• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI VE IRAK HAREKATLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI VE IRAK HAREKATLARI"

Copied!
287
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI VE 1991-2003 IRAK HAREKATLARI

Doktora Tezi

SERDAR ÖRNEK

Ankara-2010

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI VE 1991- 2003 IRAK HAREKATLARI

Doktora Tezi

SERDAR ÖRNEK

Tez Danışmanı

Prof.Dr. A. FÜSUN ARSAVA

Ankara-2010

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI VE 1991- 2003 IRAK HAREKATLARI

Doktora Tezi

Tez Danışmanı : Prof. Dr. A. Füsun ARSAVA

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. A. Füsun ARSAVA ...

Prof. Dr. Sertaç BAŞEREN ...

Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK ...

Doç. Dr. Funda KESKİN ...

Doç. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ ...

... ...

Tez Sınavı Tarihi: 02.03. 2011

(4)

ÖNSÖZ

Bu çalışmada Birleşmiş Milletler Şartı öncesinde ve BM Şartı’nın kabulüyle birlikte uluslararası hukuktaki kuvvet kullanımı kurallarının incelenmiş ve özellikle 1990’lar ile 2000’li yılların başlarında meydana gelen 1991 Irak, 1999 Kosova, 2001 Afganistan ve 2003 Irak harekatları sonrasında bazı devletlerin ve örgütlerin bu kuvvet kullanımlarını meşru müdafaa hakkına ve ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayandırılan iddialarının BM Şartı’nda meşru müdafaa hakkını düzenleyen md. 51 ile bir paralellik arz edip etmediğinin ve söz konusu devletlerin iddia ettiği gibi kuvvet kullanımı yasağı ile meşru müdafaa hakkının önleyici meşru müdafaayı da içerecek şekilde içeriğinin değişip değişmediği incelenmiştir.

Bu çalışmamda engin bilgisiyle ve sınırsız hoşgörüsüyle bana her türlü desteği veren, rehberlik eden danışman hocam sayın Prof. Dr. A. Füsun ARSAVA’ya, çalışma esnasında fikirlerinden yararlandığım Emek BAYRAK, Çağla ARSLAN, Umut KEDİKLİ, Gökhan TELATAR ve Dr. Nurdan İPEK ŞEBER’e, Tezimle ilgili Nova Southeastern Üniversitesi’nde yaptığım çalışmada bana yardımcı olan Rina BUBER LEVİNOĞLU’na, Florida da kaldığım sürede karşılaştığım her sorunda bana yardımcı olan sevgili teyzem Elizabeth Domchke ve sevgili arkadaşım Eva GİANESİ’ye, ve bu çalışmanın her aşamasında gösterdikleri özveri ve engin hoşgörü ile bana destek olan sevgili annem Sevim ÖRNEK, sevgili kardeşlerim Çiğdem-Gökhan ÖRNEK’e ve maalesef doktora eğitimim sırasında çok kısa aralıklarla ardı ardına kaybettiğim ama bana olan desteklerini hala hissettiğim sevgili ananem ve dedem Satiye-Mustafa UZUN’a teşekkürleri bir borç bilirim.

Serdar ÖRNEK Kocaeli, Mart 2011

(5)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR………..VI

GİRİŞ……….……..1

BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI…………...7

I) BM ŞARTI’NA KADAR OLAN DÖNEM……….……..…….7

1) KUVVETE BAŞVURMANIN BİR HAK OLDUĞU DÖNEM VE HAKLI SAVAŞ DÜŞÜNCESİ……….………7

A) İlk ve Ortaçağdaki Gelişmeler………..………8

B) Yeni ve Yakın Çağdaki Gelişmeler………....11

2) KUVVETE BAŞVURMA HAKKININ KISITLANMASI…....15

A) Milletler Cemiyeti Misakı………....17

B) Briand-Kellog Paktı………...20

II) BM ŞARTI İLE BAŞLAYAN DÖNEM………..22

1) KUVVET KULLANMANIN YASAKLANMASI………..23

2) KUVVET KULLANMANIN MEŞRU OLDUĞU DURUMLAR………..27

A) Meşru Müdafaa Hakkı………....28

a) Meşru Müdafaa Hakkının Doğal Bir Hak Olması….…29 b) Meşru Müdafaa Hakkının Koşulları……….…...31

aa. Bir silahlı saldırı olması………...31

bb. Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek ve onun olaya el koyması durumunda meşru müdafaa hakkının kullanımına son vermek………34

cc. Orantılılık ve gereklilik koşulu………...35

c) Örf-Adet Hukukunda Meşru Müdafaa Hakkı………....36

d) 51. Madde ile Örf-Adet Hukukundaki Meşru Müdafaa Hakkı Arasındaki İlişki……….39

e) Müşterek Meşru Müdafaa Hakkı………...42

B) Güvenlik Konseyi Kararıyla Uygulanan Zorlama Önlemleri ve Barış Gücü Operasyonları………...………...45

a) Güvenlik Konseyi Kararıyla Uygulanan Zorlama Önlemleri………....45

aa. Yaptırım uygulama kararının verilmesi…………....46

aaa. Güvenlik Konseyi tarafından yaptırım uygulama kararının verilmesi………..…...46

bbb. Genel Kurul tarafından yaptırım uygulama kararının verilmesi……….…………50

bb. Kuvvet kullanma içeren yaptırım kararının uygulanması………53

(6)

aaa. Kararın bölgesel örgütler tarafından

uygulanması………54

bbb. Bazı Birleşmiş Milletler üyelerine kararı yerine getirmek için izin verilmesi……….………..55

b) BM’nin Barış Gücü Operasyonları………..57

aa. Barış gücünün özellikleri ve yerleştirildiği durumlar……….57

bb. Barış gücü operasyonlarının hukuksal özellikleri…59 İKİNCİ BÖLÜM 1991 KÖRFEZ HAREKATI VE 2003 IRAK HAREKATI’NA GİDEN SÜREÇ………...64

I) IRAK İLE KUVEYT ARASINDA Kİ SORUNLAR VE IRAK’IN KUVEYT’İ İŞGALİ………...64

1) IRAK İLE KUVEYT ARASINDA Kİ SORUNLAR………....64

2) IRAK’IN KUVEYT’İ İŞGALİ………....67

II) Devletlerin Irak’ın Kuveyt’i İşgali Karşısında İzlediği Politikalar….74 1) AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ………...74

2) SOVYETLER BİRLİĞİ………..………..77

3) İNGİLTERE………...79

4) FRANSA………..79

5) ALMANYA………...80

6) ÇİN HALK CUMHURİYETİ………...80

7) SUUDİ ARABİSTAN……….…………....81

8) İSRAİL………82

9) SURİYE………..……...83

10) İRAN………..……...84

11) TÜRKİYE………...………..………...84

III) 1991 KÖRFEZ HAREKATI ÖNCESİ YAPILAN BARIŞÇIL GİRİŞİMLER VE KÖRFEZ HAREKATI……….…88

1) BARIŞÇIL GİRİŞİMLER………...88

A) Diplomatik Girişimler………....88

B) BM Kararları……….………...97

2) KÖRFEZ HAREKATI……….……….….110

IV) 1991-2003 YILLARI ARASINDA IRAK’A UYGULANAN BM YAPTIRIMI VE HAREKATA GİDEN SÜREÇ……….……...116

1) IRAK-KUVEYT SINIRI……….………...117

2) TAZMİNAT SORUNU……….…..118

3) EKONOMİK YAPTIRIMLAR………..……...118

4) IRAK’IN SİLAHSIZLANDIRILMASI………119

(7)

V) 2003 IRAK HAREKATI SÜRECİNDE DEVLETLERİN

POLİTİKALARI..…...137

1) RUSYA………...…137

2) AVRUPA BİRLİĞİ………...…139

3) ÇİN HALK CUMHURİYETİ………....141

4) SUUDİ ARABİSTAN……….….143

5) İSRAİL……….144

6) SURİYE………...….145

7) İRAN………...146

8) TÜRKİYE………..………..148

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI KURALLARINDAKİ GELİŞMELER VE 2003 IRAK HAREKATI………...153

I) KOSOVA SORUNU VE NATO MÜDAHALESİ………...153

1) KOSOVA SORUNUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ………..153

2) KOSOVA SORUNUNA ULUSLARARASI TOPLUMUN VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN YAKLAŞIMI ……….159

3) NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ VE ULUSLARARASI HUKUK………...166

A)Müdahalenin Uluslararası Hukuka Aykırı Olduğu Görüşü……..168

B) İnsani Müdahale Doktrini………...174

II) 11 EYLÜL OLAYLARI VE AFGANİSTAN OPERASYONU……….179

1) GÜVENLİK KONSEYİ’NİN 11 EYLÜL TERÖR SALDIRILARI SONUCU ALMIŞ OLDUĞU KARARLAR……….181

2) ABD’NİN AFGANİSTAN’A KARŞI KUVVET KULLANIMININ MEŞRU MÜDAFAA HAKKI ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ………..184

