• Sonuç bulunamadı

Dilin Lügat ve Terim Anlamı

3.6. Taberî Tefsirinin Genel Özellikleri

1.1.1. Dilin Lügat ve Terim Anlamı

Sözün anlaşılabilmesi ve bütün sonuçlarını verebilmesi için dil zorunludur. Ama dilin yerleşebilmesi için de söz zorunludur. Tarihsel açıdan, söz olgusu her zaman daha önce ortaya çıkar.88Dilin en önemli taşıyıcısı konumunda olan yazı da

dilbilimin uğraş alanı içerisindedir. Yalnız yazı dili sonradan konuşma diline eklenmiş bir katmandır. Sesle harf ya da yazıyı birbirine karıştırmamak gerekir. Dilin asıl birimi, sestir.89

Kalıtsal olarak varlığı veya sonradan kazanıldığı konusunda dilbilimcilerin fikir birliğine varamadığı dilin Fransızca’daki karşılığı olan

“langage” kavramı90

Arapça’daki “ةغللا”sözcüğünü anımsatmaktadır.

Arap dilbilimcilerin dil olgusunu ele alırken kullandıkları temel kavramlardan )ةغللا( “el-Luğa” kavramı, asıl itibariyle (ةلْعُف) vezninde olup (ىغل) veya (وغل) fillerinden türetilmiştir. Bu kavramın sonundaki (ة) harfi, mahzûf olan (و) veya (ى) harflerini belirtmek amacıyla konmuştur. Nakıs fiillerden olan (ىغل) sözcüğü ( َيِغَل ِرْمَ ْلْاِب) ifadesinde, “haberdar etmek”, “konuşmak” veya “bahsetmek” anlamında kullanılmıştır. (اذكب ىغل) ifadesi ise “hedefi gözeterek atmak” anlamında olup, dilin telaffuz boyutuna işaret etmektedir. Nakıs fiillerden İkincisi (وغل) ise Araplar arasında (ملكت وغللاب) cümlesinde olduğu gibi “yaygara koparmak”, “gürültü yapmak” anlamlarını ifade edecek şeklide telaffuz edilmiştir. Araplar, serçe kuşunun

cıvıldadığını belirtmek için de (هاغلب روفصعلا جهل) cümlesini kullanmışlardır.91

Kur’ân-ı

Kerimde ise (وغل) kavramı “gürültü kopartmak için yaygara çıkartmak”,92 “faydasız

88 Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s. 50.

89 Mehmet Aydın, Dilblim El Kitabı, Akademik Kitaplar Yay., İstanbul, 2014, s. 17. 90 Necip Üçok, Genel Dilbilim (Lenguistik), Multılıngual Yay., İstanbul, 2004, s. 13. 91

Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed b. el-Ezherî, Tehzibu’l-Luga, Thk., Muhammed Avd Mur‘ab, Dâru İhyâ-i Turasi’l-Arabî, Beyrut, 1422/2001, c. VII, s. 173.

92 Ayet: ( َنوُبِلْغَت ْمُكَّلَعَل ِهي۪ف ا ْوَغْلا َو ِنٰا ْرُقْلا اَذ ٰهِل اوُعَمْسَت َلَ او ُرَفَك َني ۪ذَّلا َلاَق). Ayetin Anlamı: “İnkâr edenler dediler ki:

20

yani boş sözler sarfetmek”93 ve “kasıtsız olarak yemin etmek”94 gibi anlamları

içerecek şekilde kullanılmıştır.95

Hadislerde de bu kelimenin benzer anlamlarda

kullanıldığını görmekteyiz.96

Sözlük anlamları dikkate alındığında, (ةغللا) el-Luğa sözcüğünün ister anlamlı ister anlamsız olsun, insan veya insan dışı varlıkların çıkarttığı ses objeleri için kullanıldığını görmekteyiz. Bunun yanında İslâm’ın ilk dönemlerinde lügat sözcüğü lehçe kavramını karşılayacak şekilde kayıt altına alınmıştır. Arapça’da dil kavramı ile ilintili bir şekilde kullanılan “Lisan” (ناسل) sözcüğü ise genelde dil sistemi için kullanılır. Lisan sözcüğü, görevi itibariyle tat almak ve hareketleriyle konuşmayı sağlamak gibi fiziksel eylemler meydana getiren organı karşılar. Lisanın eylemlerinden sonra ortaya çıkan ve amaç bildiren cümleler için “Kelâm” (ملاك) kavramı kullanılmıştır.97

Ağızdan çıkan anlamlı veya anlamsız her söze/sözlere ise “Kelm” (ملكلا) denmiştir.98

Aynı kökten olan “kelime” (ةملك) sözü de ağızdan çıkan

lafız yani tek sözcük için kullanılan bir kavramdır.99

Dilin asıl meyvesi olan söz, ağızdan çıktıktan sonra adeta bir sanat eserinin ham hali gibi dilbilimcileri tarafından ele alınır ve incelenir. Söz veya sözcük denince, akla gelen lafız (ظفللا) ve mana (ىنعملا) olguları da dilin argumanlarındandır.

