• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: VARLIK

1.6. Cevher

İbn Sînâ “cevher bir konuda olmayan varlıktır (mevcûd)” sözündeki varlık (mevcûd) lafzıyla varlık olmak bakımından varlık’ın (el-mevcûd min haysü hüve mevcûd) halini kastetmediğini söyler. Çünkü eğer böyle olsaydı tümelleri cevher kabul etmek imkânsız olurdu.120

Ona göre cevherin mahiyeti, dış dünyada bir konuda bulunmaksızın var olandır anlamında cevherdir. Bu sıfat, cevherlerin akledilen mahiyetine aittir. Çünkü o mahiyet, dış dünyada bir konuda bulunmaksızın var olması gereken bir mahiyettir. Yani bu mahiyetin dış dünyadaki varlığının bir konuda bulunmaksızın olduğu akledilir. Onun bu sıfatla akıldaki varlığına gelince, bu durum cevher olması yönünden onun tanımında bulunmaz, yani “akılda bir konuda olmaksızın var olmak” cevherin tanımı değildir. Onun tanımı, akılda bulunsun veya bulunmasın, dış dünyadaki varlığının bir konuda olmadığıdır. İbn Sînâ’ya göre dış (ayn) ile kastedilen, cevher onda hâsıl olduğunda cevherin fiilleri ve hükümlerinin cevherden ortaya çıktığı şey demektir.121

117 İbn Sînâ, Kategoriler, 103; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 77. 118 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 79; krş. İbn Sînâ, Kategoriler, 105. 119 İbn Sînâ, Kategoriler, 82-83; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 61-62. 120 İbn Sînâ, Kategoriler, 120; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 92. 121 İbn Sînâ, Metafizik I, 358-360; İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 140.

33

Cevherlik için öncelik ve sonralık bulunmaz.122 Cevher ya yalındır ya da bileşiktir. Bileşik, madde ve sûretten oluşandır. Yalın ise ya bileşiğin kuruluşuna/varlığına (takvîm) dâhil olmayıp, aksine ondan uzak ve ayrıktır ya da onun kuruluşuna/varlığına (takvîm) dâhildir. Onun kuruluşuna/varlığına dâhil olan ya sandalyenin (kürsî) varlığına tahtanın dâhil olması gibi dâhil olur ve madde diye isimlendirilir ya da sandalyenin şeklinin sandalyeye dâhil olması gibi dâhil olur ve sûret diye isimlendirilir. Madde tek başına değerlendirmeye alındığında bileşiğin bilfiil bir varlığı değil, ama bilkuvve bir varlığı bulunur. Sûret ise hâsıl olmasıyla bileşiğin ne ise o olarak oluştuğu şeydir. İbn Sînâ’ya göre bunların hepsi ya tümel olarak ya da tikel olarak var olur (yûced). Ona göre cevher, mahiyetine dış dünyada ya da vehimlerde varlık’ın (vücûd) gerekli olması anlamında cevherdir. Ama cevher, dış dünyada var olması bakımından cevher değildir. Yoksa cevher lafzının anlamı (mefhûm) eşit anlamlı (mütevâtı) değil, dereceli anlamdaş (müşekkik) olurdu. O, cevher ile kendisine özgü mahiyetin dış dünyadaki varlığının bir konuda olmamasını hak eden şeyi kasteder ki bu mahiyetin, hakikati nedeniyle cevher olması zorunludur. ‘İnsan’ böyledir. Dolayısıyla insan, ancak insan olduğu için cevherdir. Yoksa dış dünyada bir tarzda var olduğu için cevher değildir.123 Bu ifadelere göre cevher ile mahiyet birleşmektedir. Buna göre bir mahiyet olan insan olarak insan aynı zamanda bir cevherdir. Bu cevherin her iki dünyada da ilişenleri vardır. Böylece mahiyete hem zihinde hem de dış dünyada varlık eklenir.

İnsan, insan olduğu için cevher olduğuna göre ona eklenenler olur. Örneğin şahsîlik, genellik, dış dünyada hâsıl olma ya da zihinde karar kılma (tekarrur) cevhere eklenen şeylerdir (umûr). Cevherin eklentileri, levâzım ve arazlardır. Cevherin bunlarla cevherliği iptal olmaz.124Buna göremahiyet ile aynı olan cevhere hem dış dünyada hem

de zihinde eklenenler vardır. Her iki eklenme de mahiyetin varoluş kazanmasını anlatır. Dışarıda zât olarak kurulan ve var olan mahiyet, zihne alındığında başka bir tarzda var olur. Her iki dünyada varoluşun mahiyete eklenmesi farklıdır.

İbn Sînâ’ya göre dışarıdaki şahıslar cevher olduğu gibi tümel akledilirler de cevherdir. Çünkü cevherin mahiyetinin dışsal varlıktaki gerçeği bir konuda bulunmamaktır. Bunun nedeni onun akledilir cevher oluşu değildir. Çünkü akledilir cevherin durumu hakkında bazen kuşkuya düşülür ve zannedilir ki o, bilgi ve araz olan bir şeydir. Oysa onun bilgi

122 İbn Sînâ, Kategoriler, 122; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 93.

123 İbn Sînâ, Kategoriler, 122-123; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 94.

34

oluşu mahiyetine ilişen bir durumdur ve bu durum arazdır. Onun mahiyeti ise cevherin mahiyetidir. Cevherin mahiyetine ortak olan da cevherdir.125

Doğa olmaları açısından türün ve cinsin tanımları da cevher olduklarından şahıslar üzerine yüklenir. Dolayısıyla şahısların tanımlarına katılanlar da cevher olur. Tümel cevherler, mahiyetlerinde cevherdirler.126 Buna göre cins ve tür de cevherdir.

Ama birincil (ûlâ) cevherler, şahıslardır. İbn Sînâ burada ‘ilk’in anlamını çözümler. Ona göre tek bir doğada ortak olan şeylerde (umûr) ilk (evvel) iki açıdan olur. Ya o anlamda aynıyla ilk olur. Bunun örneği cevherin varlıkta araza kıyasla ilk olmasıdır. Ya da o anlamda ne ilk ne de son olur, ama başka bir yönle ve başka bir anlamla ilk olur. Buna göre şahsî cevherler, birincil olsalar da cevherliğin hakikatinde ilk değildir. İlk (evvel) ile birincil (ûlâ) arasındaki fark şudur: Bir şeyin birincili olan her şey o şeyden önce/ilk değildir. Buna göre tikeller, cevherliğin hakikatinde ilk değildir. Çünkü bu hakikat, tikellerin mahiyeti içindir ve tikeller bu mahiyette başkalarından farklılaşmazlar.127

Dolayısıyla cevherliğin hakikatinde tikel cevherler, tümel cevherlere öncelikli olmaz. Öyleyse cevherler cevherlikte birincildir.128 Buradaki birincillik cevher olma bakımından görülmektedir. Çünkü şahsî cevherler şu yönlerden ilktir: İlki varlık yönündendir. İkincisi cevherin cevher olmasını sağlayan şeyin (emr) karar kılması (tekarrur) yönündendir ki dış dünyada bir konuda bulunmaksızın hâsıl olmadır. Üçüncüsü yetkinlik ve üstünlük (fazîlet) yönündedir. Dördüncüsü ise isimlendirmede öncelik yönündendir. Varlık (vücûd) yönüne gelince, tümel cevherler bilfiil tümel olmaları bakımından ya bilfiil tikellere kıyasla söylenendir (makûle) ya da onlara nispetle onlar nedeniyle muteberdirler. Tümel cevherlerin bu varlıkları, konuları (mevzûât) üzerine bir yönle söylenmeleridir. Dolayısıyla konularının bulunması gereklidir. İbn Sînâ’ya göre şahıs, şahıs olmada varlık, vehim yönünden çokluk üzerine söylenmemesinde kendisine ve başkasına söylenecek bir şeyin bulunmasına ihtiyaç duymaz. Yoksa her şahsın varlığının karar kılması için kendisiyle birlikte başkasının bulunması şart olurdu.129

125 İbn Sînâ, Kategoriler, 123; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 94. 126 İbn Sînâ, Kategoriler, 123; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 94. 127 İbn Sînâ, Kategoriler, 125; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 95-96. 128 İbn Sînâ, Kategoriler, 125; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 96. 129 İbn Sînâ, Kategoriler, 125-126; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 96.

