• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MAHİYET

2.3. Mahiyet-Hakikat İlişkisi

Bu başlık altında hakikatin (gerçeklik) ne olduğunu ve mahiyetle olan ilişkisini ele alacağız. Öncelikle ‘hak’ kavramının nasıl ele alındığını görmemiz uygun olacaktır. İbn Sînâ eş-Şifâ/el-İlâhiyyât Makale 1, Fasıl 8’de ‘hak’ kavramını kısaca açıklamaktadır. Buna göre haktan mutlak olarak dış dünyada varlık, sürekli varlık anlaşılır.500Böylece hak, varolan bir şeye işaret eder, dolayısıyla da varlığı anlatır. Ona göre haktan dış dünyada şeyin haline delâlet eden söz veya inancın durumu da -o şeyle örtüştükleri (mutâbık) takdirde- anlaşılır. Örneğin “bu hak sözdür” ve “bu, hak inançtır” denir.501

Hak, bu anlamıyla ‘doğru’ anlamındadır. Varlığı zorunlu zâtıyla sürekli502haktır. Varlığı mümkün ise başkasıyla hak, kendisinde batıldır.503 Varlığı Zorunlu Bir’in dışındaki her şey, kendisinde batıldır.504 Yukarıda ilk anlamda belirtildiği gibi hak505, bu ifadelerde varlığı anlatır.

Onun başka bir ifadesine göre başkasına yönelmeksizin zâtı bakımından kendisine yönelinilen her varlık (mevcut), ya kendisinde onun için varlık zorunlu olarak bulunur ya da bulunmaz. Eğer zorunlu olursa, dolayısıyla o, zâtıyla Hak’tır (Gerçek) ve zâtından dolayı varlığı zorunlu ve de kayyumdur.506 Başka bir ifadeye göre de varlığı zorunluya

497 Çeviride ‘mahiyet’ olarak karşılanmış.

498 Çeviride ‘öz’ olarak karşılanmış.

499 Fazlur Rahman, “İbn Sînâ’da Varlık ve Mahiyet (essence)”, 82.

500 İbn Sînâ, Metafizik I, 132-134; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 48.

501 İbn Sînâ, Metafizik I, 134; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 48.

502 Varolan ebedi şeylerin varlığı hakkında Aristoteles’in ifadeleri şöyledir: “…O halde, hak olması en evla olanın, kendinden sonraki şeylerin hakikatinin illeti (nedeni) olan şey olması gerekir. Bu nedenle zorunlu olarak (=zarûraten) ebedi mevcut şeylerin ilkeleri, daima son derece/nihai hak olmalıdır (yecib). Şöyle ki o, sadece herhangi bir vakitte hakikat olmadığı gibi hak olmasının bir illeti de yoktur. Ne var ki o, hak olmakta öteki şeylerin illetidir. Buradan zorunlu olarak gereken [sonuç şudur ki]; her bir şeyin varlıktaki hali neyse, hak olmaktaki hali odur.” İtalikler bize aittir, bkz. İbn Rüşd, Metafizik Büyük Şerhi, trc. Muhittin Macit (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2016), 1: 56.

503 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 48; krş. İbn Sînâ, Metafizik I, 134.

504 İbn Sînâ, Metafizik I, 134; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 48.

505 İbn Rüşd tarafından kullanılan bir çeviride Aristoteles, Metafizik olarak adlandırılan eserinin Küçük Alfa adlı makalesinin ilk pasajında ‘hak’ terimini ‘hakikat’ anlamında kullanılır. İbn Rüşd de şerhinde hakikat anlamında aynı şekilde hak terimini kullanır. Aynı makalenin ikinci pasajında yine hak terimi kullanılır, İbn Rüşd bu pasajı şerhederken genelde ‘hak’ terimini kullanmakla birlikte bir yerde de ‘hakikat’ terimini kullanır. Söz konusu makalede dördüncü pasajda aynı anlamda ‘hak’ ve ‘hakikat’ terimi birlikte kullanılır, bkz. İbn Rüşd, Metafizik Büyük Şerhi, 1: 45-56. Hakikat terimi için aynı esere ayrıca bkz. 302, 364, 492, 529, 544, 552, 554, 574, 584, 614, 664, 676. Bu eserde hak terimi doğru anlamında da kullanılır, bkz. 704.

112

‘hak’ dendiğinde, bu, onun varlığının zorunluluğunu anlatır. Şey ya varlığı zorunlu olur ya varlığı imkânsız olur ya da varlığı mümkün olur. Varlığı zorunlu mutlak haktır ve ilk haktır. Varlığı imkânsız ise mutlak batıldır.507 Bu ifadelerde de hak varlığı, batıl ise yokluğu anlatır.

Mutâbık olma yönünden hak ise doğruya benzer. Ancak o, dış dünyadaki şeye nispeti bakımından doğru (sâdık), şeyin ona nispeti bakımından haktır.508 Buna göre hak bir anlamıyla dışsal varlığı, diğer anlamıyla da doğru’yu anlatır.

İbn Sînâ eş-Şifâ/el-Medhal, Makale 1, Fasıl 2’de bilimler ve mantık biliminden söz ederken hakikat kelimesinin çoğul halini şöyle kullanır: “Felsefenin amacı, insanın bilme gücü ölçüsünce bütün şeylerin hakikatlerine vakıf olmasıdır.” Ona göre teorik felsefe, varlığı (vücûd) bizim seçme ve fiilimizle olmayan varolan şeylerin bilgisidir. Teorik felsefenin gayesi, yalnızca bilmek [sûretiyle] nefsi yetkinleştirmektir.509 Bu ifadelere göre hakikat ile varlık arasında bir bağ vardır. Çünkü o, şeyleri ‘var olan’ olarak almaktadır.

İbn Sînâ teorik felsefenin gayesi ile ilgili başka bir ifade daha kullanır. Buna göre teorik felsefenin gayesi, hakk’ın bilgisidir (ma‘rifetü’l-hak510).511 Başka bir deyişle insanın akıl sahibi olması yönünden yetkinleşmesi, hakk’ı kendisi uğruna bilmesindedir.512 Bilgi, şeyin varlığını gerektirdiğine göre hakk’ın varlıkla bağlı olduğu açık olur.

Ona göre var olanlar (el-mevcûdât) doğaları açısından üç kısım olduğundan teorik

felsefî ilimler de üç kısımdır. Başka bir ifadeyle ilimlerin sınıfları, varolanların değerlendirilmesine (i‘tibârü’l-mevcûdât) göredir. Kısımlardan biri, doğa ilmidir (el-ilmü’t-tabîî).513Bu ilim, varolanları, kavramda (tasavvur) ve varlıkta (kıvâm) harekete karışmaları ve türleri özelleşmiş maddelere alakalarının bulunması bakımından inceler. İkincisi varolanları, varlıkta değil ama kavramda [maddeden] ayrık olmaları bakımından inceleyen saf matematik ilmi ile matematik ilimler içinde meşhur olan aritmetiktir. Üçüncüsü ise varolanları, varlıkta ve kavramda [maddeden] ayrık olmaları bakımından

507 İbn Sînâ, er-Risâletü’l-‘Arşiyye, (Library of Islamic Philosophy Programı’nda bulunan “Resâil İbn Sînâ” adlı eser içinde) (Qum: Bidar Publishers, 1978), 252-253; krş. İbn Sînâ, Risâleler, s. 57.

508 İbn Sînâ, Metafizik I, 134; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 48.

509 İbn Sînâ, Mantığa Giriş, 5; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Medhal, 12.

510 İbn Rüşd’ün şerhindeki çeviride aynı ifade geçer, İbn Rüşd de aynı şekilde ‘hak’ terimini kullanır, bkz. Metafizik Büyük Şerhi, 1: 54.

511 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Medhal, 14; krş. İbn Sînâ, Mantığa Giriş, 7.

512 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Medhal, 16; krş. İbn Sînâ, Mantığa Giriş, 10.

113

inceleyen ilâhi ilimdir.514Yukarıdaki ifadeleri bu ifadelerle birleştirdiğimizde herhangi bir teorik felsefi araştırmanın bilmek için varolan bir şeyin hakikatine yöneldiği açık olur.

Bilginin varolan hakkında olduğuna ilişkin İbn Sînâ’nın başka bir ifadesi şöyledir: Hikmet ise insan nefsinin amel ve bilgi düzleminde mümkün olan yetkinliğine ulaşmasıdır. Bilgi alanında ulaşması, mevcutları oldukları şekilde (kemâ hiye) kavrayan (mütesavvar) ve önermeleri oldukları şekilde tasdik eden olmasıdır.515

Görüldüğü üzere bilginin konusu varolandır. Bu ifadede kavramla ilgili olarak belirtilen

kemâ hiye hakikate gönderme yapar. Kavram tanımla ilişkilidir. O, tanımın amacını

belirttiği şu ifadesinde hakikat anlamında kullandığı künh, kavram ve kemâ hiye ifadesini biraraya getirir: “Tanımın amacı, şeyin künhünü (hakîkat) olduğu gibi (kemâ

hüve) kavramaktır (tasavvur).”516 Başka bir ifade şudur: “Aklî idrak (algı), karışıklıktan

halis künhe ulaşır. Duyusal algının ise tümü karışıktır.”517

Tüm bu ifadeler ile hakikatin varlık ile bağıntılı olduğu açık olmuştur. Bununla birlikte hakikatin mahiyet ile hem aynılığı hem de ayrımı vardır. Bunun ispatını, İbn Sînâ’nın ifadelerine atıfla yapmaya çalışacağız.

eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, Makale 1, Fasıl 5’teki bir ifadeye göre her şeyin, kendisi ile o

olduğu bir hakikati vardır. Örneğin üçgenin “o üçgendir” denen bir hakikati ve beyazlığın “o beyazlıktır” denen bir hakikati vardır. İbn Sînâ bunu özel varlık

(el-vücûdü’l-has) olarak isimlendirebileceğini söyler ve özel varlıkla isbâtî varlığın anlamını (=mânâ’l-vücûdi’l-isbâtî) kast etmediğini belirtir. Çünkü varlık lafzı ile

(lafzü’l-vücûd) pek çok anlama delâlet edilir. Bunlardan biri, şeyin üzerinde durduğu hakikattir (=minhâ’l-hakîkati’lletî aleyhâ’ş-şey). Dolayısıyla şeyin üzerinde bulunduğu, sanki onun için özel varlık olur.518 Buna göre bir şeyin o şey olmasını sağlayan o şeyin hakikatidir. Bu, özel varlık olarak isimlendirilebilir. Burada o, hakikatin varlıkla olan

514 İbn Sînâ, Mantığa Giriş, 7; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Medhal, 14.

515 İbn Sînâ, İkinci Analitikler, 200; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Burhân, 260.

516 İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, 1: 204-208; İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, nşr. Kerim Feyzâ, 1:

175-182; krş. İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, 52-56.

517 İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, nşr. Süleyman Dünya (Beyrut: Müessesetü'n-Numan, 1993), 4: 24;

krş. İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, 626.

114

hem birliğini hem de ayrımını ele almaktadır. İkisinin birliği olarak varlığın isbâtî varlık (=genel varlık), hakikatin ise özel varlık olmasıdır. İsbâtî varlık ile kastedilen genel

varlıktır. Böylece özel varlık olan hakikat ile varlık arasındaki bağ açık olur519. Buna göre hakikat varlığı anlatır. Bu durum iki kavram arasındaki birliği anlatır. Hakikatin varlıktan ayrımı ise onun şeye özgü ve mahiyet olmasındadır.

İbn Sînâ yukarıdaki ifadelerin devamında hakikat ile mahiyeti (kendisinde mahiyet) aynılık içinde şöyle ele alır: “Her şeyin özel bir hakikati vardır ve bu hakikat onun mahiyetidir (=enne li-külli şey’in hakîkaten hassaten hiye mâhiyyetühü). Her şeyin kendisine özgü hakikati, isbât ile eş anlamlı olan varlıktan (vücud) başkadır.”520 Böylece mahiyetle aynı tutulan hakikatin varlıktan ayrımı yapılır. Hakikat, şeyin kendine özgü yanını anlatan olarak mahiyettir. Bu hal, hakikat ile mahiyet arasındaki aynılığı anlatır. Diğer taraftan bu ikisi arasında ayrım vardır. Buna göre hakikat mahiyetin dış dünyada olmasını anlatır. Başka bir ifadeyle kendisinde mahiyetin dış dünyada olmasına hakikat denir. Daha açık bir ifadeyle ve ileride daha ayrıntılı ispatlayacağımız üzere hakikat,

kendisinde mahiyet ile varlık’ın birliğidir.

Onun mahiyet, tanım ve hakikat arasındaki bir yönden aynılığı anlatan başka bir ifadesi şöyledir:

İnsanın bir hakikati vardır ve bu hakikat onun tanımı ve mahiyetidir. Bu mahiyet ise dış dünyada veya nefste bilkuvve veya bilfiil özel veya genel varlıktan bir şey olmakla şartlanmış değildir.521

Mahiyet ile kastedilen kendisinde mahiyettir. Tanımı, ‘kendisinde tanım’ olarak ele aldığımızda ‘tanım’ ile ‘kendisinde mahiyet’ bütünüyle aynı olur. Eğer tanımı, ‘tanımsal mahiyet’ olarak alırsak ‘tanım’ ile ‘kendisinde mahiyet’ bir yönden aynı olur. Çünkü tanımsal mahiyet522, kendisinde mahiyetin dış dünyada kurulmuş hali olan zâtın kavramda kurulmasıdır. Buna göre tanımsal mahiyet, kurulmuş olanın kurulmuşudur. Hakikat ise kendisinde mahiyet ve varlık’ın birliğidir. Hakikatin kendisinde mahiyeti kapsaması açısından bu ikisi aynı olur. Bir ifade de şöyledir: “Su olmaklık ve ateşlik

519 Bu konuda ayrıca bkz. Mehmet Ata Az, “İbn Sînâ’nın Varlık-Mâhiyet Ayniliği/Ayırımının

Aquinas’ın Eleştirileri Bağlamında Değerlendirilmesi”, Anadolu İlahiyat Akademisi Araştırma Dergisi 29 (Güz 2014): 80-81.

520 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 31; İbn Sînâ, Metafizik I, 88.

521 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 292; krş. İbn Sînâ, Metafizik II, 124.

522 Bingöl, tanımsal mahiyeti, uygun bir şekilde “mantıksal mahiyet” olarak isimlendirir, bkz. Bingöl

115

hakikati sabittir, eksilmeyi ve güçlenmeyi kabul edici değildir.523 Buna göre kendisinde

mahiyet ve hakikat aynıdır. Ama bu, bir yöndendir. Çünkü hakikat varlık’ı da içerir. Bu

ifadede hakikatin bireylere farklı derecelerde yüklenemeyeceği söylenir. Bu durum, kendisinde mahiyet içindir. Özetle kendisinde mahiyet imkân halindedir, varoluş kazandığında hakikat olur ve kavrama alındığında da tanımsal mahiyet olur.

İbn Sînâ Dânişnâme-i Alâî’de soyut insan hakikatinin nasıl elde edildiğini anlatırken

mahiyet, mâna, sûret ve hakikati aynı anlamda kullanır. Ona göre bizim idrak ettiğimiz

her şey; mahiyet, mâna ve sûretini bi’z-zât aldığımız şeydir. Bir şeyin sûreti çeşitli şekillerde alınır. Örneğin bir insanı ele aldığımızda ilkin o insanı duyu ile görürüz. Bu duyumda soyut insanın hakikati değil, o insanın sûreti duyumsanır. Öyle ki bu duyumsamada uzunluk, genişlik, sarılık, beyazlık, nicelik, nitelik ve durum insanlıkla karışmıştır.524 Duyu, insanlık hakikatini ve o insanın insanî sûretini maddeden gelen fazlalıklar olmadan idrak edemez.525

Kendisinde mahiyet ile hakikat arasındaki bir açıdan aynılığı anlatan başka bir ispatı da şöyle söz konusu edebiliriz. Mahiyete delâlet edenin, hakikatin tamamını

(kemâlü’l-hakîkat) kuşatması gerekir.526 Bu ifadede mahiyete delâlet eden tanımdır, mahiyet ise kendisinde mahiyettir. Bu ifadeyle de kendisinde mahiyet ile hakikatin bir yönden aynı olduğu açık olur. Hakikat, kendisinde mahiyetin dışarıda olmasını anlatır. İbn Sînâ’ya göre insan lafzı, Zeyd ve Amr’ın zâtî hakikatinin tamamına delâlet etmektedir. Bu zâtî hakikatin dışına taşan ve fazla gelen taraf, Zeyd ve Amr’ın her birine özgü arazî vasıflardır.527 Kendisinde mahiyet varlık kazandığı anda madde ile birleşir ve bu anda da ona varlıksal arazlar ilişir. Böylece o, zât/öz ismini kazanır. Özetle, kendisinde mahiyet varlıkla birleştiğinde hakikat adını, madde ve hemen sonrasında arazlar ile birleştiğinde de zât/öz adını alır.

Son örneğimiz şöyledir: Varlıkta zâtları duyulur olanların zâtları varlıkta akledilir değil, duyulurdur. Ama akıl onları akledilir (ma‘kûl) olma haline getirir. Çünkü o, onların

523 İbn Sînâ, en-Necât, trc. Kübra Şenel, 130; krş. İbn Sînâ, en-Necât, 179; ayrıca bkz. İbn Sînâ, Dânişnâme-i Alâî, 442, 444.

524 İbn Sînâ, Dânişnâme-i Alâî, 442, 444.

525 Dânişnâme-i Alâî, 444.

526 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Medhal, 40; krş. İbn Sînâ, Mantığa Giriş, 32; ayrıca bkz. İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, 1: 154.

116

hakikatlerini maddenin eklentilerinden soyutlar.528 Bu ifadelere göre hakikat, duyulur ve maddesel zâtta içerilir. Akıl, duyulur zâttan hakikati soyutlayarak zâtı akılsal kılar.