93

Ayet: ( اماَرِك او ُّرَم ِوْغَّللاِب او ُّرَم اَذِا َو ََۙرو ُّزلا َنوُدَهْشَي َلَ َني ۪ذَّلا َو). Ayetin Anlamı: “Onlar, yalana şahitlik etmeyen,

faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” el-Furkân

25/72.

94

Ayet: ( مي ۪لَح روُفَغ ُ هاللّٰ َو ْْۜمُكُبوُلُق ْتَبَسَك اَمِب ْمُكُذ ِخاَؤُي ْنِكٰل َو ْمُكِناَمْيَا ي۪ ف ِوْغَّللاِب ُ هاللّٰ ُمُكُذ ِخاَؤُي َلَ )Ayetin Anlamı: “Allah sizi

kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)” el-Bakara 2/225.

95 Ebû’l-Huseyn Ahmed b. Zekeriyyâ İbn Fâris, Mucemu Mekâyisi’l-Luga, Abdu’s-Selâm

Muhammed Harun, Dâru’l-Fıkr, Beyrut-Lübnan, 1399/1979, c. V, s. 256; Ebû Yûsuf Yâkûb b. İshâk el-Huzistânî İbnü’s-Sikkît, İslâhu’l-Mantık, Thk. Muhammed Avd Murab, Dâru İhyâu’t- Turâsi’l-Ararbî, Beyrut- Lübnan, 1423/2002, s. 152; Ebû’n-Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî, es-

Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhi’l-Arabiyye, Thk. Ahmed Addülgafûr Attâr, Dâru’l-İlm li’l-

Melâyîn, Beyrût, 1407/1987, c. VI, s. 2483-2484; Ebû’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râğub el- İsfahânî, el-Müfredât fî Ğâribi’l-Kur’ân, Thk. Muhammed Halil Aytânî, Dâru’l-Marife, Beyrut- Lübnan, 1426/2005, s. 405; el-Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, c. I, s, 187.

96

Hadsin metni: ( َت ْوَغَل ْدَقَف ، ُبُط ْخَي ُماَمِ ْلْا َو ،ِةَعُمُجْلا َم ْوَي ، ْت ِصْنَأ : َكِب ِحاَصِل َتْلُق اَذِإ), Hadisin anlamı: “Cuma günü

imamın hutbe okuduğu sırada, konuşan arkadaşına sus dediğinde hota etmiş, boş konuşmuş olursun.” Ebû’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc en-Nisâburî, el-Câmiu’s-Sahîh, c. I, s. 583.

97 İbn Ebi Rabi Abdullah b. Ahmed el-İşbilî, el-Basît fî Şerhî Cümeli’z-Zecâcî, Thk. Ayyad b.

Aydi’s-Sebiyitî, Daru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut-Lübnan, 1986/1407, c. I, s. 158.

98

Abdurrahman b. Muhammed b. Ubeydullah el-Enbârî, Esrâru’l-Arabiye, Thk. Muhammed Hüseyin Şemsuddin, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût-Lübanan 1417/1997, s. 23.

99 Şemseddin Ahmed b. Süleyman İbn Kemâl, Esrâru’n-Nahvî, Thk. Ahmed Hasan Hamîd, Daru’l-

21

Dilin düşünce, başka bir ifade ile soyut boyutunu ilgilendiren mana, lafız kalıbıyla gün yüzüne çıkar. Sözlükte “ağızdaki bir şeyi dışarı atmak/çıkarmak, telaffuz etmek,

söylemek, demek” gibi anlamlara gelen100

lafız sözcüğü anlamlı veya anlamsız ses birliklerinin adıdır. “Kavl” (لوق) kavramı ise bu ses birliklerinden anlamlı olanları için kullanılır.101

Ma‘nâ (anlam) sözcüğü sözlükte “kastetmek, hedeflemek, demek,

istemek” anlamlarıyla sözün muhataba ulaştırdığı mesaja işaret ettiği gibi sözlükteki

“gizlemek, saklamak, hapsetmek” anlamlarıyla sözde saklı olan anlama işaret etmektedir.102

İnsanlığın önünde sonsuz bir ilerlemenin yolarını açan şey sözlü dil olmuştur. Dil, bilginin attığı ilk adımlarından itibaren onunla el ele vermiş ve her zaman fikir hayatının gelişmesine katkı sağlamıştır. Yazının kullanılmasıyla beraber bu gücünü kat ve kat artıran dil, insanoğlunun tarihini kayıt altına almıştır.

