• Sonuç bulunamadı

2.7. ESERDE GEÇEN DİNÎ ve TASAVVUFÎ KAVRAMLAR

2.7.5. Eserde Geçen Tasavvufî Kavramlar

2.7.5.1. Fenafillâh/Bekabillâh

Divan şiirinde şeytan; yasak meyve, Nuh tufanı, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer tarafından kovulması, fitnesi, nefsânî duyguları ve hileleleriyle her zaman olumsuz bir algı oluşturmuştur. Bazen de istiare ve teşbih sanatından yararlanarak kişiler için İblis benzetmesi kullanılmıştır. Nitekim aşağıda verilen iki metinde de kişiler ona benzetilmiştir.

Ādem maǾnā durur Rāsim bu gün eyle sücūd

Ķaleme zāhid-i Ǿāşıķa şeyŧan-veş herkes ĥased (vr. no: 91/b)

Ey iblis-i telbįs ķabāĥat bendedür ki refįķlerimi benden cüdā idüp her birini birer ĥįle ile dām-ı tezvįre bıraķup Ǿaźāb-ı elįme giriftār eylediñ bu faķįri daħı ġafleten avladıñ imdi ĥaķķıñ var ur đarbe müsteĥaķdur ve ittifāķı fesħ iden źevātıñ aĥvāli budur diyu nefsine tevbįħ eyledi. (vr. no: 147/b)

2.7.5. Eserde Geçen Tasavvufî Kavramlar

İslâm mistisizmi olarak bilinen tasavvuf, Allâh´ın niteliğini ve evrenin var oluşunu vahdet-i vücûd anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefî akım olarak malumat olunur. Tasavvuf bugün bir felsefe sistemi olmaktan daha ziyade, asırlarca muayyen

bir zümrenin tefekkür ve tehassüsüne hakim olmuş bir akîde olması itibariyle kıymeti haizdir; ve ancak bu haysiyetle tetkike lâyıktır.136

Tasavvufun temelini yaradılış nazariyesi oluşturmaktaydı. Buna göre vücûd-ı mutlak olan Allâh, aynı zamanda Kemâl-i mutlak, Cemâl-i mutlak ve Hüsnî mutlakdır. Onun şanı kendini izhardır. Allâh´ın aşk-ı zatî nedeniyle kendini görmek ve göstermek istemesi âlemin yaratılmasına sebeb olmuştur. İnsan nasıl kendini görmek için aynaya bakarsa Allâh da kendi güzelliğini temaşâ için bir ayna hükmünde olan âlemi ve onun en değerli varlığı olan insanı yaratmıştır. Bunu “küntü kenz” hadisiyle bize bildiren Cenab-ı Hakk “kün” (ol) emrini verdi ve her şey böylece yaratıldı.”137

2.7.5.1. Fenafillâh/Bekabillâh

136 Levent, Divan Edebiyatı–Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar s.13. 137 Pala Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü,. s.441.

69

Fenafillâh kişinin kendi mevcudiyetini Allah c.c. nazarında eritip yok olması; Bekabillâh ise tekrar onunla(Allah) var olmayı ifade eder.

Tasavvufî psikolojide benlik tamamen kaybolmuş, kişinin iradesi Allah'ın iradesinde yok olmuştur. Bütün şuur Allah tarafından kaplanmıştır. Sufî artık Allah'ta yok olmuş (fenafillah), Allah'la dirilmiştir (Bekabillah).138 Eserde bu iki

terimin bir arada kullanımı görülmüştür.

ŧabįb-i mūmā ileyh daħı cism-i saǾādetlerin teşriĥ idüp derūn-ı üstüħāndan nįze iħrāc olunduķda ol ĥażreti śalātdan fāriġ olunduķda buyurdular ki vallāhü’l- Ǿāžįm vücūdumda ber-vecǾ ve elem ve ekdār müşāhede itmedim zįrā ĥużūr-ı Bārįde beşeriyyet benden zāil olup fenāfillāh beķābillāh ile ķāim idim buyurdular (vr. no:139/a)

2.7.5.2. Vahdet-i Vücûd

Kelime anlamı varlığın birliği demek olan bu terkib tasavvufî bir terim olarak kullanılmış; Yaratıcı ve eşya arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmıştır. Temeli Muhiddin Arabî’ye dayandırılan bu tasavvufî sistemde evren, varlık ve metafizik konular başlıca gündem konusu olmuştur.

Vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli dayanağı, “Varlık Hak’tır” önermesi olsa bile onu Tanrı-âlem-insan ilişkisini açıklayan bir nazariyeye dönüştüren husus yalnızca bu önerme değildir. Ayrıca sadece bu önermeyle birlikte düşünülünce vahdet-i vücûd ilk sûfîlerde görülen ve vahdet-i vücûda kaynak teşkil eden fenâ anlayışına irca edilebilir.

Vahdet-i vücûd düşüncesi geçmişte ve günümüzdeki araştırmalarda tasavvufun en dikkat çeken konularından biri olmuştur. Vahdet-i vücûdla ilgili yapılan araştırmalarda öncelikle terimin ne zaman ve kimin tarafından kullanıldığı üzerinde durulmuştur. Terimin İbnü’l-Arabî tarafından kullanılmamış olduğu hususunda neredeyse aynı görüşü paylaşan araştırmacılara göre vahdet-i vücûdu İbnü’l-Arabî’nin düşüncelerini anlatmak üzere onun takipçileri ve şârihleri tarafından geliştirilmiştir. Şârihler bu yaklaşımla birlikte terimin yetersiz ve hatalı

70

bir terimleştirme olabileceği imasıyla yöneltilen eleştirilere karşı İbnü’l-Arabî’yi savunmak istemişlerdir. Bazı araştırmalarda terimin ilk defa Sadreddin Konevî tarafından kullanıldığı ileri sürülmüştür.139

Hâb-nâme’de Vahdet-i Vücûd terimi eserin kırk ikinci bölümünü oluşturmaktadır. Bunun yanında müellif diğer bölümlerde de bu düşünce sistemiyle ilgili bilgiler vermiş, fikirlerini paylaşmıştır. Müellifin mezkur bölüme girişi, Tavusun Şeyh-i Ekber olarak ifade ettiği Muhiddin Arabî’nin bu konudaki görüşünü izah etmeyi beklemesiyle başlar :

Ŧāvus eyitdi henüz ħāŧır-ı Ǿācizāneme bir şeyǿ daħı ħuŧūr itdi ki Ĥażret-i Şeyħ vaĥdet-i vücūdda ķāǿil olur imiş işbu mesǿelenüñ daħı ĥal olunmasını istirĥām eylerim Ĥakįm eyitdi maǾlūm ola ki Ĥażret-i Şeyħü’l-Ekber buyururlar ki vücūd-ı Bāri TeǾālā vücūd-ı muŧlaķdur murād-ı şeyħ budur ki vücūd-ı muŧlaķdur ki ne Ǿilletdür ve ne maǾlūldur nitekim Fütūĥātde altıncı bābda buyurmuşdur ki Cenāb-ı Ĥaķķ vücūd-ı muŧlaķ ile mevśūf oldı zįrā ki ol ne bir şeyǿe meǾlūldur ve ne Ǿilletdür (vr. no:148/a)

2.7.5.3. Zühd

Kelime anlamı birşeye rağbet etmemek, anlamsız kılmak manasına gelen zühd; tasavvufį terminolojide dünya ile ilgili isteği azaltma, maddî hayattan elini çekme anlamında kullanılmıştır.

Zühd her şeyden önce bir terk fiilidir ve terkedilen şeye göre kısımları, dereceleri vardır. Zühdün ilk derecesi dinin yasakladığı şeyleri terketmek, ikincisi şüpheli şeylerden uzak durmaktır; buna “vera‘” denir. Üçüncüsü yapılıp yapılmamasına ruhsat verilen şeyleri terketmektir. Azimet ehlinin zühdü, Hz. Peygamber’in yaptığı gibi mümkün olduğunca mubah olan şeylerin azıyla yetinmektir Zühdün en yüksek derecesi Allah’ın dışındaki her şeyi kalpten çıkarmak, kalbi daima Hak ile birlikte tutmaktır. Bu sürecin başlangıcı kişinin gazap, öfke, kibir, makam hırsı, yalancılık gibi kötü şeylerden kurtulması ve iyi niteliklerle bezenmesidir. Tasavvufta kişinin zühdü tek başına uygulamaya çalışması ona bazı

71

faydalar sağlasa da dünyevî şeylerden yüz çevirirken mizacını bozacak tehlikeli aşamalarla karşılaşılabilir. Bunun önüne geçmek için mâsivâyı gönlünden söküp atmış bir mürşide ihtiyacı olduğu önemle vurgulanmıştır.140

Eserde zühd sözcüğüne sık sık yer verildiği görülür. Aşağıdaki beyitte bu kelime diğer tasavvufî sözcüklerle birlikte kullanılmıştır.

