• Sonuç bulunamadı

MÜSLÜMAN TARİHİNİN KAYNAKLAR

Sözlü Kaynaklar

24 MÜSLÜMAN TARİHİNİN KAYNAKLAR

Bakınız; R. Blachere’nin Historie de la litterature arabe (Arap Edebiyat Tarihi), atfı yapılan sayfa; 102, özellikle 83 ff sayfaları ve yine aynı yazar tarafından “Regards sur la litterature narrativearabe au ler siecle de ı’hegire” (Hicri yüzyılda Sözlü Edebiyat Üzerine

Bakış Açıları) Semitica, VI (1956) ve G. Widengren’in “Oral Tradition and Written

Literature… (Sözlü Gelenek ve Yazılı Edebiyat…) AO, XXIII (1959).

İslami dönemde, bu sözlü geleneğin temellerinden ve kendi başına kapsamlı tarihi romanlar ortaya çıktı. Bunlar, şiir tarzında yazılı eserler olmayıp aralarına şiir serpiştirilmiş basit düz yazı tarzı haricindeki, daha çok Fransızların chansons de geste (destanlar) dedikleri eserlere benzemektedir. Bu tipteki belli başlı hikâyelerle aynı formda olan Thousand and one

Nights (Bin bir gece) şeklinde olanıdır. İran’da nesir romancılığı bilinmemesine rağmen; (Ebu

Müslim) sadece İran’da Firdevsi’nin, (bakınız s. 144) şiir tarzında yazılmış tarihi destan idi. Sonraki Türk tahkiyeciler, bazen İran tarzını bazen de Arap tarzını benimsemişlerdir (Seyyit Battal Gazi).

Tarihi gerçeklere dayanan destanlar, ilk etapta Peygamberin askeri seferleri (magazi) etrafında gelişti; ancak daha sonraları diğer konular kendilerini ortaya çıkardılar ve ilham kaynağı oldular. Mesela; Bizans savaşları ve Mağrip ülkelerine yapılan Hilali göçler bunlardan birkaçıdır. Buna karşın, İslamiyet öncesi Bedevi ‘Antar’ figürü etrafında örülen hikâyeler, popülerliklerini sürdürdü.

Bakın R. Paret’in Die Legendäre Maghazi-Literature (Efsanevi Sefer Edebiyatı)

(Tübingen, 1930); M. Hartmann, “Die Beni Hilal Geschichten,” (Beni Hilal Edebiyatı) zeitschrift für afrikanische, ozeanische und ostasiatische Sprachen, IV (1899), 289 ff., B.

Heller’in Der arabische Antarroman (Hanover, 1925) EI²’deki aynı yazar tarafından yazılan özetle birliktedir. Daha genel bir şekilde tahkiye edebiyatı için, EI²’deki Bin Bir Gece ile ilgili problemlerin son zamanlardaki tekrar ifadesine bakınız, s.v. “Alf Laila wa laila,” and aşağıdaki s. 46 ff. bk.

Bizans savaşlarından ilham alınarak Arapça formunda ve daha sonra Türkçe formunda yazılan destansı romanlar, tarihçi için eşsiz bir ilgi alanı oluşturuyordu. Bunun sebebi, içinden doğdukları çevre, ilgili oldukları gerçekler ve ayrıca Digenis Acritas’daki aynı olaylardan ilham alınan destansı bir şiirin Bizans tarafındaki varlığıdır. Bunu, H. Gregoire ve onun çevresine ( örnek: Gregoire ve R. Goossens, “Byzantinisches Epos und arabischer Ritterroman,” ZDMG, LXXXVII [1934], 213 – 232) ve M. Canard (Örnek: “Delhemma,”

Byzantion, XIII [1937], 183 – 188) gibi iki belli başlı şiir serisinin karşılaştırmalı çalışmasına

borçluyuz. Ayrıca EI²’deki “Dhü ‘l-Himma” makalesine ve “Les principaux personnages du roman de chevalerie arabe Dhat al-himma wa-l-Battal,”Arabica, VIII (1961,158 – 173. sayfalarına bakınız.