İnsanın zihninde var olan düşüncelerin kelimeler olmadan doğrudan doğruya aktarılması mümkün değildir. Düşüncelerden kelimelere geçiş ise mana yoluyla olur. İfade etmek istenilen düşünce önce manaya, sonrada sözlü veya yazılı olarak

kelimelere bürünür ve neticede iletişim sağlanır. 103

Vico’ya (ö. 1744) göre sözcüklerle anlamları arasında doğal bir bağlantı vardır. Bütün sözcükler ya nesnel bir doğal sesin yinelenmesidir ya da doğrudan doğruya bir duyguyu, bir acıyı yahut

hazzı, bir sevinci yahut üzüntüyü dile getiren duyularla ilgili seslerdir.104

Dil, bir toplumun düşünce yapısını, anlatım yollarını gösteren, onu toplum yapan, insanın toplumla en sıkı bağlarını oluşturan ve bilinçaltına inen, kültürün en

güçlü öğesidir.105 Başka bir deyişle dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir

vasıta, kendine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen

100 Ebû’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’s-Sadr, Beyrut 1414/1994,

c. VI, s. 461.

101

Cemâluddîn Abdullâh b. Yûsuf b. Abdullâh İbn Hişâm el-Ensârî, Evdehu’l-Mesâlik İlâ Şerhi’l-

Elfiti’bnî Mâlik, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, Tsz., c. I, s. 13.

102 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. XV, s. 101-102.

103 Mehmet Murat Karakaya, Kur’an’ın Anlaşılmasında Dil Problemi, (Basılmış Yüksek Lisans

Tezi) Marifet Yay. İstanbul, 2003, s. 14.

104 Ramazan Demir, Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin kaynağı Meselesi, (Yayınlanmamış

Doktora tezi, MÜİF., İstanbul, 2008, s. 43.

22 canlı bir varlıktır.106

İnsanın en değerli varlığı olan dil ile ilgili tanımları şu şekilde özetlemek mümkündür:

Dil alanında önde gelen şahsiyetlerden İbn Cinnî (ö. 392/1001), dili, her toplumun kendi amaçlarını ifade etmek için kullandığı ses birlikleri olarak tanımlamıştır.107

Bu tanımda dikkati çeken unsur dilin yapısı ve işlevine yapılan vurgudur. Dilin yapısı yani mahiyeti, iletişim aracı olarak seçilen bölümü, sözel unsurlarla sınırlı bırakılarak, iletişimi sağlayan işaret ve mimik gibi olgular tanımın dışına itilmiştir. Yapılan tanıma göre dilin işlevi ise toplumsal uyuşum ve uzlaşımı sağlamaktır.

Her toplumun kendine özgü bir dili olduğunu belirten İbn Hazm (ö. 456/1064), dili anlatılmak istenen manayı ve varlıklar için konulmuş isimleri

aktarmaya yarayan lafızlar olarak tanımlar.108

Bu tanımda ise manalar için konulmuş olan isimlerin telaffuz edilmesi söz konusudur.

İbnu’l-Hâcib’in (ö. 646/1249), tanımında ise dil, bir mana (anlam) için tayin edilen her lafız olarak yerini alır.109 İsnevî’nin (ö. 772/1370) aynı doğrultudaki dil tanımı şu şekildedir: “Dil, çeşitli anlamlar için belirlenmiş lafızlardan ibarettir.”110

Bu tanımların lafız ve mana irtibatını kurması bir de vad’ı konu edinmesi benzer yönlerini oluşturur.

Dilin ıstılahî boyutuyla ilgili yapılan bu tanımları değerlendiren Musâ‘id b. Süleymân, istenilen manayı aktarmak için sadece lafızların yeterli olmayacağını bunun yanında konuşan kişinin üslubunun ve eda keyfiyetinin önemli olduğunu belirtmiştir. Buna ilaveten dilin tanımını sadece lafız ve cümle ile sınırlı kılmanın,

106

Hüseyin Küçükalay, Kur’ân Dili Arapça, Denizkuşlar Mat. Konya, 1969, s. 12.