35

İbn Sînâ burada tümelle çokluk üzerine söyleneni kastettiğini ifade eder. Onun tikelle kastı ise çokluk üzerine söylenmeyip, aksine Zeyd ve Amr gibi sayıca bir olandır.130 Ona göre cevherlik öyle bir mahiyettir ki özelliği, var olduğunda bir konuya ihtiyaç duymamaktır. İlk cevherler için mahiyetin kendisine kıyaslandığı bu durum hâsıl olmuştur. Tümel cevherler için ise bu durum hâsıl olmamıştır.131

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi isimlendirmede de öncelik, şahsî cevherlere aittir. Çünkü bir konuda bulunmadan var olduğu bilinen ilk şey tikel cevherlerdir. Dolayısıyla isimlendirme konusunda tikel cevherlerin bütün her şeyi öncelemesi daha uygundur. Çünkü bunlar, ‘üzerine (âlâ)’ yoluyla tümellerinin konularıyken, ‘içinde (fî)’ yoluyla da arazların konularıdırlar (mevzûât). Dolayısıyla her şeyin varlığı (vücûd), ya onların üzerine söylenme iledir ya da onların içinde var olma iledir.132 Buifadelere göre tikel cevherin varlığının hem cins ve tür gibi tümellerinden hem de arazlarından daha önce geldiği açıktır. Buna göre de mahiyet bilgisinin tikel bir cevherden üretildiği açık olur. İbn Sînâ’ya göre her ne kadar ikincil (=sâniyeten) olsa da ‘üzerine söylenenler’ tümel cevherlerdir. Ona göre tümellerden tür olanlar, cevherliğe cinsten daha layıktır. Bunun nedeni, ilk cevherlerin mahiyetlerinde türlerin daha şiddetli bir ortaklığı bulunmasıdır. Çünkü ilk cevherlere, türün delâleti cinsin delâletinden daha çoktur. Örneğin, ‘Zeyd’ ve ‘Amr’ nedir diye sorulduğunda yanıt olarak ‘insan’ denmesi, ‘canlı’ denmesinden daha tamdır. ‘Canlıdır’ denildiğinde mahiyet tamamlanmaz, aksine araştırma devam eder.133 İbn Sînâ’ya göre insan, tür olması bakımından cinse muhtaçtır.134 Ona göre Tanrı (Bâri

Teâlâ), cevherler cinsine dâhil değildir. Ayrıca tür ve cins, aklî cevherler olsa da bütün

aklîler, türler ve cinsler değildir. Aksine aklîler içinde zâtıyla kaim olan, üzerine söyleneceği ya da içinde bulunacağı bir konuyla ilişkili olmayan tekiller vardır. Bu aklî tekiller, cevherliğe her şeyden daha layıktır.135 O, bu aklî tekiller ile ayrık akılları kastetmektedir. Ona göre şahsî sûretler, türsel sûretlerden daha öncedir. Örneğin, bu suyun ve şu suyun sûreti, mutlak suyun sûretinden öncedir.136 Buna göre tekil suyun sûreti, tümel suyun sûretinden daha öncedir. Tekil su dışarıdadır, tümel su veya mutlak su ise zihindedir. Böylece zihinsel olanın dışsal olandan daha sonra geldiği açık olur. 130 İbn Sînâ, Kategoriler, 126; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 96. 131 İbn Sînâ, Kategoriler, 127; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 98. 132 İbn Sînâ, Kategoriler, 128; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 98. 133 İbn Sînâ, Kategoriler, 128; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 98. 134 İbn Sînâ, Kategoriler, 130; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 100. 135 İbn Sînâ, Kategoriler, 130; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 100. 136 İbn Sînâ, Kategoriler, 130; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 101.

36

İbn Sînâ’ya göre tikel şahıslar, her ne kadar şahıs olmaları bakımından bazı durumlarda (umûr), birbirlerine üstünlük arz etseler de mahiyetleri birbirlerinden öncelikli olmaz. Aynı şekilde türselliklerinin hali de böyledir. Çünkü türünün doğasının Zeyd üzerine söylenmesi, başka bir şahsa söylenmesinden daha uygun değildir. Ama şahsî cevherliğine ilişen bazı arazlar bakımından daha uygun olabilir. Örneğin, başkasından daha iyi bilindiğinde bilinme bakımından daha uygun olur. Aynı şekilde türsel insan her ne kadar şeref ve fazilet bakımından değerlendirildiğinde daha layık/uygun (evlâ) olsa da türsel cevherlik derecesini ve cinsin kendisine yüklenmesini hak etmede ‘at’tan daha uygun değildir. Gerçekte (hakîkat), ilk cevherlerden sonra yalnızca onların türleri ve cinsleri vardır.137

