• Sonuç bulunamadı

Müdahalenin Uluslararası Hukuka Aykırı Olduğu Görüşü

NATO’nun Kosova müdahalesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu savunanların tezlerini dayandırdıkları görüşleri aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır.

En başta, bu müdahalenin BM Şartı’nın düzenlediği kuvvet kullanma yasağını ihlal ettiği dolayısıyla bir saldırı fiili olduğu ileri sürülmektedir492. BM sistemi, uluslararası toplumun temel ilkeleri içerisinde saydığı uluslararası barış, güvenlik ve adaletin korunması ve sürdürülmesi için md. 2/4’te kuvvet kullanma tehdidini ve kuvvet kullanılmasını yasaklamıştır. Bu yasağın iki istisnası bulunmaktadır. Bu istisnalardan ilki GK’nın VII. Bölüm çerçevesinde barışın bozulduğu, tehdit edildiği veya bir saldırı eyleminin varlığını saptaması ve uluslararası barış ve güvenliğin yeniden tesis edilmesi için md. 42 içerisinde kuvvet kullanımını içeren yollara başvurulması konusunda bir ya da bir grup devleti yetkilendirmesidir. İkinci istisna ise, silahlı saldırıya uğrayan bir devletin bireysel veya müşterek meşru müdafaa

490 Byers, a.g.e., s. 60.

491 Simma, a.g.m., s. 4.

492 Alpkaya, a.g.e., s. 7.

hakkını kullanarak silahlı saldırıyı bertaraf etmesidir. BM Şartı md. 51’de belirtilen şartlar içerisinde kalındığı sürece bir devletin kuvvet kullanması uluslararası hukuka bir aykırılık teşkil etmeyecektir.

Bu açıdan bakıldığında, Kosova sorunu ile ilgili BMGK’nın Yugoslavya’ya karşı kuvvet kullanımı konusunda herhangi bir devlet ya da devletler grubuna yetki veren bir kararı bulunmamaktadır. GK’nın NATO müdahalesine kadar almış olduğu üç karar bulunmaktadır. Fakat 1160, 1199 ve 1203 sayılı GK kararlarının hiçbirinde de kuvvet kullanımına izin veren bir ifade bulunmamaktadır. İkinci ve üçüncü kararda Kosova Sorunu’nun bölgede barış ve istikrarı tehdit ettiği ifade edilmesine karşın GK bir adım daha ileri giderek md. 42 çerçevesinde kuvvet kullanılmasına onay verecek bir karar almamıştır. Bu yönüyle GK’nın bir yetkilendirmesi olmadan NATO’nun Yugoslavya’ya karşı kuvvet kullanmasının BM Şartı’na aykırı olduğu görülmektedir493.

Ancak bu kararlarda yer alan bazı ifadelerin kuvvet kullanımını teşvik eden nitelikte olduğuna inanan yazarlar da bulunmaktadır. GK kararları, bölgeye yönelik ilk alınan 1160 sayılı karardan itibaren giderek sertleşmeye ve Yugoslav Kuvvetleri’nin şiddet kullanımını daha fazla eleştirmeye başlamıştır. 1199 sayılı kararda, üye devletlere bölgeye insani yardım yapılması için çağrıda bulunulurken 1203 sayılı kararda acil şekilde talep edilmektedir. Ayrıca, bu görüşe göre BM kuvvet kullanma yetkisini duruma göre üzeri kapalı şekilde de yapabilmektedir, örneğin bu kararlarda kullanılan gerekli insani yardımın yapılması için devletlere çağrıda bulunulması, bazen GK’nın diplomatik diline göre kuvvet kullanımı anlamına gelebilmektedir494.

Oysa BM Şartı’ndaki kuvvet kullanma yasağı ve kuvvet kullanılabilecek durumlar Şart’da çok net bir şekilde belirtilmiştir. GK kararı ile yetkilendirilerek

493 David Travers, “The UN: Squaring the Circle”, The Kosova Crisis: Last American War in Europe, (Ed.) Tom Weymouth, Stanley Heig, Financial Times/Prentice Hall, 2001, s.254-255.

