• Sonuç bulunamadı

1.5. TABERÎ VE DİLBİLİM

1.5.2. Basra Ekolü

Cahiliye döneminde Arap dil ile ilgili çalışmaların izine rastlamak mümkündür. Yalnız bu dönemdeki çalışmalar iptidai, dağınık ve basit seviyede olup, şiir çerçevesindedir. Asr-ı Saadetin gelişi ile Arap dili de hak ettiği yeri almaya başlamıştır. İlk olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân içerikli dilsel izahları daha sonra Sahâbe ve Tabiûnun bu doğrultudaki açıklamaları Arapça’nın sistematik olarak

gelişmesini sağlamıştır.371

Bu aşamadan sonra meydana gelen dilsel bozulmanın Kur’ân’ı anlama çabalarına yansıma endişesiyle, Kur’ân’ın noktalanması ve

harekelenmesi dilbilimin yeni aşamalar kat etmesini sağlamıştır.372

Bu aşamada nahivciler devri başlamıştır. Arap dilbiliminde gramerin teşekkülünde nahivciler en önemli yeri almaktadırlar. Nahivciler yaptıkları çalışmaları öğrencileri aracılığıyla değişik bölgelere ulaştırmışlardır. Nahivciler ve

369 Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s. 204.

370 Noam Chomsky, Dil ve Zihin, Çev. Ahmet Kocaman, Bilge Su Yay., Anakara, 2014, s. 44-45. 371

Selami Bakırcı, Kenan Demirayak, Arap Dili Grameri Tarihi, Atatürk Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi Yay. Erzurum, 2001, s. 4.

372 Muhammed Tantâvî, Neş’tü’n-Nahvî ve Târihu eş-Hüri’n-Nuhât, Daru’l-Me‘ârif, Kahire, Tsz.,

75

öğrencilerinin bu çabalarına teolojik politik ve sosyal etkenler de eklenince dil

ekolleri meydana gelmiştir. 373 Bu dönemdeki dilcilerin temel kaynakları arasında

Kur’ân başta olmak üzere, şiir, darb-ı meseller ve çöl bedevilerinin kullanımları yer almıştır.374

Bu kaynaklardan hareketle lügat ve edebiyat alanındaki malzemelerin toplanması sonucunda ilkin Basra’da, daha sonra Kûfe’de bu şehirlerin ismiyle

anılan dil ekolleri kurulmuştur.375

Yaygın olan görüşe göre Arapça’nın gramer boyutuyla ilgili ilk bilgiler, Ebu’l-Esved ed-Düelî (ö. 67/686) aracılığıyla Hz. Ali’den alınmıştır. Ancak Ebu’l- Esved bu bilgilerle sınırlı kalmamış, bunları geliştirerek dilde meydana gelen

bozulmaları gidermeye çalışmıştır.376

Kur’ân’ın Ebu’l-Esved tarafından noktalanması da hem din bilimlerine hem de dilbilime büyük katkılar sağlamıştır.377 Ebu’l-Esved tarafından sürdürülen bu çalışmalar, daha sonra Basra ve Kûfe şehirlerinde yaşayan âlimler tarafından devam ettirilmiştir. Bu da aralarında görüş ayrılıkları bulunan bu iki dil ekolünün meydana gelmesine neden olmuştur. Arap grameri açısından temel teşkil eden bu iki ekol Basra ve Kûfe ekolleridir. Başlangıçta bu iki ekol arasında şiddetli tartışmalar meydana gelmiştir. Bu tartışmalarda Basrîler geçmişe bağlı kalıp, bedevilerin kullanımlarını esas alıp kıyâsı öne çıkarırken, Kûfîler sema‘ ve mantığı

