• Sonuç bulunamadı

B) Güvenlik Konseyi Kararıyla Uygulanan Zorlama Önlemleri

II) Devletlerin Irak’ın Kuveyt’i İşgali Karşısında İzlediği Politikalar….74

10) İRAN

İran’da Körfez krizinden kazançlı çıkan ülkelerden biri olmuştur. Tahran, Irak'a karşı Körfez ülkelerinin haklarının savunuculuğunu yaparak bu ülkelerle olan ilişkilerini düzeltmiştir. Körfez ülkelerinin en korkulu düşmanı olan İran, şimdi bölgede Irak'a karşı bir denge unsuru olarak görülmekteydi. Fakat aynı zamanda Irak'ın tüm askeri gücünü kaybetmesiyle bölgedeki dengenin İran lehine değişmesinden de çekinilmekteydi. İran’ın krizin çözümüne ilişkin görüş ve izlediği politika ise ABD ile tam bir uyum içinde olmuştur. Her ikisi de kısmi çözüme şiddetle karşı çıkmışlardır. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayiti, Aralık ayının başında Paris'e yaptığı ziyarette, Warba ve Bubiyan adalarının Irak'a bırakılmasını içeren bir çözüme kesinlikle karşı olduklarını açıklamıştır245.

11) Türkiye

Uluslararası ilişkilerde 1970’lerin sonu, 1980’lerin başında ortaya çıkan

242 Heykel, a.g.e., s.24

243 Gresh ve Vidal, a.g.e., s.138

244 Ergun Balcı, “Körfez Krizinde Kazananlar”, Cumhuriyet, 5 Ocak 1991.

245 Balcı, a.g.m.

gerginleşmenin sonucu olarak, Türkiye’nin güvenlik nedeniyle ABD ile yakınlığı artmıştır. Genel olarak Türkiye dış politikasında ABD ile olan ilişkilerine ağırlık vermiş ve bu paralelde dış politik tercihlerini belirleme çabası içine girmiştir. Aynı zamanda Batı Avrupa ile olan ilişkilerini de canlı tutmaya çalışmıştır. 1990 yılına girilirken Türkiye’nin en önemli dış politika hedeflerinden biri, Avrupa ile bütünleşme sürecinin hızlandırılması olmuştur. Ancak Avrupa Topluluğu ile anlaşmalarla belirlenmiş ilişkilerin bile gereğince işletilemediği bir ortamda, yumuşama döneminde Batı Avrupa devletlerinin NATO dışında coğrafi olarak daha kısıtlı güvenlik arayışlarına girmeleri Türkiye’yi endişelendirmiştir. Türkiye’nin NATO içindeki konumunun önemi giderek daha tartışmalı duruma gelmiş, uluslararası ilişkilerde genel bir gevşeme havasının yayılması ile Türkiye’nin savunma gereksinimlerinin karşılanması için NATO çerçevesinde beklediği katkıların gerçekleşmesi tehlikeye girmiştir.

Ortadoğu bölgesine ilişkin olarak ise Türkiye, genelde Irak’ın son yıllardaki tutum ve davranışlarından hoşnut bulunmamaktaydı. İran ile uzun bir savaştan yeni çıkan Irak yönetimi bölgede önemli bir askeri güç olarak belirmişti. İran Savaşı sonrası silahlı kuvvetlerini azaltmayan, aksine yeni girişimlerle askeri gücünü arttıran Irak, bölge devletleri ile arasındaki sorunların çözümünde giderek diplomatik yöntemler yerine zor ve tehdit unsurlarının ağır bastığı yöntemleri kullanma eğilimi içine girmiştir. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Irak’ın Kuveyt’i işgalinden dört ay kadar önce ABD Başkanı ile yaptığı görüşmede Irak yönetimini bölgede bir istikrarsızlık unsuru olarak nitelemesi, Irak’ın Türkiye’yi ne denli yakından ilgilendirdiğinin ve etkilediğinin bir göstergesidir246.