Ona göre düşünen (nâtık) gibi gerçek mantıksal fasıllar her ne kadar yalnızca cevher olsalar da cevherlik anlamı, bunlarda zımnen bulunmaz. Aksine örneğin, ‘düşünen’ faslında olduğu gibi ‘düşünme’ sahibi olma şeklindedir. Burada faslın yalnızca cevher olması, cevherliğin onun gerekliği (lüzûm) olması anlamındadır. Özetle cevherler; şahsî cevherler, onların türleri ve cinsleri ve ‘düşünmek’ gibi sûret olan tür ve cinslerin sayısınca fasıllardan ibarettir. Sûretler olan soyut fasıllar, kendilerinden bileşik olan türlerin doğalarına kıyaslandığında önceleme yoluyla cevherliğe daha layıktır. Ama yetkinlik açısından cevherliğe daha layık olmazlar. Mantıksal fasıllar ise başka bir yönden cevherlikte sonradır. Çünkü cevherlik, mefhûmlarına (mahiyet) dâhil olmayıp, onların lâzımıdır. Çünkü düşünenin, cevher olarak ya da düşünme sahibi canlı olarak var olmaması gerekir. Aksine düşünmeye sahip bir şey olarak var olmalıdır.138 İbn Sînâ cevher ile ilgili araştırmayı eş-Şifâ/el-İlâhiyyât’ta da söz konusu eder. O, ikinci makalenin ilk faslını bu konuya ayırır. Bu faslın başlığı “Cevherin tanımı ve ana hatlarıyla kısımları” şeklindedir. İbn Sînâ burada ilk önce bi-z-zât ve bi-l-araz terimlerini örneklendirir. Ona göre şeyin varlığı (vücûd), ya insanın insan olarak varlığı gibi bi-z-zât ya da Zeyd’in beyaz olarak varlığı gibi bi-l-araz olabilir. Bi-l-araz olanlar sınırsızdır. Bi-z-zât var olanların (mevcûdât) önce geleni cevherdir. Çünkü varlık (mevcûd) iki kısımdır. Birincisi varlığı (kıvâm) ve türü kendisinde hâsıl olmuş başka bir şeyde onun bir parçası gibi olmayacak şekilde ve ondan ayrılması mümkün olmaksızın var olandır. Bu, bir konuda bulunan varlıktır/var olandır (mevcûd). İkincisi ise herhangi

137 İbn Sînâ, Kategoriler, 130; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-Makûlât, 101.

37

bir şeyde bu sıfatla bulunmayan ve dolayısıyla kesinlikle bir konuda (mevzû) olmayan var olandır (mevcûd). Bu, cevherdir.139 O, burada varlık olması açısından varlık kavramını değil, mümkün varlık kavramını bölmektedir. Ona göre cevher, arazı var kılan olmakta ve araz ile var olan olmamaktadır. Dolayısıyla cevher, varlıkta önce gelendir.140

İbn Sînâ’ya göre bir araz, bir arazda bulunabilir. Böyle olsa da her ikisi birden bir konuda bulunur. Gerçekte konu (mevzû), her iki arazı da var eden (yukîm) ve kendi başına var olandır (kâim).141O, bu ifadelerden sonra mahal ile konu arasındaki ayrımı belirtmektedir. Ona göre bu ikisi arasında bir ayrım vardır. Konu, kendisiyle ve türüyle var olan, ardından bir parçası gibi olmaksızın bir şeyin onda var olmasının nedeni haline gelen şeydir. Mahal ise herhangi bir şeyin yerleştiği ve o yerleşen şeyle herhangi bir hale giren her şeydir. Bir şeyin bir mahalde bulunması ve mahallin bilfiil kendi başına kaim, yetkin bir tür haline gelmeyip varlığını (kıvâm) yalnızca kendisine yerleşen şeyden veya onunla beraber başka bir şeyden veya toplanan başka şeylerden alması ve böylece bunların o şeyi bilfiil var yapmaları veya onu bizzât bir türe dönüştürmeleri mümkündür.142

O mahalle yerleşen, bir konuda bulunmaksızın vardır. Başka bir ifadeyle mahalde bulunan şeylerin bir kısmı bir konuda bulunmaz. Bir konuda bulunmaksızın var olana cevher denildiğine göre sûret de bir cevherdir. Bununla birlikte başka bir mahalde bulunmayan mahal de cevherdir. Bu, gerçek mahaldir. Ona göre aynı şekilde bu toplam da cevherdir. İbn Sînâ, bu ifadelerin ardından cevher çeşitlerini şöyle özetler:

Öncelikle deriz ki her cevher ya cisimdir veya cisim değildir. Cevher cisim değil ise ya cismin parçasıdır ya da cismin parçası değil, tersine bütünüyle cisimlerden ayrıktır. Eğer bir cismin parçası ise ya onun sûreti ya da maddesidir. Eğer ayrık olup cismin bir parçası değilse ya hareket ettirmek şeklinde cisimlerle bir tasarruf ilişkisi vardır ve nefs adını alır ya da her yönden maddelerden uzaktır ve akıl adını alır.

139 İbn Sînâ, Metafizik , 152; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 57.

140 İbn Sînâ, Metafizik , 154; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 58.

141 İbn Sînâ, Metafizik , 154; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 58.

38

Bu ifadelere göre cevher; cisim, sûret, madde, nefs ve akıl olarak beş çeşittir.143 İbn Sînâ yukarıdaki ifadelerinin ardından diğer bir fasıla geçer ve “Cisimsel cevher ve ondan oluşan şeyin incelenmesi” başlığı altında cismi ayrıntılı bir şekilde inceler. O, cismin ne olduğunu incelerken varlık-mahiyet ayrımını işlevsel bir şekilde kullanır. Örneğin, ona göre kürenin cisim olması için kendisinde eksen veya başka bir çizgi ortaya çıkacak şekilde hareketli olması gerekmez. Çünkü küre, cisimliği gerçekleştiren şey ile cisim olarak gerçekleşir, sonra ona hareket ilişir veya hareket onun gereği olur.144 Görüldüğü üzere hareket, kürenin cisimliğine dâhil değildir. Ona göre yine cisimde, cisim olması bakımından yüzey bulunması zorunlu değildir. Çünkü yalnızca cismin sonlu olması bakımından yüzeyin cisimde bulunması gerekir. Bununla birlikte cisim, cisim olarak gerçekleşmede (tahakkuk) ve bizim onu cisim olarak bilmemizde sonlu olmaya muhtaç değildir. Tersine sonluluk, cismin ilişeni ve gereğidir. Bu nedenle cisim kavrandığında (tasavvur) cismin sonluluğunun kavranmasına muhtaç olunmaz. Sonlu olmayan bir cisim kavrayan (tasavvur) kimse cisim olmayan bir cisim kavramış değildir ve sonluluğun yokluğunu da ancak cisim olarak kavranılan şey için kavrar.145 İbn Sînâ söz konusu faslın ilk cümlesinde ilk incelemenin cismin bilinmesi ve mahiyetinin incelenmesi hakkında olacağını belirtir.146

Ona göre cismin cisim olması için eşit olmayan boyutlarının bulunması da şart değildir. Çünkü küp, altı sınırla kuşatılmış olduğu halde cisimdir ve bununla birlikte onda herhangi bir anlamıyla uzunluk, genişlik ve derinlik olacak şekilde eşit olmayan boyutlar yoktur. Ayrıca cismin cisim olması için gök altında bulunması gerekmez ki yönler ona âlemin yönlerinden dolayı ilişiyor olsun ve onun başka bir anlamda uzunluğu, genişliği ve derinliği bulunsun. Bununla birlikte cismin ya gök ya da gökte olması gerekir. Böylece açıktır ki cismin bilfiil cisim olması için üç boyuttan anlaşılan anlamlarıyla cisimde bilfiil üç boyutun bulunması zorunlu değildir.147 Bu ifadelerde nelerin cisim olarak cismin mahiyetine dâhil olmadığı açıklanmaktadır. İbn Sînâ bu açıklamalarından sonra cismin betimini (resm) şöyle belirtir:

143 İbn Sînâ, Metafizik , 160; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 60, 93.

144 İbn Sînâ, Metafizik , 164; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 62.

145 İbn Sînâ, Metafizik , 164; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 62.

146 İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 61.

147 İbn Sînâ, Metafizik , 166; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 62; ayrıca bkz. İbn Sînâ, en-Necât, trc. Kübra Şenel (İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2013), 181; İbn Sînâ, en-Necât, 237-238.