III) BUSH DOKTRİNİ VE ULUSLARARASI HUKUK…….…...198

IV) ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA HAKKI ………...205

1) 51. MADDENİN YORUMLANMASI SORUNU………209

2) ÖRF VE ADET HUKUKUNDA ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA HAKKI………..………...211

V) 2003 IRAK HAREKATI VE ULUSLARARASI HUKUK………....213

1) 2003 IRAK HAREKATI VE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI………...215

2)GÜVENLİK KONSEYİ KARARLARI AÇISINDAN IRAK HAREKATI’NIN MEŞRUİYETİ…………..………..…….228

3) İNSANİ MÜDAHALE AÇISINDAN 2003 IRAK HAREKATI……...242

(8)

4)DEMOKRASİ YANLISI MÜDAHALE AÇISINDAN 2003 IRAK

HAREKATI……….242

SONUÇ……….………...245

KAYNAKÇA………..………….257

TÜRKÇE ÖZET……….277

İNGİLİZCE ÖZET………....278

(9)

KISALTMALAR

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri ABM Anti Balistik Füze Antlaşması

AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı BDT Bağımsız Devletler Topluluğu

Bkz. Bakınız

BM Birleşmiş Milletler

BMGK Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi FKÖ Filistin Kurtuluş Örgütü

GK Güvenlik Konseyi KKO Kosova Kurtuluş Ordusu KİS Kitle İmha Silahları

IAEA Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı

INC Iraqi National Congress (Irak Ulusal Kongresi) MC Milletler Cemiyeti

MGK Milli Güvenlik Kurulu Md. Madde

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği UAD Uluslararası Adalet Divanı

UAEA Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı UGK Ulusal Güvenlik Kurulu

UGSB Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi UNIKOM BM Irak-Kuveyt Gözlem Gücü

United Nations Iraq-Kuweit Observation Mission UNMOVIC BM İzleme Onaylama ve Denetim Komisyonu UNSCOM BM Özel Komisyonu

YAYP Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi

(10)

GİRİŞ

Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’na kadar olan süreçte kuvvet kullanmak devletler için bir hak olarak kabul edilmekle birlikte, bu hakkın kullanılması için bazı koşulların yerine getirilmesi gerektiği doktrinde ileri sürülmüş ve ilk dönemlerde de belli ölçülerde bu koşullara uyulmuştur. İlk çağlarda Yunanlı ve Romalı düşünürler, orta çağda da bazı Hıristiyan din adamları tarafından ortaya atılan nedenin haklı olması veya savaşın ilan edilmesi gibi koşullar XVII. yüzyıldan itibaren devletlerin uygulamasından tamamen çıkmıştır.

XX. yüzyıl başında ise askeri teknolojinin ulaşmış olduğu seviye sonucu artık savaşlar yalnızca bir alanda karşı karşıya gelen iki ordu arasında yapılıp bitmemekteydi. Siviller de savaşın yıkıcılığıyla yüz yüze gelmişlerdir. Fakat devletler, yüzyıllardır sahip oldukları kuvvet kullanma hakkından hemen vazgeçmemişlerdir.

Askeri saldırıya yasal sınırlamalar getirilmesinin gerekliliği konusunda devlet adamlarının ikna edilebilmesi için Birinci Dünya Savaşı’nın yaşanması gerekmiştir.

İlk çaba 1919’da, Milletler Cemiyeti (MC) Misakı’nın Versailles’de kabulü sırasında gösterilmiştir. Misak uyarınca, Cemiyet Konseyi savaşa yöneliyor görünen ülkelere tavsiyede bulunabilme yetkisine sahiptir. Ancak, konsey üyeleri kendi aralarında anlaşmaya varamazsa, uyuşmazlık içindeki hükümetler “hak ve adaletin korunması için gerekli” olduğunu düşündükleri herhangi bir eylemi gerçekleştirmekte özgürdürler. 1928 tarihli Briand-Kellogg Paktı “uluslararası anlaşmazlıkların çözümü için savaşa başvurma”yı yasaklamıştır. Böylece ilk kez devletlerin savaşa başvurma hakkı uluslararası düzeyde yasaklanmıştır. Fakat MC Misak’ında ve Briand-Kellogg Paktı’nda da savaş teriminin kullanılması savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarının yasak dışında bırakılmasına neden olmuş, devletler girdikleri çatışmaları savaş olarak adlandırmayarak kuvvet kullanmama yükümlülüklerinden kurtulma yoluna gitmişlerdir. Sonuçta MC ve Briand-Kellogg Paktı uluslararası barışı korumakta başarısız olup II. Dünya Savaşı yaşanınca, BM Şartı’nı hazırlayanlar son

(11)

derece belirsiz bir içerik kazanan savaş teriminin yerine savaşın yanı sıra savaşa varmayan askeri güç kullanımlarını da içeren kuvvet kullanımı terimini tercih etmişlerdir.

1945’te, BM Şartı bütün ülkelerin kuvvet kullanma tehdidinde bulunmalarını ya da kuvvet kullanmalarını yasaklamıştır. Günümüzde uluslararası hukukta kuvvet kullanılmasına ilişkin temel düzenlemeyi, BM Şartı md. 2/4 oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu maddede BM üyeliğinin ana yükümlülüğü belirtilmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra kabul edilen şartın temel hedefi, kuvvet kullanımıyla ilgili açık kurallar getirmek ve bu kuralların yürürlüğe konmasında kullanılacak kurumsal bir çerçeve çizmektir. BM üyeleri, uluslararası ilişkilerinde herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, BM’nin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanmaya başvurmaktan kaçınmak zorundadırlar. Kuvvet kullanma yasağının istisnaları; devletlerin BM Şartı’na uygun olarak kullanabilecekleri meşru müdafaa hakkı ve Güvenlik Konseyi (GK) kararıyla uygulanan kuvvet kullanımıdır.

Devletler, doğal hukuk görüşü çerçevesinde meşru müdafaa hakkına doğal olarak sahip olduklarını kabul etmekle birlikte, egemenlik yetkilerinin bir uzantısı olarak her durumda savaşa başvurma hakları olduğunu düşündükleri dönemde meşru müdafaa hakkına atıf yaparak kuvvet kullanma ihtiyacı duymamışlardır. Devletlerin kuvvet kullanma yetkilerine sınırlama ve yasaklamalar getirilmeye başlanması ile birlikte her devletin kendisini işgal veya saldırıdan korumak amacıyla başvurabileceği bir hak olan meşru müdafaa önem kazanmaya başlamıştır. Bu yüzden bazı devletler, kuvvet kullanma yasağını kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp sınırlandırmaya çalışırken, meşru müdafaa hakkının sınırlarını genişletmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede kimi devletler gerçekleştirdikleri kuvvet kullanımlarını meşru müdafaa hakkının kapsamına sokmaya çalışarak BM Şartı md. 51’ de belirtilen meşru müdafaanın içeriğini değiştirmeyi denemişlerdir.

Kuvvet kullanma yasağının ikinci istisnası olarak BM Şart’ında GK’ya

“barışa karşı bir tehdidin varlığı, barışın bozulması ya da saldırı eylemi” durumunda

(12)

karar verme, yaptırım koyma ve “gerektiğinde hava, deniz ve kara birlikleriyle eylemde bulunma” yetkileri verilmiştir. Ayrıca GK’da İngiltere’ye, Çin’e, Fransa’ya, Sovyetler Birliği’ne ve Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) daimi üyelik ve kararları veto yetkisi verilmiştir. Bunun yanında GK’nın her zaman her saldırı eylemine tam olarak yanıt veremeyebileceği düşünülerek, meşru müdafaa hakkı devletlerin kuvvet kullanımı için bir istisna olarak kabul edilmiştir.

BM sisteminde, uluslararası barış ve güvenliği korumada birincil derecede sorumluluk GK’ya verilmiştir. BM Şartı md. 47’de, GK’nın gerektiğinde harekete geçebilmesi ve kendisine bağlı birlikleri kullanabilmesini kolaylaştırmak amacıyla askeri danışmanlık yapabilecek bir Askeri Kurmay Komitesi kurulması ve GK emrindeki tüm askeri birliklerin komite tarafından yönetilmesi planlanmıştır. Md.