Bir şekilde, Memluklar zamanından kalan benzer kahramanlık şiiri için s. 183’e

62

TAHKİYE KAYNAKLARI 25 Bir tarihçi, bu hikâyelerin ifade ettikleri olayları açıklamayı ve kendisi için bu olayların gün yüzüne çıkarılmasını göz ardı edemez. Bu ideal, Arapça konuşan ülkeler ve Müslüman ülkelerin başka yerlerindeki insanlar arasında derinden kök salan duyguları yansıtan bir idealdir.

Bu konuda, R. Paret’in Die Geschichte des Islams im Spiegel der arabischen

Volksliteratur (Tübingen, 1927) eserine bakınız.

HADİS

Yeni tartıştığımız hikâyeler, sadece sözlü gelenekle nesilden nesile aktarılan ve daha sonra yazıya geçirilen eserler değildir. Bunun yanında diğer kaynaklar da vardır. Tek tek veya koleksiyon şeklinde bu kaynaklar, geleneksel olarak hadis diye adlandırılmaktadırlar. Bu gruplama ve aktarım, İslam’ın ilk gelişimi ile derlenenler içindir. Bu bağlantıda tarih dışında kullanılmasına rağmen, tarihle bağlantı noktaları yok değildir.

İslamiyet’in oluşumu noktasında Hadis için, bakınız s. 41 ff., I. Goldziher, J. Schacht ve diğerlerinin eserlerine bakınız.

Avrupa’da tarih aşağı yukarı bağımsız bir tür haline gelmiştir. Eskinin geleneği olan modayı devam ettiren ortaçağ rahipleri, şahit oldukları, daha önceki eserlerinde anlattıkları olayları gelecek nesillerin kullanması için çalışmaya koyuldular. Ancak Araplar arasında, etkili “bilim” olarak hadis daha hızlı oluştuğundan, tarihin kendi bağımsızlığını kazanması çok yavaş olmuştur.

Hadis, Peygamber’in bir sözünü veya hareketini ihtiva eden veya ihtiva ettiği

düşünülen çoğunlukla kısa nakillerdir. Hadis ilmi, somut yasal talimatların bir kaynağı olarak Kuran’ın eksik bıraktıklarını telafi etmek için geliştirilmiştir. Kuran’ın açık ve net anlaşılmadığı durmlarda, öğretmek kendisinin görevi olan, hayatı kanunu ifade ettiğine inanılan “Muhammed’in taklidini yapmak” tamamlayıcı bilgi olarak düşünülmekteydi. Peygamberin misali, tartışmasız ve bağlayıcı bir teamül yarattı. Peygamberin hadisinin yokluğunda, kişi, “arkadaşlarının” içtihadına başvurabilirdi.

Böylece hadisin içeriği; Muhammed, onu takip edenler ve onun Sahabelerin hayatına temas etmektedir. Bu, gerçekte, bu dönemin tarihçisinin tam olarak aradığı şeydir. Bu, Müslüman hukukunun toplumda hayatın, halkın ve özel yaşamının bütün hususlarını etkilemesinden dolayı doğrudur. Bu yüzden hadis, bazen kelimenin bizim açımızdan yasal kapsamına girmeyen mesela soy bilimi veya siyasetle ilgili meseleler gibi sorularla ilgilenir.

Başta, hadis ve historigrafinin metotları birbirinin aynıydı. Her ikisi de, sözlü gelenekten gelen bir yapıya sahipti. Hadis, toplayanları için Peygamber hakkındaki bilgiyi toplamanın olduğu kadar ilk Müslüman tarihçilerin de tek kaynağıydı. Yine de, her