Düşelden mekteb-i ʿaşḳa unutdım ders ü fetvāyı

Girüp meyḫāne-į dirde yañıldım zühd ü taḳvāyı (vr. no: 117/b) 2.7.5.4. İnsan-ı Kâmil

Kelime anlamı olgun insan demek olan bu terkib tasavvufî muhitte sık kullanılır. Gerçek insan-ı kâmil, vücûb ile imkan arasında berzahtır; hadis

sıfatlarla, kıdem sıfatlarını ve hükümlerin arasını toplayan aynadır. O Hakk ile halk arasında vasıtadır. Hakk'ın feyzi, imdadı onun vasıtasıyla yayılır. Hakk'tan gayri herşey, ulvî veya süflîdir. Her ikisi arasında, ikisinden de ayrı olmayan bir berzahiyyet olmasaydı, irtibatsızlık sebebiyle İlâhî yardım âleminden hiçbirşey ulaşmazdı. Cürcanî'ye göre o; kevnî, küllî, cüz'î, İlâhî âlemlerin tümünü toplar. O, İlâhî, kevnî kitapların tümünü toplayan bir kitaptır. O, ruhu ve aklı bakımından "Ümmü'l-Kitâb" adı verilen aklî bir kitaptır. O, kalbi bakımından Levh-i Mahfuz kitabıdır. Yine o, nefsi açısından mahv (yok olma) ve isbat (var olma) kitabıdır. O, temizlerden başkasınca idrak edilemeyen temiz, yüce, şerefli bir suhuftur. Akl-ı evvel'in âleme nisbeti, insanî ruhun bedene nisbeti gibidir, insan-ı Kâmil, Hakk'm tam olarak zuhur ettiği yerdir. İnsan-ı Kâmil'e ulaşan Hakk'a vâsıl olmuştur, insan-ı Kâmili gören Hakk'ı görmüş gibidir. İnsan-ı Kâmili seven Hakk'ı sever. "Eğer Allah'ı seviyorsanız, Bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin" (Ali İmran/31) âyetinin de gösterdiği gibi, ona itaat, Hakk'a itaat, ona isyan Hakk'a isyan gibidir. O'nun makbulü, Hakk'm makbulüdür. İnsan-ı Kâmilden murad, Hz. Muhammed Mustafa (s) ve O'nun manevî mirasına sahip olanlardır. İnsan-ı Kâmil, Allah'a gerçek manada halife olmuştur, insan-ı Kâmil'e güneş, bulut, simurg (otuz kuş), bahr-ı muhit gibi çeşitli isimler verilmiştir.141

140 Semih Ceyhan, Zühd mad. DİA, C.44 s.534.

141 Ethem Cebelioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2004,s.146.

72

Ĥakįm eyitdi nevǾ-i beşerde insān-ı kāmil vardur ki maraż-ı mevtini idrāk itdikde edvįye içün ŧabįb-i ĥāźıķ iķtiżā itse ŧabįbden müstaġnįdürler ve baǾżı źāt daħı vardur ki dįn uġruna rūĥını yed-i ħaśma teslįm iderler (vr. no:161/a)

2.7.5.5. Pir-i Mugan

Divan şiirinde ismine sık rastladığımız Pir-i Mugan, batınî anlamda tasavvufa işaret etmektedir. Mecazį ve tasavvufį manasıyla tekke ile âlem feyz meyhanesi olup burada içilen şarap bu meyhanede içilen sevgi ve neşe; pir-i mugân da o neşeyi sunan mürşittir.142