39

Cisim bir cevherdir ki bunda başlangıç olarak herhangi bir boyut varsayman mümkündür ve bu başlangıç uzunluk olur. Sonra yine bu boyutla dikey olarak kesişen bir başka boyut varsayabilirsin ve bu ikinci boyut genişlik olur. Söz konusu iki boyutla dikey olarak kesişen üçüncü bir boyut daha varsayabilirsin ve bu üçü tek bir yerde karşılaşırlar. Bu üç boyuttan başka bu sıfata sahip dikey bir boyut varsayman mümkün değildir.148

Bu ifadelere göre cisim öyle bir cevherdir ki onda söz konusu boyutların varsayılması mümkündür. Bu boyutlar da söz konusu düzen içerisinde mümkün görülmelidir. İbn Sînâ’ya göre cismin bu sıfata sahip olması, kendisi sayesinde uzun, geniş ve derindir denilerek cisme işaret edilen şey demektir. Nitekim cisim, bütün boyutlarda bölünebilendir denilir. Ona göre bu sözle kastedilen, olmuş bitmiş bilfiil bir bölünme değil, cismin söz konusu bölünme varsayımına uygun olduğudur.149Öyleyse ona göre cismin tanımı (tarif) şöyle olmalıdır:

O, sûreti böyle olan cevherdir ve o, bu sûret sayesinde neyse o olur. Sonra cismin sonları ve yine sonları arasında varsayılan diğer boyutlar, şekilleri ve konumları cismi kaim kılan şeyler değil aksine onun cevherini izleyenlerdir. Bazen bunlardan biri veya tamamı bazı cisimlerin gereği olur, bazen de bunlardan biri veya bir kısmı cisimlerin gereği olmazlar.150

Bu ifadelere göre yukarıdaki betimde (resm) ifade edilen betimsel mahiyet, cismi ne ise o yapan sûrettir. Bu ifadede ise söz konusu ilişenlerin cisimsel mahiyetin gerekleri olduğu, ama kaim kılıcıları olmadığı belirtilmektedir. Bunlar, cisim olması bakımından cisme sonradan eklenirler. Bunların eklenme durumu cisimden cisme değişebilir. Görüldüğü üzere cisim olması bakımından cisim ile onun mahiyetsel ilişenleri arasında ayrım yapılmaktadır. Öyle görünmektedir ki bu ayrımlar yalnızca cismin ne olduğunun tespit edilmesi içindir. Cismin ne olduğu konusu ise onun mahiyetiyle ilgilidir. Böylece varlık-mahiyet ayrımı ve mahiyet ile mahiyetin mahiyet olması bakımından ilişenleri arasındaki ayrım, mahiyetin akıl ile bilinmesi sırasında kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

148 İbn Sînâ, Metafizik , 166-168; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 63.

149 İbn Sînâ, Metafizik , 168; krş. İbn Sînâ, eş-Şifâ/el-İlâhiyyât, 63.

40

İbn Sînâ’ya göre gerçekte cisimsellik/cisim olmaklık, söz konusu üç boyutun varsayılmasını kabul edici bitişiklik (ittisâl) sûretidir.151Ona göre cisim, kendisine kuvvetini veren şey ile fiilini veren şeyden bileşik bir cevherdir. Onun bilfiil sahip olduğu şey sûreti iken, bilkuvve sahip olduğu şey maddesi, yani heyûlâdır.152 en-Necât’taki bir ifadeye göre yüzey cisim olması açısından cismin tanımına

(hadd) dâhil değildir. Tersine o, sonluluk açısındandır. Sonluluk ise cismin mahiyetine dâhil değildir. Çünkü o, cisme gerekli olan eklentilerdendir. Cismin

mahiyetinin ve hakikatinin akledilmesi ve zihinde tespit edilmesi, sonlu olması

akledilmeksizin mümkün olur. Ama o, ancak burhan ve nazarla bilinir.153 Başka bir ifadeye göre de cisim ancak her biri diğerine dik olan üç boyutun varsayılmasının mümkün olması bakımından cisimdir. Boyutların üçten fazla olması mümkün değildir. Önce uzunluk, ona dik olarak genişlik ve ortak bir sınırda o ikisine dik olan derinlik varsayılır. Bunların dışında olması mümkün değildir. Cisim, böyle olması bakımından cisimdir. Ondaki bu anlam cisimsel sûrettir. İçerisinde yenilenen boyutlar ise onun sûreti değildir. Tersine onlar,