107

İbn. Cinnî, el-Hasâis, c. I, s. 34.

108 Müsâid b. Süleymân b. Nâsır et-Tayyâr, et-Tefsîru’l-Lügavî li’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru İbni’l-

Cevziyye, Riyâd, 1432/2011, s. 34.

109 Şemseddin Ebû Senâ Mahmud b. Abdurrahman el-İsfehânî, Beyânu’l-Muhtasar Şerhu Mutasaru

İbn Hâcib, Thk. Muhammed Mazhar Bekâ, Merkezu İhyâu Turasu’l-İslâmî, Mekke, Tsz., c. I, s.

150.

110 es-Suyûtî, el-Müzhir fî Ulûmi’l-Luga ve Envâihâ, Thk. Fuâd Alî Mansûr, Dâru’l-Kütübi’l-

23

hazf, istiâre, kinâye ve ihtisar gibi manayı etkileyen söz sanatlarının dil tanımının

dışında kalmasına sebep olacağını aktarmıştır.111

Ferdınand de Saussure (ö. 1913) ise dili şu şekilde açıklar: Konuşma yeteneğinin en önemli objesi dildir. Dil, dil yetisinin gerçi en önemli, ama yalnızca belli bir bölümüdür. Hem dil yetisinin toplumsal ürünüdür, hem de bu yetinin bireylerce kullanılabilmesi için toplumun benimsediği zorunlu bir uzlaşımlar

bütünüdür.112

Amerikalı dilbilimci Whitney, dili “bir sözleşme ve bir uzlaşım aracı” olarak tanımlamıştır. İnsan için doğal olan sözlü dil yetisi değil, bir dil kurma, daha açık bir deyişle ayrı ayrı kavramların karşılığı olan ayrı ayrı göstergelerden örülü bir dizge yaratma yetisidir.113

Doğan Aksan da dili toplumsal yönü “langue” ve bireysel yönü “parole” şeklinde iki bölüme ayırmaktadır. Dilin bireysel olan yanı kişinin çeşitli özelliklerine, kültürel durumuna, düşünme yeteneğine, ruh yapısına ve ruhsal durumuna göre, insandan insana değişir. Bunu “idyolekt” yani bireyin dil varlığı ve dili kullanışının tümü olarak tanımlamaktadır. Bunun tersi ise “sosyolekt” yani dilin

toplumun ürünü olduğu varsayımıdır.114

Dil insanların birbiriyle iletişimini, onların çevresini ve eşyayı

tanımlamalarını sağlamıştır. Bu özelliklerinin yanında dili öne çıkaran etkenlerden en önemlisi onun Allah tarafından, insanların kalıplarıyla onlara hitap için kullanılmasıdır. Allah ile insanlar arasında en önemli araç peygamberler ve onların kullandığı dil olmuştur. Allah kendine ait bir kelamı insana ait bir lisan ile beşer

seviyesinde indirmiştir. Burada Kelam Allah’a lisan ise insanlara aittir.115

Yüce Allah’ın insana bağışladığı dili, bir uzuv olarak değil de seslerden müteşekkil bir konuşma sistemi olarak doğulu ve batılı birçok ilim adamı çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Doğulu âlimlerinin az çok aynı doğrultuda olan bu

111 et-Tayyâr, et-Tefsîru’l-Lügavî li’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 34 112

Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s. 38.

113 Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s. 39. 114 Aksan, Her Yönüyle Dil, c. I, s. 80.

24

tanımları, “Çeşitli anlamlar için vazedilmiş lafızlara dil denir.” şeklinde özetlemek

mümkündür.116Bu tanımın eşyadan hareketle yapıldığı görülmektedir. Batı tarzlı

tanımlar ise genel olarak insan odaklı, toplum merkezli tanımlardır.

Sonuç olarak düşüncenin kulakla işitilir bir şekilde konuşmaya dönmesinden sonra dil ve onunla ilgili çerçeve gündeme gelmektedir. Bu çerçevede bulunan ve yukarıda kısaca tanımları yapılan kavramlar dil alanın temel kavramlarını oluşturmaktadır. Bu kavramların eşyaya delaleti ve vaz’ı gibi konular çalışmamızın dışında olduğu için konuyla ilgili temel kavramları aktardıktan sonra dilin menşei ile ilgili tartışmaları kısaca aktarmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz.