• Sonuç bulunamadı

Ezdâd, Furûk, ve Naht

1.5. TABERÎ VE DİLBİLİM

2.1.1. Lafız Tahlîlleri

2.1.1.2. Ezdâd, Furûk, ve Naht

Sözlük anlamı itibariyle “zıtlar-karşıtlar” analmında olan (دادضلْ) kelimesi, zıt anlamına gelen (

يُّدِرضلا

) kelimesinin çoğuludur.513 Bu kelime, Meryem suresinin 82. ayetinde (اًّد ِض ْمِهْيَلَع َنوُنوُكَي َو)514 “yardımcılar, düşmanlar, yakınlar ve muhalifler”

anlamında kullanılmıştır.515

Arap dilinde ise (دادضلْ) kavramı, zıt anlamların aynı

kelimede buluştuğunu belirtmeye yarayan terimsel ifade olarak kullanılmaktadır.516

Sevinç-üzüntü anlamında kullanılan (برطلا) ve aydınlık-karanlık manasnı ifade

etmek için kullanılan (ةفدسلا) gibi kavramlar, bu konuya örnek teşkil etmektedir.517

Ezdâd niteliğindeki kavramların Arapça’daki varlığı, tartışma konusu olmuştur.518

Bu tartışma ezdâdın Arapça’da var olmadığını, var olduğu halde zıt anlamların temelde aynı manada olduğunu, zıt anlamların farklı lehçelere ait olduğunu ve ezdadın kayıtsız bir şelikde varlığını kabul edenler arasında cereyan

etmiştir.519 Bunun yanında ezdadın elfazı müştereke ile özdeş olduğunu ifade edenler

de olmuştur.520

Arap dilinin bir niteliği olan ezdâd, Kur’ân’ın bazı lafızlarında yer almıştır. Nitekim Taberî de tefsirinin mukaddimesinde Kur’ân’ın Arapça indirildiği için bu dildeki özellikleri içerdiğine işaret etmiştir.521

Bu doğrultuda Müfessir, ezdâd türündeki kavramları (دادضلْا نم وه) ve (دادضلْا فورح نم) gibi ifadelerle belirtmekle

beraber, herhngi bir kavram kullanmadan üstü kapalı bir şekilde de dile getirmiştir.522

513 Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, Thk. Mehmed Mehdî Mahzumî, İbrahim Sâmirâî, Dâru ve

Meketebetu’l-Hilâl, Beyrut, Tsz., c. VII, s. 6.

514 Ayetin anlamı: “Hayır! İlahlar, onların ibadetlerini inkâr edecekler ve kendilerine düşman

olacaklar.” el-Meryem 19/82.

515 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XVIII, s. 251-252.

516 Ebû Ali Muhammed el-Müstenîr Kutrub, Kitâbu’l-Eddâd, Thk., Hennâ Haddâd, Dâru’l-Ulûm,

Beyrut, 1405/1984, s. 70.

517

Ebû Bekr Muhammed b. el-Kasım b. Muhammed el-Enbârî, el-Eddâd, Thk., Muhammed Ebû’l- Fadl İbrahim, el-Mektebetü’l-Asriye, Beyrut-Lübnan, 1407/1987, s. 9, 103.

518 Mustafa Öncü, Molla es-Siirdi’nin “Basiretü’l-Kulûb fî Kelâmî ‘Allâmi’l-Ğuyûb” Adlı

Eserinin Arap Dilini Açısından İncelenmesi, (Basılmamış Doktora Tezi), Diyarbakır, 2013, s.

117.

519 Muharrem Çelebî, “Arapçada Ezdâd Meselesi”, Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi Dergisi, Dokuz

Eylül Yay., İzmir 42.

520 Çok anlamlı sözcükleri ifade etmek için elfazı müştereke kavranı kullanılmaktadır. Atonius Butrus,

el-M‘ucemü’l-Müfessel fi’l-Ezdâd, Nşr., Muhammed Ali Beydun, Dâru’l-Kutûbi’l-İlmiyye,

Beyrut-Lübnan, 1324/2002, s. 7.

521 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 12. 522 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XXIV, s. 318.

106

Örneğin Müfessir, Kehf suresinin 79. ayetinde 523

geçen ( كِلَم ْمُهَءا َر َو َناَك َو) cümlesindeki ( ْمُهَءا َر َو) sözcüğünün bazı dilciler tarafından hem ön hem de arka

anlamında kullanılmasından hareketle ezadadan sayıldığını dile getirmiştir.524

Taberî, burada ezdâd kavramını açıkça kullanmıştır. Ancak o, Tâhâ suresinin 15. ayetindeki525 (اَهيِفْخُأ) lafzını tahlîl ederken, bu lafzın Araplar arasında gizlemek ve açığa vurmak şeklinde iki zıt anlamı barındırdığını belirtirken bu konuda açıklama

yaptığı halde ezdâd kavramını kullanmamıştır.526

Furûk da Arapça’da, bazı lafızların sahip olduğu özelliklerdendir. Sözlükte “bir şeyi diğerlerinden ayırmak veya iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamındaki (قرف) kelimesinin çoğulu, (قورف) şeklinde gelmiştir.527 Furûk lafzının türevleri, Kur’ânda da benzer anlamlarda kullanılmıştır. Mesela ( َن ْوَع ْرِف َلآ اَنْق َرْغَأ َو ْمُكاَنْيَجْنَأَف َرْحَبْلا ُمُكِب اَنْق َرَف ْذِإ َو َنو ُرُظْنَت ْمُتْنَأ َو) “Hani, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde

Firavun ailesini suda boğmuştuk”,528

( ِميِظَعْلا ِد ْوَّطلاَك ٍق ْرِف ُّلُك َناَكَف َقَلَفْناَف) “Deniz derhal

yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi” 529

ve (ا قْرَف ِتاَق ِراَفْلاَف) “Hakkıyla

ayıranlara”530

ayetlerinde kullanılmıştır. Aynı kelime dilsel literatürde ise, (بَضَغْلا) ve (طخسلا) sözcüklerinde olduğu gibi, anlamları arasında nüanslar bulunduğu halde, ortak bir anlamda birleşen sözcükleri ifade etmek için kullanılmıştır.531

Bu açıdan furûku, aynı anlamı içeren sözcükleri ifade etmek için kullanılan teradüften ayırmak mümkündür.

Bunun yanında furûk ile teradüfü birbirinden ayıran âlimler olduğu gibi, bunları özdeş olarak değerlendirenler de olmuştur. Her kelimenin az da olsa diğer kelimelerden farklı anlam taşıması gerektiğini ifade eden Ebû Hilâl el-Askerî (ö.

395/, 1005) furûk ile teradüfün ayrılığını savunanlar arasında yer almıştır.532 Ayrıca

523 Ayetin anlamı: “O gemi, denizde çalışan bir takım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak

istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.” el-Kehf 18/79.

524 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XVIII, s. 83.

525 Ayetin anlamı: “Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse

onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.” Tâhâ 20/15.

526

Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XVIII, s. 287.

527 İbn Fâris, Mu‘cemü’l-Mekâyîsi’l-Luga, c. IV, s. 493. 528 el-Bakara 2/50.

529 eş-Şuara 63. 530

el-Mürselât 77/4.

531 Ebû Hilâl el-Hüsyin b. Abdillah b. Sehl el-Askerî, el-Furûkû’l-Lugâvîyye, Thk Muhammed

İbrahim Selim, Dâru’l-İmi ve’s-Sikâfe, Kahire, Tsz., s. 21.

107

Muberred (ö. 286/900), Sa‘leb (ö. 291/904), Ebû Ali el-Fârisî (ö. 377/987), İbn Fâris (ö. 395/1004), İbnu’l-‘Arabî (ö. 543/1148) ve İbn Dürüstveyh (ö. 347/958) gibi

âlimler de bu görüşü dile getirmişlerdir.533Bu görüşü savunanlara göre, furûk

kategorisindeki sözcükler, Araplar tarafından erken dönemlerde yakın anlamlı kelimeler konumunda değerlendirilirken, zamanın ve kullanımın etkisiyle insanlar

tarafından eş anlamlı sözcükler seviyesinde değerlendirilmiştir. 534

Kutrub (ö. 210/825), Ebû Zeyd Sa‘id b. Evs el-Ensârî (ö. 215/830), Asma‘î (ö. 216/831), İbn Haleveyh ( ö. 370/980), Ali b. İsâ er-Rummânî (ö. 384/994), İbn Cinnî (ö. 392/1002) ve İbn Sîde (ö. 458/1066), gibi şahsiyetler ise, furûktan ziyade teradüfü öne çıkartıp,

furûk türünü tarâdüf çerçevesinde değerlendirmişlerdir. 535 Taberî’nin

mukaddimesinde, “Beyân açısından, Kur’ân ayetlernin manası ile indirildiği dil

arasında, doğrudan bir bağlantı olduğunu,” belirtmesi,536

onun Arapça’daki olguların Kur’ân’a yansıdığını kabul ettiğini göstermekle beraber, furûk ve teradüf çekişmesinde durduğu yeri net bir şekilde göstermemektedir. Ancak Müfessirin tefsirinde çeşitli kelimelerin arasındaki farklı detayları ortaya çıkartmaya çalışması ve bunu yaparken (