43’te kuvvet oluşturulması için, BM üyelerinin GK ile özel antlaşmalar yapmaları öngörülmüştür. GK, bu özel antlaşmalarla emrine verilen güçleri gereksinim duyduğu anda kullanabilecektir. Şartta bu tür düzenlemelere gidilmesi aslında örgüt kurulurken daha aktif ve işlevsel bir güvenlik sistemi oluşturulmasının planlandığını göstermektedir. Fakat md. 43’de söz edilen antlaşmalar yapılarak yürürlüğe konulamamış, md. 47’de öngörülmüş bulunan Askeri Kurmay Komitesi kurulamamıştır. Bu yüzden GK müdahale etmesi gereken durumlarda kendisi askeri kuvvet kullanamamış, üye devletleri kuvvet kullanımı ile yetkilendirmekle ve üye devletlere kuvvet kullanımını tavsiye etmekle yetinmiştir. Bu yüzden uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusunda bir boşluk oluşmuştur.

Bu da özellikle 1990 sonrasında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte uluslararası terörizm ve Kitle İmha Silahları (KİS) gibi yeni tehdit algılamalarının artmasına ve birtakım devletlerin, meşru müdafaanın önleyici yönüne atıf yaparak silahlı güç kullanımlarına kapı aralama çabalarının artmasına neden olmuştur.

ABD’ye 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen terör saldırıları sonucunda ABD yönetimi, uluslararası terörizmi yok etmek ve radikal unsurlara karşı savaşı kazanmak için önleyici eylemde bulunma hakkına dayalı bir strateji geliştirmiştir.

(13)

İşte bu noktada meşru müdafaa hakkının kapsamının belirlenmesi ve hangi şartlar altında kullanılabileceğinin tespiti, devletlerin hukuka uygun olmayan haksız kuvvet kullanımlarını meşrulaştırmak için kendilerine bu hakkı dayanak göstermelerinin önüne geçilmesi açısından önemlidir.

Bu çalışmanın amacı; BM Şartı öncesinde ve BM Şartı’nın kabulüyle birlikte uluslararası hukuktaki kuvvet kullanımı kurallarının incelenmesi ve özellikle 1990’lar ile 2000’li yılların başlarında meydana gelen 1991 Irak, 1999 Kosova, 2001 Afganistan ve 2003 Irak Harekatları sonrasında bazı devletlerin ve örgütlerin bu kuvvet kullanımlarını meşru müdafaa hakkına ve ilgili BMGK (BMGK) kararlarına dayandırılan iddialarının BM Şartı’nda meşru müdafaa hakkını düzenleyen md. 51 ile bir paralellik arz edip etmediğinin ve söz konusu devletlerin iddia ettiği gibi kuvvet kullanımı yasağı ile meşru müdafaa hakkının önleyici meşru müdafaayı da içerecek şekilde içeriğinin değişip değişmediğinin araştırılmasıdır. Kuvvet kullanımı yasağı bazı devletler ve uluslararası örgütler tarafından ihlal edilmiş olsa dahi, BM Şartı md.

2/4’teki kuvvet kullanma yasağının halen geçerliliğini koruduğunun ve md. 51’de belirtilen silahlı saldırının varlığı dışında meşru müdafaa hakkının kullanılmasının mümkün olmadığının göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Meşru müdafaa hakkının kuvvet kullanımı yasağını sınırlandırıcı bir şekilde önleyici meşru müdafaa hakkı ya da terörizme karşı meşru müdafaayı kapsaması meşru müdafaa hakkının kötüye kullanılmasına yol açabilir. Bu çerçevede yürürlükte olan uluslararası hukukta kuvvet kullanımının devletler açısından tek istisnası bulunmaktadır. Bu da BM Şartı md.

51’de tanımlanmıştır. Devletlere tanınan meşru müdafaa hakkı terörizme karşı meşru müdafaayı veya önleyici meşru müdafaayı içermemektedir. Diğer taraftan insani müdahale ya da demokrasi adına yapılan müdahaleler günümüz uluslararası hukukunda meşru bir kuvvet kullanımı gerekçesi oluşturmamaktadır.

Bu çerçevede çalışmanın birinci bölümünde BM Şartı kabul edilmeden önce haklı savaş düşüncesi, MC Misakı, Briand-Kellog Paktı çerçevesinde kuvvet kullanımı konusunda getirilen düzenlemeler incelenmektedir. Daha sonra, BM Şartı ile getirilen kuvvet kullanımının yasaklanması ve bu yasağın istisnalarını oluşturan

(14)

meşru müdafaa hakkı ve GK’da alınan kararlar sonucu kuvvet kullanımı ve barış gücü operasyonları ele alınmaktadır.

İkinci bölümde ise; ilk önce 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine başlayan kriz incelenmiştir. ABD 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde iki gerekçe ileri sürmüştür. Bunlardan birincisi Irak’ın 1991 Harekatı’ndan sonra getirilen silahsızlanma yükümlülüklerine uymadığı, hala KİS’e sahip olduğu ve Irak’ın El-Kaide ile işbirliği içinde olduğu kendisine saldırılmasını beklemeden önleyici meşru müdafaa hakkı kullanıldığı yolundadır. İkinci gerekçe ise BMGK 678 sayılı kararı ışığında Irak’ın Kuveyt’ten 15 Ocak 1991’e kadar çekilmemesi halinde Irak’a karşı kuvvet kullanılmasını içeren karara istinat ettirilmiştir. Irak’ın söz konusu tarihe kadar Kuveyt’ten çekilmemesi üzerine Irak’a karşı kuvvet kullanılmış ve Irak’ın yenilgiyi kabul etmesi üzerine Irak’la BM arasında bir ateşkes antlaşması imzalanmış ve GK’nın 687 sayılı kararı ile bu durum resmileştirilmiştir. Irak’a 687 sayılı GK kararıyla başta silahsızlanma konusunda olmak üzere bir takım yükümlülükler yüklenmiştir. Silahsızlanma sürecini denetlemek üzere de BM Özel Komisyonu (UNSCOM) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) görevlendirilmiştir. Fakat bu süreç çeşitli nedenlerden dolayı sık sık kesintiye uğramıştır. ABD Irak’ın yükümlülüklerini yerine getirmediğini iddia ederek 687 sayılı GK kararının yürürlükten kalktığını, 678 sayılı GK kararının tekrar yürürlüğe girdiğini ve bu çerçevede ABD’ye Irak’a karşı kuvvet kullanma hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. Bu iddiaların geçerli olup olmadığının anlaşılabilmesi için 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve 20 Mart 2003’e kadar devam eden süreç incelenmiştir.

Bu çerçevede ikinci bölümün birinci kısmında Irak ile Kuveyt’in arasındaki sorunlar; ikinci kısmında devletlerin Irak’ın Kuveyt’i karşısında izlediği politikalar;

üçüncü kısmında Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine sorunun çözümü için başlayan diplomatik girişimler ve sorunun çözümü için alınan BM GK kararları; dördüncü kısmında ise 1991-2003 yılları arasında Irak’a uygulanan BM yaptırımı ve savaşa giden süreç, beşinci kısımda ise 2003 Irak Harekatı karşısında devletlerin izlediği politikalar açıklanmıştır.

(15)

Üçüncü bölümde de, BM Şartı md. 2/4’de belirtilen kuvvet kullanma yasağı ile bunun devletler açısından tek istisnasını oluşturan BM Şartı md. 51’de yer alan meşru müdafaa hakkının kapsamlarının tartışılmasına yol açan önemli gelişmeler incelenmektedir. Bu çerçevede birinci kısımda Kosova sorunu ve NATO müdahalesi;

ikinci kısımda 11 Eylül olayları ve Afganistan Operasyonu; üçüncü kısımda Bush Doktrini ve bunun uluslararası hukuka uygunluğu; dördüncü kısımda Bush Doktrini ile artan önleyici meşru müdafaa hakkının hukukiliği tartışmaları; beşinci kısımda ise 2003 Harekatı’nın uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı ve bu çerçevede yapılan tartışmalar ele alınmaktadır.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM: ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANIMI

I) BM ŞARTI’NA KADAR OLAN DÖNEM

1) KUVVETE BAŞVURMANIN BİR HAK OLDUĞU DÖNEM VE HAKLI SAVAŞ DÜŞÜNCESİ

Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’na kadar olan süreçte kuvvete başvurmak devletler için bir hak olarak kabul edilmekle birlikte bu hakkın kullanılması için bazı koşulların yerine getirilmesi gerektiği doktrinde ileri sürülmüş ve ilk dönemlerde de belli ölçülerde bu koşullara uyulmuştur. Bu konuyla ilgilenen sosyal bilimciler bir savaşın ne zaman haklı olduğu konusuna büyük yer ayırmışlar ve devletler de silahlı güç kullandıkları zaman, bunu genelde kuvvete başvurmayı haklı hale getirdiğini düşündükleri gerekçelere dayandırmışlardır.

Haklı savaş, en geniş anlamıyla, Batı kültüründe siyasal amaçlar doğrultusunda zor kullanımının ne zaman haklı görülebileceğini belirlemeye, böyle haklı durumlarda bile zor kullanımını sınırlamaya çalışan tüm düşünce ve pratikleri içermektedir1.

