• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. 19.YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA DEĞİŞİM ve YAPILANMA

3.6 Kurumsal Yapı

Osmanlı İmparatorluğu’nun mali, askeri, toprak, hukuk vb. kurumlarının bütününü tartışmak yerine ağırlıklı olarak ekonomik kurumlar üzerine yoğunlaşmak gerekir1. Bunlar arasında öncelikle ve özellikle tımar, iltizam ve malikâne sistemine yer verilecektir. 15. ve 16. yüzyıllarda vergi gelirlerinin en büyük bölümünün toplanmasında Tımar sistemi kullanılırken az bir bölümü iltizam sistemi ile tahsil edilmiştir. Klasik Osmanlı döneminin en önemli kurumlarından biri olan Tımar Sistemi, Çift-hane sistemi ile yakından ilişkilidir. Buna göre kendisine tımar tahsisi yapılan sipahi, sınırları belirli bir arazinin devlet tarafından belirlenen vergisini kendi maaşı ile sefer zamanında orduya katılacak belirli sayıda askerin eğitimine ve beslenmesine harcamak suretiyle köylüden (tarımsal üreticilerden) yerelde ve aynî olarak tahsil etmektedir. Sipahinin tarım toprağı üzerindeki denetim hakkı toprağın köylüler tarafından işlenmesini sağlamak ve kişiden kişiye devrinde hukuk kurallarının uygulandığını denetlemekten oluşur. Bu dönemde sipahinin yerelde tahsil ettiği vergi geliri yine yerelde harcanır. Zira sipahinin ayni olarak elde ettiği vergi geliri yine yerel pazarda satışa sunulur. Dolayısıyla Osmanlı hazinesine bir vergi geliri akışı olmadığı gibi hazineden yerele aktarılacak bir bütçeden bahsetmek mümkün değildir. Böylece tımar sistemi sayesinde hem askeri hem mali hem de toprak düzeni açısından bir organizasyon sözkonusudur. Ortaylı’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’nda tımar sisteminin teşekkülünü geleneksel devletin yatay hiyerarşik sistemde anında etkin uygulamalar ve tedbirler alma kabiliyetinin zayıf olması nedenine bağlar. Ayrıca Osmanlı bürokratik örğütlenme sisteminin toplumun sahip olduğu teknolojik yapı ile ilişkili olduğu görülmektedir (Ortaylı [313]).

Ancak 16. yüzyılda savaş teknolojisindeki değişimler neticesinde daimi ve büyük orduların kurulması ihtiyacı ile devlet maliyesindeki finansal darboğaz neticesinde

1

Bunlar arasında 18. yüzyıldan sonra uygulanan “esham” ve 1840’dan itibaren “kaime” uygulamalarına bu alt başlık kapsamını aşması nedeniyle yer verilmemiştir.

126

tarımsal artı ürünün/değerin daha büyük bir bölümünün merkezde toplanması yönündeki gereksinim, tımar sisteminin askeri ve mali bir sistem olarak gözden düşmesine neden olmuştur.

Halbuki, iltizam sistemi hazineye yapılan nakdi ödemeler nedeniyle, mali yapıda yaşanan bozulmanın bertaraf edilmesinde daha fazla kullanılabilir bir düzen olarak belirmiştir. 17. yüzyılda iltizam kontratlarının süreleri uzun vadeli süreler için verilmeye başlanmıştır (İnalcık [316]). İltizam sisteminde vezirler, yüksek düzey bürokratlar gibi sermaye sahibi bireyler açılan müzayedelerde belirli bir bölgenin ya da ekonomik bir kaynağın (mukataa adı verilen birimlerin) vergilerini toplama imtiyazını satın alması karşılığında Osmanlı hazinesine peşin ve nakit ödeme yapmaktadır. İsteyen her toplumsal kesimden insanın müzayedelere katılamadığı gibi, sermaye sahiplerinin müzayedelerde giderek artan oranda peşin talep edilen fiyatların karşılanabilmesi açısından güçlü bir finans desteği sağlayan “sarraflar” ile çalışması sözkonusudur (Pamuk [309]).

Tımar sisteminde ayni olarak toplanan verginin pazarda paraya çevrilmesi işini üstlenmiş olan sipahi askerleri iken, iltizam sisteminde vergi toplama imtiyazını satın alan mültezimler ve onların yereldeki yardımcıları olan ikincil mültezimler ele almıştır. Ancak çift resmi gibi nakit vergiler terk edilerek kırsal nüfustan vergiler ayni olarak tahsil edilmeye başlanmıştır (Pamuk [427]). Osmanlı İmparatorluğu iltizam sistemini ilkin bir yıllık gibi kısa vadeli süreler için verirken, 17.yüzyılda imtiyaz hakkını üç - beş yıl veya ömür boyu vermek suretiyle mali açıdan iç borçlanma olarak adlandırılan bir uygulamayı gerçekleştirmektedir. Böylece bankacılık sisteminin henüz yerleşmediği Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyılın ikinci yarısında yüksek düzeyli yönetici sınıftan temin edilen iç borçlar, iltizam sisteminin uygulamasının yaygınlaşmasıyla mültezimlerden alınmaya yüz tutmuştur. Böylece İmparatorluk yakın ve orta vadede gerçekleştireceği gelirlerine karşılık büyük bir bölümü savaşların finansmanında kullanılacak peşin paranın hazineye girişini sağlamıştır.

Mültezimler iltizam sistemi ile kazandıkları mukataaların gelirlerini yeniden ellerinde tutmak ve devletin talebine gerektiğinde cevap verebilmek maksadıyla girişimciler ile iş

127

ortaklığına gitmiştir. Bu girişimciler vergi toplama sürecinde vergi birimini parçalara bölerek taşeronlara devredilmesi organizasyonundan ve örğütlenmesinden sorumlu kimselerdir. Mukataaların parçalara bölünerek taşeronlara aktarılması konusunda örnekler çoğunluktadır (Çızakça [428]). 17. yüzyılda iltizam kontratlarının denetiminin kaybedilmesi neticesinde kontrat süresini aşan bununla birlikte müzayede fiyatı değişmeden kalan mukataalardan hazineye aktarılan gelirler ile devletin müzayede yoluyla yarattığı rekabetçi ortam zayıflamıştır. 1695 yılında iltizam sisteminde belirli ve sınırlı süre için verilen vergi toplama işi, malikâne sisteminin uygulanmaya başlanması ile ömür boyunca bireylere tahsis edilmeye başlanmıştır (Genç [403, 429]). Ancak beklenildiği üzere malikâne sistemi devletin eline geçen vergi geliri miktarını arttırmadığı gibi, tam tersine malikâne sahibinin ölümü sonrasında yeniden devlet denetimine alınmasında zorluk yaşanması nedeniyle vergi gelirini azaltmıştır [429].

Malikâne sisteminde vergi gelirinden elde edilen kazanç imtiyaz sahibi malikâneci ve onu mali açıdan destekleyen sarraf ile vergilendirme sürecinde vergiyi kaynağından toplayan yerel güçler arasında bölünmektedir [427]. Malikâne sisteminde etkinliği sözkonusu olan İstanbul sarraflarının yanısıra taşralı pek çok sarraf ticaret ve loncaların kredi gereksinimini karşılmakla birlikte vergi toplama sürecinde de finansman sağlamaktadır (Şahiner [430]). Gayrimüslim sarraflar mensubu oldukları cemaatlerinin vasıtasıyla, Avrupa ticaret ve finans ağlarıyla önemli bağlar geliştirmişlerdir [427]. Yahudi sarraflarının 16. yüzyıldan sonra kredi, finans ve ticaret alanında etkinliği düşerken, Rum ve Ermeni sarrafların itibarı yükselmiştir. 17. yüzyılın sonunda ise sarrafların bir lonca çevresinde teşkilatlanmalarını Haliç’ten Galata’ya taşınmaları izlenmiştir [430] 1760’lardan itibaren mali durumdaki bunalım sürecinde Galata bankerleri olarak adlandırılan bu sarraflar devlete borç vermekle birlikte, Avrupa finans ağlarındaki ilişkileri sayesinde devlete borç verilmesini sağlamıştır.