2.3. TABERÎ TEFSİRİNDE İLMU’L-LEHCÂT
2.3.1. Garib Kelimeler
2.3.1.5. Kur’ân’daki Yabancı Kelimeler
Kur’ân’daki yabancı kelimeler, Gâribu’l-Kur’ân’ın üçüncü kategorsini teşkil etmektedir. Kur’ân’da yabancı dillerden kelimelerin varlığı meselesi, en çok tartışılan konulardan biridir. Her dilde olduğu gibi Arapça’da ve dolayısıyla bu dili kullanan, Kur’ân’da da yabancı kelimelerin varlığını kabul edenler olduğu gibi, bunu
765 et-Tevbe 9/79.
766 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XIV, s. 393-394. 767 el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, c. I, s. 447. 768
ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ‘râbuh, c. I, s, 462.
769 en-Nehhâs, Meâni’l-Kur’âni’l-Kerîm, c. II, s. 129.
770 es-S‘alebî, el-Keşfu ve’l-Beyân, c. V, s. 77; er-Razî, Mefâtihu’l-Gayb, c. XVI, s. 110. 771 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. II, s. 293.
155
kabul etmeyenler de vardır. Bunun yanında uzlaştırmacı olanlar da olmuştur. Bu tartışmayı gerekli kılan ve ortaya çıkaran Kur’ân’ın bizatihi kendisidir. Dilinin
“Apaçık Arapça” olduğunu bildirmesi de tartışmanın fitilini ateşlemiştir.772
Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (ö. 204/819), Ebû ‘Ubeyde, İbn Fâris ve Ebû Bekr el-Bâkıllânî (ö. 403/1012) gibi isimler başta olmak üzere âlimlerin çoğu Kur’ân’da başka dillerden kelimelerin bulunmadığı görüşündedirler. Bu görüşü savunanlar (
يٍيَِّبُُي ٍرِبَرَعي ٍَلَسِِِب
) “apaçık Arapça bir dil ile”773 ve (يل يِمَجْعَأي ًنآْرُ قيُهلَنَِْعَجي ْاَلَو
يٌِّبَرَعَويٌّيِمَجْعَأَأيُهُتَيَآي ْتَِِرُْفي َلَْاَليااُللَقَل
...
) “Eğer biz onu başka dilde bir Kur'ân yapsaydıkonlar mutlaka, onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?”774
gibi ayetlere dayanmışlardır.775 Nitekim İmam
Şafii Kur’ân’da Arapça dışında kelimelerin varlığını savunanları “susması konuşmasından evla olan kişiler” ve “taklit ehli” olarak nitelemiş ve onları kıyasıya eleştirmiştir. Yine o, Arapça’da kullanılan bazı kelimelerin diğer dillerde mevcut
olmasını diğer dillerin Arapça’dan etkilenmesine bağlamaktadır.776
Ebû ‘Ubeyde ise bu konuda şunları ifade etmiştir: “Kur’ân, apaçık Arap diliyle indirilmiştir. Her kim, onda Arapça dışında bir şey olduğunu iddia ederse, büyük konuşmuş olur ve her kim,
tam emin olmadan (zan ile) (
هط
) ifadesi için bu ‘Nabatça' bir kelimedir derse büyükhata yapmış sayılır.”777 İbn Fâris ise Kur’ân’da diğer dillere ait öğelerin varlığının kabul edilmesi durumunda, itham edicilerin Kur’ânın benzerinin getirilemeyişini
buraya bağlayacaklarını dile getirmiştir.778
Kur’ân’da yabancı kelimelerin varlığını savunan başlıca şahsiyetleri ise şunlardır: İbn Abbâs, İbn Mes‘ûd, Sa‘id b. Cübeyr (ö. 95/713), Vehb b. Münebbih (ö. l00/718), İkrime, Mücâhid, İbn Cinnî, el-Cüveyni (ö. 478/1085), el-Cevalikî (ö.
772 Nitekim şu ayetler buna delalet etmektedir:( ٍِيِب َرَع ٍناَسِلِب . َني ِرِذْنُمْلا َنِم َنوُكَتِل َكِبْلَق ىَلَع . ُنيِمَ ْلْا ُحو ُّرلا ِهِب َل َزَن
ٍنيِبُم ) “Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil
ile indirmiştir.” eş-Şu‘arâ 26/193-195.
773 eş-Şu‘arâ 26/195. 774 Fussilet 41/44.