قورفلاي ُُ

), 537 (

كلذي يَّبي َقرفلا

)538 ve (

نىعُي يَّبي قرفلاي ُُ

)539 gibi kavramlar kullanması, onun da furûkun varlığını savunanlar tarafında olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda

ي

müellifimiz, Nisâ suresinin (

يمَُثْيلًْثَِإي ْوَأيًةَئيِطَخي ْبِسْكَييََُُْو

لًنيِبُُيلًْثَِإَوي ًنلَتْهُ بيَلَمَتْحايِدَقَ فيلًئيِرَبيِهِبي ِمْرَ ي

) “Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da

sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.” 540

ayetinde geçen (

يًةَئيِطَخ

) ve (

لًْثَِإ

) sözcükleri arasındaki farkı ortaya

koyarak Arap dilinin bu yönüne işaret etmiştir.541

533 Muhammed b. Abdurrahman b. Sâlih eş-Şây‘î, el-Furûkû’l-Lugâvîye ve Eserûha fî’t-Tefsîri’l-

Kur’âni’l-Kerîm, Mektebetu Abyikân, Riyad, 1414/1993, s. 89-96.

534 Muhammed Yâs Hadre’d-Dûrî, Dekâikû’l-Furûkû’l-Lugâvîyeti fî’l-Beyâni’l-Kur’ânî,

(Basılmamış Doktora Tezi), Bağdat Ünviversitesi, Bağdat, 1426/2005, s. 7.

535 eş-Şây‘î, el-Furûkû’l-Lugâvîye, s. 46-54. 536 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 12. 537 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XIV, s. 251. 538

Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 222.

539 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. VI, s. 370. 540 en-Nisâ 4/112.

108

Arap dilinde söz varlığını geliştirme ve yeni kelime türetme yolları arasında

yer alan (

تَ

) “Naht” kavramı, sözlükte “kesip düzeltmek, kazımak, yarmak

yontmak, biçmek, yaymak ve kabuğunu soymak” gibi anlamlarda

kullanılmaktadır.542

Bu kavramın müzari formu, yontmak anlamıyla Kur’ân’da şu şekilde geçmektedir: (

يًتااُيُ بي َللَبِْلجاي ََاُتُِْنَ تَو

) “Dağları yontup evler yapıyorsunuz”,543 (

يََاُتُِْنَ تيلَُيََوُدُبْعَ تَأي َللَق

) “Yontuğunuz şeylere mi? ibadet ediyorsunuz dedi”.544 “Naht” kavramı, bir tümcenin veya bazı sözcüklerin aynı anlamları taşımak suretiyle kısaltılıp, tek kelime haline getirilmesini ifade edecek şekilde dilbilim literatüründe yerini almıştır.545

(

ميحرلايُحُرلاياللهيمسب

)’i belirtmek için kullanılan (

لمسب

)’yi ve (

يلاحيلَ

للهبِيلَايةاقيلَو

) cümlesini ifade etmek için kullanılan (

لَقْاَح

)’yi “Naht” olgusuna örnek olarak sunmak mümkündür.

Bu kavramın bazı âlimler tarafından, iştikakın bir parçası olarak görülmesiyle, naht konusunun müstakilliği tartışma konusu olmuştur. Arap dilibilimcileri nahtı, oluşturulma biçiminden hareketle, en-Nahtu’l-Fiilî, en-Nahtu’l- Vasfî, en-Nahtu’l-İsmî, en-Nahtu’n-Nisbî, en-Nahtu’t-Tahfif ve en-Nahtu’l-Harfî şeklinde taksim etmişlerdir.546