63

26 MÜSLÜMAN TARİHİNİN KAYNAKLARI

İki tarafın da bilgi sağlayıcıları aynı insanlardı. Wahb b. Munabbih ve Abbas, Peygamber geleneği veya tarihi nakil için atıfta bulunulabilecek yetkililerdir. Gerçekten, uzun bir süre, İslam tarihçileri eşzamanlı olarak gelenekselcilerdi ( Örnek: hadis âlimleri). İlklerin arasındaki bazı tarihçiler, birbirlerine bağlı olduklarından ikisi ile ilgili bir şekilde gelenekselci ve tarihçi olarak kendi eseri arasında açık şekilde herhangi net bir ayrım yapmadılar. Teoride, iki görüş arasında büyük bir farklılık vardır. Birinde amaç yazarın yaşadığı dönemde, toplumun yaşayışında pratik değere sahip teamülleri tesis etmektir. Diğerinde ise amaç, sadece geçmişin hikâyesinin devam etmesi ve tamamıyla unutulmaktan kurtarılmasıdır. Ancak gerçekte, geçmiş ile ilgili hayali bir mazeret altında birçok tarihçinin tarihi teamülleri araştırdıklarını göstermek mümkündür ve aynı gelenekler al-Baladhuri gibi Arap fetihlerinin tarihini ve Yahya b. Adam’da olduğu gibi hadis koleksiyonunu beslemektedir (bakınız aşağıda s. 122).

Bunu, İbn Abd al-Hakam’in durumun ilginç analizine borçluyuz. R. Brunschig’in “İbn Abdalhakam et la conquete de l’Afrique du Nord par Arabes,” AİEO, Vı (1942-1947), 108- 155 eserine bakınız.

Türler arasındaki fikir birliği, Siyer, Peygamberin ‘tarihi’ biyografisindeki durumda özellikle çok belirgindir (bakınız aşağıda, sayfa 115 ff.).

Bu yüzden ilk tarihi eserlerde, hadis koleksiyonu gibi tam olarak aynı kalıbı izlemektedirler. Her bir hikâye, “bir dizi ravi” isnad tarafından bir nesilden diğer nesile nakil şeklinde elden ele ulaştıranların listesi, daha önceden kelime kelime meydana getirilmiştir. Sonra, aynı olayın, aynı formunda, farklı, bazen çelişkili ve zaman zaman da değişik ifadeler ihtiva eden diğer yenilikler takip etti. Özellikle, el-Taberi’nin kapasiteli tarih kitabında bütün gelenekler toplanmıştı (bakınız aşağıda s.121). El-Taberi öyle bir tarihçi idi ki; bu bilim adamı hem gelenekselciydi hem de Kur’an hakkında yorum yapıyordu. Bu gelenekler, bu formda sunulmaktadır. Sözlü bir gelenek ortaya koyduğu için, bu tahkiyeye beklenmeyen bir kesinlik kazandırmaktadır. Eser, ibarelerin kolay ifadesini ve konuşmaların anındalığını sürdürmektedir. Sözler dolaylı anlatım olarak ifade edilmektedir. Veya doğrudan konuşmada dolaylı anlatımla konuşmacının kendi sözleri ile İslam’ın ilk yıllarındaki güçlü, hayal gücü yüksek ve yüksek derecede renkli bir ifade kullandığı iddia edilmektedir. İlgi uyandıran zengin detayı ve bazen canlı anlatım tarzı ile bu hikâyelerin pek çoğu hayatın sıcaklığını masalların çekiciliği ile birleştirir. Aslında bazıları tarzın modelleridir. Fakat tarihçi bakış açısından, her şeyi toptan okuyucuya verme ve kaynakları adlandırma alışkanlığı ve seçimini yapmakta kişiyi hür bırakmak, belli ölçüde bazı kritik araştırmalara farklı ifade sunmayı ve orijinal metinlere geri gitmeyi mümkün kılmaktadır. Uygulama ile bir takım detayların araya sokulmasına, diğer hikâyelerin bulaşmasına, yanlış anlaşılmış bir ifadenin çarpıtmasına rağmen; bir versiyonun başka bir versiyondan ne zaman alındığını kişi kolaylıkla anlayabilir.

64

SÖZLÜ KAYNAKLARI 27 Unutulmamalıdır ki; tarihten ziyade folklor alanına ait olan sözlü gelenek ile uğraşıyoruz. Burada ışık tuttukları tarihi gerçeklerde birçok değişiklik yapmaları doğal bir gerçektir.

