3.6. Taberî Tefsirinin Genel Özellikleri
1.1.5. Dilbilim Çalışmalarının Tarihi Serüveni
Dil ve dilbilim ile ilgili kuramların kökeninin eski Yunan kültüründe saklı
olduğunu ifade edenler olmuştur.175
Ancak, Dilbilimin başlatıcısı olma şerefini kadim Yunan’a değil de Hintli bilim adamlarına atfedenler de vardır. Eski Hint uygarlığındaki Brahman okullarında eğitim aşamasında her şeyden önce Nirukta denen dilbilgisinin öğretildiğine dair bilgi bu konuya delil olarak sunulmuştur. Bu dönemde “Yaska” adlı köken bilgisi ve dilin doğuşuna ilişkin bazı kuramlar ileri
sürülmüştür.176
Eski Hint gramercilerinden bir kısmı M.Ö. V. yüzyıldan itibaren biçim ile anlam arasında zorunlu ve doğal bir ilişki görürken, bir kısmı da kelimenin toplumsal nitelikli ve anlaşma ürünü bir anlamı bulunduğunu savunmuştur. Eski Hint
gramercilerinden Pâninî ise Sanskritçenin dil bilgisi kurallarını belirlemiştir.177
Ayrıca bu dönemde sözlerin ebediliği, bunların eşyanın şahsını mı, nev’ini mi gösterdiği, münferit harf veya seslerin ayrı manalarının olup olmadığı, gramer kategorilerinin birbirleriyle ilişkilerini ve isimlerin fiillerden çıkıp çıkmadığı gibi konular da tartışılmıştır.178
174 Zeynel Kıran, “Dilbilim ve Temel İlkeleri”, s. 89. 175
Kerimoğlu, Genel Dilbilime Giriş, s. 6.
176 Özdem, Dil Teorilerine Toplu Bir Bakış, s. 10. 177 Aydın, Dilblim El Kitabı, s. 23.
36
Dünya tarih ve kültüründe önemli bir yeri olan, Mısır medeniyetinde de dile olan ilgi üst seviyede seyretmiştir. Hatta bu hususta M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış olan Mısır Firavunu Psammetik tarafından dilin kökeninin nereye dayandığı konusunda
bir deney yapıldığı aktarılmaktadır.179
Eski Yunan düşünürleri Doğu ve Batı medeniyetlerinde gelişmiş olan bilgi ve birikimi mezcederek, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da kendilerinden söz ettirmişlerdir. Kendi dilleri özelinde pek ciddi olmasa da bazı sözlük çalışmaları ve lehçebilgilerini aktaran eserler yazmışlardır. Bunun yanında bugün kullanılan pek çok dilbilim teriminin Eski Yunan kökenli olması onların dilbilimdeki yerine işaret etmektedir.180
Bu düşünürler sözcük ile nesne arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Yunan filozoflarından Eflatun (M.Ö. 427-347) ise bu iki öğeyi birleştirme taraftarıdır. Sokrates (M.Ö. 469-399) her iki öğeyi belirtmekle beraber, doğal bağıntıyı savunanları desteklemiştir. Aristo (M.Ö. 384-322) ise kelimenin toplumun ürünü olduğunu kabul eder. Stoacılar düşüncenin kelimeler dışında var olamayacağını, Epikurosçular ise dilin insan gereksinimlerinin sonucu olarak gerçek kimliğini
kazandığını savunmuşlardır.181
Etimolojik denemeler yapan Eflatun, Kratylos’ta dikkatini kelimelere yöneltmiştir. Gramer nüvelerini taşıyan bu denemeler ibtidai
konumdadır.182
Aristo ise Peri Hermeneias’te genel gramer konusundaki ilk ciddi
denemeyi yapmıştır.183
Romalılar ise dilbilim alanındaki çalışmalarında daha çok Yunanlıların etkisinde kalmış ve onları tamamlayıcı nitelikte çalışmalar yapmışlardır.184
Romalı dilciler arasında özellikle Varro M.Ö. I. yüzyılda kaleme aldığı De Lingua Latina adlı eserinde köken bilgisiyle ilgilenmiştir. Donatus’un Ara grammatica’sı ve
179 Üçok, Genel Dilbilim (Lenguistik), s. 54. 180 Kerimoğlu, Genel Dilbilime Giriş, s. 6. 181
Vendryes, Dil ve Düşünce, s. 49.