öne çıkarmışlardır.378

Aralarında bir müddet dil alanıyla ilgili çeşitli tartışmalar devam etmiştir. Tarihsel süreç içerisinde daha sonra ortaya çıkan Bağdat ekolü bu iki

ekolün görüşlerini eklektik bir şekilde birleştirmeye çalışmıştır. 379

Basra’da yaşamış olan Ebu’l-Esved Basra ekolünün ilk temsilcisidir. Ebu’l- Esved’ten sonra öğrencileri Nasr b. ‘Âsım el-Leysî (ö. 89/707) Meymûn el-Akrân, Anbesetü’l-Fîl (ö.100/718), Abdurrahman b. Hurmuz (ö. 117/735), Yahyâ b. Ya’mer (ö. 129/746), bu ekolde Ebu’l-Esved’ten sonra gelen önemli şahsiyetlerdir.380 Bu ekolün ikinci ismi olan Yahyâ b. Ya’mer, nahiv ilmine yaptığı katkıdan dolayı çeşitli

373

Dayf, el-Medârisü’n-Nahviyin, s. 11.

374

Bakırcı, Demirayak, Arap Dili Grameri Tarihi, s. 4.

375 M. Cevat Ergin, “Basra ve Kûfe Ekollerinin Kullandıkları Farklı Nahiv Terimleri”, Dicle

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Diyarbakır, 2003, c. 5, Sy. I, s. 40.

376 Dayf, el-Medârisü’n-Nahviyye, s. 14. 377

Ali en-Necdî Nâsıf, Târihu’n-Nahv, Daru’l-Me‘ârif, Kahire, Tsz., s. 11-12.

378 Aydın, Kur’ân’ın Filolojik Yorumu Tarihsel Gelişim ve Sorunları, s. 74. 379 Goldzıher, Klasik Arap Literatürü, s. 102.

76

övgülere mazhar olmuştur.381

Bu âlimleri, ‘İsa b. ‘Ömer es-Sekafi (ö. 149/766), Ebu’l ‘Amr b. el-A‘la (ö.154/770), Ebû'I-Hattab el-Alıfeş (ö. 172/788), el-Halil b. Ahmed el-Ferâhidî (ö. 175/791) Sîbeveyh ve Yûnus b. Habîb (ö 182/798) gibi, önemli eserlere imza atan, dilbilim alanının meşhur isimleri takip etmiştir. el-Ahfeş el-Evsat, Ebû 'Ubeyde Ma'mer b. el-Musennâ, Ebû Zeyd el-Ensâri (ö. 215/830), el- Asma‘î (ö. 216/831), el-Muberred (ö. 285/898) ve İbn Dureyd (ö. 3211933) gibi âlimler ise Taberî’ye yakın bir dönemde bu ekolün şemsiyesi altında ilmî

faaliyetlerde bulunmuşlardır.382

Basra ekolü ile Kûfe ekolünün müntesipleri kendilerine özgü yöntem ve prensipler oluşturmuşlardır. Basra ekolünün benimsediği yöntemleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

1) Basra ekolü ilk kullanımları ve bunlara yapılan kıyâsı esas alıp, dilsel izahlarda bu yötenlerden yararlanmıştır. Fasih Arapça’daki kullanımları esas alıp şaz ve nadir türü kullanımları göz önüne alamamışlardır. Bununla birlikte kıyâsı da belli kuralar eşliğinde uygulamışlardır.

2) Türetme yapacakları kelimenin sağlamlığını ve doğruluğunu tespit için henüz dil melekelerini kaybetmemiş kabilelere müracaat etmişlerdir.