Bu yolla yazılan kitapların kendileri ciddi kusur ve eksikliklerden arınamazlar. Bunun en açık ve net hali, kronolojik sıralamaya herhangi bir müdahalede bulunmadan ve hikâyenin esas karakteri ile olaydan başka bir bağlantı noktası olmayan kısa anekdotların yan yana getirilmesini sonuç veren hikâyenin devam etmemesidir. Aktarıcıların iddiaları, tekrarlar, değişkenler, yazar tarafından yapılan parantez içi sözler (mantıklı akışın yokluğundan dolayı bu parantez içi sözler çoktur) hikâyeyi kesmektedir. En hayal kırıcı etki olan “İndeks kartlarının” bu uyumsuz koleksiyonu tasnif edilmediği sürece, kişinin dayanacağı unsurlar olması mümkün değildir. Yine de, İslam’ın ilk yüzyıllardaki tarihinin yazılmasını sağlayan kum tanecikleri, işte bunlardır.

Tarihler gibi hadis koleksiyonu da kısmen veya tamamıyla doktrinsel ve siyasi durumu haklı göstermek için oluşturulan bir gelenektir. Uzun süre, Abbasi propagandasının amaçları için, yurt dışında yayılan “rivayetlerden” dolayı Emevilerin tarihi, tamamıyla yanlış anlaşılmıştır. Öyleyse hadis, sadece atıfta bulunacağı düşünülen zaman için içinde geçtiği zaman için faydalıdır. Müslüman bilim adamlarının bu hilenin farkında oldukları ve bunu inceleyecek bir metot kurmaya çalıştıkları bir gerçektir. Eleştiride, böyle sağlıklı girişimin hariç kalması açısından, biyografik isnat eleştirisi küçümsenmemelidir. Buna rağmen o, iki bağlantı arasındaki ilişkinin, gerçekte aktarım zincirinin kronolojik olarak mümkün olduğunu sağlamak amacıyla nesiller (tabakat) arasında, genellikle sınıflandırılan biyografilerin araştırılmasına neden bu kadar çok önem verildiğini açıklar. Ne yazık ki modern araştırmalar göstermiştir ki “sahte” ehadisler isnat yokluğundan uzaktırlar. Aslında sonraki hadis veya en azından en sonra dikkati çekenler, resmi olarak tüm suçlamaların ötesinde ve en güvenilen insanları içine alan isnatlarla ve nakledicileri tarafından donanmışlardı. Elbette ki kişi, bunu abartmamalıdır. Hadis koleksiyonunun ve tarihin, özgün delilleri de aktarabileceğini inkâr etmek için hiçbir sebep yoktur. Ancak, her ne kadar bunun ayrılmaz bir parçası olsa bile hadisleri, sağlam veya sağlam olmayan olarak tasnif etme işi özellikle işe yaramaz. Sadece sistematik kıyaslama yaklaşımı; bir olayın hususi bir bölümünün; özellikle belirtilen zaman veya ortamda mı meydana geldiğini yoksa daha eski bir versiyonundan mı devşirildiğini gösterebilir. Tek ve aynı ravi için kullanılan isimlerin sayısının ışığında tanınmayabilen anımsanması güç detaylar ve uygun isimler haricinde yapılabilecek hemen hemen hiç araştırma yoktur.

65

28 MÜSLÜMAN TARİHİNİN KAYNAKLARI

Açıkçası, geleneksel rivayetlerle ilgili tam bir eleştiri yayını ortaya konulmadan önce hâlâ yapılacak çok şey vardır.

Hadisin geleneksel rivayetlerinin en ünlü ve en kolay erişilebilenleri L. Krehl ve T.

Juynboll tarafından dört cilt olarak basılan el-Buhari tarafından yazılan Sahih’tir (Leiden, 1862-1908). Onun içinde O. Houdas (ve 1. Cilt için W. Marçais) tarafından yazılan dört ciltlik Les traditions islamiques Fransızca tercüme bulunmaktadır (1903-1914). O. Rescher tarafından Sachindex zu Bokhari nach der Ausgabe Krehl-Juynboll und der Übersetzung

Houdas Marçais adlı bir indeks hazırlanmıştır (Stuttgart, 1923). M. Asad tarafından planlanan

İngilizce tercümesi ve tam basımının sadece V. Cildinin 1-4 kısımları basılmıştır (Lahore, 1938). Muhammad b. Al-Bayyi’ al-Hâkim al-Nisaburi tarafından yazılan Al-Madkhal ila

ma’rifet al-iklil adlı eser, J. Robson tarafından An Introduction to the Science of Tradition (Hadis geleneği ilmine bir giriş) adı altında tercüme edilmiş ve basılmıştır.