494 A.J.R. Groom, Paul Taylor, “The United Nations System and the Kosovo Crisis”, Kosova and the Challenge of Humanitarian Intervention , ed. Albrecht Schnabel, Ramesh Thakur, Tokyo, New York, UN University Press, 2000, s.291-292.

belli bir bölgede kuvvet kullanmak mümkündür. Ancak bunun nedenleri GK tarafından belirlenmeli ve sınırları da yine GK tarafından çizilmelidir. Bu tarz bir yetkilendirmenin üstü kapalı şekilde yapılması mümkün değildir ve eylemin daha sonra BM tarafından kınanmamış olması da olayda VII. bölüm kapsamında bir yetkilendirme olduğunu kesinlikle göstermemektedir495. Aksine bölge ile ilgili çıkarılmış GK kararlarının tümünde konunun yalnızca siyasi yöntemlerle çözülmesi gerektiği belirtilmiş ve aynı şekilde tüm kararlarda üyelerin Yugoslavya’nın toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı duydukları ifade edilmiştir. Üstelik GK aldığı kararlarda sadece Yugoslavya’ya değil Kosova’daki Arnavut liderliğine de çeşitli görevler yüklemiştir. 1203 sayılı kararda geçen “… bölgeye insani yardımın acil şekilde talep edilmesi”ni üstü kapalı bir yetkilendirme olarak algılamak barışçıl yöntemlere şans verilmeden kuvvet kullanımına kapıları açmak anlamına geleceğinden böyle bir değerlendirmeyi kabul etmek çok zordur. Bu karardan sonra müdahale bitimine kadar GK konu ile herhangi bir karar almamıştır496.

Diğer taraftan, eğer GK’nın Yugoslavya’ya karşı askeri kuvvet kullanımı dahil kimi önlemleri öngören kararları alamamasının nedeninin veto yetkisi olduğu düşünülüyorsa, örneğin Kore Savaşı öncesinde yapıldığı gibi Genel Kurul’un “Barış için Birlik” kararına başvurulabileceği belirtilmekte ve bu yola da başvurulmamış olmasına dikkat çekilmektedir497.

Meşru müdafaa hakkı bakımından NATO müdahalesi incelendiğinde ise, meşru müdafaa hakkının temel şartı olan devletin silahlı saldırıya uğraması koşulunun Kosova sorununda karşılanmadığı görülmektedir. Zaten NATO ya da herhangi bir devlet de böyle bir iddiada bulunmamıştır. Bir başka deyişle NATO üyesi hiçbir devlete karşı Yugoslavya’dan yönelmiş bir silahlı saldırı eylemi vuku bulmadığından NATO’nun Yugoslavya’ya karşı ne BM Şartı md. 51 nede NATO antlaşması md.

5498 çerçevesinde kuvvet kullanılabilir499.

495 Turgut Tarhanlı, Ne Hukuk Ne de Ahlak, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2003, s. 145.

496 Groom ve Taylor, a.g.e., s. 292.

497 Phadeon J. Kozyris, “Delayed Learning from Kosova: Any Chance of Common Understanding of Facts and Law,” http://jurist.law.pitt.edu/phaed 1.htm (02.04.2008)

498 NATO Antlaşması madde 5: “Taraflar, Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve

Meşru müdafaa hakkı NATO’nun temel kurulma sebebi sayılabilir. NATO Antlaşması’nın giriş kısmında da belirtildiği gibi, BM Şartı md. 53 gereğince müşterek meşru müdafaa amacıyla kurulan bir bölgesel örgüttür. Antlaşma’nın 1.

maddesinde üye devletler BM Şartı’nda da öngörüldüğü gibi, uluslararası uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye sokmadan çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM amaçlarına aykırı olacak bir şekilde kuvvet kullanımı ya da tehdidine başvurmayacaklarını taahhüt etmektedirler. NATO Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyet tehdidine karşı batılı devletlerin kurduğu askeri bir ittifaktır. Antlaşma’da md. 5’te gerektiğinde müşterek meşru müdafaa hakkının kullanılacağı ve GK gerekli tedbirleri alıncaya kadar bu tedbirlerin devam edeceği hükme bağlanmıştır500. Ancak maddede belirtildiği şekli ile bu önlem yalnızca BM Şartı’nda tanımlanan hali ile meşru müdafaa hakkını düzenlemekte ve üyelere bunun ötesinde bir hak veya yetki tanımamaktadır501. Görüldüğü gibi, NATO, BM amaçlarına uygun olarak ve BM Şartı md. 53’te öngörüldüğü gibi geçici nitelikteki müşterek meşru müdafaa hakkını kullanmak için kurulan bölgesel bir savunma örgütüdür.