Geleneksel olarak bölgesel sorunlarda Arap komşularının iç çekişmelerinden uzak kalma konusunda gösterilen özen, Körfez bunalımının başlaması ile yerini açıkça yanlı, Irak karşıtı devletlerin yanında ve güç kullanımını destekler bir tutuma bırakmıştır. Türkiye, BM tarafından Irak’a uygulanacak her türlü yaptırım kararına titizlikle uyacağını açıklamış ve gerek bunalım sırasında gerekse savaş sonrası dönemde bu politikasını değiştirmemiştir. ANAP iktidarı, 6 Ağustos 1990 tarihli 661

246 Özden Bilen, Ortadoğu Sorunları ve Tükiye, TESAV Yayınları, 1996, s.70.

sayılı BMGK kararı ile Irak’a karşı öngörülen uluslararası geniş kapsamlı ekonomik ambargo ile ilgili karar metni resmi olarak Ankara’ya ulaşmadan Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nı kapatacak kadar atik davranmakta bir mahsur görmemiştir. Bunun yanında Irak ile olan dış ticaretimiz sona erdirilmiştir247.

Cumhurbaşkanı kişisel yaklaşımları ile bütün alışılagelmiş devlet uygulamaları dışına çıkarak bunalıma taraf olan ülkeler ile doğrudan ilişki kurmuş, Türkiye’yi ilk andan başlayarak yüklenim altına sokabilecek açıklamalar yapmaya başlamıştır. Türkiye’nin resmi dış politikasının belirlenmesinde öncülük yapan hükümet değil, Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu dönemde özellikle Dışişleri Bakanlığı ile Çankaya arasındaki kopukluk dikkat çekicidir. Üç ayrı Dışişleri bakanının görev yapması da 1990 yılının özelliği olmuştur. Turgut Özal, TBMM ve Genel Kurmay Başkanlığı’nı da Dışişleri Bakanlığı gibi devre dışı bırakmaya çalışmıştır. Özal’ın bu tutumu Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de bazı tepkilere neden olmuştur. Özellikle güneydoğuda yeni bir askeri yığınak yapılması konusunda askeri yetkililerin karşı çıkmalarına aldırmazlık içinde olan Turgut Özal’ın bu tavrı, Genelkurmay başkanı Orgeneral Necip Toruntay’ın da istifasına yol açmıştır. Ardından hükümete verilen

“savaş yetkisi” Dışişlerini tedirgin etmiş ve daha ihtiyatlı bir tutum almak durumunda olan Türkiye’nin Irak’a karşı aktif olarak savaşa girmesinin geleceğe yönelik ciddi sorunlara zemin hazırlayacağı konusunda uyarılar yapılmıştır248.

Turgut Özal’ın yönlendirmesiyle 12 Ağustos’ta TBMM’den “Anayasanın 92.

maddesi uyarınca hükümete izin verilmesine dair” 107 sayılı “Meclis Kararı”

çıkartılarak Anayasa’nın anılan maddesindeki yetkiler hükümete devredilmiştir249. 5 Eylül 1990’da yine TBMM’den Körfez krizi nedeniyle, “Türk silahlı kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasına izin verilmesine dair” 108 sayılı bir meclis kararı daha çıkartarak hükümetin bu konudaki yetkilerini çok büyük ölçüde genişletilmiştir250.

247 İlhan Uzgel “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, (Ed.) Baskın Oran, Cilt. 2, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s. 254.

248 Cumhuriyet, 18 Ocak 1991.

249 Ergil, a.g.e., s. 59.

250 Milliyet, 6 Eylül 1990.

Yine 1990 Eylülünde BMGK’nin 667 ve 670 sayılı kararlarını kabul etmek suretiyle Irak ile Kuveyt’e karşı deniz ve hava ablukasını uygulayarak katı tutumunu sürdüren Türkiye, bunalımın bir sıcak çatışmaya dönüşme olasılığı güçlendikçe, Irak sınırlarında NATO’ya bağlı bir Çevik Kuvvetin konuşlandırılmasına dahi izin vermiştir. Hatta bu gücün bölgeye gönderilmesi konusunda ilk çağrıyı yapan ve ısrarcı olan taraf da Türkiye olmuştur. Aralık 1990’da NATO’nun Çevik Kuvveti resmen davet edilmiş ve bu kuvvete mensup 42 savaş uçağı 6-10 Ocak 1991 tarihleri arasında Türkiye’ye gelerek, Malatya Erhaç hava üssünde konuşlandırılmıştır.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal, BM GK’nın Irak’a ultimatom niteliğindeki 29 Kasım 1990 tarih ve 678 sayılı kararını desteklemek konusunda yine hükümete yetki vermek için 17 Ocakta 126 sayılı bir meclis kararı daha çıkartılmasını sağlamıştır251.