182 Bkz., Platon, Kratylos, Çev. Furkân Akderin, Say Yay. İstanbul, 2015. 183 Renan, Dilin Kökeni Üzerine, s. 57.
37
Prıscıaus’ın Institutiunes rerumgraammaticurm’u M.S. IV. Yüzyılın elden ele
dolaşan ve Eskiçağ ile Yeniçağ arasında köprü sayılan önemli eserlerindendir.185
Ortaçağda, Batıdaki dilbilimsel çalışmalar ise Kilesenin baskısı ve skolastik düşüncenin etkisiyle Latince üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çağdaki dilciliğin daha çok Latince okuma kitaplarına, dil bilgisi ve sözlüklerine ağırlık verdiği görülmektedir. Alexander de Villa-dei’nın 1199 tarihini taşıyan eseri bu konudaki en önemli eserdir.186
Batıda bu tür gelişmeler olurken İslam coğrafyasında da Arap dili ekseninde çeşitli gelişmeler yaşanmaktaydı. Diğer kültür ve medeniyetlerde olduğu gibi Doğu medeniyetinde de bu gelişmeleri tetikleyen en önemli etken dini metinleri anlama kaygısı olmuştur. Nitekim dilbilim alanında Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) el-Kitâb’ı başta olmak üzere bu konuda köklü eserler telif edilmiştir.
Bunun yanında Arap dilbilimin Eski Yunan felsefesinden hareketle ortaya
çıktığını iddia edenler de olmuştur.187
Bu konudaki iddialar hakkında şunları söylemek mümkündür. Fetih hareketleri ve tercüme faaliyetlerinin etkisiyle iki farklı kültür ve medeniyet birbirine komşu olmuştur. Doğal olarak bunlar birbirinden etkilenmiş ve birbirini etkilemiştir. Gerçek şu ki her ne kadar etkilenme söz konusu olsa da iki kültürün temel dayanakları birbirinden farklıdır. Arapça ile Yunanca dillerinin dünya görüşü ve metafizik temelinde var olan bu farklılık, mantıkçıların ve dilcilerin tartışmalarına yansımıştır. Dolayısıyla Yunanca ile Arapça’nın birbirini doğurduğunu söylemek, yerine birbirinden etkilendiğini ifade etmek daha doğru olacaktır. Dilin zamanla, şartlar elverdiğince değişim ve gelişimler yaşadığı bilinmektedir. Arap dili de Cahiliye, Asr-ı saadet, Emevî ve Abbâsî dönemlerinde çeşitli aşamalardan geçmiştir.
Belli bir bölgeye has olan Arap dili, Kur’ân’ın nüzulüyle din dili olma şerefine erişmiş ve İslâm medeniyetinin ortak dili haline gelmiştir. Kur’ân’ı anlamak öncelikle onun dilini anlamaya bağlı olduğundan, bu yöndeki çalışmalar Arap
185
Aksan, Her Yönüyle Dil, c. I, s, 18.