Kelime anlamı Farsça yaşlı demek olan pir, tasavvuf liderleri için de söylenmiştir. Bu kelime üstad, mütehassıs gibi anlamları da ihtiva eder: "O, bu işin pîridir" gibi. Büyük adamlar için kullanıldığı da olmuştur. Eskiden tarikat kurucusu şeyhlere de, pîr denirdi143

Eserde de diğer tasavvuf ile ilgili terimler ile birlikte kullanılmıştır :

Sen ki henüz mekteb-i Ǿirfān-ı edepte muĥabbet öñüne diz çöküp ĥarf-i Ǿaşķdan ebced oķumadın ve medrese-yi dānişde edeb kelimesin śiġaya çekmedin ve vücūduñ zenb kelāmını iǾrāb itmedin ve ħānķāh-ı Ǿaşķda pįr-i muġān ĥużūrında çileler çeküp poŧa-yı ħalvetde ķaynayup ķal olmaġla sikke-yi sulŧān-ı ezel u ebede lāyıķ olmadın bir pįr-i murtażaya nefsini teslįm idüp ŧabānuñı ŧarįķat ķalfasına ķaldurdup taķvā-yı Ǿaśāsıyla muĥkemce đarb idüp śavm u śalāt ķaydıyla muķayyed olmadın (vr. no: 47/b)

2.7.5.6. Masivâ

Arapça istisna edatı olan sivâ, mâ mevsûlü ile birleşince başkası anlamına gelir. Tasavvufta Allah'ın dışındaki her şey mâsivâdır. Bütün yaratılanları içine alan bir sınırı vardır. Tasavvufta, gönülde Allah'dan başka neyin sevgisi varsa, onun sevgilisi, hattâ ilâhı odur. Bu yüzden, kalpten mâsivâ putunun değiştirilmesi,

142 Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s.372.

73

sevginin, hep Allah üzerinde yoğunlaşması büyük önem arzeder. "Ey Muhammed (s.) nefsinin, nevasını ilah edineni görmedin mi?" (Furkan/43) ve (Casiye/23).144

şunlar ki zamānımız ehl-i irşādı ve ŧāife-i rüşādı ve şuyūħ-ı pür iǾtimādı (2) ve ŧālebeleriñ merciǾ-i istifādıdur ekŝerinuñ aǾmālinde ve cerįde-i aĥvālinde (3) tefaĥĥuś ve taśaffuĥ eyleseñ ķabāĥat efǾaline ve feżāĥat āmaline vāķıf olursuñ (4) zįrā bunlar ki dünyāyı dinār içün terk ve ĥubb-ı māsivāyı göñüllerinde berk (5) itmişlerdür (vr. no:94/a)

2.7.5.7. Kenz-i Mahfî

Tasavvufi kanaate göre hiçbir şey yaratılmadan önce ezelde sadece “Allah” vardı. O, tecellisi ile ilmini açtı.

Sözlükte “gizli hazine, saklı define” anlamına gelen kenz-i mahfî terkibini Muhyiddin İbnü’l-Arabî “her tür izâfet ve nisbetlerden mücerred kadîm ve ezelî olan Hakk’ın zâtı”, Abdürrezzâk el-Kasanî ise, “Gaybde saklı bulunan ahadiyyet hüviyeti olup gizli olanların en gizlisidir” şeklinde tanımlamıştır. Burada mutlak anlamda gizli (gayb, sır) olan hüviyete ve zâta kenz-i mahfî denilmesi onun hiçbir zaman bilinemeyeceğini ifade etmek içindir. Kenz-i mahfî tabiri hadis olarak da rivayet edilen, “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım” (Aclûnî, II, 132) ifadesinden alınmıştır.

Burada geçen “istedim” (ahbebtü) muhabbet, “bilinmek” (u‘refü) mârifet kökünden geldiği için mutasavvıflar kâinatın yaratılışını muhabbet ve mârifetle açıklamışlardır Buna göre Hak’tan başka hiçbir şeyin bulunmadığı zamanda Hak bilinmeyi istemiş, böylece ilk olarak sevgiyle tecelli etmiştir (taayyün-i hubbî). Bu sevginin amacı ise bilinmektir (mârifet). Âlemi yaratınca artık O mâruf (bilinen ve tanınan) olmuştur. Fakat bu bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir ve O sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayb olan hüviyeti ve zâtı itibariyle yine gizli bir hazine olarak kalmıştır.145 Eserde de evrenle ilgili terimler ile birlikte

kullanılmıştır.