NATO müdahalesi, eğer NATO üyelerinden herhangi birinin saldırıya uğraması sonucunda gerçekleştirilmiş olsaydı kuruluş amacına uygun şekilde meşru müdafaa hakkını kullandığı ileri sürülebilirdi. Ancak, Yugoslavya herhangi bir NATO ülkesine bir saldırıda bulunmamıştır bu nedenle de NATO’nun Sırbistan’a karşı yaptığı müdahalenin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde nitelendirilmesi mümkün görünmemektedir.

eğer böyle bir saldın olursa BM Şartı md. 51’de tanınan bireysel ya da müşterek meşru müdafaa hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır.

Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal GK'ya bildirilecektir. GK, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.” şeklinde düzenlenmiştir, NATO El Kitabı, s.524.

499 Erdem Denk, NATO’nun Kosova Müdahalesi ve Uluslararası Hukuk, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli, 2001, s. 104-105.

500Alpkaya, a.g.e., s.10-11.

501 Simma, a.g.m., s.3.

NATO’nun Yugoslavya’ya karşı kuvvet kullanmasının uluslararası hukuka aykırılığı aynı zamanda örgütü kuran antlaşmadan da kaynaklanmaktadır. Öncelikle NATO, müşterek meşru müdafaa hakkına dayalı bölgesel bir örgüt olarak kurulduğundan sadece meşru müdafaayı gerektirecek hallerde güce başvurabilecektir. Ayrıca bölgesel bir örgüt olması dolayısıyla BM Şartı açısından da bir takım sınırlamalara tabidir. BM Şartı md. 53 bölgesel örgütlere ilişkin bir takım düzenlemeler getirmektedir. Buna göre, md. 53/1, “… GK’nın izni olmaksızın bölgesel anlaşmalar uyarınca ya da bölgesel kuruluşlar tarafından hiçbir zorlama eylemine girişilemeyeceği …” belirtilmektedir. Böylece NATO ve üye devletler, hem BM Şartı’nın ilgili bu maddesini hem de kurucu antlaşma md. 1’deki, karışmış oldukları uyuşmazlıkları uluslararası barışı, adaleti ve güvenliği tehlikeye atmadan barışçıl yollardan çözme ve BM Şartı’na aykırı olacak şekilde güç kullanımı ya da kullanma tehdidinden kaçınma yükümlüğünü Yugoslavya’ya karşı güç kullanarak çiğnemişlerdir. Diğer yandan NATO’nun Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra yeni stratejik konseptler belirleme yoluna gitmesi ve bunların NATO Konseyi kararlarına dayanması nedeniyle üyeleri için bağlayıcı olduğu noktasından hareketle müdahalenin hukuki olduğu iddiasını kabul etmekte imkansızdır. Zira yine BM Şartı md. 103 bu iddianın önünde hukuki bir engel oluşturmaktadır. Bu madde, “BM üyelerinin işbu Şart’tan doğan yükümlülükleri ile başka herhangi bir uluslararası antlaşmadan doğan yükümlülüklerinin çatışması durumunda işbu Şart’tan doğan yükümlülükler üstün gelecektir.” demek suretiyle BM üyesi devletlerin, BM Şartı’na aykırı düzenlemeler ve taahhütler içine girmesini yasaklamıştır502.

Diğer bir husus ise Kosova’nın bağımsız bir devlet olmayıp Yugoslavya Devleti’nin bir eyaleti olmasıdır. Bu yüzden bölgeye karşı dışarıdan bir saldırı söz konusu değildir. Yaşananlar daha çok bölgesel bir iç savaş gibi görünmektedir. Her ne kadar olayda ciddi bir kuvvet eşitsizliği bulunsa da bir devletin topraklarında yaşanan bu tarz çatışmalar uluslararası alanda, pek çok durumda o devletin iç sorunu olarak kabul edilmektedir. Böyle bir konuda başka bir devlet tarafından müşterek meşru müdafaa hakkına dayanılarak bir tarafa yardımda bulunmasının herhangi bir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Aksi kabul edildiği takdirde pek çok devlette

502 Alpkaya, a.g.e., s. 11.

yaşanan düşük yoğunluklu bölgesel çatışmalara dışarıdan müdahale mümkün olacak ve bu da kuvvet kullanımı yasağını tamamen anlamsız bir hale getirecektir.