Haklı savaş kuramcıları savaşın haklı olup olamayacağını belirlemeye yönelik bazı ölçütler ortaya koymuşlardır. Bu ölçütler genel olarak, haklı bir neden, hukuka uygun otorite, hukuka uygun niyet/iyi niyet, zor kullanımının amacın ötesinde zarar vermemesi ya da orantılılık, savaşa son çare olarak başvurulması, amacın barışa ulaşmak olması ve son olarak, savaşın başarı şansının olmasıdır2.

İlk çağlarda Yunanlı ve Romalı düşünürler tarafından ortaya atılan nedenin haklı olması veya savaşın ilan edilmesi gibi koşullar XVII. yüzyıldan itibaren

1 James Turner Johnson, “Haklı Savaş”, Blakwell Siyasal Düşünceler Ansiklopedisi, Cilt I., çev.

Bülent Peker ve Nevzat Kıraç, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1994, s. 321.

2 Fulya A. Ereker, “İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş Kavramı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 4, Kış 2004, s.2.

(17)

devletlerin uygulamasından tamamen çıkmıştır. XVII. yüzyıldan itibaren hukuk kaynağı olarak olması gerekene değil olana, yani devletlerin uygulamasına dayanan yaklaşımın ortaya çıkmasıyla öğreti de bu değişime ayak uydurmuştur. Bundan sonra artık gerek gördüğü anda savaşa başvurmak devletlerin egemenliğinin bir parçası ve bir hak olarak kabul edilmiştir3. Haklı savaş kuramı konusundaki gelişmeler ilk ve orta çağdaki gelişmeler ile yeni ve yakın çağ dönemlerindeki gelişmeler olarak iki dönemde incelenebilir.

A) İlk ve Ortaçağdaki Gelişmeler

İlk çağlarda iki çeşit devlet tipi görülmektedir; birincisi kendi kendine yetmeye çalışan site devletleridir. İkincisi ise aşılmaz bir tabii engelle veya yenilmez bir rakiple karşılaşıncaya kadar genişlemeye çalışan ve bu yayılışında rastladığı bütün kavimleri tek bir merkezi otoriteye bağlayan imparatorluklardır. Bu iki çeşit topluluğun gerek kendi aralarında gerekse farklı gruplarla ilişkilerinde devamlı bir savaş durumu vardır. Egemen devletlerin savaş hakları en tabii bir hak olarak kabul edilmiştir. Yenilenin canı ve malı üzerinde yenenin mutlak hak sahibi olması dönemin ana kaidesidir4.

Bu siyasi yapıya rağmen haklı savaş kuramının temelleri de ilk çağlarda atılmıştır. Haklı savaş kuramının ilk kaynaklarının Yahudi geleneği, Roma ve Germen dünyasının pratikleri olduğu söylenebilir. Yahudi geleneğinde dinsel, savunma amaçlı ve geçici5 olmak üzere üç çeşit savaş bulunmaktadır. Yahudi geleneğinde tanımlanmış olan bu savaş türlerinden tanrı tarafından yönetilen dinsel savaş düşüncesini, daha sonraki dönemlerde Aurelius Augustine ‘de (St. Augustine) bulabiliriz. St. Augustine, haklı savaş kuramının kaynağı olan çalışmasında Tanrı tarafından yönetilen bu dinsel savaşları koşulsuz “haklı” kabul etmektedir6. Haklı

3 Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Ankara, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1998, s.23.

4 Seha L. Meray, Devletler Hukukuna Giriş, Birinci Cilt, Üçüncü Basım, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1968, s.5.

5 Saldırı amacıyla yapılan kralların savaşlarıdır.

6 James Turner Johnson, “Historical Roots and Sources of the Just War Tradition in Western Culture”, (Ed.) John Kelsay ve James Turner Johnson, Just War and Jihad, Newyork, Grenwood Press, 1991, s 6-.8.

(18)

savaş için tanımlanmış olan savunma, haksız yere alınmış bir yeri geri almak ve kötülüğü cezalandırmak gibi nedenler Roma hukukunda tanımlanmıştır. Ortaçağ’da geliştirilen savaşan-sivil ayrımı ise büyük oranda Germen dünyasındaki şövalye geleneğindeki şövalye olan-olmayan ayrımından kaynaklanmaktadır7.

Hıristiyanlığın erken dönemlerinde savaş, Hz. İsa’nın şiddet kullanmamaya yönelik “birisi sana vurduğunda sen öbür yanağını dön” sözlerine dayanılarak reddedilmişse de, MS. II. yüzyıldan itibaren hıristiyanların savaşa katıldığı ve askeri hizmet almayı kabul ettikleri görülmektedir. Haklı savaş kuramının babası sayılan St.

Augustine’nin akıl hocası St. Ambrose, hıristiyan dininin komşu sevgisi yükümlülüğünün, haksız yere zarara maruz kaldığında onu korumayı gerektirdiğini öne süren ilk kişidir. Bu paradigma, hıristiyan düşünüşünde haklı savaş kuramının temeli olarak kabul edilebilir8.

St. Augustine’e göre mutlak haklı olan Tanrı’nın savaşları dışında bir savaşın haklı sayılabilmesi için haklı bir nedenin olması, savaşın meşru otorite tarafından yapılması ve iyi niyetin bulunması gereklidir. St. Augustin’e göre, niyetler ancak Tanrı sevgisinden kaynaklanırsa “iyi” olabilir. Haklı savaş yalnızca savunma savaşı anlamına da gelmez. Gözlemlenen bir kötülüğü cezalandırmak, bir haklı savaş nedeni olarak kabul edilmiştir. Yine de cezalandırma ve öç alma amacıyla savaşa, başka çözüm yolu kalmamışsa başvurulması gerektiğini de vurgulamaktadır. Haklı bir neden, yalnızca meşru otoriteye savaş yapma yetkisini vermektedir. Fakat, Augustine’nin görüşlerinde yöneticilerin, haklı bir nedenin gerekliliği ile sınırlandığı da açıktır.

Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’da uzun süren bir istikrarsızlık dönemi başlamıştır. Bu dönemde haklı savaş doktrini hıristiyan kilisesi tarafından kabul edilmiştir9. Yerel soyluların ve milislerin yağma gibi zararları, özellikle X. yüzyıl kilise hukukçularının “Tanrı Barışı” fikrini ortaya atmalarında

7 Ereker, a.g.m., s.7.

8 Johnson, “Historical Roots and Sources of the Just War…a.g.e.”, s.9.

9 Fatma Taşdemir, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, USAK Yayınları, 2006, s.96.

(19)

etkili olmuştur. Tanrı barışı, sivillerin dokunulmazlığı ile ilgilidir ve kilisenin savaşan-savaşmayan ayrımı yapma yönündeki bir girişimidir. XI. yüzyıla gelindiğinde yine kilise hukukçuları tarafından ortaya konulan “Tanrı’nın Ateşkesi”

fikri ile haklı bir nedeni olsa da, savaşı engelleme amaçlanmış ve bu doğrultuda hıristiyan bayramları ve çarşamba günbatımından pazartesi gündoğumuna kadar savaşmak yasaklanmıştır10.

XII. yüzyılda haklı savaş kuramın bütünleşmesi, İtalyan kilise hukukçusu Gratian’ın “Decretum” adlı eseriyle gerçekleşmiştir. Decretum’da daha önce haklı savaş konusunda ortaya konan görüşler bir araya getirilmiş, bütünleşme sağlanarak bu kuramın gelişmesinin yolu açılmıştır. Gratian’ın Decretum’da temel olarak ilgilendiği konu, hıristiyanların savaşmasına izin verilip verilmeyeceğidir. Sonuç olarak Decretum’da, hıristiyanların haksız yere alınmış bir şeyi geri almak, kötülüğü cezalandırmak ve maruz kalınan zararların öcünü almak gibi nedenlerle savaşa girebileceği ileri sürülmüştür 11.

Thomas Aquinas “Summa Theologica” adlı eserinde savaşa başvurmak her zaman günah mıdır? Sorusunu cevaplandırırken bir savaşın üç koşulu barındırması durumunda haklı hale geleceğini savunmaktadır. Bu koşullar: Haklı bir neden, savaşı tek merkezden örgütleyip sürdürebilecek bir otoritenin varlığı ve iyi niyettir12. Bir haklı nedenin olması için karşı tarafın mutlaka suçlu olması gerektiğini öne sürmüştür. Bu suç, cezalandırılmayı hak edecek ölçüde ciddi bir suç olmalıdır.

Aquinas meşru müdafaa ile ilgilenmez çünkü saldırı, kendiliğinden savaşın haklılığını doğuran bir unsurdur. Kamusal düzene zarar verenleri öldürmenin hukuki olduğunu, fakat bu öldürme hakkının yalnızca kamusal otoriteye sahip olanlar için geçerli olduğunu söylemiştir. Barışı sağlamak, acımasız davranmamak, masumlara zarar verilmemesi iyi niyetin içerdiği koşullardandır13.