144 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s173 145 İbrahim Hakkı Aydın, Kenz-i Mahfî mad. DİA, C25 s.258

74

mübāĥeŝe şunuñ üzerine idi ki bu mükevvināt ħalķ olunmamışdı (2) nagehān deryā-yı Ǿįnāyet ve iĥsān-ı ilahį cūş u ĥarekete gelüp yaǾnį (3) nagāh ķılmazam ki kenz-i maħfį yār-ı muĥabbet ile temevvüc ve cūş u ħurūş idüp (4)bu Ǿālem ketm- iǾademden śaĥrā-yı vücūda geldi ve icād ķuruldu (5) ve on sekiz bin Ǿāleme bünyād uruldu (vr. no:52a)

2.8. PEYGAMBERLER

2.8.1. Hz. Âdem

İslamî kaynaklarda ebü’l-beşer146,Kur’an-ı Kerim’de Safiyyullah unvanlarıyla da anılmaktadır.147

Semavî dinlere göre ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem148eserin birkaç

bölümünde geçmektedir. Acz ve kudreti birlikte taşıyan âdem (insan), adem (yokluk) ve dem ile de cinâslar kurar. Yine Âdem, devriyelerin önemli bir malzemesini oluşturur. Bazen sevgilinin Âdem' e, rakibin de şeytana benzetildiği olur.149

Âdem Peygamber, edebiyatımızda çamurdan yaratılması, secde edilmesi, Havva, Cennet, yasak elma ve tövbe etmesiyle ön plana çıkmıştır.

her mevcūduñ tafśįl-i aĥvāli fihrist-i vücūdunda derc oldu maǾcūn-ı ŧıynet Ādem Ǿaleyhi’s-selām ħamret-i ŧıyne-i ādem biyedi erbeǾin śabāĥa mefhūmu žuhūra geldi ki felāyed kaǾbe-i vücūdunu melekler ķıble idinüp secde eyleyeler…

aĥvāl-i pür melāl ve iǾlām māniǾu’l-bāb idüp zürriyāt-ı Ādemden şekvā ve ĥaķların daǾvāya ķıyām idüp bu žulm-ı eziyetden ve cevr-i beliyetden ħalāś gele (vr. no: 23/a)

Yukardaki ilk paragrafda Hz. Âdem’in çamurdan yaratıldığı vakit meleklerin ona secde etmesi telmih sanatından yararlanılarak işlenmesi; ikinci paragrafta ise

146 Hâb-nâmde de bu isimle sık zikredilmiştir. Bnz. [214/b-9] 147 DİA, 1988, C.1: s.358.

148Gencay Zavotçu, Divan Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, “Âdem”, Aydın Kitabevi, Ankara 2006, s.8.

75

Ādem Peygamber’in soyundan gelen nesiller hakkında bilgi verilmesi söz konusu olmuştur.

2.8.2. Hz. Nuh

Kendisine vahiy indirilen, ümmetini tövbe ve istiğfara davet için gönderilen ilk peygamber Nûh’tur150

Nûh, puta tapanlarla mücadelesinde başta gizliliği seçmiştir. İlk önce yakın çevresini, daha sonra bütün halkı tek tek Allah’ın birliğine inanmaya ve ona ibadet etmeye davet etmiştir. Yalnız oğullarından Sâm, Hâm, Yâfes ile pek az kimse Nûh’a inanmıştır ve ona tabi olanların çoğunluğu yoksul kimselerdir.151 Tufandan sonra insan nesli Nûh’un üç oğlundan ve inananlardan çoğalmıştır.

Aşağıdaki metinde de aslı İsrailiyata dayandırılan ve Hz. Nuh ile oğlu Ham arasındaki problemi ihtiva eden bir bilginin paylaşılması söz konusudur. Nûh Peygamber oğlu Ham’a bir durumdan ötürü kızar hatta ona beddua eder ve bunun sonucu olarak da siyahî renk152

günümüze kadar ulaşır.