186 Aksan, Her Yönüyle Dil, c. I, s, 19.
187 Mehmet Ulukütük, “İslâm Düşüncesinde Tercüme Faaliyetleri: Hermeneutik ve Bibliyografik Bir
38
dilbilime önemli katkılar sağlamıştır. Bu konuda Necmeddîn et-Tûfî (ö. 716/1316), şunları söylemiştir: “Bir kimse Allah’ın kitabındaki hükümlere tabi olmanın vacip olması sebebiyle Arapça’yı öğrenmenin vacip olduğunu, zira bu hükümlere uymanın kitab’ı yani Kur’ân’ı anlamaya, kitab’ı anlamanın da onun indirildiği dili bilmeye bağlı olduğunu iddia etse, iddasında haklı sayılabilecek derecede önemli bir kanıt
sunmuş sayılır.”188
Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210) ve İbn Haldûn (ö. 808/1406) gibi İslâm
âleminin önde gelen isimleri aynı görüşlere paralel açıklamalar yapmışlardır.189
Ebû Abdullah el-Kâfiyeci’nin, (ö. 879/1478) bir müfessirin bilmesi gereken ilimleri sıralarken ilk yedi sırayı dilbilimin alt dallarına ayırması da Kur’ân’ın
anlaşılmasında dilbilimin etkisini ve katkısını ortaya koymaktadır.190
Cündioğlu ise bu konuda şunları ifade etmiştir: “Kur’ân tefsiriyle meşgul olan ulemâ’nın dile yönelik ilgilerine, meşruiyet kazandıran başlıca neden, Kur’ân’ın evvel emirde dilsel metin oluşudur. Dilsel bir metni anlamak ve açıklamak ister
istemez dilin kendisine ait hususiyetleri bilmekle mümkün olabilir.”191
Sonuç olarak dil sorunlarının önemli bir şekilde incelendiği ve tartışıldığı bir çağda yaşamaktayız. Batıda beşerî bilimler dilbilimin yöntemlerinden yararlanarak,
revizyona gitmeye başlamaktadır. Bu süreçte dilbilim öncü rol üstlenmiştir.192 Bu
ifadenin sağlamasını, dilin düşünce ile olan bağlantısından hareketle ortaya koymak mümkündür. Bütün beşeri bilimlerin amacı insanoğlunun düşünce yapısını çözmek olduğuna göre, dilbilimin bu yapının sonucu olan dilsel öğeleri ele alması onu bu alanda öncü olmaya itmiştir. Doğuda ise, Kur’ân’ın nüzulüyle onu anlama ve hükümlerini tatbik etme gayretleri sonucunda dilbilim çalışmaları başlamış ve
188 Necmeddîn Süleymân b. Abdülkavî b. Abdülkerîm et-Tûfî, es-Sa’katü’l-Gadabiyye fi’r-Reddi
alâ Münkiri’l-Arabiyye, Thk. Muhammed b. Hâlid Fâzıl, Mektebetü’l-Ubeykân, Riyâd, 1995, s.
236.
189
Abdurrahmân b. Muhammed Ebû Zeyd İbn Haldûn, Divâni’l-Mübtedeî ve’l-Haber fî Târihi’l-
Arabî ve’l-Berber, Thk. Halil Şahâde, Dâru’l-Fıkır, Beyrût, 1408/1988, c. I, s. 554; Fahruddîn
Muhammed b. Ömer b. el-Huseyin er-Râzî, el-Mahsûl fî Ulûmi’l-Fıkh, Thk. Tâhâ Câbir Feyâd el-İlvânî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1418/1997, c. V, s. 343.
190
Muhyiddin Muhammed b. Süleyman el-Kâficî, et-Teysîr fî Kavâidi İlmi’t-Tefsir, Thk. Mustafa Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, Mektebetü’l-Kudsî, Kahire, 1419/1998, s. 27.
191 Dücane Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlamanın Anlamı, Kapı Yay. İstanbul, 2015, s. 9. 192 Vendryes, Dil ve Düşünce, s. 7.
39
zamanla sistematik bir bilim dalı halini almıştır. Müslümanların Kur’ân’a verdiği önem ve değer dilbilime de yansımıştır. Allah ve insan arasında ortak bir anlaşma sistemi olarak seçilen Arapça yapısı itibariyle iki türlü anlama probleminin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bunlardan ilki Arapça bilenlerin karşılaştığı Kur’ân’ı anlama problemleri, ikincisi ise Arapça bilmeyenlerin bu dili nasıl öğrenecekleri problemdir. İlk problemi ortadan kaldırmak için yapılan çalışmalar sonucunda “Garibu’l-Kur’ân”, “Meani’l-Kur’ân”, “Vücûh ve Nezâir” gibi alanlar oluşmuştur. Diğer problemi giderme çabaları da nahiv, sarf ve iştikâk gibi alanları ortaya çıkartmıştır. Görüldüğü gibi bütün bu çabaların hareket noktası, Kur’ân’ın kendisi olmuştur. Bu da ona atfedilen önemin bu ilimlere yansımasını sağlamıştır.