A. J.Wensinck tarafından yazılan CONCORDANCE ET INDICES DE LA TRADITION MUSULMANE eseriyle hadis’in bir alfabetik bir liste geleneği başladı. İlk fasikülü 1933 yılında Leiden’de yayınlandı. Otuz fasikül, Wensick ve onun takipçisinin ölümünden sonra W. De Haas tarafından editörlüğü varsayılan J. Mensing, J. Van Loon, M. F. Abdelbaky (Abd al-Baqi), J.T.P. Bryun ve H. C. Ruyter (gh-m-r’e) tarafından yapılan eser 1963 yıllarına doğru piyasaya çıktı. Bu abide dizim listesi, klasik altı hadis kitabının ihtiva ettiği bütün önemli kelimelere yapılan referansları ve içerikleri, muhtevasında bulundurmaktadır. Uygun isimler, coğrafik isimler ve Kur’an ile ilgili atıflarla ilgili indeksler vardır.

A. J. Wensinck, aynı zamanda ilgili konularda bilgi isteyenlere çoğunlukla yeterli (Leiden, 1927)’de basılmış, daha az detaylı Handbook of Early Muhammadan Tradition,

Alphabeically arranged (Alfabetik olarak sıralanmış, Muhammedi Geleneğin ilk el kitabı)

eserinin de yazarıdır.

Yazarın, Müslümanlar tarafından yazılan hadis eleştirisi ile ilgili araştırması, tarihin temel hususlarına (biyografi, soy tarihi bilimi, kronoloji) dikkat çekmektedir. O, kendi açısından az; fakat yasal bilimlerin yardımcı bir disiplini olarak daha fazla gelişmiştir. Bu şekilde, dolaylı olarak en azından gerçek bir bilimsel kesinliği amaçlamaktadır.

Müslüman tarih bilimi, her zaman kökenleri ile bağlantılı kalmıştır. Hatta bağımsız hale geldikten sonra bile; bu, her türlü biyografik araştırmalara doğru güçlü bir yönelimi göstermektedir (bakınız aşağıda, sayfa 33 ff.) – Müslüman tarihçilerin entelektüel oluşumun doğrudan bir sebebidir. Aslında, “tarih kitapları” diye anılan bazı kitaplar, naklettikleri geleneklerde özellikle gelenekçilerin biyografilerinin tek koleksiyonu olma özelliği taşımaktadır.

Müslüman tarih biliminin başlangıcı iyi bilinmemektedir; bununla birlikte, ondan bize çok az bilgi ulaşmıştır. Sonraki yazarlar tarafından bazı atıflar muhafaza edilmiştir. Bunların bir araya getirilip incelenmesi gerekmektedir. Bazı parçalar, doğrudan papirüslerde korunmuştur. İşte bu yazmalar, büyük ilgiye mazhar olabilirler.

66

SÖZLÜ KAYNAKLARI 29 LXXV, Chicago Üniversitesi Oryantal Yayınlarındaki N. Abbott’un Studies in Arabic

Literary Papyri (Edebi Papirüslerdeki Arapça Çalışmalar) (1959) eserine bakınız.