Bu žālimler bu žulmu itdi gerek idi ki ķātilleriñ ve fāǾilleriñ yüzleri siyāh olmaķ lāzım gelür idi nitekim Ĥażret-i Nūĥūñ oġlu pederi ĥaķķında bir cürmü sebebiyle yüzü siyāh renk olup ĥatta Hām evlāda daħı ila yevminā haźā reng-i siyāh intiķāl eyledi (vr. no: 73/a)

2.8.3. Hz. Salih

Semûd kavmi zamanla Âd kavmi gibi putlara tapmaya ve peygamberleri yalanlamaya başladı (eş-Şuarâ 26/141). Bunun üzerine Allah tevhid inancını öğretmesi için aralarından Sâlih’i peygamber olarak görevlendirdi. Sâlih peygamberin tebliğinde ısrar etmesi üzerine ondan peygamberliğini doğrulayıcı bir mûcize getirmesini istediler ve ancak o zaman iman edeceklerini söylediler. Sâlih de onlara apaçık bir mûcize olarak dişi bir deveyi getirdi. Ayrıca kendilerine gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilâhî azabın üzerlerine ineceği

150TDVİA, 1964, C.9 s.344.

151Mehmet Dikmen, Peygamberler Tarihi, Cihan Yayınları, İstanbul 2003 s.116. 152Vakı’a sahih rivayetlerde olmamasına rağmen İsrailiyyat kaynaklarında geçer.

76

hususunda onları uyardı Fakat devenin varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya başladı.

Kur’an’da bozguncu diye nitelendirilen ve dokuz kişiden oluştuğu belirtilen (en-Neml 27/48) bu grup içinden rivayete göre Kudâr b. Salif adlı bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, diğerleri de kılıçlarıyla onu parçaladılar. Ardından kendilerini korkuttuğu azabı getirmesi için Sâlih peygambere meydan okudular (el- A‘râf 7/77). Sâlih peygamberin onlara üç günün sonunda istedikleri azabın geleceğini bildirmesi üzerine (Hûd 11/65) kendisini ve ailesini öldürmek istediler (en-Neml 27/49). Fakat Allah, dördüncü günün sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir sarsıntı ile onları helâk etti.153

Salih Peygamber eserde devesiyle beraber zikredilmiştir.

Ey İbn Mülcem eyyām-ı ŧufūlīyyetde saña mürebbe olan bir Yahūdį Ǿavreti idi ol Yahūdį Ǿavreti bir gün ġażab ŧarįķiyle saña eyitdi ey nāķa’-i Śāliĥi źebĥ iden şaķįden eşk (vr. no: 165/b)

2.8.4. Hz. İbrahim

Gerek kutsal kitapta ve gerekse de divân şiirinde adından sıkça söz edilen peygamberlerden olan Hz. İbrahim’in Rabbini araması, Nemrud ile olan mücadelesi, âteşe atılması, Hz. İsmâil’i kurban etmeye teşebbüs etmesi, Kabe’yi onarması divan edebiyatında sıkça konu olmuştur.

İbrahim peygamber dîvân şiir ve nesrinde, babasının ve kavminin inancına karşı gelip onların Tanrı diye taptığı putları kırması, Allȃh’a dost olması (Halîl, Halîlullâh) ve atıldığı ateşin gül bahçesine dönüştürülmesi özellikleri ile anılır.154

Keldani halkının toplanıp bayram yapmaya gittiği bir günde İbrahim bir şey bahane ederek şehirde kalır. Bütün putları kırarak baltayı en büyük putun boynuna asar. Halk geri döndüğünde putların kırıldığını görünce İbrahim’den şüphelenir. Halka putların işe yaramazlığını göstermek, ders vermek amacıyla putları kıran

153 Ahmet Güç, Salih mad. DİA, C.36 s.32

77

İbrahim’e bu işi kimin yaptığı sorulduğunda “Bu işi olsa olsa boynunda balta asılı duran en iri put yapmıştır. ‘Ben varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar? demiştir.’ Siz ona sorun belki o yapmıştır” der. Halk “Putlar konuşamaz ki sen bize onlara sorun diyorsun” diye karşılık verince İbrahim konuşamayan, kendilerini koruyamayan putlara niçin taptıklarını sorarak halka bir ders verir 155