775 es-Suyûtî, el-Muhezzeb, s. 57. 776
Ebû Abdillah Muhammed b. İdris b. Abbâs eş-Şâfiî, er-Risâle, Thk., Ahmed Şâkir, Mektebetü’l- Hâlebî, Mısır, 1358/1940, s. 34.
777 Ebû ‘Ubeyde, Mecâzu’l-Kurân, c. I, s. 17. 778 es-Suyûtî, el-Muhezzeb, s. 58.
156
540/1145), İbn Nakib (ö. 698/1298), İbn Cevzî (ö 751/1350), Suyûtî (ö. 911/1505), Şevkânî (1250/1834). Bu görüşte olanlar, yaşamın bir gereği olarak toplumların sosyal, siyasî ve ticarî ilişkiler kurduklarını bunun sonucunda dillerin birbirinden etkilendiğini ifade etmişlerdir. Onlar, Arapça olan Kur’ân’ın bazı yabancı kelimeler
barındırmasını bu etkiye bağlamışlardır.779
Kur’ân’da yabancı kelimelerin savunanlar tarafından delil olarak sunulan ayetlere karşılık, bunlar Kur’ân’da birkaç kelimenin farklı dillerden olmasının onun Arapça olma vasfını zedelemeyeceğini dile getirmişlerdir. Yine onlar Farsça bir kasidede birkaç yabancı kelimenin bulunmasının onun Farsça diye anılmasına engel olmamasını da örnek olarak sunmuşlardır. Ayrıca
Kur’ân'da geçen (
ميهاربإ
) sözcüğünün dilciler tarafından gayr-ı munsarıf olmanedeninin “alemiyet” (özel isim) ve “ucmet” (yabancı kökenli) şeklinde açıklanması da bunlar tarafından da kullanılmıştır.780 Bununla birlikte bu düşüceyi paylaşanlar, Arapça’nın diğer dillerden daha geniş olduğunu, dolayısıyla diğer dillerden
aktarımların mevcudiyetinin doğal bir durum olduğunu ifade etmişlerdir.781
Onlardan bazıları ise Kur’ân’da yabancı kelimelerin varlığını, onun gelmiş geçmiş bütün ilimleri ve her şeyle ilgili bilgileri kapsamasına bağlamıştır.782
Ebû ‘Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm, İbn ‘Atiyye (ö. 541/1147) ve Kurtubî (ö. 671/1273) gibi âlimler ise iki grubun görüşlerini uzlaştırmaya çalışmışlardır. Ebû ‘Ubeyd bahsi geçen iki görüşü şu şekilde bağdaştırmaya çalışmıştır: İki görüşün de doğruluk payı vardır. Kur’ân’daki bu tür sözcükler kökenleri itibariyle yabancı olup Araplar tarafından birtakım dilsel işlemlere tabi tutulmuş ve sonuçta Arapça'ya devşirilerek kullanım alanına kazandırılmıştır. Dolayısıyla, kökenlerinden hareketle bu kelimeleri Arapça kabul etmeyen haklı olduğu gibi, kelimelerin üzerinde yapılan işlemlerden hareketle sonraki halllerini ve yaygın kullanımlarını dikkate alarak
bunların Arapça olduğunu düşünenler de haklıdır.783
İbn ‘Atiyye ise Arapların göç ve ticaret vesilesiyle diğer toplumlarla karşılaştığını ve bu toplumların kullandığı bazı
779 Ebû Şukeyeb Muhammed Takyuddin b. Abdulkadir el-Hilâlî, Mâ Veka‘â fî’l-Kur’ân’î bi Gayri
Lugâti’l-‘Arab, el-Câmiâtu’l-İslâmiye, Medine, 1390/1970, s. 20.
780 es-Suyûtî, el-İtkân, c. II, s. 430. 781
ez-Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 290.
782 Muhammed Seyyid Ali Bulâsî, el-Muarreb fî’l-Kur’âni’l-Kerim, Cemiyeti’d-Dâveti’l-
İslâmiyeti’l-Alemiyye, Tsz., Ysz., s. 108.
