• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MAHİYET

2.8. Mahiyetin Nedenleri

Nedenler mahiyetin varoluşu ile ilgilidir. Dolayısıyla nedenler mahiyet alanında ortaya çıkar. Mahiyetin iki varoluş alanı vardır: Dışarıda ve kavramda. Her iki varoluş da kendine özel nedenlere sahiptir. Mahiyetin kavramda kurulması ve var olmasının nedenleri cins, fasıl, fâil ve gaye olarak dört kısımdır. Cins ve fasıl, mahiyete dâhil olan zâtî kurucu nedenlerdir. Mahiyetin kavramda varoluşunun zâtî nedenleri de fâil ve gayedir. Bunlar mahiyete dâhil değildir.

Mahiyetin dışarıda kurulmasının ve var olmasının nedenleri ise esasta madde, sûret, fâil ve gayedir. Madde ve sûret, bu tarz mahiyetin içsel ve zâtî olan kurucularıdır. Bu durum doğal varlıklar içindir. Fâil ve gaye de mahiyetin varoluşunun nedenleridir ve mahiyete dışsaldır. Ayrık akılların dışsal mahiyetleri ise dışarıda yalnızca sûretle kurulur. Ayrık akıllarda dışsal mahiyetle ilgili nedenler üç olur. Sûret içsel ve zâtî neden olarak kurucudur. Fâil ve gaye ise dışsal ve zâtî neden olarak mahiyetin var olmasının nedenleridir. Mahiyetin yalnızca kendisi ile varoluşu arasındaki ayrım kavramda ortaya çıkar. Şey/zât/varolan bilinmek için kavrama alındığında aklen varlık-mahiyet arasında ayrım oluşur. Bu ayrım, öyle bir kavrayıştır ki İbn Sînâ felsefesinin tümüne yayılan bir birliği sağlar. Bu felsefede tanım teorisiyle nedenler teorisi birleşir. Varlık-mahiyet ayrımı bu iki teorinin birleştiği noktada durur. Bu konuyu incelemeye önce

eş-Şifâ/el-Burhân’daki ilgili içeriği söz konusu ederek başlamak uygun olacaktır. Nedenlerle ilgili

bu araştırmayı yalnızca tez konumuzla ilgisi bakımından yapacağız.

İbn Sînâ eş-Şifâ/el-Burhân, Makale 1, Fasıl 5’te tanım ile burhân arasındaki ortaklığa dair bilginin tamamlanmasına yönelik neden sınıflarının tanımlara ve burhânlara girmesinin ayrıntısını incelediği sırada gaye, fâil, maddesel (unsurî) ve sûretsel nedenleri uzak ve yakın, bi’z-zât ve bi’l-araz, bilkuvve ve bilfiil, özel ve genel, tikel ve tümel gibi değişik yönlerden ele alır. O, gaye nedeni tamlık olarak da ifadelendirir. Ona

174

göre burhan, ancak bi’z-zât ve bilfiil olan yakın-özel nedeni verdiği zaman tam olur. Tam tanım ise mahiyetin nedenlerine sahip bulunan şeyde bu gibi nedenleri kuşatır ve onları zâtî iseler hiçbiri dışarıda kalmayacak şekilde tamamıyla verir. Tanımlamanın amacı, muâkese/misdak bakımından tanımlanana eşit zâtîlerle ayırma değildir. Aksine anlam bakımından tanımlanana eşit zâtîlerle ayırmaktır ve böylece tanım tanımlananın zâtî anlamlarının hepsini içerir ve kapsar.793 Eğer ayırma ile yetinmek nedeniyle zâtî anlamlardan biri dışarıda kalırsa tanım, tanımlananın mahiyetine delâlet etmez. Çünkü onun mahiyeti, bazı kurucuları ve bazı zâtîleri değildir, aksine zâtî anlamlarının tamamının birleşmesidir. Zâtî anlamların bir kısmını bilip bir kısmını bilmeyen kimse onun zâtını tam olarak bilmemiştir.794 Buna göre cins ve fasıldan herhangi biri tek başına zâtın (öz) anlatımı olamaz.

İbn Sînâ’ya göre fâil nedenler, varlığın nedenleridir ve mahiyetin nedenleri değildir. Tanımın parçaları ister cinsler ister hakiki fasıllar isterse de fasılların parçaları olsun mahiyetin nedenleridir. Varlığın nedenlerinin ise mahiyetin nedenleri olması gerekmez. Bu nedenle fâiller ve gayeler olan varlığın nedenleri tanımlara girmezler, aksine tanımların yerini tutan resimlere girerler.795Böylece kavramda varlık-mahiyet nedenleri ayrımı olur.

