibahlar bırakmıştır.

Eserlerinde de yer aldığı üzere mezheben Hanefî, tarîkaten Mevlevî67

dir. Üzerinde çalışma yaptığımız eserde de fıkhî konularda genel olarak İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşüne yer verdiği, Mesnevî’den de sürekli alıntı yaptığı görülür:

Ĥakįm eyitdi el-cevāb İmām-ı ǾAzam indinde ħamr diyu nūnuñ kesriyle yā hemzeniñ sukūnıyla ne der ki māǾ Ǿinden olup ķaynayup müşted olduķda köpegini

64 Özen, Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü s.302. 65 Özen, Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü s.302. 66 Hanifi mezhebi itikadına uygun fıkıh kitabı.

67 Kübra Ceylan, “Hoca-zâde Muhammed Râsim Hikmet Efendi'nin Tuhfetü'l-Aşıkîn

Hediyyetü'l-Ma'şûkîn Adlı Mevlid Şerhi (83a-164a)”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,

27

ŧarĥ itmek şarŧdur. Mevlānā Meŝnevį-i Şerįfinde buyurdular Zāne sebeb fermūd yezdān ve’đ-đuĥa Ve’đ-đuĥa nūr-ı żamįr-i Muśŧafį (Vr no: 91/b)

Muhammed Râsim, başta Hâb-nâme olmak üzere bir çok eserini Sivas’ta bulunduğu yıllarda yazmıştır. Ömrü her ne kadar çeşitli şehirlerde geçse de duygusal anlamda onun Sivas’a bağımlılığı söz konusu olmuş, Sivas şehri hayatında farklı bir yer edinmiştir. Nitekim konuyla ilgili Şule Bayraktar’ın tespiti şu şekildedir:

Müellifin hayâtı Osmanlı mahkemelerinin çeşitli kademelerine naklolunmakla geçmiştir. Onun hayâtında Sivas’ın önemli bir yerinin olduğunu Tuhfetü’l-âşıkîn’de geçen şiirinden anlamaktayız.68

Başbakanlık Osmanlı Arşiv’indeki kayıtlarda Ahmet Cevdet Paşa kendisini “Ulemâ-i a’lâmdan ve ashâb-ı ma’lûmâttandır” cümlesiyle vasıflandırmıştır. Hoca- zâde Muhammed Râsim yürüttüğü resmî görevlerden çok ilmî çalışmalarıyla mukim çevrece bilinmiştir.

Resmi kayıtta onun kadılık yaptığı bilinmektedir. Ayrıca incelediğimiz bu eserde eserin kahramanı “Hakim”, “Rûbâh” ile konuşurken “Rûbâh”ın ona yönelerek soru sorması, kadılık kelimesini teyit ettirmesi ve bir dönem görevinden azl edilmesi bu bilgiyi desteklemektedir.

rūbāh eyitdi işte bildim geçenlerde ĥuķūķ riyāsetinden munfaśıl olan Rāsim Ĥikmet siz misiniz ĥakįm eyitdi belį özümdür rūbāh eyitdi suǿāl itmesi Ǿayb olmasun mūcib-i Ǿazliñiz ne idi ĥakįm eyitdi şimdi anuñ śırası degildür bir saǾa-yı ĥālde Ǿariż u Ǿamįķ ħākipāyiñize naķl iderim rūbāh eyitdi inşallāhu’r-Raĥmān yaķında bir istįnāf reįsi olursuñuz bu suǿāle ne cevāp buyurursuñuz ….(Vr no: 106/b)

Hâb-nâme’de;69

bu dünya hayatını ölçülü ve mizanlı yaşadığını, bin türlü hazineye erişip dertsiz yaşadığını ve bundan dolayı ne kadar şükür etse de az olduğunu belirtmiştir. Kişilik olarak onun bu rahat davranışı akranlarının ve akraba-i taakkulatın dikkatini çekmiş hakkında menfî düşünceye zemin hazırlamış ancak fen

68 Şule Bayraktar, “Hoca-zâde Muhammed Râsim Hikmet Efendi'nin Tuhfetü'l-Aşıkîn

Hediyyetü'l-Ma'şûkîn adlı Mevlid Şerhi (1a-83a)”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), İstanbul 2015, s.14. 69 (Vr. no: 22/a)

28

ve fikirle meşgul olması, belagat ve hitabete hakimiyeti ve ilmî konulardaki marifeti sebebiyle olumsuz düşünceler zamanla yerini müspet fehme bırakmıştır.

Kişilik olarak sabırlı, sürekli tevekkül eden, dünya işlerini pek önemsemeyen bir mizacı vardır. Eserin bazı bölümlerinde geçen tevekkül ve şükür ifadeleri bu düşüncelerimizi somutlaştırmıştır.70

Ayrıca fıtrat olarak halim, naif bir yapısı olduğunu rūbāh ile diyalogundan anlıyoruz :

Rūbāh eyitdi ey ĥakįm-i pür-ĥikmet ne ĥalįmsün ki bu ķadar rumūzāt ile seni izǾāc itdüm ise aślā fütūr itmeyüp seni ĥiddet ü ġażaba getüremedim ĥakįm eyitdi bizim meşrebimiz meşreb-i Muĥammedįdür śallallāhu ‘ve sellemçünki śanādīd-i Ķureyş ve müşrik-i bed-maǾāş Ĥażret-i risāletmāǿab ĥaķķında ne ķadar eźa vü cefā itdilerse yine ĥilm idüp anlar ĥaķķında bed-duǾā buyurmadılar [Vr no: 107/b]

Mizaç olarak sabr ve şüküre meyilli olan Râsim Efendi, bazen hayatın zorlukları karşısında bir şey yapamayıp sadece sabır etmekle yetinmekte ancak tahammülünün ne kadar olacağı ve buna ömrünün ne kadar yeteceğini sorgulamaktadır:

li-müellifihi :

Şerħ eylesem maķālımı gūş eylese felek Çeşm-i kevākib-i āķide leyl u nehār-ı la’l Kime disem ĥālimi baña dir śabr ķıl

Śabr-ı Eyyüb ķābil Ǿömr-i Nūh ķābil degül [Vr no: 43/b]