Meşru müdafaa hakkına da dayanmayan NATO müdahalesi GK’nın her hangi bir kararına da dayanmaması nedeniyle uluslararası hukukun temel belgelerinden olan BM Şartı’nın md. 2/4’te ifade edilen kuvvet kullanma yasağına bir aykırılık teşkil ettiğinden bir saldırı eylemi olarak nitelendirilebilir. Ayrıca BM Şartı’nın, devletlerin yükümlülüklerini iyi niyetle yerine getirmesi (md. 2/2) ve uyuşmazlıklarını barışçıl yollarla çözmesi (md. 2/3) ilkelerine aykırı hareket edildiği gibi BM Genel Kurulu’nun 1970 tarihli “Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirisi”nde de belirtilen şekilde devletlerin aralarındaki uyuşmalıkları çözmede kuvvet kullanma yoluna başvurmama kuralı ihlal edilmiştir503.

Dolayısıyla hem BM Şartı’nın ilgili maddeleri hem de NATO’yu kuran Antlaşma bakımından NATO’nun Yugoslavya’ya karşı kuvvet kullanımının hukuki temelden yoksun olduğu görülmektedir. Ayrıca NATO’nun müdahalesinin hukuki bir zemini olması açısından izlenebilecek tek yolda GK’nın bir devletin içinde gerçekleşen yoğun ve sistematik insan hakları ihlallerinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği ya da bozduğunu tespit ettikten sonra zorlayıcı önlemlere izin veren bir karar almasıdır504.

Ancak bu noktada getirilen temel eleştiri barışa ve güvenliğe karşı tehdit oluşturan bu gibi durumlarda GK’nın zorlayıcı önlemlere başvurulmasına ilişkin karar alma mekanizmasının yeterince çalıştırılamadığıdır. Zira GK’nın veto yetkisi bulunan beş daimi üyesinin bu sorunlara yaklaşımı aynı olmadığından ortak bir karar alma imkanı bulunmamakta dolayısıyla GK sorunu çözme yönünde bir siyasi irade

503 Michael Byers, Simon Chesterman, “Changing the Rules About Rules? Unilateral Humanitarian Intervention and the Future of International Law”, Humanitarian Intervention: Ethical, Legal, Political Dilemmas, (Ed.) Robert O. Keohane; J.L. Holzgrefe, North Carolina, Duke University, 2003, s.182.

504 Simma, a.g.m., s.4.

ortaya koyamamaktadır505. BM sistemine getirilen bu eleştiri çerçevesinde, mevcut uluslararası antlaşmalardan ziyade örf ve adet hukuku çerçevesinde müdahaleye bir meşruluk kazandırma çabalarını da ortaya çıkarmıştır. NATO müdahalesinin hukuki olduğunu savunan yazarlar ve devletler, BM Şartı ve ilgili GK kararlarından çok insani müdahale doktrinine ve bu doktrinin örf ve adet hukukunda yer aldığı iddiasına dayanmaktadırlar.

B) İnsani Müdahale Doktrini

İnsani müdahale, aslında günümüz uluslararası hukukunda yeri olmayan bir kuvvet kullanma şeklidir. Ancak yine de bazı yazarlar çeşitli nedenlerle insani müdahaleyi uluslararası hukukta yeri olan bir yöntem olarak göstermekte veya en azından uygulamada böyle bir yönteme ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedirler. İnsani müdahale kavramının en azından bir örf ve adet kuralı olarak kabul edilmesi de bu yazarlar ve bazı uluslararası kuruluşlar tarafından bir zorunluluk olarak ortaya konulmuştur506.

NATO tarafından gerçekleştirilen Kosova müdahalesinin uluslararası hukuka aykırı olmadığını savunan görüşün, özellikle neo-realist ekol tarafından dile getirildiği görülmektedir. Bu ekol, BM Şartı md 2/4’te ifadesini bulan kuvvet kullanma yasağının mutlak olmadığını ve insani müdahale gibi bazı durumlarda müdahalede bulunulabileceğini ifade etmektedir. Bu yaklaşımın dikkat çektiği ve müdahalenin gerekliliğinin nedeni olarak gösterdiği nedenlerden biriside BMGK’nın 1199 ve 1203 sayılı kararları ile Kosova sorunun bölgede barış ve istikrarı tehdit ettiğini tespit etmesine rağmen veto mekanizması nedeniyle bu saptamanın gerektirdiği önlemleri almasının imkansız olduğunun anlaşılmasını göstermektedir.