ARŞİVLER VE KRONİKLER

Dokuzuncu yüzyıldan sonra, yeni tip tarihi eserler, olayları sürekli hikâye tarzında sunmaya başladı. Bunlar, başta sadece olay dizinlerini ifade eden listelerdi (ekber); fakat daha sonraları, olaylar genellikle yıllara ayrılarak ( tıpkı Avrupalıların yaptıkları gibi “arşivler”) daha ziyade kronolojik bir sınıflama amaçlanmıştır (bu, tarihi şekillendirmekte kullanılan

tarik kelimesinin tam anlamıdır). Mevcut olduğu kadarıyla, İran Sasanilerinin tarih bilimi,

sadece Arapça olanlar, Farsça tercümeler veya onların adaptasyonları her türlü pratik amaç için korunmuştur. Bu yüzden bunun yeni gelişmeyi ne kadar etkilemiş olabileceğini tam olarak söylemek zordur. Fakat pratik olarak 9. ve 10. yüzyılda Arapça yazılan bütün tarihin, İranlıların hükümet sekreterleri tarafından İran aristokrasi için yazıldıkları hatırlanırsa; böyle bir etkinin var olması, hemen hemen kesin görünüyor. Kronolojik dizi için çabalamaktan çok hanedanlar hakkında bilgileri (ahlaki değerlere veya anekdotu resimlemeye yönelik bir eğilim ile), hikâyelerde sürekli olarak daha belirgin bir şekilde göstermektedir. Eğer böyle bir sıralamada bir tanesinden yardım talep etmek gerekiyorsa; bu, Suriyeli benzerleri ile Yunanistan’ın Hristiyan tarih bilimi olabilir görünmektedir. Ancak; onların Müslüman kültür üzerindeki etkileri, kadim Akdeniz mirasının diğer bölümlerinden genelde daha az nettir.

Bunun nasıl bu yeni tip olabileceği bilinmiyordu. Sonunda, Doğudaki Müslüman tarihçiler tarafından en çok beğenilen tip haline geldi ve günümüzde de hâlâ o tarz devam etmektedir. Bir konu ile sınırlı basit bir kitapçıktan tutun; genelde İslam Tarihi detayları ile ilgili abide ansiklopedilere, hatta bütün insanlık tarihi ile ilgili (bilindiği kadarıyla) ve en nihayet bununla bağlantılı olarak tüm fiziki dünyaya kadar değişen ölçülerde bu tür kronolojilerden yüzlercesi bulunmaktadır.

İlk tarih bilimi ile karşılaştırıldığında, bilginin daha yeni kaynakları kullanmalarından dolayı bu kronikler, tek bir şekli temsil etmekten ziyade, önemli bir yeniliği temsil etmektedir. Sözlü geleneğin asla ortadan kalkmayacağı bir gerçektir. Yazarlar, şahit oldukları olayları, bizzat kendileri doğrudan doğruya kaydetmektedirler. Fakat Müslüman devletlerde bu iş, yönetim kademelerinin hizmetleri ve kayıtlarıydı. Diğerleri ise, şansölyeler ile yapmış olduğu yazışmalarla ve posta hizmetlerinden aldıkları detaylı iletişimle yapılmıştır. Bunun neticesinde, belgelere dikkati çekmek, çok daha mümkün olmuştur. Böylece, sözlü naklin belirsizliği de ortadan kalkmıştır. “Arşivlerin” dosyalanması ve korunması büyük çoğunlukla düzensizdi. Kamuya ve özel sektöre ait olanlar karışıktı. Bunlara ulaşmak da yazarların şans, merak ve toplumla bağlantısını noktasında çok belirsizdi.

67

30 MÜSLÜMAN TARİHİNİN KAYNAKLARI

Ancak, bu tür bilgi kaynaklarının önemli olduğunun düşünülmesi; kroniklerden, sahip oldukları atıflardan, yazarların sorulara verdikleri cevaplardan açık-seçik anlaşılmaktadır. Ara-sıra bu araştırmacılardan bazıları arkeolojik abideleri, eski paraları, epigrafiyi ve diğer unsurları – aslında modern anlamda bir tarihçi olarak – çalışarak kullanmaya başladılar.