Türkiye Körfez Savaşı’nda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ında etkisiyle ABD yanında Irak’a karşı aktif bir şekilde yer almıştır. Bu durum içeride muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri tarafından eleştirilmiş; Genel Kurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nda da rahatsızlığa neden olmuştur. Turgut Özal’ın politikası çerçevesinde Irak sınırına asker yığılmış, Türkiye’deki üsler Irak’ın bombalanmasında kullanılmıştır. Fakat Turgut Özal’ın Musul ve Kerkük’e yönelik gerçekleştirmek istediği askeri harekat Genel Kurmay Başkanı’nın istifasıyla frenlenebilmiştir. Savaşın sonunda ne Turgut Özal’ın dediği gibi yeniden şekillenen Ortadoğu’da Türkiye’ye önemli bir rol verilmiş, ne de Türkiye’ye Körfez ülkelerinden kendilerine destek olan ülkelere sağladıkları ekonomik yardımlar yapılmıştır. Türkiye Körfez ülkelerinin kendisinden silah alması konusunda da hayal kırıklığına uğramış bu konuda çok sınırlı bir işbirliği yapılmıştır. Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye 100 milyar dolar ekonomik kayba uğramıştır. Savaştan sonra Kuzey Irak’ta merkezi hükümete karşı başlayan ayaklanmanın Irak tarafından bastırılmasından sonra Daha önce Halepçe katliamında yaşanan katliamdan korkan Kürtler Türkiye ve İran sınırına yığılmışlardır. Bu insanlar arasından pek çok PKK’lı da Türkiye sınırlarından içeri sızmış ve 1990’ların ilk yarısında PKK Türkiye’yi çok zor duruma sokmuştur. Irak’ın bu tür harekatlara tekrar girişememesi için

251 Bilen, a.g.e, s.71.

BMGK’nın aldığı 688. sayılı kararla Çekiç Güç oluşturulmuş ve Irak’ın askeri birliklerinin 32. paralelin güneyine 36. paralelin kuzeyine müdahale etmesi yasaklanmıştır. Bu durumdan Kuzey Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan PKK Kuzey Irak’ta etkinlik kurmuştur. Sonuç olarak söylemek gerekirse Türkiye Körfez Savaşı’ndan sonra Turgut Özal’ın beklentilerinin aksine ekonomik ve siyasi anlamda yeni fırsatlar elde etmemiştir. Aksine ekonomi, siyasi ve güvenlikle ilgili giderek derinleşen sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmıştır.

III – 1991 KÖRFEZ HAREKATI ÖNCESİ YAPILAN BARIŞÇIL GİRİŞİMLER VE KÖRFEZ HAREKATI

1) BARIŞÇIL GİRİŞİMLER

A) DİPLOMATİK GİRİŞİMLER

Irak’ın Kuveyt’i 2 Ağustos 1990 tarihinde işgal etmesinden sonra sorunun barışçıl yollardan çözülebilmesi için pek çok girişimde bulunulmuş çeşitli barış önerileri ortaya atılmıştır. Burada Ürdün’ün, Fransa’nın, SSCB’nin, BM’nin girişimlerinden ve son olarak’da 9 Ocak 1991’de Tarık Aziz ile James Baker arasında gerçekleştirilen görüşme aktarılacaktır.

Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle derhal arabuluculuk çabaları başlamıştır. Sorunun çözümü için ilk devreye girenler Arap devletleri olmuştur. Bu son derece doğaldı çünkü çatışma her şeyden önce iki Arap devletini ilgilendirmekteydi252. Ürdün Kralı Hüseyin, 2 Ağustos’ta Sabah dokuz on beşe doğru Saddam Hüseyin’le yaptığı telefon konuşmasında Bağdat’ta buluşmayı teklif etmiş ve bu teklifi kabul edilmiştir.