Bu ise, BM’nin dayandığı barış ve adalet ilkelerinin korunamamasına neden olacağından BM’nin amaçlarının sağlanması amacıyla kuvvet kullanmak kaçınılmaz bir hal almıştır507.

505 Ralph Zacklin, Beyond Kosovo: The UN and Humanitarian Intervention, (Ed.) Charlotte Ku ve Paul Diehl, London, Lynee Rienner Publication, 2003, s. 374.

506 Groom ve Taylor, a.g.e, s.293.

507 Denk, a.g.m., s. 106-107.

Bu argümanı savunan yazarlar BM Şartı md. 2/4’ü dar yorumlama eğilimi göstererek NATO’nun müdahalesini Şart metni dışında örf ve adet hukuku içerisinde yer aldığını iddia ettikleri insani müdahaleye dayandırmaktadırlar. İnsani müdahale, bir devletin bir başka devletin vatandaşlarını, o devletin kendi zulmünden kurtarmak için, ülkesi dışında kuvvet kullanması olarak tanımlanabilir508. İnsani müdahale hakkını insan hakları temelinde savunan yazarların temel iddiaları şu şekilde ifade edilebilir. Günümüzde insan hakları sorunları bir devletin egemen yetkisi içerisinde görülmemekte ve uluslararası toplumun temel meselelerinden biri olarak kabul edilmekte olup bu haklara saygı gösterme yükümlülüğü tüm devletler için uyulması zorunlu kurallar (erga omnes) haline dönüşmektedir. BM Şartı’nda da insanların temel haklarının korunması ve saygı gösterilmesi tüm devletlerin uyması gereken bir zorunluluk olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu yazarlara göre, bu yükümlülüklerin ihlali durumunda diğer devletler kendilerinin de zarar gördüğünü düşünerek insan haklarını ihlal eden devlete karşı önlemlere başvurmaya yetkilidir. Rodezya ve Güney Afrika’ya ırkçı politikaları nedeniyle yaptırım uygulanması ve ayrıca Ruanda ve Eski Yugoslavya’da meydana gelen insanlık suçları nedeniyle iki ad-hoc Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması müdahale etmeme kuralından bir sapma olduğunu da göstermektedir. Bu doktrini savunan yazarlardan Profesör Lillich, Nanda ve John Norton Moore gibi yazarların insani müdahale kapsamında bir harekette bulunulabilmesi için gerekli olduğunu düşündüğü ortak şartlar ise;

(1) Önleyici diplomasiye öncelik vermek,

(2) İlgili devletin hukuka uymakta isteksiz ya da yetersiz olduğunun görülmesi,

(3) GK’nın temel rolünün ve sorumluluğunun devam etmesi, (4) İnsan hakları ihlallerinin yoğun ve sistematik olması,

(5) İnsani müdahalenin müştereken yapılması ya da müşterek olarak yasallaştırılması,

(6) Kuvvet kullanımının sınırlı olması ve müdahale edilen devletin toprak bütünlüğünün açıkça teyit edilmesi, şeklinde sayılabilir509.

508 Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden…a.g.e., s.174.

509 Simma, a.g.m., s. 2; Zacklin, a.g.e., s. 375 ve 379.

NATO müdahalesinin meşruluğunu savunanlar, uluslararası antlaşmalarda yer almamakla birlikte insani müdahale doktrinin örfi hukukta yer aldığını iddia etmektedirler. Bu nedenle sorun örf ve adet kökenli uluslararası hukukta insani müdahale hakkının bulunup bulunmadığı noktasında düğümlenmektedir. Böyle bir kuralın örf ve adet hukukunda var olduğunun kabul edilebilmesi için öncelikle sürekli ve istikrarlı bir uygulamanın varlığı denilen devletlerin genelinin uygulamaları (maddi öğe) ve bu uygulamanın bir hukuk kuralı olduğu inancıyla yapılması denilen opinio jurisin (manevi öğe) bulunması gerekmektedir. Bu doktrinin örf ve adet hukukunda var olduğunu iddia edenler, BM Şartı’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hedef devletin vatandaşlarının insan haklarının ağır ihlallerini sona erdirmek için diğer devletlerin bu devletin toprak bütünlüğünü ihlal ettiği yeterli sayıda örneğin bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu kişiler 1971 tarihinde Hindistan’ın Bangladeş’e, Belçika’nın 1983 tarihinde Kongo’ya, ABD’nin 1983 tarihinde Granada’ya ve son olarak 1999 tarihinde de NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesini örnek olarak vermektedirler510.