3) Basra ekolüne mensup olan âlimler, sıfat, bedel, zarf, zamme-ref‘, fetha- nasb, kesre-cer ve sükûn-cezm gibi kavramları kullanmışlardır.383

Bu açıklamaları göz önüne alarak, Taberî’nin değerlendirmelerine baktığımızda, tefsirinde dilbilimsel açıklamalar sırasında Basra ekolünün görüşlerini dile getirdiğini görmekteyiz. Bu açıklamalarda Taberî genel olarak hem Basra

ekolünün hem de Kûfe ekolünün görüşlerini karşılıklı vermektedir.384 Az da olsa bazı

konulardaki görüşleri sadece Basra ekolünden alıntılar çerçevesinde

değerlendirmektedir. 385

Ancak Taberî bu aktarımları yaptıktan sonra tercih yaparken Kûfe ekolünden yana tavır takınmaktadır. Basralıların görüşünü aktarırken kesin

381 Aydın, Kur’ân’ın Filolojik Yorumu Tarihsel Gelişim ve Sorunları, s. 70 382

Tantâvî, Neş’tü’n-Nahvî ve Târihu eş-Hüri’n-Nuhât, s. 71, vd.

383 Tantâvî, Neş’tü’n-Nahvî ve Târihu eş-Hüri’n-Nuhât, s. 130-131. 384 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. VI, s. 486.

77

olmayan ve şüpheli bilgi anlamında olan (

معز

-

ي معازلا

) ifadelerini kullanmaktadır.386 Taberî, Basra ekolünün bazı görüşlerini tercih ettiği durumlarda, Kûfeliler için bu ifadeleri kullanmaktan geri durmamaktır.387 Bununla birlikte Taberî bazen Basra ve Kûfe ekollerinin konu ile ilgili fikirlerini aktardıktan sonra kendine has açıklamalar yapıp bu iki ekolün görüşüne aykırı açıklamalar da yapmaktadır.

Taberî tefsirinde Basra ekolüne yaklaşık olarak beş yüz yerde açıkça atıfta bulunmuştur. Bunun yanında Basra ekolüne mensup âlimlerden Ebû 'Ubeyde Ma'mer el-Musenna, el-Ahfeş el-Evsat gibi önemli dilcilerin görüşlerine de yer vermiştir. Ayrıca Taberî, bu açıklamaları dil alanındaki problemleri çözmek için kullanmakla beraber, Kırâat alanındaki sorunları gidermede de kullanmıştır.388 Ayetlerde kelime tahlîli, kelimenin farklı lehçelerdeki anlamı, i‘rab-mana ilişkisi ve sarf-iştikâk gibi konular Taberî tarafından bu ekolün bağlamı çerçevesinde işlenen konuların başında gelmektedir. Taberî Basralı nahivcilerden yaptığı açıklamalarda çeşitli kalıplar kullanmaktadır, bu kalıp ifadelerden bazılar şu şekildedir:

(

أطخيَلكلي،ةرْبلايلهأيُُيمعازلايهللق

) “Basra ehlinden bir zannedici onu söyledi

ve o hatadır…” 389

(

معزييةرْبلايلهأيضعبيَلك

) “Basra ehlinden bazıları zannediyordu…”390

(

لاقييةرْبلاييِرياَيضعبيَلكف

) “Bazı Basarlı nahivciler şöyle diyor…”391 (

ةرْبلاييريياَييُضعبيَلكو

) “Bazı Basralı nahivciler…”392

(

ةرْبلاييياَيضعبيمعزو

) “Bazı Basralı nahivciler zannetti…”393 386 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 160. 387 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. V, s. 260. 388 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XX, s. 695. 389 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 184. 390 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 257. 391 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XX, s. 92. 392 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XXII, s. I2.

78

(

ةرْبلايلهأيُُيبرعلايملاكبيمِعلايلهأيضعبيَلك

) “Basralılardan Arap kelamını

bilen ilim ehlinden bazıları …”394

(

لمَوأتيي،ةرْبلايلهأيُُيبرعلايملاكبيةفرعلمايلهأيضعبيَلكو

) “Basra ehlinden Arap

kelamının bilen bazıları te’vîl ediyorlardı…”395

Taberî’nin tefsirinde bu ve benzer kalıpları kullanarak, yaptığı açıklamalardan birkaç örnek sunmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz.

Örnek: 1.