10 Ereker, a.g.m., s.8-11.

11 Johnson, “Historical Roots and Sources of the Just War…a.g.e”, s.13.

12 Meray, a.g.e., s.18.

13 Ereker, a.g.m., s.12-13.

(20)

B) Yeni ve Yakın Çağdaki Gelişmeler

Haklı savaş bağlamında modern dönem, 1530’lu yıllar İspanyasından başlatılabilir. Bu dönemin haklı savaş kuramına en önemli katkısı, haklı savaşı uluslararası hukuk temeline oturtmuş olmasıdır. Bu dönemde Fransisco De Vitoria, Fransisco Suarez, ve Hugo Grotius gibi yazarlar çalışmalarıyla haklı savaş kuramına önemli katkılar sağlamışlardır. Haklı savaş kuramının XVI. ve XVII. yüzyıllardaki gelişimiyle paralel bir biçimde ortaya çıkan modern devletin doğuşu ve devletin egemenliğinin kabulü, kuramın aynı zamanda hızlı bir biçimde geri plana itilmesine de yol açmıştır. Bu dönemde, büyük, iyi örgütlenmiş, yapı olarak mutlakiyetçi ve ulusal yeni bir devlet sistemi oluşmuştur. Böylece Machiavelli, Hobbes ve Clausewitz gibi yazarların görüşleriyle desteklediği gibi savaş devletin amaçlarına ulaşması ve bekası için kullanması gereken sıradan bir araç haline dönüşmüştür.

Francisco De Vitoria bir toplumun diğer bir topluma açacağı savaşı, hiçbirinden ödün verilemeyecek üç ölçüte bağlı kılmıştır: Haklı neden, meşru otorite ve iyi niyet. Öncelikle bu saldırı daha önceden yapılmış bir haksızlığı cezalandırmak için yapılmalıdır. İkinci olarak yalnızca meşru otoritenin savaş açma yetkisinin olduğuna ilişkindir. Kral eğer yasal yoldan kral olmuşsa, tüm otorite ondadır ve kral olmadan savaş ya da barış gibi kamusal işleri ilgilendiren kararlar alınamaz. Vitoria için iyi niyet, yalnızca uğranılan zararın karşılanmasının amaçlanmasıdır. Bu ölçüte uyulmadığı sürece, haklı bir savaş haksız duruma düşecektir. Vitoria Ortaçağ’dan önemli bir fark da ortaya koyarak dinsel farklılığın kesinlikle bir haklı neden olamayacağını söylemiştir. İmparatorluğun topraklarını genişletme isteği, prensin kişisel çıkarı ya da şan-şeref elde etme arzusu da bir savaşın haklı nedeni olamaz14.

Fransisco Suarez’e göre, uluslararası ortamda devletin egemenliği mutlak bir irade bağımsızlığı ile karşı karşıyadır; bu bağlamda ulusal sınırlar içerisinde devlet barışa yönelirken, bir bakıma Hobbesçu bir biçimde kaos alanı sayılan uluslararası

14 Cemal Bali Akal, Modern Düşüncenin Doğuşu: İspanyol Altın Çağı, Üçüncü Baskı, Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s.61-63.

(21)

ortamda hakkını savaşarak almaya yönelecektir15. Suarez de haklı savaşın, haklı neden, meşru otorite ve iyi niyetten oluşan üç koşulu olduğunu öne sürmüştür 16. Suarez, prestij ve zenginlik sağlamanın haklı bir savaşın nedeni olamayacağını öne sürmüştür. Suarez, dinsel farklılıkları da haklı savaş nedeni saymamıştır. Suarez, yine kendisinden önceki haklı savaş kuramcılarından farklı olarak, başarı şansını bir haklı savaş koşulu olarak görmemiştir. Savaşın haklılığı konusunda kuşkular olduğunda bir devletin savaş açması için, bundan emin olmasa bile, haklı olabileceğini düşünmesi yeterlidir. Suarez’e göre, devletin üzerinde başka bir güç olmadığı için, kimsenin yargısına boyun eğmek zorunda değildir ve dolayısıyla kendi kendisinin yargıcıdır17.

Uluslararası hukukun kurucularından kabul edilen Hollandalı hukukçu Hugo Grotius, “De Jure Belli Ac Pacis” (Savaş ve Barış Hukuku) adlı eserinde haklı savaş kuramına önemli katkılarda bulunmuştur. Grotius’a göre, Tanrı’nın ilk bakışta hıristiyanlara haksız bir saldırı karşısında bile zor kullanma hakkını tanımamış gibi görünmesi aslında İncil’in yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. “…İncil bize komşumuzu kendimiz kadar sevmemizi buyurmaktadır, kendimizden çok sevmeyi değil…” diyen Grotius, bu anlamda haksız bir saldırı karşısında savunmasız kalmanın Tanrısal bir buyruk olmadığını öne sürerek, savaşın kutsal hukuka da aykırı olmadığını kanıtlamıştır18.

Grotius, savaşı haklı gösteren nedenleri şu şekilde sıralamaktadır; bizim olan bir şeyi savunma, bize borçlu olunan bir şeyi elde etmeye çalışma ve cezalandırma19. Grotius, bir savaşta kesinlikle haklı sayılamayacak nedenleri ise, “göz boyayıcı nedenler” olarak tanımlamıştır. Grotius’a göre göz boyayıcı nedenler: Komşu bir devletin güçlenmiş olmasından duyulan korku, daha verimli topraklar elde etmek isteği, başkalarının elinde olan şeyleri ilk kendi bulmuş gibi gösterip elde etmeye

15 Cemal Bali Akal, “Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir: Vitoria, El Inca ve Spinoza’da İletişim Hakkı”, Doğu-Batı, Cilt. 6, No. 24, 2003, s.15.

16 Ereker, a.g.m., s.17.

17 Akal, “Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir…a.g.m.”, s.16.

18 Ahmet Haluk Atalay, Uluslararası Hukukun Oluşumu: İlk Küreselleşme Dönemi (1492-1648), İstanbul, Göçebe yayınları, 1997, s.85.

19 Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku (De Jure Belli Ac Pacis), Çev. Seha L. Meray, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1967, s.51.

(22)

çalışmak, başkalarına iyilik yapma bahanesiyle onları boyunduruk altına almak, imparator ya da kilisenin evrensel buyurma hakkı olduğu inancıyla, kişisel çıkarları için savaşa girişmek ve son olarak da boyunduruk altındaki bir halkın bağımsızlık isteğiyle savaşmasıdır20.

Haklı savaş öğretisi de devletlerin uygulamalarındaki etkisini özellikle XVI.

yüzyıldan itibaren yitirmiştir. Bu yeni düzenin savaş kavramını en iyi Machiavelli özetler: Prens gerekli gördüğü her durumda savaşa başvurma hakkına sahiptir.

Niccolo Machiavelli için en öncelikli sorun devletin bekası olduğundan, savaş da prensin (ya da siyasal otoritenin) amaçlarına ulaşabilmesi için gerekli bir araç olmaktadır. Ülkenin güvenliği söz konusu olduğunda, Machiavelli’ye göre neyin haklı ya da haksız, merhametli ya da acımasız, övgüye değer ya da utanç verici olduğu önemli değildir. Bir ülke, ister şan ve şerefle, isterse de alçaklık ve utançla olsun bir şekilde savunulmalıdır.

Ulus devlet ya da ulusal çıkar adına savaşı haklılaştırma, Machiavelli sonrası ya da modern dönemin de temel belirleyici olgusu olmuştur. Modern dönemde prensler, zorunlu olduğunu düşündükleri her durumda savaşmış ve bu kararlarının yargılanamayacağı bir egemenlik kazanmışlardır21. Yine bu dönemde devletlerin egemenliklerinin bir sonucu olarak kendi rızaları dışında hiçbir yasayla veya üst hukukla bağlı olmadığı kabul edilmiştir. Eğer egemenlik herhangi bir şekilde sınırlandırılmışsa, bu sınırlar ancak ve ancak devletin kendi istemiyle kabul etmiş olduğu sınırlardır22. Artık devletin üzerinde hukuk kabul edilmiyordu ve zafer için savaşın yürütülmesine ilişkin genel kabul gören kurallar da umursanmayabilmekteydi. Artık “inter arma silent leges” (savaş zamanı hukuk susar) ifadesi geçerli kabul edilmekteydi. Herkesin ulusal çıkarını gerçekleştirmek için mücadele edeceği bir dünya için haklı savaş kuramı da yeterince dünyevi görünmemekteydi23.

20 Grotius, a.g.e., s.156-160.

21 Ereker, a.g.m., s.23.

22 Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk, I. Kitap, 2.B., İstanbul, Filiz Kitabevi, 1987, s.219.