Bu yeni bilgi kaynaklarına erişim şu anlama geliyordu. Şayet yazar sadık bir kopyacı ve tıpa tıp kopyacı ise; Bu erişim, sadece metinlerin aktarılması değil ayrıca metinlerin içeriğindeki değişiklikler anlamına geliyordu. Üstelik yazarın hitap ettiği kesim, ilk çağlarda aynı değildi. Burada da geçmiş ile arada uzun bir mesafe yoktu. Ancak, artık tarihçiler, yönetimlerin sekretaryaları, kutlanmış kahramanlıklarını duymayı ve kendilerinden önceki atalarını anlatan hikâyeleri dinlemeyi sevenler ile bağlantı halinde idiler. Bunlar, o çağın kültürlü elitleriydi ve modayı, kültürel meselelere yerleştiriyorlardı. Elbette ki bu daha da gelişmiş bir medeniyette doğmuş modern bir tarihçinin ihtiyaç duyduğu tüm merak ettiklerini, Müslüman öncülerin eserlerinde bulabilecekleri anlamına gelmemektedir. Bununla birlikte bu, elimizin altındaki tarihi malzemenin zenginleşmesini temsil etmektedir. Her ne kadar her iki tarafta da harika eserler, gerçekte nadir olsa da, İslami tarih bilimi, hem sayıca hem de kalitece kendisinin çağdaşı olan Orta Çağ Batısından daha üstündür. Hatta Müslüman dünyasının entelektüel hayatı, teşvik ediciden yoksunlukla başladı. Bütün bölgelerde, orijinal eserlerin nadir olduğu zamanlardan on beşinci yüzyıla kadar; hatta bazı belli başlı yerlerde, daha ileri tarihlere kadar tarihi yazmak, aktif bir şekilde devam etti. Yeni bir kavram olmazsa da modern malzeme ile donanmış olmasına rağmen; tarih, yeni olayların üzerinde hâlâ büyük bir dikkatle duruyordu.

Genelde Batılı tarihçiler tarafından gözlenen ancak Oryantal araştırmalara her zaman atfedilmeyen tarih biliminin eser tipleri arasındaki temel farklılık, Müslüman kaynağını incelerken tarihçi tarafından yapılmalıdır. Doğal olarak, şans eseri kendilerine ulaşan kaynaklar üzerinde çalışmak ve bunları Batı dillerine belli ölçüde adapte etmekte kendilerini sınırlamak için Müslüman tarihini yazma girişimde bulunanlar, bu hususta avantajlıydılar. Fakat İslam tarihi, diğer toplumların seviyesine yükseltilecekse; bu tarzdaki “acil” metotlar artık yeterli değildi. İlgimizi üzerlerine yoğunlaştırdığımız ilk Müslüman tarih bilimi eserleri, şu iki tipe indirgenebilmektedir:

1. Kelimenin en net anlamı ile kaynaklar: Yazar, kendisinin bizzat şahit olduğu olayları tasvir etmektedir veya her halükarda olayı ilk tasvir eden kişidir. Kısacası bilgi ilk elden gelen habere dayalıdır.

2. Olaylar, birinci elden bildirilmemektedir; farklı aktarıcıların derlemeleri şeklinde yapılmaktadır; ancak bunlar ilk yazarlara dayanarak elde edilen bilgilerdir. Bunlar oldukça

68

SÖZLÜ KAYNAKLAR 31 çok sayıdadır ve genellikle her birisi, kütüphanelerdeki orijinal kaynaklardan daha yüksek sayıdaki el yazmaları ile temsil edilmektedir. Çünkü tarihe ilgi duymaya elverişli geniş bir meraklı topluluğuna sahip olan bir toplumda, doğanın eserleri, genellikle doğada uzman olanlarınkinden daha başarılıdır. Aynı sebepten dolayı, bunlar, bilinen ilk eserlerdi ve Avrupa dillerine çevrilmişlerdi (al-makin, Hristiyan, 1625’te; Abu al Fida, Müslüman, 1722’de). Bu eserler, daha sonra araştırmanın diğer kaynaklardan doldurduğu ana kronolojik özetleri donattılar. Onlardan bazıları verimlidir ve yazarın becerikli tarzı, onların bu başarıları için çoğu kez ilave iyi bir hak edilmiş gerekçe sağlamıştır.

Günümüzde bazıları, bizim için doğal edebi eser olma değerlerini sürdürmelerine rağmen; orijinal belge değerini verememektedirler. Bu, onların otomatik olarak gözden düşüp ihmal edilmeleri anlamına gelmemektedir. Literatürde, bir önceki yazarın eserini kopyalamak