Gereken cezayı vermek için İbrahim’i hapsederler. Bu olanlar Nemrut’un kulağına gider. Yeni bir inanış getirmek isteyen bu genci saraya çağırır. Aralarında geçen diyalogtan sonra Nemrut çok sinirlenir.156

Metinde de Nemrud’un onu sarayına

çağırıp aralarında geçen diyalogdan bir kesit verilmiştir :

Nitekim Nemrūd-ı mutemerrid Ĥażret-i İbrāhįm ‘aleyhi’s-selām efendimize suǿālinde Rabbiñ TeǾālā ķullarına ne işler didikde ol Ĥażret daħı cevābında yuĥyi ve yumįtu diyü cevāp virdikde Nemrūd daħı maĥbūsħāneden iki ķātil çıķārup birini ķatl ve digerinuñ sebilini taħliye itdükde Ĥażret-i İbrāhįm ‘aleyhi’s-selām işbu daǾvāyı terk idüp delįl-i āħara intiķāl ile benüm Rabbim şemsi maşrıkdan maġrįbe götürür diyu cevāb buyurdular (vr. no: 50/b)

Yukardaki metinde İbrahim Peygamber’in Nemrûd ile konuşmasına yer verilmiştir. Hz. İbrahim Nemrud’a cevap olarak hayatı da ölümü de veren odur (Allah) diyerek karşılık verir. Nemrud bu söz üzerine hapisten iki katil çıkartıp birini serbest bırakır diğerini de ölümle cezalandırır. Bunun üzerine Hz. İbrahim “benim

Rabbim güneşi doğudan doğurup batıdan batırır işte sen bunu yapabilir misin?”

diyerek Nemrud’a meydan okur. Bu diyalog üzerine konuşmalar devam eder. 2.8.5. Hz. İsmâil

Hz. İbrahim’in ilk oğlu olan ve Kur’an’da adı sıkça geçen bir diğer peygamberdir. Kurban olarak kesilmeye rıza göstermesi, teslimiyeti, şeytanı taşlaması, babası ile birlikte Kabe’yi onarması edebî eserlerde isminin zikredilmesine sebeb olmuştur. Hâb-nâme’de farklı bölümlerde olmak üzere toplam on üç yerde ismi geçmiştir. Daha çok kurban edilme vakası ile eserin farklı bölümlerinde temayı oluşturmuştur.

155Türkiye Gazetesi Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, s.118. 156 Dikmen Peygamberler Tarihi s.177.

78

Ĥażret-i İbrāhįm neşāŧ tamamıyla bend-i belāyı İsmāǾįlden getürüp ve ol ķurbāna tįġ çalup Ĥażret-i İsmāǾįle eyitdi ey ferzend-i Ǿazįz çün naķd-ı Ǿibādetiñ sikke-i ķabūl buldı ve dergāh-ı rıżā-yı maǾbūd çehre-i mübārekiñe meftūĥ oldı ve bu şükrāne ile bir duǾā eyle (vr. no: 60/a)

2.8.6. Hz. Yakub

Tevrat ve İncilde İsrail, Kur’an-ı Kerimde ismi Yakub olarak geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden biridir. Klasik edebiyatımızda ismi daha

çok Hz. Yusuf ile çağrıştırılmıştır. Rivayetlere göre Yakup Peygamber çok sevdiği oğlu Yusuf'tan ayrı düşünce onun hasretiyle kendi içine çekilerek yıllarca ağlamış, kanlı gözyaşları dökmüş ve sonunda ağlamaktan gözleri görmez olmuştur.157

Yusuf’un üvey abileri Yakub peygamberden izin isteyerek koyunları otlatmak üzere Yusuf’u da yanlarında görmek istediklerini söyler ve bu taleblerini ona iletirler. Başlangıçta temkinli yaklaşan Yakup peygamber, abilerini çok seven Yusuf’un da bunu istemesi üzerine onlara izin verir; ancak Hz. Yakub, Yusuf’a da tavsiyelerde bulunur. Bu kısım Hâb-nâme’de şu şekilde ifade edilir:

Rivāyet olunur ki evlād-ı YaǾķūb Ĥażret-i YaǾķūbdan Yūsufı ricā itdiler ki ey