Ne var ki, bir devletin kendi sınırları içinde gerçekleşen insan hakları ihlalleriyle ilgili bir başka devletin müdahale hakkının var olmadığına ilişkin olarak, UAD’nin 1986 tarihli “Nikaragua’da ve Nikaragua’ya karşı Askeri ve Yarı - Askeri Faaliyetler” davası kararındaki yorumu; “ABD, Nikaragua’da insan haklarına saygı hususu bakımından oluşan durumu kendi değerlendirmesine göre yorumlarken, bu saygıyı sağlamak ya da denetlemek için kuvvet kullanımını uygun bir yöntem olarak kullanamaz. … Divan, Nikaragua’da insan haklarının korunmasında türetilen iddianın, ABD’nin davranışı için hukuki bir gerekçe sağlamadığı sonucuna varmıştır.” şeklindedir. Divan’ın bu konudaki kararından da anlaşılacağı üzere insan haklarının korunması amacıyla bir devletin bir başka devlete karşı kuvvet kullanması hukuki olmadığı gibi BM Şartı’nın iç işlerine karışmama ilkesine de (md. 2/7) aykırılık teşkil etmektedir511.

Divan’ın kararı dışında, insani müdahalenin bir örf ve adet hukuku kuralı haline gelmesi için gerekli olan devletlerin genelinin kabulü açısından da sorunlar

510 Alpkaya, a.g.e., s. 13.

511 Alpkaya, a.g.e., s. 19; Nikaragua Davası, ICJ Reports (1986), par. 134.

bulunmaktadır. Sadece iki NATO ülkesi –önce ABD ve daha sonra Belçika- Kosova Müdahalesi’nin yasal bir tek taraflı insani müdahale hakkı olduğunu iddia etmiştir.

NATO Genel Sekreteri Javier Solana, ‘Şiddeti durdurmalı ve ortaya çıkan insani felakete son vermeliyiz,’ demekle yetinmiştir. Dolayısıyla müdahalede söz konusu olan devlet uygulamasına eşlik edecek hatırı sayılır opinio juris eksikliği olmuştur.

NATO’nun müdahalesini BMGK’nın iki daimi üyesi Rusya ve Çin’in yanında Hindistan, Namibya, Belarus, Ukrayna, İran, Tayland, Endonezya ve Güney Afrika’da kınamışlar ve sert bir şekilde savaşa karşı çıktıklarını dile getirmişlerdir.

Müdahalenin ardından, ‘77’ler Grubu’nun 133 gelişmekte olan ülkesi, iki kez, uluslararası hukuka göre tek taraflı insani müdahalenin yasadışı olduğunu belirten bildirgeleri oybirliğiyle kabul etmişlerdir512. Ayrıca insani müdahalenin, örfi bir kural olması açısından NATO üyesi devletler arasında da bir bölünme söz konusudur. Örneğin Almanya’nın NATO müdahalesine katılması konusunda Alman Meclisi’nde alınan karar esnasında Dış İşleri Bakanı Kinkel, NATO operasyonunun ilerisi için bir örnek teşkil etmemesi gerektiğini ve GK güç tekelini elinde bulundurdukça güvenilmez bir durum oluşturmaktan kaçınılması gerektiği şeklinde açıklama yapmıştır. Hem Alman hükümetinin hem de Alman meclisinin, Kosova ile ilgili bu tek olayın genel bir politika ya da kural yaratmamasını vurguladığı görülmektedir. İttifak üyesi Fransa, İtalya ve Norveç de, istisnai olan bu müdahalenin genel kuralı bozmayacağı şeklinde ve NATO müdahalesinin gelecekteki benzer olaylar için bir örnek olamayacağı yönünde Almanya ile benzer bir yaklaşıma sahiptirler. Bu ülkeler alan dışı müşterek güvenlik operasyonlarında BM’in temel rolünün sürmesi gerektiğini ifade etmiştirlerdir513.

Tek taraflı insani müdahale hakkı lehine kayda değer devlet uygulaması ve opinio juris olsaydı bile, ilgili uluslararası hukuk kuralı değişmeden kalabilirdi. Açık

Tek taraflı insani müdahale hakkı lehine kayda değer devlet uygulaması ve opinio juris olsaydı bile, ilgili uluslararası hukuk kuralı değişmeden kalabilirdi. Açık