157
kelimeleri alarak çeşitli değişimlere uğratıp kullanmaya başladığını akatrmıştır. Ona göre söz konusu sözcükler, Araplar tarafından şiir ve hitabette kullanılmak suretiyle sarih Arapça halini almıştır.784 Kurtubî de bu iki görüşü naklederek aynı anlayışı
benimsediğini ortaya koymuştur.785
İlk görüşü benimsediği belirtilen786
Taberî tefsirinin mukaddimesinde bu konuya “Araplar ile diğer toplumların telaffuzunda ortak olduğu harflerin (kelimelerin) beyanı ile ilgi bahis” şeklinde müstakil bir başlık ayırmıştır. Başlıktan da anlaşıldığı gibi Müfessir konuya kendine özgü bir bakış açısı ile yaklaşmıştır. Taberî, meseleyi çoğu zaman kullandığı tartışma üslubuyla ele almıştır. Nitekim müellif, bu konuyu tartışmaya daha önce dile getirdiği “Yüce Allah’ın muhatab
aldığı toplumlara onların diliyle hitap etmiştir, bunun aksi caiz değildir”787
şeklindeki ifadesinin Kur’ândaki yabancı kelimelerin varlığı ile ilgili rivâyetlerle çelişmesi sorusuyla başlamıştır. Ardından bu konudaki rivâyetleri şu şekilde sıralamıştır:
Ebû Ahves’in Ebû Musâ’ya dayandırdığı rivâyet: Ebû Musâ (…
يُُِْيِْيََِّْفِكيْمُكِتْؤُ ي
يِهِتَْحَُْ
…) “…Size rahmetinden iki kat pay versin…”788 ayetinde geçen (يِْيََِّْفِك
) ifadesinin Habeş dilinde “iki kat sevap” anlamında olduğunu ifade etmiştir.Sa‘id b. Cübeyr’in İbn Abbâs’a nisbet ettiği rivâyet: İbn Abbâs, (…
يَةَئِشَني مََِإ
يِلْيمَِلا
) “Şüphesiz gece ibadetinin etkisi…”789 ayetindeki (يَةَئِشَن
) ifadesiyle ilgili olarakHabeş lisanında gece kalkan kişi için (
أشَن
) sözcüğünün kullandığını dile getirmiştir.784 İbn Atiyye, el-Muhareru’l-Vecîz, c. I, s. 51. 785 el-Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. I, s. 68-69. 786 es-Suyûtî, el-Muhezzeb, s. 58. 787 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 11. 788 el-Hadid 57/28. 789 el-Müzemmil 73/6
158
Ebû İshâk’ın Ebû Meysere’e dayandırdığı rivâyet: (…
يُهَعَُي ِبِروَأي ُللَب ِجي َيَ
…)“…Ey dağlar! Onunla birlikte tespih edin…”790
Ebû Meysere, bu ayetteki (
يِبِروَأ
) ifadesinin Habeş dilinde “tespih edin” anlamında olduğunu aktarmıştır.Yûsuf b. Mihrân’ın İbn Abbâs’tan yaptığı aktarım: İbn Abbâs’a (
يُُِْي ْتمَرَ ف
يٍةََْاْسَق
) “Arslandan kaçmaktalar”791 ayetindeki (يٍةََْاْسَق
) ifadesi sorulduğunda, İbnAbbâs aslan anlamında olan bu sözcüğün “Arapça’da (
دسا
), Farsça’da (ْلش
),Nabatça’da (
يَْأ
) ve Habeşçe’de (ةْاسق
) şeklinde olduğu” cevabını vermiştir.Ebû Muğîre’nin Sa‘id b. Cübeyr’e dayandırdığı rivâyet: Kureyşliler, Kur’ân Arapça ve ‘Acemce (yabancı dilde) indirilseydi ya! Şeklinde itirazlarda bulunmuşlardır. Bunun üzerine (…
يٌّیييِمَجْعَاَءيُهُتَيَٰاي ْتَِِرُْفي َلَْاَليااُللَقَلي
ي يليِمَجْعَايًنٰاْرُ قيُهلَنَِْعَجي ْاَلَو
ذمَِِلي َاُهي ْلُقي ٌِّبَٰرَعَو
يَُي
ي
ااُنَُٰا
ي
ىًدُه
ييَو
يٌءلَفِش
…) “…Eğer biz onu başka dilde bir Kur’ânyapsaydık onlar mutlaka, ‘Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?’ derlerdi. De ki: O, inananlar için bir hidayet ve şifadır…”792
ayeti nazil olmuştur.
ي
Ardından indirilen ayetlerde (…يًةَْلَجِح
يٍليِرجِسي ُُِْ
…) “…Pişirilmiş balçıktan taşlar…”793ayetinde olduğu gibi çeşitli dillere ait öğelere yer verilmiştir.