ي۪رلل مَضلاي َلََويْمِهْيََِعي ِباُضْغَمْلايِْيرَغيْمِهْيََِعي َتْمَعْ نَايَُي ۪ذمَلايَطاَرِصيَمي ۪قَتْسُمْلايَطاَرِرْلايَنِدْهِا

يَيَّ

“Bizi

doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” 396

Bu ayete geçen (

يْيرَغ

) sözcüğünün ‘irâbı ve hangi edatı karşıladığı ile ilgili Tâberi şu bilgileri aktarmıştır: “Bazı Basralı nahivciler, (

يْيرَغ

) sözcüğünün mansub okunması durumunda istisna anlamında kullanılacağını zannetmektedirler. Bu durumda (

يْيرَغ

) sözcüğü, istisna edatı olan (

لَإ

) anlamında olacaktır ve ayet, bizi gazaba uğrayanların dışında, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, şeklinde anlamlandırılacaktır. Kûfe ekolüne mensup nahivciler ise bu görüşün yanlış olduğunu belirtip, bu görüşü küçümsemişlerdir. Onlara göre (

ييَلََو

يَيَّ۪رلل مَضلا

) ifadesi, (

يِباُضْغَمْلاي

يِْيرَغ

) ifadesine atıf edilmiştir. Basralıların görüşü kabul edilirse, nefiy, istisna üzerine atfedilmiş olacaktır. Bu da Araplarda olmayan bir kullanımdır. Çünkü Araplar, (

كبِأيلَإويكلخأيلَإييُماقلايملق

) ve (

كابأيلَويكاخأيملقيلُ

) örneklerinde olduğu gibi istisnayı istisnaya, nefyi de nefye atfetmektedirler. Bunun

393

Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 286.

394 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XXII, s. I9. 395 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XXI, s. 480. 396 el-Fatiha 1/7.

79

dışında nefyin istisnaya veya istisnanın nefye atfedilmesi Arapların kullanmadığı bir yöntemdir. Bu şekilde Kûfe ekolüne mensup âlimler Kur’ân’ın Arapça’nın en fasihi ile indiğini belirtip, buradaki (

يْيرَغ

) sözcüğünün istisna anlamında değil, nefiy anlamımda kullanıldığın belirtmişlerdir. Bu durumda ayetin anlamı şu şekilde olacaktır: ‘Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil’. Bu bilgileri aktarmadaki amacımız farklı i‘rab vecihlerinin, ortaya çıkaracağı farklı anlam vecihlerini ortaya koyup, öğrenmek

isteyenlere bunları sunmaktır. Bize göre (

يْيرَغ

) sözcüğünün kesreli bir şekilde okunup,

(

ي ْمِهْيََِعييَتْمَعْ نَاييَُي۪ذمَلا

) ifadesinin sıfat kılınması daha doğrudur.397 Örnek: 2.

يْذِإ

ي

يَللَق

ي

يُميِهاَرْ بِإ

ي

يِربَْ

ي

يِنَِْأ

ي

يَفْيَك

ي

يِيُْتِ

ي

ىَتْاَمْلا

ي

يَللَق

ي

يَْلمَوَأ

ي

يُُِْْؤُ ت

ي

يَللَق

ي

ىََِ ب

ي

يُِْكَلَو

ي

يمَُِئَمْطَيِل

ي

يِبَِْ ق

ي

يَللَق

ي

يْذُخَف

ي

يًةَعَ بَْْأ

ي

يَنُِ

يَِْعاَويلًيْعَسيَكَنيِتَْيَيمَُُهُعْدايمَُثْياًءْزُجيمَُُهْ نُِيٍلَبَجيِرلُكيىََِعيْلَعْجايمَُثْيَكْيَلِإيمَُُهْرَُْفيِْيرمَطلل

يْمي

يمَََأ

يٌميِكَحي ٌزيِزَعيَمَللا

“Hani İbrâhîm, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti.