İbn Sînâ, farklı nedenlerden bileşen tanımlardan da söz eder. Bu tanımlarda ‘şey’, dışsal mahiyetinin bütün nedenlerinin tek tek ya da hepsinin birlikte ele alınmasıyla tanımlanır. Bu nedenler sûret, fâil, gaye, maddedir (mevzû). Bir kimse, buna şöyle itiraz edebilir: “Tanım, şeyin cevherini ve zâtını tarif eder. Nasıl olur da tanımda şeyin dışındaki nedenler kullanılabilir?” İbn Sînâ’nın bu soruya yanıtı şöyledir:

Şeyin tanımında onun nedenleri (sebep) alınır, çünkü şeyin cevheri o nedenlere bağlıdır ve o nedenlere izâfeti onun cevherinde zâtî bir [özelliğidir]. Eğer şeyin dışındaki nedenlerden böyle olan varsa ya cevherinin durumu böyle olan şeyin tarif edilmesi mümkün olmayacaktır veya nedenleri zikredilecektir. Hatta doğruyu söylememiz ve bilmemiz gerekir ki: Şeyin mahiyeti bakımından tanımı, onun kıvâmını [oluşturan] ve dışında olmayan parçalarıyla tamamlanır. Şeyin varlığı (inniyyet)

793 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 236; krş İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 299.

794 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 236; krş İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 299.

795 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 204; krş İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 265; ayrıca bkz. 267; yine bkz. İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, 1: 152.

175

bakımından tanımı ise diğer nedenlerle tamamlanır. Öyle ki şeyin mahiyeti, onun varolduğu şekilde kavranır (tasavvur). Bu sayede mahiyetini varlık bakımından önceleyen şey gerçekleşir, onunla şeyin varlığı tamamlanır ve o mahiyet onunla hâsıl olur.796

Bu ifadelerde ‘şey’in mahiyeti ve varlığı bakımından tanımlanmasından söz edilmektedir. Burada mahiyetle kastedilen ise dışsal mahiyettir. Şeyin mahiyeti bakımından tanımında madde ve sûret gereklidir. Madde ve sûret şeyin hem dışsal mahiyetine hem de dışsal varlığına dâhildir. Şeyin varlığı bakımından tanımı ise fâil ve gaye ile tamamlanır. Bu ikisi şeyin dışsal mahiyetinin var olmasının nedenleridir ve şeyin mahiyeti ve varlığının dışındadır.

İbn Sînâ’ya göre mahiyetin gereği olan varlığı dikkate almaksızın mahiyetin kendisine baktığımızda her ne kadar bir varlık türü mahiyetin gereği olmak zorundaysa da mahiyetin tanımında mahiyet olması bakımından mahiyeti kuran (mukavvim) şeylerin söylenilmesi yeterlidir.797 Kendisinde mahiyet, akılsal-kavramsal olan tanımda yalnızca kurucuları bakımından kurulur ve varlık ona gerekli olur.

İbn Sînâ’ya göre mahiyetin ayrık nedenlere nispeti, özel veya ortak eklenti ve arazlara nispeti gibi değildir. Çünkü eklenti ve ilişenlerin varlığı, bizzât mahiyetin varlığından (vücûd) sonra gelir. Oysa nedenlerin varlığı, mahiyetin varlığını önceler.798 Ayrık nedenler fâil ve gayedir. Bunlar, mahiyetin dışında ve ondan öncedir.

İbn Sînâ’ya göre çoğu şey, zâtı bakımından değil, ilişenlerden bir ilişen, eklenenlerden bir eklenti ve nispetlerden bir nispet bakımından tanımlanır. Bazen bu eklenti ve nispet, gayeyi içerir ve ancak gaye zikredilebilir. Bunun örneği, yüzük ve elbisenin tanımında takmanın ve giymenin zikredilmesidir. Bazen söz konusu eklenti ve nispet, fâili içerir. Bunun örneği yanmadır.799

İbn Sînâ’ya göre nedenler, tanımın parçalarıdır ve tanımlanana yüklenmezler. Dairedeki nokta buna örnektir. Sûret, bir durumda yüklenir. Sûret maddeyle birlikte alındığında yüklenir, ama tek başına alındığında yüklenmez. Örneğin düşünen gibi değil düşünme

796 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 237; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 300-301.

797 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 237; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 301.

798 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 237; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 301.

176

gibi.800 Madde ve sûret dışsal mahiyetin, cins ve fasıl ise tanımsal mahiyetin kurucuları ve nedenleridir. Bunlardan biri tek başına alındığında tanımlanana yüklenmez. İbn Sînâ’ya göre gerçek burhânların tamamı ile tanımların bir kısmı veya çoğunluğu, ancak nedenlerle tamamlanır. Bu bağlamda nedenler dörttür. Birincisi, şeyin kendisinde varlığının hakikatinde sûretidir.801 Bu ifadede sûret, hakikat ile aynı gibi görünmektedir. İkincisi, şeyin varlığının sûretini kabul etmesi için önce kendilerinin var olmaya ihtiyacı olan şey veya şeylerdir. Bu sûret, madde olan şey veya şeylere bilfiil yüklendiğinde madde hâsıl olur. Üçüncüsü ise hareketin ilkesi olan fâildir. Dördüncüsüne gelince, o, olanın (kâin) maddesi ile sûreti arasında kendisi için toplanmanın olduğu tamlıktır.802

Tamlık (temâm) ile gaye kastedilmektedir.803 Bu dört neden, dışsal mahiyetin kuruluş ve varoluş nedenleridir.

Nedenler konusunu ikinci olarak eş-Şifâ/es-Semâ‘ü’t-tabî‘î üzerinden görmemiz uygun olacaktır. Buna göre doğal şeyler için dört zâtî neden vardır: Fâil, madde, sûret ve gayedir.804 Fâil bir yönden gayenin nedenidir (sebep). Fâil, gayeyi var olan olarak hâsıl eder. Gaye de bir yönden fâilin nedenidir. Çünkü fâil, ancak gaye için fiilde bulunur, aksi takdirde fiilde bulunmaz. Buna göre gaye, fâili, fâil olmaya hareket ettirir. Fâil, ne gayenin gaye haline gelmesinin nedenidir ne de kendisinde gayenin mahiyetinin nedenidir. Ama fâil, gayenin mahiyetinin dış dünyadaki varlığının nedenidir. Gaye ise fâilin hem fâil oluşunun nedeni hem de onun neden oluşunun nedenidir. Buna karşılık fâil gayenin neden oluşunun nedeni değildir. Fâil ve gaye sanki nedenli bileşiğe yakın olmayan iki ilke gibidir. Çünkü fâil, ya maddeyi hazırlayarak nedenlinin yakın nedeni değil, nedenliye yakın olan maddenin var kılınmasının nedeni olur ya da sûreti vererek yakın sûretin var kılınmasının (îcâd) nedeni olur.805Böylece İbn Sînâ fâil ile gaye neden arasındaki bağın ne olduğunu açıklamak için varlık-mahiyet ayrımını kullanmaktadır. Aristoteles Metafizik’in “Delta” kitabında “İllet” başlığı altında nedenler arasındaki ilişkiyi söz konusu eder ve fâil ve gaye nedenler arasındaki ilişkiye yönelik şöyle bir örnek verir: “Yorulmak ve sağlık birbirlerinin nedenidir. Zira yorulmak sağlığın nedeni

800 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 238; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 302.

801 İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 231; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 294.

802 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 294; krş. İbn Sînâ, II. İkinci Analitikler, 231.

803 ‘Gaye’ ile ilgili anlatımında ‘temâm’ ifadesi, Aristoteles’in metafiziğinin Arapça tercümesinde de kullanılır, bkz. İbn Rüşd, Metafizik Büyük Şerhi I, 322, 764, 768.

804 İbn Sînâ, Fizik I, 59.

177

sağlık da yorulmanın nedenidir.” İbn Rüşd’ün yorumuna göre tek bir aynı şeydeki nedenlerin bazısı bazısının nedenidir. Çünkü yürüme fâil olması bakımından sağlığın nedenidir, sağlık ise gayesi olması bakımından yürümenin nedenidir.806 Kabul ettiği bu düşünceyi, İbn Sînâ, varlık-mahiyet ayrımı üzerinden daha fazla açmaktadır.

Ona göre gaye, fâilin fâil olması ve bileşiğin fâilini hareket ettirmesi aracılığıyla da madde ve sûretin nedenidir. Şeye yakın olan ilkeler heyûlâ ve sûrettir ve şey ile bu ikisi arasında bir vasıta yoktur. Dahası onlar, vasıtasız olarak şeyin kurucusu (mukavvim) olan iki parça olmaları bakımından şeyin iki nedenidir. Heyûlâ ve sûretten her birinin şeyi kurması farklıdır. Ayrıca o ikisi, iki başka nedendir.807Ama bazen hem maddeye hem de sûrete iki yönden birlikte hem aracılı olarak hem de aracısız olarak neden olması durumu ilişebilir.808

Nedenlerden her biri; bazen bi’z-zât, bazen bi’l-araz, bazen yakın, bazen uzak, bazen özel, bazen genel, bazen tikel, bazen tümel, bazen yalın, bazen bileşik, bazen bilkuvve, bazen bilfiil olur ve bazen de bunlardan bir kısmı diğer bir kısmıyla birleşik halde olur.809 İbn Sînâ eş-Şifâ/es-Semâ‘ü’t-tabî‘î, Makale 1, Fasıl 12’de fâil, madde, sûret ve

gaye nedenleri zikredilen her yönden ayrıntılı olarak ele alır. Bununla birlikte o, Fasıl

15’te nedenleri ‘niçin’ sorusu ve yanıtı bakımından inceler. Onun bu fasılda ifade ettiğine göre matematiksel şeylere (umûr) hareket ilkesi dâhil edilmez, çünkü onlarda hareket yoktur. Aynı şekilde onlara hareketin gayesi ve madde dâhil edilmez. Ama onlarda yalnızca sûretsel nedenler üzerine düşünülür.810

O, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât’ın ikinci kısmında nedenlerle ilgili oldukça detaylı bir incelemeyi söz konusu eder ve bu kısımda Makale 6, Fasıl 1’de nedenlerin kısımları ve hallerini ele alır. Yukarıda olduğu gibi burada da amacımız nedenlerin mahiyet ve varoluşla olan ilgisini görmeye çalışmak olacaktır. Buna göre neden (illet) ve nedenli (ma‘lûl), mevcud

olması bakımından mevcuda ilişen şeylerdendir. Nedenler sûret, unsur (madde), fâil ve gayedir. İbn Sînâ sûretle şeyin kıvâmının bir parçası olan ve şeyi bilfiil o şey yapan şeyi

806 İbn Rüşd, Metafizik Büyük Şerhi I, 770.

807 İbn Sînâ, Fizik I, 66.

808 İbn Sînâ, Fizik I, 66.

809 İbn Sînâ, Fizik I, 66.

178

ve maddesel (unsurî) nedenle de şeyin kıvâmının bir parçası olan, şeyi bilkuvve o şey yapan ve şeyin varlığının (vücud) bir kuvve olarak kendisine yerleştiği şeyi kasteder.811 İbn Sînâ fâil ile de kendi zâtından ayrı bir varoluş (=vücûden) veren nedeni kasteder. Fâil nedenin zâtı, varlığını ondan alan şeye ilk amaçla mahal olmaz. O şey, nedenle kavranmaktadır (tasavvur). Şeyin var olma kuvvesi (=kuvvetü vücûdihî) onun (şey) zâtında ancak bi’l-araz olarak bulunur. Bununla birlikte o varlık (vücûd), fâil için gaye olmaz. Ona göre metafizikçi filozoflar, fâil ile doğa bilimci filozofların kastettiği gibi yalnızca hareket ettirmenin ilkesini değil, âlem için Tanrı (el-Bârî) gibi varlığın ilkesini ve onu vereni kastederler. Ama doğal fâil neden, hareket ettirme türlerinden herhangi biriyle hareket ettirmenin dışında varlık vermez.812 İbn Sînâ gaye ile de kendisinden ayrı olan bir şeyin varlığının kendisi için hâsıl olduğu nedeni kastettiğini ifade eder.813 O, hem fâil hem de gaye nedenin şeyin varlığından ayrı olduğuna (mübâyin) vurgu yapar. Ona göre bir şeyin nedeni (sebep) ya onun kıvâmına dâhildir ve onun varlığının (vücûd) bir parçasıdır ya da böyle değildir. Eğer onun kıvâmına dâhil olursa ve onun varlığının (vücûd) bir parçası olursa ya yalnızca bu parçanın o şeye ait olmasından, onun bilfiil olması gerekmez, aksine sadece bilkuvve olması gerekir ve heyûlâ diye isimlendirilir ya da bu parçanın varlığı, onun bilfiil oluşudur (sayrûre) ki bu durumda o parça sûrettir.814 Eğer neden, o şeyin varlığının bir parçası olmazsa ya kendisi için olunandır ya da kendisi için olunan değildir. Eğer kendisi için olunan ise o gayedir. Eğer kendisi için olunan değilse bu durumda ya o şeyin varlığı, o nedende ancak bilaraz olarak nedenden olur ki bu durumda neden, fâildir ya da o şeyin varlığı, nedende olmasıyla nedenden olur ki bu durumda da neden, o şeyin unsuru veya konusudur.815Buna göre gaye, fâil ve

konu şeyin varlığının parçaları olmaz.

Öyleyse ilkelerin tamamı bir yönden beş, bir yönden dörttür. Çünkü eğer kabul edici olan ve şeyin bir parçası olmayan unsuru, parçası olan unsurdan farklı olarak alırsak ilkeler beş olur. Bunların ikisini, kuvve ve istidat anlamında ortaklıkları nedeniyle tek bir şey olarak alırsak ilkeler dört olur.816Madde şeyin bir parçasıdır, konu (mevzû) ise

811 İbn Sînâ, Metafizik II, 5-6; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 257.

812 İbn Sînâ, Metafizik II, 6; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 257.

813 İbn Sînâ, Metafizik II, 6; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 257.

814 İbn Sînâ, Metafizik II, 6-8; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 258.

815 İbn Sînâ, Metafizik II, 8; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 258.

179

şeyin bir parçası değildir. Bu düşünceyi, ‘Uyûnü'l-hikme’deki ifadelerle karşılaştırmak faydalı olacaktır. Bu esere göre neden, şeyin varlığının kendisine bağlı olduğu her şeydir. Ama o şeyin varlığı nedenin varlığına dâhil değildir veya onun varlığı ile gerçekleşmiş (tahakkuk) değildir. Madde/heyûlâ ve sûret, şeyin varlığının parçalarıdır. Maddesel neden, şeye kuvvelik verir. Şey, onunla bilkuvve olur ve şeyin kuvveliği ondadır. Sûretsel neden de şeyin varlığının bir parçasıdır. Sûret, şeye fiili veren ve onu zorunlu kılan nedendir. Fâil, gaye ve konu (mevzû) ise şeyin varlığının parçaları değildir. Bunlar şeyin kıvâmının nedenleridir. Konu şeyin zâtına bitişiktir (müvâsala). Fâil ve gaye ise şeyin zâtından ayrıdır. Bu ikisi şeyin varlık kazanmasında iki zorunlu kılıcı nedendir. Öyleyse nedenler beştir: Madde, konu, sûret, fâil ve gayedir. Fakat madde ve konu, şeyin varlığının kuvveliğini kendisinde bulundurmada ortaktır. Bunların ayrımları şöyledir: Biri şeyin parçasıdır, diğeri ise değildir.817 Bu ikisi, varlığın kendisinde bulunduğu tek bir şey gibi alınmalıdır. Böylece nedenler dört olur: Kendisinde bulunulan (mâ fîhî), kendisiyle bulunulan/olunan (mâ bihî), kendisinden olunan (mâ minhü), kendisi için olunan (mâ lehü).818 eş-Şifâ/el-İlâhiyyât ile

‘Uyûnü'l-hikme’deki ifadeleri birlikte düşündüğümüzde konusal nedenin herhangi bir karışıklık

oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Her iki esere göre de konusal neden şeyin mahiyetinin ve varlığının bir parçası değildir.

Parça olan kabul edici anlamındaki unsur, sûretin değil bileşiğin ilkesidir. Kabul edici ancak bi’l-araz ilke olabilir. Çünkü o, önce sûretle bilfiil var olur (tekavvum). Onun zâtı, sadece zâtı itibarıyla bilkuvvedir. Bilkuvve olan şey ise bilkuvve olması bakımından kesinlikle ilke olmaz. O, yalnızca bi’l-araz olarak ilke olabilir. Çünkü araz, konusu olan şey bilfiil hâsıl olduktan sonra onun (araz) varlığının nedeni olmasına muhtaçtır.819

İbn Sînâ’ya göre konu, kaim kıldığı bir arazın nedeni olduğunda bu, konunun bileşiğin nedeni olduğu türdeki gibi değildir. Sûret, kaim kıldığı bir maddenin nedeni olduğunda bu, sûretin bileşiğin nedeni olması yönünden değildir. Kaim kıldığı maddenin nedeni olan sûretle bileşiğin nedeni olan sûretten her biri, zâtından ayrı olmayan bir şeyin nedeni olmaları yönünden ortak olsalar da iki yönden birisinde neden, diğerine varlığını vermemektedir. Aksine varlığı veren başka bir şeydir, ama nedenlidedir. Oysa ikinci yöndeki neden nedenliye bilfiil varlığını vermenin yakın ilkesidir. Ama tek başına değil,

817 İbn Sînâ, ‘Uyûnü'l-hikme (İbn Sînâ/Risâleler içinde), 83-84; krş. İbn Sînâ, ‘Uyûnü’l-hikme, 52.

818 İbn Sînâ, ‘Uyûnü'l-hikme, 53.

180

bu nedeni yani sûreti var eden bir neden ve ortakla birlikte olur. Bu neden ve ortak, maddeyi sûretle var kılar (=tukîm). Böylece sûret, maddeye varlığını bilfiil vermede o ortakla birlikte aracı olur. Eğer maddenin bilfiil varlığı yalnızca sûretten olsaydı, sûret sanki maddenin fâil ilkesi olurdu. Öyle görünüyor ki sûret, gemiyi hareket ettiren iki şeyden biri gibi fâil nedenin bir parçasıdır. Ancak sûret, kendisinden ve maddeden bileşen şeyin sûretsel nedenidir. Öyleyse sûret maddenin sûretidir, ama maddenin sûretsel nedeni değildir.820

İbn Sînâ’ya göre fâil başka bir şeye varlık verir ve bu varlık o başka şeyin zâtından değildir. Bu varlığın, fâil olan bu şeyden çıkması (sudûr), bu fâilin zâtının o varlığın sûretini kabul etmemesi ve ona dâhil olacak bir şekilde bitişmeyip iki zâttan her birinin diğerinin dışında olması ve birinde diğerini kabul etme gücü bulunmaması açısındandır. Fâilin, mef’ûlü olduğu yerde ve zâtıyla buluşarak var etmesi uzak görülemez. Ona fâilden gelen yalnızca varlığıdır.821Nedenli, varlık verene bi’z-zât varlığın kendisi için muhtaçtır. Ama hudûs ve onun dışındakiler nedenliye ilişen şeylerdir. Nedenli var olduğu sürece dâima ve kesintisiz olarak (sermed) varlık verene muhtaçtır.822

İbn Sînâ’ya göre nedenli, zâtı açısından ele alındığında onun için varlık zorunlu olmaz. Yoksa zâtı gereği zorunlu olduğu varsayıldığında nedeni olmaksızın varlığı zorunlu olur. Bununla birlikte onun için varlığın olması imkânsız değildir. Aksi halde nedenle var olmazdı. Öyleyse nedenlinin zâtı, nedeninin olması veya nedeninin olmaması şartı olmaksızın zâtı/kendisi açısından değerlendirildiğinde varlığı mümkün olandır. Onun varlığı nedenle zorunlu olur. Böylece nedenli, zâtı itibarıyla mümkündür. Neden (illet) ise zâtı itibarıyla ya zorunludur ya da mümkündür. Eğer o, zorunluysa onun varlığı mümkünün varlığından daha gerçektir (ehak). Eğer o, mümkünse nedenli ile zorunlu olmaz. Ama nedenli, neden zorunlu olduktan sonra onunla zorunlu olur. Öyleyse nedenin zâtı zorunlu olduğunda bu, nedenliye kıyasla olmaz. Buna karşılık nedenlinin zâtının zorunlu olması, ancak nedene kıyasladır.823

Zorunluluk nedene özgüdür. Bu özgülük (ihtisâs) açısından nedenli yalnızca imkâna sahiptir. Bu nedenle nedenli zorunluluğa sahip olduğunda zorunluluk öncelikle nedene aittir. Öyleyse neden, nedenliden daha gerçektir. Çünkü mutlak varlık, bir şeyin varlığı

820 İbn Sînâ, Metafizik II, 10-12; İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 258-259.

821 İbn Sînâ, Metafizik II, 12-14; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 259-260.

822 İbn Sînâ, Metafizik II, 28; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 262.

181

kılındığında [o şey] gerçek olur (=sâre hakîkiyyen). Ortak hakîkati veren ilke gerçekliğe daha layıktır.824

Her neden, o neden oluşu bakımından bir hakikate ve şeylik’e sahiptir. Gayesel neden, şeyliği bakımından diğer nedenlerin bilfiil neden olarak var olmalarının nedenidir. Ama gayesel neden, varlığında (vücûd) diğer nedenlerin bilfiil neden olarak varlığının