Ebû İshâk’ın Ebû Meysere’ye nisbet ettiği diğer rivâyet: Ebû Meysere Kur’ân’da her dilden ifadeler bulunduğunu dile getirmiştir.
Taberî bunları aktardıktan sonra bu rivâyetlerin daha önce ifade ettiği “Kur’ân Arapların diliyle indirilmiştir” yargısıyla çelişmediğini vurgulamıştır. Ona
790 Sebe’ 34/10. 791 el-Müdessir 74/51 792 Fussilet 41/44. 793 Hûd 11/82.
159
göre bu konuda ifade edilenler, kendi söylediklerinden başka bir şey değildir. Çünkü bunları ifade edenler, bu ve benzeri sözcüklerin Araplar tarafından Kur’ân’ın nüzulünden önce kullanılmadığı ve bilinmediği konusunda bir bilgi paylaşmamışlardır. Aslında onlar bir sözcüğün çeşitli dillerdeki ortak kullanımlarına değinerek bu dillerde ortak olan ifadelerin varlığına delil sunmuşlardır. Dirhem, dinâr, kalem ve kırtas gibi sözcüklerin çoğu dilde, aynı kelimelerle telaffuz edildiğini söyleyen Taberî, dillerdeki ortak kullanımlara işaret etmiştir. Ardından bu tür sözcüklerin bir dile tahsis edilemeyeceğini, bütün dillerin ortak malı olduğunu vurgulayıp, bir sözcük için “Bu Farsça’dır, bunu Araplar alıp kullanmıştır” demenin doğru olmadığını, aksinin de düşünülemeyecğini ifade etmiştir. Ona göre bütün diller aynı düzlemdedir. Hiçbirisinin diğerine asıl olma gibi bir durumu yoktur. Bu durumda olan sözcükler için bazı dilleri, asıl tayin edenlerin görüşlerini destekleyecek bir delilin bulunmadığını nakleden müfessir, “Bu sözcük Arapça’dan Farsça’ya geçmiştir veya bu sözcüğün aslı Farsça’dır, ordan Arapça’ya geçmiştir” şeklindeki yargıların cehaletten öteye geçmediğini belirtmiştir. Bu şekilde bir sözcüğün çeşitli dillerde aynı anlamda kullanılması durumunda, o sözcüğü bu dillerin tümüne nisbet edilmesinde mahzur görmeyen Taberî, bu konuda kendine özgü bir izah tarzı geliştirmiştir.
Taberî, bu izahı desteklemek için şu mantıksal analizlere başvurmuştur: “Bu sözcüklerin çeşitli dillere mansub sayılmasında bir mahzur yoktur. Çünkü bir sözcüğün herhangi bir dilde bulunması, diğerinde bulunmasına engel değildir. Bu bağlamda (
مئلقي َلاف
) “Falan kişi ayaktadır” ifadesinin kişinin oturmadığına delaleti kesin olduğu halde bu kişinin konuşup konuşmadığına delaleti kesin değildir. Bu kişi ayakta olduğu halde konuşmasını da sürdürebilir. Ayrıca bu sözcükleri dağ ile ova arasında bulunan ve bu iki yerin havasını barındırdığı için ovalık-dağlık nitelemesini alan arazilere benzetip çift cinsiyete mensup sözcükler diye tavsif etmek de mümkündür.” Bu mantıksal kıyaslamaların ardından Taberî, Kur’ân’ın Arapça dışında hiçbir söz barındırmadığını vurgulayıp, “Kur’ân’da her dilden sözcüğün var160
olduğu” ifadesini sarfedenlerin, Araplar ve diğer toplumların ortak kullandıkları sözcüklere işaret ettiğini aktarmıştır.794
Uygulama boyutuna baktığımızada ise Taberî’nin (…
يِتاُغلمَطلاَوي ِتْبِْلجِبِ
…)“…cibte ve tâğûta…”795
ifadelerini tahlîl ederken Sa‘id b. Cübeyr’in bu ifadeleri Habeş diline dayandırması ile ilgili rivâyeti aktarmıştır. Ancak müfessir, değerlendirme bölümünde tercihini belirtirken bu rivâyetten yana fikir beyan etmemiştir.796
Yine (
ي يَِرَسي ِكَتَْتِي ِكُّبَْيَلَعَجيْدَق