(Allah ona) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için’ demişti. Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." 398 Tâberi bu ayette geçen (

يرُُهْرَُْف

) sözcüğü ile ilgili Kûfe ve Basra ekollerinin açıklamalarını şu şekilde aktarmıştır: “Kûfe nahivcilerinden bazıları bu kelimenin hem zamme hem de kesre ile Araplar tarafından, “parçaladılar” anlamında kullanılmadığını belirtip, bu anlamdaki kullanımı bilmediklerini ifade ederek zanna

düşmüşlerdir. Onlar bu kelimenin her iki halde de (

ةللُلإا

) yani yönelme anlamında

olduğunu belirtip, (

يرُُهْرَُْف

) sözcüğünün Hüzeyl ve Süleym kabileleri tarafından

397 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 184. 398 el-Bakara, 2/260.

80

kesreli bir şekilde okunduğunu belirtmişlerdir. Basralı nahivciler ise bu ayette geçen (

يرُُهْرُْيَف

) sözcüğünün ister zamme ister kesre ile okunsun, iki durumda da kesmek anlamında olduğunu ifade etmişlerdir. Basralı nahivciler birinci durumda bu kelimenin (

ْلص

-

ْاْيي

), ikinci durumda ise (

ْلَص

يرْيي

) fiil kalıbında olduğunu belirtmişlerdir. Basralı âlimlerden aktardığımız bu görüş en doğru ve isabetli görüştür.399 Örnek:3.

يِرُْنُيًارِضَخيُهْنُِيلَنْجَرْخَلَفيٍءْيَشيِرلُكي َتلَبَ ني۪هِبيلَنْجَرْخَلَفيًءل َُيِءل َممَسلايَُُِي َلَزْ نَايي ۪ ذ مَلايَاُهَو

ي لبَحيُهْنُِيُج

يِلْخمَنلايََُُِويًلبِكاَرَ تُُ

ي

يٍَۜهِبلَشَتُُيَرْ يَغَويًلهِبَتْشُُيََلمَُُّرلاَويََاُتْ يمَزلاَوي ٍبلَنْعَايُُِْي ٍتلمَنَجَويٌةَيِناَديٌَاَاْ نِقيلَهِعَِْطيُُِْ

يمََِاي َ۪ۜهِعْنَ يَويَرَْثََايا َذِاي ۪هِرََثَي ٰلَِاياو ُر ُظْنُا

ي

يََاُنُِْؤُ يي ٍمْاَقِلي ٍتَيََٰلَيْمُكِلٰذي ۪ف

ي

“O gökten su indirendir. İşte biz

onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah'ın varlığını gösteren) ibretler vardır.”400

Bu ayette geçen (

هعْنَ ي

) kelimesinin bir grup Basralı âlim tarafından ilk harfinin mansub okunması halinde (

رْجمَتلا

-

رجتا

) ve (

بُْلا

-

بحلص

)

sözcüklerinde olduğu gibi (

عنيَ

) kelimesinin çoğulu olacağını aktaran Taberî, Kûfeli

bazı dilcilerin ise (

هعْنَ ي

) kelimesini (

عني

) fiilinden türeyen masdar olarak

399 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. V, s. 498-501. 400 el-En‘âm 6/99.

81

değerlendirdiklerini, ayrıca ("

جَضمَنلا

و"ي "جضُّنلا""جْضمَنلا

") örneğinde olduğu gibi ("

ي

"،عْنَ ي

و"

عْنُ ي

يو

"

عَنَ ي

") üç farklı şekilde okunabileceğini aktardıklarını ifade eder.401

Örneklerden de anlaşıldığı kadarıyla Taberî, Kur’ân tefsirinde dilbilimin önemini, dil ekollerinden hareketle ortaya koymaya çalışmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Taberî, genel olarak dilbilime yönelik açıklamalarda Kûfe ekolüne eğilim göstermektedir.