George Bush’da bu sıralarda kriz konusunda kamuoyuna yaptığı ilk açıklamasında

“ABD’nin, Kuveyt’in işgalini kararlı bir biçimde mahkum ettiğini ve koşulsuz bir geri çekilmeyi talep ettiğini söylememe izin verin” demiştir.

Kral Hüseyin, Saddamla gerçekleştirdiği telefon konuşmasından sonra Kahire’ye gitmiş ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e Saddam Hüseyin’i

252 Primakov, a.g.e., s.15.

Kuveyt’ten çıkmaya ikna edebileceğini düşündüğünü söylemiştir. Saddam Arap Birliği’nce mahkum edilmemek koşuluyla, böyle bir çözümden yana olabilirdi.

Ancak, açık bir biçimde yineledi: Ayın 4’ü için öngörülmüş Zirve toplanana kadar Irak’a karşı tutum alınmamalıydı. Mübarek bu teklifi kabul etmiştir. Kral Hüseyin Hüsnü Mübarek’den aralarında Kral Fahd’ın da bulunduğu birçok Arap yetkilisine telefon etmesini istemiştir. Önemli olan, izleyen kırk sekiz saat içinde sessiz ve tarafsız kalmalarını sağlamaktı.

4 Ağustos’ta Kahire’de sabah dokuzda başlaması gereken Arap Birliği toplantısının on sekize ertelendiği bildirilmiştir. Ürdün Kralı ile Saddam Hüseyin arasındaki görüşme sonuçlanmadan önce, hiçbir şey söylenemez ya da kararlaştırılamazdı. Bu arada 4 Ağustos’ta Saddam Hüseyin ve Ürdün Kralı arasında gerçekleşen görüşmeden birkaç saat sonra Saddam Hüseyin bir açıklama yayınlamış 5 Ağustos Pazar gününden itibaren birliklerini Kuveyt’ten çekmeye başlayacağını bildirmiştir. Fakat Kraliyet ailesinin geri dönmesine izin verilmeyeceği belirtilmiştir.

Aynı anda, Kahire’de, Arap Birliği, Kral Hüseyin’in arabuluculuk çalışmalarını tamamlayabilmek için istediği sürenin sona erdiğini belirtmiş ve dışişleri bakanları Irak’ı mahkum eden ve silahlı kuvvetlerinin koşulsuz olarak kendi sınırlarına geri çekilmesini talep eden bir karar almışlardır. Yirmi bir üyenin yedisi bu kararın altına imza koymayı reddetmiştir. Bunlar, -Irak dışında- Ürdün, Libya, Yemen, Sudan, Cibuti ve FKÖ’ydü. Libya Dışişleri Bakanı da oylamaya katılmamıştır.

Kral Hüseyin bu kararı duyunca bu kararın kimi Arap ülkeleri tarafından, onun çabalarını sabote etmek amacıyla alındığını düşünmüştür. Her ne kadar oylanan kararda, aynı zamanda; “saldırıyı tartışmak ve kalıcı bir çözüme ulaşmanın yollarını aramak” için bir Arap Zirvesi’nin örgütlenmesi çağrısı yapılmışsa da, ivedi bir Arap çözümüyle ilgili bütün umutlar yok olmuştur. Ürdün hükümdarına göre, Saddam Hüseyin, Arap Birliği’nin kendisini mahkum etmemesi koşuluyla, Kuveyt’ten çekilmesini, bir mini zirvede tartışmaya açık olduğunu belirtmiştir. Arap Birliği’nin

almış olduğu bu karardan sonra 5 Ağustos’ta yapılması gereken mini zirve iptal edilmiştir253.

Ürdün Kralından sonra devreye FKÖ lideri Yaser Arafat girmiş ve 7 Ağustos’ta Suudi Arabistan’a gitmiştir. Yaser Arafat 8 Ağustos’ta Kral Fahd tarafından kabul edildiğinde Suudi Arabistan ve ABD’nin anlaştıklarından ve o sırada ilk Amerikan askerlerinin de, Suudi topraklarına varmaya başladığından habersizdi. Cesareti kırılmış Ürdün Kralı Hüseyin’in bıraktığı aracılık rolünü üstlenen Arafat, sağlayacağı başarıyla bir yandan Arap devletleri, diğer yandan Batı Dünyası nezdinde FKÖ’nün prestijini yeniden yükseltmeyi istemekteydi. Arafat Kuveyt’in işgalini kınamayı reddetmişti; bu tutum, Saddam Hüseyin’le yakın ilişkiyi korumasını olanaklı kıldığı için, ona göre bir koz olmakla birlikte, öte yandan arabuluculuk girişiminin gücünü de azaltmaktaydı. Suudi Kralı, Filistin lideriyle, Saddam Hüseyin’e sunulabilecek bir Kuveyt’ten çekilme planını tartışmıştır.

Bağdat’ın, bir takım petrol yataklarının bulunduğu, tartışmalı sınır bölgesini terk ederken, Körfez’e açılmasına olanak veren iki adada kalmayı sürdürmesini kabul etmekteydiler.

9 Ağustos’ta, Irak’ın Kuveyt’i ilhakını açıklanmasından 24 saat sonra Irak sınırlarını kapatma ve “güvenlik nedenleriyle” ülkesindeki yabancıların tümünü topraklarında tutma kararı almıştır. Böylece 3 milyon kişi Bağdat’ın rehineleri durumuna düşmekteydiler. Irak, ayrıca Kuveyt’teki tüm yabancı büyükelçiliklerin 24 Ağustos’tan önce kapatılmış olması gerektiğini bildirmiştir254.

10 Ağustosta Kahire’deki Arap Birliği zirvesine Irak da bir delegasyon göndermiştir. Zirve sonucunda oluşan karar metninde Kuveyt’in Irak tarafından ilhakı reddedilmiştir. BM’nin Irak’a karşı aldığı yaptırım ve ambargoya katılma ve Suudi Arabistan’a gönderilmek üzere Arap silahlı kuvveti oluşturulması çağrısı yapılmıştır. Arap Birliği’nin yirmi bir üyesinden on ikisi karar sureti lehine; Irak,

253 Salinger ve Laurent, a.g.e., s.105-107.

254 Salinger ve Laurent, a.g.e., s.139-144.

Libya ve FKÖ, aleyhine; diğerleri, Cezayir ve Yemen de çekimser oy kullanmışlardır. Ürdün ise oylamaya katılmamıştır255.

12 Ağustos’ta, bir radyo-televizyon konuşmasında Saddam Hüseyin, Ortadoğu’daki bütün problemleri bir arada, hem “Kuveyt problemini”, hem İsrail birliklerinin işgal altındaki bütün topraklardan çekilmesini hem de Suriyeli birliklerin Lübnan’dan çıkmasını tartışmaya hazır olduğunu söylemiştir256. Saddam Hüseyin’in önerisini formüle ettiği şekliyle kabul etmek, saldırıyı ödüllendirmek ve sonuçta desteklemek anlamına gelmekteydi. II. Dünya Savaşı’nın anıları belleklerde hala tazeliğini korumaktaydı. Bir zamanlar, Münih’te saldırgana karşı izlenen

“yatıştırma” politikası felakete yol açmıştır. Böylece 12 Ağustos’ta Saddam Hüseyin’in ortaya attığı formül kabul edilmemiştir. O da zaten bunu dünya topluluğunun büyük çoğunluğunun reddedeceğini bilerek ortaya atmıştır.

Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra soruna barışçı bir çözüm bulmaya çalışan Ürdün Kralı Hüseyin sorunun Arap ülkeleri arasında çözüme kavuşturulması konusundaki çalışmalarında başarılı olamamıştır. Fakat bu durum Kral Hüseyin’i durdurmamış; soruna çözüm bulabilmek için dünyanın önemli başkentlerini ziyaret etmiş ve liderlerle görüşmüştür. İlk önce George Bush’u ziyaret eden Kral Hüseyin, Saddam Hüseyin’in geri çekilme niyetinden bahsetmiştir. Bush “Bunun İsrail’inde Filistin topraklarından geri çekilmesi şartına bağlı olduğunu belirtmiş ve kendisinin şartlı bir geri çekilmeyi kabul etmeyeceğini” söylemiştir. “Eğer geri çekilecekse, bunu açıkça ilan etmeli. Geri çekilme şartsız ve derhal olmalı” diye de eklemiştir.

Kral Hüseyin, ABD’nin ardından Londra’ya gitmiş ve orada başbakan Margaret Thatcher ile görüşmüştür. Margaret Thatcher, da George Bush gibi katı bir tutum takınmış ve Irak’ın Kuveyt’ten derhal geri çekilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kral Hüseyin daha sonra Paris’e geçmiş ve 3 Eylül’de Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand ile görüşmüştür. Mitterand, Saddam Hüseyin için en iyi yolun derhal geri çekilmesi olduğunu zira hazırlığı yapılmakta olan askeri harekatın önlenmesinin ancak böyle olabileceğini tavsiye etmiştir257. Kral Hüseyin Paris’teyken, ortaya çıkan görüşler

255 Salinger ve Laurent, a.g.e., s.151-153.

256 Primakov, a.g.e., s.15.

257 Heykel, a.g.e., s.382-384.

doğrultusunda çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Irak’ın geri çekilmesi ve Arap Birliği Barış Gücü’nün yerleştirilmesine dayalı bir çözüm önermiştir. Irak kuvvetlerinin geri çekilmesi üzerine Körfez’den yabancı güçlerde çekilecek ve Irak’a karşı uygulanan ambargo aşamalı olarak kaldırılacaktı. Bubiyan, Warba Adaları’nda ve Rumeyla petrol bölgesinde sembolik bir Irak birliğinin kalmasına kalıcı bir çözümle ilgili görüşmelere başlanana kadar izin verilecektir. Ayrıca, Kuveyt halkının istediği rejim ile ilgili bir plebisit yapılacaktı. Fakat Ürdün Kralının önerileri Başta ABD olmak üzere müttefikler tarafından kabul edilmemiştir258. Kral Hüseyin Paris’ten sonra Roma’ya da gitmiştir. Fakat bu ziyaretlerin sonucunda çözüme ilişkin hiçbir umut ışığı görünmemekteydi.

Bağdat, diplomatik olarak yalnız kaldığını hissetmeye başlamıştı. Irak Devrim Komuta Konseyi, BM’nin Irak’ın olumlu ve yapıcı nitelendirilebileceği bir rol oynayabileceğini düşünmekteydi. Tarık Aziz 31 Ağustos’ta Amman’da BM Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar ile görüştüğünde, 1956 Süveyş Kanalı bunalımı sırasında BM’nin hayati bir rol oynadığını, dünya kamuoyunun bu uluslararası kuruluş aracılığıyla İngiltere, Fransa ve İsrail’e baskı uygulayarak Mısır’ı karşı saldırılarına son vermeye mecbur ettiğini hatırlatmıştır. Perez de Cuellar “gerek bunalımın niteliği gerekse dünyanın içinde bulunduğu durumun 1956’dakinden çok farklı olduğuna işaret etmiştir. Yeni bir dünya düzeni oluşuyor; bunun odağı her ne kadar BM ise de, gücü azalmış, özellikle Genel Sekreter’in rolü bir Dag Hammarskjöld’ün 1956’dakine göre hayli sınırlandırılmıştır. Genel Sekreter, şimdi, yalnız Irak hükümetinin, GK’nın kabul ettiği karar tasarılarının anlam ve kapsamlarını iyi anlamasını sağlamakla mükelleftir” demiştir.

Irak diplomatik yalnızlığını önlenmek için son umudunu Sovyetler Birliği’ne bağlamıştır. 7 Eylül’de gerçekleşen Tarık Aziz, Eduard Şevardnadze görüşmesinde Şevardnadze Irak’ın Kuveyt’ten geri çekilmesinde ısrar etmiş ve hiçbir siyasi destek önerisinde bulunmamıştır. Şevardnadze’nin bu tutumundan umudu kırılan Tarık Aziz

258 Geoffry Kemp, “The Gulf Crisis: Diplomacy or Force?”, Survival, Vol. 32, No.6, November/December 1990, s. 513.

Saddam Hüseyin’e Sovyetler Birliği’nin, artık kendi çıkarlarına dayalı yeni bir dış politika izlemekte olduğunu bildirmiştir259.

Fransa, Cumhurbaşkanı François Mitterrand, 24 Eylülde, BM Genel Kurulu önünde yaptığı açıklamada Batılı ülkelerinin o güne kadar çizdiği çerçevenin dışına çıkarak üç alternatif getirmekteydi. Birincisi, Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesinden sonra görüşmelere başlama yerine, Irak'ın bu ülkeden çekileceğine dair taahhütte bulunup elindeki rehineleri serbest bırakmasıyla görüşmelere başlamayı; ikincisi, El sabah ailesini tekrar iş başına getirmek yerine Kuveyt halkının seçeceği demokratik bir iktidar oluşturulmasını ve son olarak "taraflarla direkt diyaloğu" öngörmekteydi.

Mitterand'ın ifade ettiği bu düşünceler pratikte uygulama olanağı bulamamıştır ancak Bağdat'ta rehin tutulan Fransız rehinelerin 29 Ekimde Paris'e dönmelerini sağlamıştır260.

9 Eylül’de, gerçekleşen Bush ve Gorbaçov görüşmesinde Gorbaçov, Irak’la bağlantıyı sürdürme konusunda yeşil ışık elde etmiştir. Gorbaçov en yakın çalışma arkadaşlarından Yevgeni Primakov’u bu konuda görevlendirmiştir. Buna karşılık Gorbaçov Bush’un savaş hazırlıklarını sürdürmesine izin vermekteydi. Yapılan ortak açıklamada, bu krizi barışçı yoldan çözüme kavuşturma arzusu bir kez daha vurgulanmıştır. “Halen sürdürülmekte olan tüm girişimler başarısızlığa uğrarsa, BM Şartı’na uygun başka girişimleri ele almaya hazırız” demişlerdir261.

Devlet Başkanı Gorbaçov, diplomatik bir çözüm aramak üzere Yevgeni Primakov’u Ekim’in başında Bağdat’a göndermiştir. Primakov’un Saddam Hüseyin’le Kuveyt’in işgalinden sonra gerçekleştirdiği ilk görüşmesinde, gündeme getireceği iki temel konu bulunmaktadır. Öncelikle, isteyen Sovyet uzmanlarının Irak’ı özgürce terk edebilmelerini sağlamak, sonra da, Saddam Hüseyin’e BMGK’nın isteklerine boyun eğmeyi reddetmenin Irak’ı bir açmaza sürükleyeceğini açıkça belirtmek. Aynı zamanda, Irak askeri birliklerinin Kuveytten çekilişini diplomatik yöntemlerle sağlamanın somut olasılıklarını incelemek.

259 Heykel, a.g.e., s.391-392.

260 Gresh ve Vidal, a.g.e., s.132.

261 Salinger ve Laurent, a.g.e., s.172.

Saddam Hüseyin, Primakov ile 5 Ekim’de görüşmüştür. Saddam Hüseyin, öncelikle Başkan Gorbaçov’un mesajını dikkatle okumuş; Kuveyt’in derhal tahliye edilmesi ve bu ülkenin egemenliğine yeniden kavuşması gerekliliğini belirten oldukça sert cümlelere hemen tepki göstermemiştir. Görüşme epey gergin bir havada

Saddam Hüseyin, Primakov ile 5 Ekim’de görüşmüştür. Saddam Hüseyin, öncelikle Başkan Gorbaçov’un mesajını dikkatle okumuş; Kuveyt’in derhal tahliye edilmesi ve bu ülkenin egemenliğine yeniden kavuşması gerekliliğini belirten oldukça sert cümlelere hemen tepki göstermemiştir. Görüşme epey gergin bir havada