…) “…Rabbin senin alt tarafında bir dereakıttı” 797
ayetindeki (
ي يَِرَس
) sözcüğünün Süryanice ve Nabatça olduğuna dairrivâyetleri sıralayan Taberî kendi kanaatini şu şekilde aktarmıştır: Bilindiği gibi Arap dilinde (
ي يَِرَس
) ifadesi küçük nehir anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Lebîd’in şu şiiri de bunu desteklemektedir:ياًِْولجَتُُيٌةَْاُجْسَُي...يلعمَدَصَويريرمَسلايَِۙ ْرُعيلطمَسَاَ تَ ف
لهُُلاُق
(Deve ve eşek sürüsü) Küçük nehrin kenarını ortaladılar… ve Üzeri deve dikenleri ile dolu (pınarı) yardılar.798
Bu tutumunu sürdüren Taberî, (…
يِميِقَتْسُمْلاي ِسلَطْسِقْلِبِيااُنِزَو
…) “…Doğru teraziile tartın…”799
ayetindeki (
يِسلَطْسِقْلا
) sözcüğünün adalet anlamında Rumca bir sözcükolduğu şeklindeki rivâyeti aktarmış fakat bu rivâyeti onaylayan açıklamalarda bulunmamıştır. Farklı kırâat vecihlerini aktararak bu kelimenin Arapça olduğunu
vurgulamaya çalışmıştır.800
Bunun yanında Müfessirmiz, diğer dillere dayandırılarak anlamlandırlan sözcüklerin Arap diline isnâdını ortaya çıkarmak için lehçelerdeki
794 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 13-21. 795 en-Nisâ 4/51.
796 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. VIII, s. 463. 797
Meryem 19/24.
798 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XVIII, s. 178. 799 el-İsrâ 17/35.
161
kullanımlara müracaat etmiştir. Bu doğrultuda Taberî, (
هط
)801 ifadesini şu şekilde açıklamıştır: Te’vîl ehli bu ifadenin anlamında ihtilâf etmiştir. Onlardan bazıları söz konusu ifadenin (لجْي يَ
) “Ey adam” anlamında olduğunu iddia edip şu rivâyetleri sıralamışlardır. İkrime’nin İbn Abbâs’a dayadırdığı rivâyete göre (هط
) sözcüğü Ey adam anlamında Nabatça bir kelimedir. Abdullah b. Müslim’in Sa‘id b. Cübeyr’e isnâd ettiği rivâyette ise bahsi geçen sözcüğün Süryânice’de aynı anlamda olduğu değerlendirilmiştir… Bana göre bu sözcüğü “Ey adam” şeklinde anlamdıran görüş en isabetli görüştür. Çünkü bildiğim kadarıyla söz konusu sözcük bu anlamıyla ‘Ak kabilesinde kullanılagelmiştir. Nitekim şu şiirler de bunu desteklemektedir:لاِئاَاُُيََاكَييَْأيِهْيََِعيُتْفِخَفي...يْبُِيُيْمََِ في ِللتِقلاي ِفيَهَطِبيُتْفَ تَه
“Savaşta ey adam! diye çağırdım cevap vermedi… Bunun üzerine onun ölmüş olmasından korktum”
يِيَِّعلا
َلمايِمْاَقلاي ِفيُاللهيَكَْبِيلَي...يْمُكقِئلاَخيُُِْيَهَطيَةَهلفمَسلايمََإ
“Ey adam muhakkak ki sefahet sizin ahlakınızdandır… Lanet edilmiş toplumları Allah mübarek eylemesin”
Taberî’ye göre Arapların kullanımlarında mevcut olan manalar
bulunduğunda, te’vîl yaparken bunlara müracaat etmek gereklidir. 802
Görüldüğü gibi Taberî, her ne kadar yabancı kelimelere dair rivâyetleri aktarsa da kendi tercihini belirtirken bunları görmezden gelmiştir. Dolaysıyla mukaddimesinde ifade ettiğine aykırı hareket etmemiştir. O, bir sözcüğün diğer dillere ait olduğu ile ilgili rivâyetleri nakletmekle yetinmeyip bunların Arap dilinde de yer edinmiş kelimeler olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Bunu yaparken kırâat,
801 Tâhâ 20/1
162
şiir ve lehçe bilgisini kullanmıştır. Böylece söz konusu kelimelerin dillerin ortak kullanımları olduğunu teyit etmeye çalışmıştır.