23 Ereker, a.g.m., s.24.

(23)

XVII. yüzyılda, Machiavelli’nin bir önceki yüzyılda ortaya koyduğu güç ve egemenlik merkezli yaklaşımı izleyen Leviathan’ın yaratıcısı Thomas Hobbes olmuştur. Devletlerarası ilişkileri “doğa durumu” olarak tanımlayan Hobbes, savaşı da bu doğa durumunun bir parçası saymıştır. Doğa durumu, düzen, hukuk ve adaletin var olmadığı ve insanların daha fazla güç elde etme arzusundan kaynaklanan

“herkesin herkesle savaştığı” bir durumdur24. Hobbes, devletler için kazançlı bir durum olarak gördüğü savaşların önlenmesi gibi bir kaygı da taşımamıştır.

XVIII. yüzyıla gelindiğinde, devletlerarası ilişkilerin Hobbes’un bıraktığı yerden, Aydınlanmanın iyimser ve ilerlemeci düşünüşünün bir uzantısı olarak, evrensel barış planları ile tamamlanmaya çalışıldığı görülebilir. Aydınlanma döneminin barış planları bütünüyle pasifist olmamıştır. Barış planlarının ortak bir özelliği, bir evrensel-dünya meclisi ve polis gücü fikirlerini içermeleri olmuştur25. XVIII. yüzyılın barış planlarının en ünlüsü Immanuel Kant’a aittir. Kant, “haklı savaş”ı gerçekte asla haklı olamayacağını öne sürerek reddetmiştir. Fakat aynı zamanda, Kant’ın düşüncesinde savaşın barış için araçsallaştırıldığı da görülmektedir. Kant’a göre savaş, bütün kötülüklerin ve ahlaksal bozulmaların kaynağı, güç kullanarak bir hakkı öne sürmek için hiç de iyi olmayan sadece kestirme bir yoldur. Kant’ın ebedi barış için önerisi, barışçı bir birlik kurulması olmuştur. Fakat, sürekli bir barışın da ancak savaşların zorlamasıyla, savaşların yıkıcı etkilerinin anlaşılmasıyla kurulabileceği sonucuna varmıştır26.

XIX. yüzyılda savaş konusunda en kapsamlı çalışmayı yapan Carl Von Clausewitz’e göre savaş, politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir. Clausewitz’e göre uygar ulusların yaptıkları savaşların barbar ulusların savaşlarından daha az yıkıcı olması, devletlerin hem kendi içlerindeki hem de birbirleri arasındaki toplumsal durumdan ileri gelmektedir27.

24 Michael W. Doyle, Ways of War and Peace: Realism, Liberalism and Socialism, New York, Norton&Company, 1997, s.113.

25 Ereker, a.g.m., s.26.

26 Emre Bağce, “Küresel savaşların eşiğinde Kant ve Hegel’i Yeniden Okumak: Sürekli Barış için savaş Gerekli mi?”, Doğu-Batı, Cilt. 6, No. 24, 2003, s.111-112.

27 Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, Çev. H. Fahri Çeliker, İstanbul, Özne Yayınları, 1999, s.21.

(24)

XX. yüzyıl başında askeri teknolojinin ulaşmış olduğu seviye sonucu artık savaşlar yalnızca bir alanda karşı karşıya gelen iki ordu arasında yapılıp bitmemekteydi. Sivillerde savaşın yıkıcılığıyla yüz yüze gelmekteydiler. Fakat devletler, yüzyıllardır sahip oldukları kuvvet kullanma hakkından hemen vazgeçmemişlerdir. Öncelikle savaş yerine, savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarına başvurma ya da en azından uyguladıkları kuvvet kullanma yollarını bu şekilde adlandırma ve onu savaştan ayırma yolunu seçmişlerdir. Böylece misilleme, barış içinde abluka, ambargo, zararla-karşılık, karışma gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu kavramlar, amaçlarının savaşa göre daha sınırlı olmasıyla tanımlanmış ve savaştan ayrılmışlardır. Ayrıca devletler gereklilik ve nedenin haklılığı kavramlarını yeniden ön plana çıkarmışlardır. Gereklilik kavramına bağlı olarak varlığını ve yaşamsal çıkarlarını korumak anlamına gelen kendini koruma (self- preservation) hakkı ve nedenin haklılığı kavramına bağlı olarak da oldukça geniş tanımlanmış bir meşru müdafaa hakkı kuvvet kullanmanın nedenleri olarak gösterilmeye başlanmıştır28.

2) KUVVETE BAŞVURMA HAKKININ KISITLANMASI

Tarihsel olarak değerlendirildiğinde, kuvvet kullanımına ilişkin hukuk kurallarının varlığı yeni bir gelişmedir. 1945 yılında BM Şartı’nın kabul edilmesinden önce, uluslararası hukuk silaha başvurulmasına sadece birkaç kısıtlama koymuştur. Uluslararası hukuk, XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında tamamen tarafların rıza gösterdiği şartlar olarak anlaşılmaktaydı. Devletler sadece, gerek antlaşma imzalanması yoluyla gerekse tutarlı bir davranış kalıbının zaman içinde

“uluslararası örf ve adet hukuku”na dönüşmesi yoluyla kabul etmiş oldukları kurallara uymakla yükümlüydüler29. Fakat hızla gelişen silah teknolojisi sonucunda savaşlar büyük yıkım ve katliamlara yol açmaya başlamış ve siviller savaşta en fazla zarar gören kesim haline gelmişlerdir. Özellikle bu unsurun ortaya çıkması ile savaşın meşruiyeti gerçek manada tartışılır hale gelmiştir30. Bu çerçevede ilk çabalar,

28 Anthony Clark Arend , Robert J. Beck, International Law and Use of Force: Beyond the UN Charter Pradigm, London, New York, Routledge, 1993, s.17-18.

29 Michael Byers , Soykırımdan Sonkırıma Savaş Hukuku, Çev. Hasret Dikici Bilgin, İstanbul, Detay Yayıncılık, 2007, s.10.

30 Keskin, a.g.e., s.29.

(25)

savaşın yasaklanması ya da sınırlandırılmasından ziyade savaşın insanlar üzerindeki etkisinin sınırlandırılmasına ilişkin olmuştur. 1899 ve 1907 La Haye Konferansları, bu konudaki evrensel nitelikli ilk girişimlerdir31. La HayeKonferansları sonucunda oluşturulan konvansiyonlar savaş yöntemleri, araçları ve silahlarla ile ilgili getirdiği düzenlemeler yönünden önemli adımlardır. Tekrar vurgulamak gerekirse, oluşturulan konvansiyonlar savaşı düzenlemeyi ve savaşın acılarını azaltacak tedbirleri almayı başarabilmiş fakat, uluslararası ilişkilerde kuvvete başvurmayı sınırlayamamıştır32.

Askeri saldırıya yasal sınırlamalar getirilmesinin gerekliliği konusunda devlet adamlarının ikna edilebilmesi için Birinci Dünya Savaşı’nın yaşanması gerekmiştir.

İlk çaba 1919’da, Milletler Cemiyeti (MC) Misakı’nın Versay’da kabulü sırasında gösterilmiştir. Misak uyarınca, Cemiyet Konseyi savaşa yöneliyor görünen ülkelere tavsiyede bulunabilmekteydi. Ancak, konsey üyeleri kendi aralarında anlaşmaya varamazsa, uyuşmazlık içindeki hükümetler “hak ve adaletin korunması için gerekli”

olduğunu düşündükleri herhangi bir eylemi gerçekleştirmekte özgürdüler. Ayrıca MC, kendi tavsiyelerini yürürlüğe koyma yetkisinden yoksun bulunmaktaydı. ABD Senatosu’nun MC Misakı’n onaylama kararını askıya almasıyla, Cemiyetin üyeler arasında yürütme eylemini koordine edebileceğine dair umutlar 1920’de tükenmiştir.

1928 Briand- Kellogg Paktı “uluslararası anlaşmazlıkların çözümü için savaşa başvurma”yı yasaklamıştır. Adını ABD Dışişleri Bakanı Frank Kellogg ve Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand’ın soy isimlerinden alan pakt, 62 ülke tarafından onaylanmıştır. Bununla birlikte, tıpkı MC Misakı gibi, Briand-Kellogg Paktı da yürütme mekanizmasından yoksundu ve uygulamada çok az etkisi olmuştur. Bazı ülkeler, örneğin Habeşistan’ı işgal eden İtalya ve Mançurya’yı işgal eden Japonya, Pakt’tan kaynaklanan yükümlülüklerden sadece resmi olarak savaş ilan etmeyerek kaçınmışlardır33.

31 Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku Kaynaklarından ve Belgelerinden Örnekler, Ankara, Başnur Matbaası, 1966, s.867-868.

32 Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk: Temel Belgeler Örnek Kararlar, İstanbul, Beta Yayınları, 2003, s.41.

33 Byers, a.g.e., s.75.

(26)

A) MİLLETLER CEMİYETİ MİSAKI

I. Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçları devletleri kuvvet kullanmanın sınırlandırılması konusunda düzenlemeler yapmaya zorlamıştır. Bu düzenlemeler çoğunlukla I. Dünya Savaşı sonrası kurulan MC aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. MC barış için bir birlik kurulması maksadı ile 1920 yılında kurulmuştur34. MC, belki de ilk kez yalnız Avrupalı devletlerin değil, dünyanın diğer kıtalarındaki ülkelerinde üyesi bulunduğu ve barışı korumak için barış zamanında kurulan bir örgütlenme örneği olmuştur35. Fakat MC Misakı devletlerin savaşa başvurma haklarını tamamıyla ellerinden alan bir düzenleme öngörmemiştir. Bu konuda Misak’ın getirdiği düzenleme devletlerin aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için önce barışçı yöntemlere başvurmalarını zorunlu hale getirmekte ve ancak bu yöntemlerin başarısızlığa uğraması halinde devletlerin savaşa başvurma hakkını kabul etmektedir.

Başka bir deyişle Misak, bir yandan uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümüne yönelik çeşitli mekanizmalar getirerek devletlerin savaşa başvurmalarını zorlaştırma amacı gütmüş, diğer yandan da savaşa başvurmayı uluslararası hukukça düzenlenen bir alan haline getirmiştir36.

Uluslararası barışı korumak ve güvenliği sağlamak MC Misakı’nın giriş kısmında üye devletlerin savaşa başvurmama yükümlülüğünü kabul etmeleriyle sağlanmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, Misak’ta düzenlenen hak ve yükümlülükler açık değildir; ve bazı çelişkileri barındırmaktadır. MC Misakı md.

10’a göre taraflar, tüm MC üyelerinin ülke bütünlüklerini ve siyasi bağımsızlıklarını bir dış saldırıya karşı gözetmeyi ve korumayı üstlenmekteydiler. Böyle bir dış saldırı olursa, Konsey bu yükümlüğün yerine getirileceği araçlar konusunda tavsiyede bulunacaktır. Md. 11’e göre, MC üyelerini hemen etkilesin ya da etkilemesin, her türlü savaş ya da savaşa başvurma tehdidi MC’yi bir bütün olarak ilgilendirmekteydi ve MC ulusların barışını korumak için doğru ve etkili olabilecek önlemleri alacaktır.

Fakat devamındaki maddelerde devletlerin belli koşullarda hukuka uygun olarak

34 Mehmet Gönlübol, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, Ankara, AÜSBF Yayınları, No:236, 1975, s.396.

35 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi, 2005, s.34.

36 Meray, a.g.e., s.308.

(27)

savaşa başvurulmasına izin vererek, savaş yasağını zayıflatmakta, önemini yitirmesine neden olmaktadır.

Md. 12/1’de bütün üyelerin uyuşmazlıklarını başlıca iki yoldan çözebilecekleri belirtilmektedir: Uyuşmazlığın, yargı organlarına (mahkeme ya da hakemliğe) veya Konsey’in incelemesine sunulması gerekmektedir. Uyuşmazlığın MC Konsey’ine götürülmesi durumunda, izlenecek prosedür md. 15’de gösterilmiştir. Md. 15/1’e göre, “Cemiyet üyeleri arasında ilişkilerin kesilmesini doğurabilecek nitelikte bir uyuşmazlık çıkarsa ve bu uyuşmazlık hakemlik ya da yargı önüne getirilmemişse, anlaşmazlığı Konseye götürmeyi kabul ederler.

Konsey’in uyuşmazlığa el koyabilmesi için, ilgili taraflardan birinin uyuşmazlığı Genel Sekreterliğe bildirmesi yeterlidir. Bu durumda, md. 15/3 gereğince konsey uyuşmazlığın çözülmesine çalışır. Bunun için de tarafları uzlaştırmaya çabalar. Bu çabalar sonuç vermezse, md. 15/4’e göre konsey uyuşmazlığa ilişkin bir rapor hazırlar. Uyuşmazlığın konseye getirilmesinden itibaren altı ay içinde hazırlanması gereken bu raporun, tarafların oyları hesaba katılmaksızın, oybirliğiyle ya da çoğunlukla kabul edilmiş olmasının önemli sonuçları vardır.

Md. 15/6’ya göre rapor oybirliğiyle kabul edilmiş ise, Cemiyet üyeleri, raporun içerdiği kararlara uyan uyuşmazlığa taraf devlete karşı savaşa başvuramazlar. Böyle bir durumda, uyuşmazlıkla ilgili taraflar raporu kabul etmişlerse, sorun çözülmüş olmaktadır. Bir taraf kabul eder öteki taraf kabul etmezse, kabul eden taraf öteki üyelerin kendisine karşı savaşa girmeyecekleri güvencesi altındadır. Bu taraf öteki üyelerle birlikte diledikleri önlemleri alabilir.

İlgili taraflardan hiç biri raporu kabul etmezse, tek güvence, md. 12/1’deki üye devletlerin, yargı kararının ya da konsey’in raporunun verilmesinden itibaren üç ay geçmeden, savaşa başvuramayacakları yükümlülüğüdür. Rapor oybirliğiyle değil de, oy çokluğuyla kabul edilmiş ise, md. 15/7, Cemiyet üyelerinin adaletin korunması için gerekli gördükleri biçimde davranmalarına izin vermektedir37.

37 Hilarie McCoubrey, Nigel D. White, International Law and Armed Conflict, Aldershot, Dartmouth, 1992, s.21.

(28)

Misak’ta kuvvet kullanma değil de savaş teriminin kullanılmış olması savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarını en baştan bu düzenlemelerin dışında bırakıyordu ki devletlerin bu boşluğu kullanmaları kaçınılmazdı38. Bunun yanında 12,13 ve 15.

maddeler, önce bazı şartların yerine getirilmesi koşuluyla devletlerin savaşa başvurma haklarının devam etmekte olduğunu göstermektedir. MC ile yapılan sadece usule ilişkin şartlar koymaktadır. Bunlar belki daha iyi işlenmiştir ama en az Roma kökenli ‘haklı savaş’ kavramı kadar etkisizdir39. Böylece MC Misakı’nın giriş kısmındaki “taraf devletlerin uluslararası işbirliğini geliştirmek ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için, savaşa başvurmamak konusunda birtakım yükümlülükler kabul etmesi” taahhüdü anlamını yitirmiştir. Çünkü Misak, usule ilişkin yükümlülükler yerine getirildiği takdirde, ihkak-ı hakkı hukuka uygun kabul etmektedir. Md. 15’e göre devletler, çözüm sağlamak için sonuçta kuvvet kullanmakta serbesttir. Bununla beraber, Misak’ın yürürlükte kaldığı süre içinde kuvvet kullanılmasını haklı kılmak için, md. 15/7’ye hiç başvurulmamıştır40. Md..

10’dan hiç söz etmeyen md. 16/1 de, “Cemiyet üyelerinden biri, 12, 13 ya da 15.

maddelerdeki yükümlülüklerine aykırı olarak savaşa başvurursa, Cemiyet’in bütün öteki üyelerine karşı, bu davranışıyla ipso facto bir savaş eyleminde bulunmuş sayılır…”41 diyerek devletlerin Misak’ta belirtilen süreci izledikten sonra sonuç alamamaları durumunda kuvvete başvurmalarını meşrulaştırmış olmaktadır. Böylece zaten pek açık olmayan md. 10’daki saldırıya başvurmama yükümlülüğü, tümüyle önemini yitirmiştir.

Genel olarak kuvvet kullanmayı yasaklamamasına karşın MC Misakı yine de evrensel planda bu konuda bazı düzenlemeler getiren bir belge olarak önemlidir.

Misak, savaşı, uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümünü sağlayarak önlemeyi amaçlamıştır. Bununla beraber, md. 15, barışçı çözüm yollarının başarısız olduğu

38 Keskin, a.g.e., s.31

39 McCoubrey ve White, a.g.e., s.21.

40 Ian Brownlie, International Law And The Use Of Force By States, Oxford, Clarendon Press, 1963, s.196.

41 McCoubrey ve White , a.g.e., s.21.

(29)

hallerde,42 MC Misakı, savaşa başvurulmasını hakları yürütmek için başka yol olmadığında tatbik edilen bir ihkak-ı hak olarak görmektedir43.

MC Misakı düzenlemelerinin, devletlerin savaşa başvurma eğilimlerini belirgin bir şekilde azalttığı söylenemez. 1930’lu yıllara kadarki dönemde MC barışı korumakta oldukça etkisiz kalmıştır. Almanya ve İtalya gibi ülkelerin saldırgan politikalarını engellemede başarısız olmuştur. İki savaş arası döneme bakıldığında 26 maddeden oluşmuş Misak uygulamada beklenilenleri verememiş ve beklenilen evrensel rolü oynayamamıştır44.

B) BRİAND-KELLOG PAKTI

BM Şartı’na kadar olan bu dönemde kuvvete başvurmanın düzenlenmesi açısından önemli olan ikinci belge, Briand-Kellogg Paktı olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD’nin I. Dünya Savaşına katılışının onuncu yıl dönümü dolayısıyla, Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand 6 Nisan 1927’de basına verdiği bir demeçte, ABD ile Fransa’nın, aralarındaki ilişkilerinde savaşı kanun dışı sayan karşılıklı taahhütlerde bulunmalarını teklif etmiştir. Fransa’nın amacı sadece bir jest yapmaktan ibaretti. Çünkü Fransa ile ABD arasında bir savaşa kadar gidebilecek bir menfaat çatışması bulunmamaktaydı. ABD’nin bu teklife tepkisi önce yavaş olmuştur. Fakat pasifizm duygularının bu sırada Amerikan kamuoyunda gittikçe güçlenmesi üzerine, ABD Dışişleri Bakanı Kellogg, 1927 Aralık ayında Briand’ın teklifine verdiği cevapta, “savaşı bir milli politika aleti olarak kullanmaktan vazgeçme” taahhüdünün, dünya çapında, bütün devletlerce imzalanacak çok taraflı bir antlaşmada yer alması gerektiğini söylemiştir. Pakt 27 Ağustos 1928’de ilk önce ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında imzalanmıştır45. Daha sonra o dönemdeki dünyada bağımsız olan hemen hemen tüm devletler Pakt’a taraf olmuşlardır. Briand-Kellogg Paktı da yalnızca savaşı konu almaktadır. MC Misakı’ndan bir adım öteye gitmekte ve savaşı

42 Sertaç Hami Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2003. s.33.

43 Brownlie, a.g.e. s.196.

44 Gündüz, a.g.e., s.81.

45 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 11. Basım, İstanbul, Alkım Yayınevi, 1998, s.221-222.

(30)

kesin olarak yasaklamaktadır. Ancak savaşa varmayan kuvvet kullanma yolları yine kapsam dışı bırakılmaktadır.

Briand-Kellogg Paktı bir başlangıç ve 3 maddeden oluşmaktadır. Md. 1’e göre, taraflar uluslararası anlaşmazlıkların çözülmesi için savaşa başvurmayı reddeder ve birbirleriyle olan ilişkilerinde savaşı ulusal politikanın bir aracı olarak kullanmaktan vazgeçtiklerini açıklarlar. Md. 2’de de, tarafların niteliği ve kaynağı ne olursa olsun anlaşmazlıklarının ve çatışmalarının çözümünü barışçı yollar dışında bir yolda aramayacaklarını belirtmektedir. Böylece, Briand-Kellogg Paktı ile savaşa başvurmak açıkça hukuka aykırı ilan edilmektedir. Bunun istisnası da, meşru müdafaa durumudur46. Her ne kadar pakt ile savaş hukuk dışı kabul edilmişse de savaşa varmayan kuvvet kullanımları, antlaşma dışı tutulmuş ayrıca meşru müdafaa hakkının kullanımına gerek olup olmadığının takdiri de her devletin kendisine bırakılmıştır. Doktrinde bir takım yazarlar da devletlerin, meşru müdafaa iddiasında bulundukları durumlarda bireysel olarak bu hakkı kullanmada tek yetkili olduklarını öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla devletlerin kendi eylemlerinin hukukiliğini kendilerinin değerlendirmesi, Briand-Kellog Paktı’nın hukuki bir etkiye sahip olmayıp daha çok ahlaki bir yükümlülük getirmesinden ileri gelmiştir47. Ayrıca, MC’ye üye olan devletlerin isteğiyle, MC organları kararıyla saldırgan devlete karşı ortak MC hareketi de istisna olarak kabul edilmiştir. Bu Pakt’la ilk kez savaşın genel olarak ve kesin bir şekilde yasaklanması söz konusu olmuş ve bir uluslararası örgütün kararıyla savaşa başvurulması bu yasağın istisnası olarak kabul edilmiştir48.

Briand-Kellogg Paktı ABD ile Fransa arasında imzalanan, meşru müdafaa için istisna getiren bir ek anlaşmayı da içermektedir. Ancak ne söz konusu hakkın doğası ne de hangi durumlarda atıfta bulunulacağı tanımlanmıştır. ABD Senatosu,

46 Arend ve Beck, a.g.e., s. 23.

47 Oscar Schachter, “Self-Defense and the Rule of Law,” International Law, (Ed.) Charlotte Ku ve Paul F. Diehl, London, 1998, s. 309.

48 Keskin, a.g.e., s.32-34.

(31)

paktın onaylanması lehine 85-1 oy kullanırken, Monroe Doktrini’ni49 tehlikeye düşürmediği konusuna açıklık getirmiştir50.

II) BM ŞARTI İLE BAŞLAYAN DÖNEM

MC Misak’ında ve Briand-Kellogg Paktı’nda da savaş teriminin kullanılması savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarının yasak dışında bırakılmasına neden olmuş, devletler girdikleri çatışmaları savaş olarak adlandırmayarak kuvvet kullanmama yükümlülüklerinden kurtulma yoluna gitmişlerdir. Sonuçta MC ve Briand-Kellogg Paktı uluslararası barışı korumakta başarısız olup II. Dünya Savaşı yaşanınca, son derece belirsiz bir içerik kazanan savaş gibi bir terimin bırakılarak yerine savaşın yanı sıra savaşa varmayan askeri güç kullanımlarını da içeren kuvvet kullanımı terimi tercih edilmiştir51.

1945’te, BM Şartı bütün ülkelerin “kuvvet kullanma tehdidinden ya da kuvvet kullanmaktan kaçınmalarını” istemiştir. Şartta ayrıca, BM Güvenlik Konseyi (GK) oluşturularak, “barışa karşı bir tehdidin varlığı, barışın bozulması ya da saldırı eylemi” durumunda karar verme, yaptırım koyma ve “gerektiğinde hava, deniz ve kara birlikleriyle eylemde bulunma” yetkileri verilmiştir. GK’da İngiltere, Çin, Fransa, Sovyetler Birliği ve ABD’ye GK’da daimi üyelik ve kararları veto yetkisi verilmiştir. GK’nın her zaman her saldırı eylemine tam olarak yanıt veremeyebileceği düşünülerek, meşru müdafaa durumunda güç kullanımı için bir istisna da dahil edilmiştir. Bu kez istisna tanımsız bırakılmamıştır52. Uluslararası örf ve adet hukukunun “gereklilik ve ölçülülük” kıstaslarına ek olarak, üç yeni kısıtlama getirilmiştir: 1) Bir devlet ancak “silahlı saldırı”ya maruz kalması durumunda meşru müdafaaya başvurabilir, 2) Meşru müdafaa eylemleri hemen GK’ya bildirilmek

49 Monroe Doktrini, Başkan James Monroe’nun 1823 tarihli, herhangi bir Avrupa ülkesinin batı yarım küreye yapacağı müdahalenin ABD’nin güvenliğine karşı bir tehdit olarak kabul edileceğini belirten bildirgesidir.

50 Byers, a.g.e., s.76.

51 Subhas C. Khare, Use of Force Under the UN Charter, New Delhi, Metropolitan Book, 1985, s.13-14.

52 Byers, a.g.e., s.76.

Referanslar

Benzer Belgeler

Evrensel düzeyde kuvvet kullanımını yasaklayan 2/4 maddesine göre; “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya

25 Mart Ukrayna Savunma Bakanlığı 24 Şubat’ta müdahalenin başlamasından bu yana Rusya’nın Ukrayna’ya 467 füze de dahil olmak üzere 1.804 hava saldırısı

25 Şubat AB, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u yaptırım listesine aldı.. 25 Şubat Rusya, Ukrayna’ya saldırısını

Dolayısıyla, savaş sadece sahada fiilen çatışan tarafları değil, yaptırıma uğrayan Rusya’yı, yaptırımları koyanları, tarafsız kalanları ve elbette Türkiye gibi Rusya

Savaş nedeniyle Rusya’dan Avrupa’ya doğal gaz arzının aksaması, çatışma bölgelerinden kaçarak Avrupa’ya sığınan (Rusya’ya sığınanlar dahil) 5,5 milyonun

[r]

2020 yılında Ukrayna’ya ihracatımız bir önceki yıla göre % 8 artış göstermiş ve 2,082 milyar dolar olmuştur. 2020 yılında ülkeden ithalatımız ise bir önceki yıla

Bu görüş sahipleri önleyici meşru müdafaa kavramını bir devletin gizli veya potansiyel düşmanlarına karşı silahlı saldırı başlamadan yapacağı ani askeri