Onlar herhangi bir cümleden, o cümlenin anlamını içerecek şekilde

ي

fiil kalıbı oluşturmayı en-Nahtu’l-Fiil ile ifade edip (

كزعي اللهي مادا

) “Allah onurunu devam ettirsin” tabirinden oluşan (

لعسَ

) ifadesini bu kısma örnek olarak sunmuşlardır. Sıfat anlamı taşıyan iki kelimeden aynı veya daha vurgulu anlamda oluşturulan kelime dilciler tarafından en-Nahtu’l-Vasfî şeklinde

tanımlanmıştır. Bu kısma da (

بض

) “toplamak” ve (

طبض

) “sıkıca tutmak” fiillerinden

542 Ebû’l-Hasan Ali b. İsmail b. Sidde el-Mursî, el-Muhkem ve’l-Muhîtü’l-‘Azem, Thk.,

AbdulHamîd Hindâvî, Dâru’l-Kutûbi’l-İlmiyye, Beyrut, 1421/2000, c. III, s. 274.

543

el-‘Araf 7/74.

544 es-Safat 37/95.

545 Abdulkadir Mustafa el-Mağribî, el-İştikak ve’t-Ta‘rib, Matbatu Hilal, Mısır, 1326 /1908, s. 21. 546 Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, c. I, s. 61; İbn Faris, Mu‘cemü’l-Mekâyîsi’l-Luga, c. I, s. 328.

109

(

يٌرْطَبِض

”) “sert / sıkı [adam]” sıfatını örnek vermek mümkündür.

ي

Yine onlar, iki isimden tek bir isim oluştumayı en-Nahtu’l-İsmî, bir şeyin ya da şahsın nibet edildiği iki belde ismini kırpıp birleştirmeyi en-Nahtu’n-Nisbî, ard arda gelen iki sözcük arasında bulunan bazı harflerin mahreç yakınlığı etkisiyle atıp tek kelime haline getirmeyi en-Nahtu’t-Tahfîf; bir de bazı cümle veya kelime gruplarından harf

oluşturmayı en-Nahtu’l-Harfî diye nitelemişlerdir.547Bu bağlamda (

دِج-دجَ

) “taş-

buz” lafızlarından oluşturulan (

دامِج

) “taş-buz” sözcüğünü en-Nahtu’l-İsmî’ye, (

يانب

ثْللْا

) isim tamlamasından oluşturulan (

ثْلُِب

) kelimesini en-Nahtu’t-Tahfîf’e, (

يدبع

سيقلا

) kabilesine intisabı belirtmek için kullanılan (

يسقبع

) ifadisini en-Nahtu’n- Nisbî’ye ve (

يأ

-

َاوآ

) edatlarından meydana getirilen (

يََمَيََا

) edatını en-Nahtu’l- Harfî’ye örnek olarak sunmak mümkündür. Taberî tefsirinin mukaddimesinde Kur’ân’ın dilsel yapısını inecelerken bu yapının Arapça’nın temel özelliklerini

barındırdığını defatle vurgulamıştır. 548

Bunun yanında yaptığımız araştırmalar sonucunda Müfessirin lafız tahlîli aşmasında kısmen naht olgusunu da kullandığını gördük. Ayrıca o, genellikle edatların anlamlarını ortaya koymak için en-Nahtu’l-

Harfî’den hareket etmiştir. Örneğin Müfessir, Kehf suresinin 38. ayetinde geçe (

يمَُِكل

)

edatının (

ُكل

) ve (

نأ

)’den türetildiğini ifade etmiştir.549

Lafız tahlîli aşamasında, lafızların formu ve anlamı arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmak açısından önemli yeri olan ezdâd, furûk ve nahtın, Taberî tarafından kullanım şeklini, dolayısıyla onun dilbilimsel tefsir örnklerini sunmak için birkaç örnek aktarmak faydalı olacaktır.

Örnek: 1.

547 el-Mağribî, el-İştikak ve’t-Ta‘rib, s. 22. 548 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 12-14. 549 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. I, s. 125.

110

يِقَفمَشلِبِي ُمِسْقُأي َلاَف

ي

“Yemin ederim şafağa”550

Müfessir bu ayette geçen (

يِقَفمَشلا

) ifadesini ezdâd ile bağlantılı olarak şu şekilde ifade etmiştir: “Burada yüce Allah, şafağa and içmiştir. Te’vîl ehli (

يِقَفمَشلا

) lafzının manasında ihtilâf etmiştir. Bazı Iraklılar bu sözcüğü “gurub vakti meydana gelen kızıllık” şeklinde açıklamıştır. Bunun yanında aynı sözcüğün “gündüzün başlangıcı” anlamında kullanıldığını ifade edenler de olmuştur. Bu görüşü savunanlar Mücâhid’in bu bu doğrultudaki rivâyetlerini sıralamışlardır. Bir diğer grup da bu kavramın kızıllık ve beyazlık anlamını barındırdığını iddia edip, aynı kavramı ezdâd türünden saymıştır. Bu açıklamalardan sonra bana göre en isabetli olan mana “Gündüzün gidişine ve gecenin

gelişine yemin ederim” şeklindedir.”551

Taberî bu ayette geçen (

يِقَفمَشلا

) ifadesinin anlamı ile ilgili tartışmaları sıralarken, bahse konu olan sözcüğün ezdâd türünden olduğunu savunanların görüşlerini aktarmakla yetinmemiş, kendi değerlendirmesinde de zıt vakitlerden hareket ederek, sözcüğün aynı türden olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Dilbilimsel tefsirin öncülerinden sayılan Ferrâ’nın izahlarına baktığımızda ise, onun da bu sözcüğü “sabahın başlangıcı” veya “akşamın başlangıcı” şeklinde ifade ettiğini

görmekteyiz.552 Taberî, Ferrâ’nın ifadelerini aynen nakletmiştir. Ancak o, çeşitli

rivâyetler sıralamış ve bahsi geçen kavramı ezdâddan sayanların görüşlerini aktarmıştır. Bu şekilde Taberî, anlatımına zenginlik ve çeşitlilik katmıştır. Aynı konuda Zeccâc, (

يِقَفمَشلا

) ifadesinin iki farklı anlam içerdiğini kısaca nakletmekle

yetinirken, Vâhidî, Ferrâ’nın söylediklerini aynen aktarmıştır. 553 S‘alebî ise

rivâyetlerden ve şiirlerden hareketlle bahsi geçen sözcüğün “kızıllık-beyazlık” anlamlarını taşıdığını ifade etmiştir.554

Bu konuda, “güneşin batımından sonra meydana gelen kızıllık” anlamını esas alan Zemahşerî, diğer manayı Ebû Hanîfe’ye

550 el-İnşikâk 84/16. 551

Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. XXIV, s. 318.

552 el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, c. III, s. 251.

553 ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ‘râbuh, c. V, s. 305; el-Vâhidî, el-Vesît, c. I, s. 454. 554 es-S‘alebî, el-Keşfu ve’l-Beyân, c. X, s. 160.

111

(ö. 150/767) isnâd etmiştir.555 İbn ‘Atiyye ise bahsi geçen kelimeyi “gündüz”

anlamında değerlendirenleri eleşitirip, asıl mananın “güneş battıktan sonra kızıllığın

ardından çıkan beyazlık” şeklinde olduğunu belirtmiştir.556

İbn Kuteybe’nin şafağı, “güneşin batımından sonra ufukta oluşan kızıllık ardından gece yarısına kadar devam eden beyazlık” şeklindeki tanımını aktaran Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, rivâyetlere dayanarak, (

يِقَفمَشلا

) kelimesini kızıllık, gündüz, güneş, gündüzün sonu, ufukta gece yarısndan sonra oluşan beyazlık ve karanlık olmak üzere, altı anlamda olduğunu söylemiştir.557

Benzer açıklamalarda bulunan Râzî ise, bahsi geçen sözcüğün lügavi

tahlîlini yapıp, Zemahşerî’nin söylediklerine yer vermiştir.558

Örnek: 2.

يَكي َُيِذمَِِليََاُلاُقَ يَوي ِتاُغلمَطلاَوي ِتْبِْلجِبِيََاُنُِْؤُ يي ِبلَتِكْلايَُُِيلًبيَِْنيااُتوُأيَُيِذمَلاي َلَِإيَرَ تيَْلمَأ

يِء َلَُؤَهياوُرَف

يًلايِبَسيااُنَُآيَُيِذمَلايَُُِيىَدْهَأ

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor

musun? Onlar cibt’e ve ‘tâğut’a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, "Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar.”559

Taberî, bu ayette geçen (

يِتْبِْلجا

) ve (

يِتاُغلمَطلا

) lafızlarını tahlîl ederken rivâyetleri etkin olarak kullanmak suretiyle, bu sözcükler arasındaki anlam farkılılığını ortaya koymaya çalışmıştır. Dolayısıyla o, furûk alanıyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Müfessir, Te’vîl ehlinin (

يِتْبِْلجا

) ve (

يِتاُغلمَطلا

) kelimelerinin anlamında ihtilâf ettiğini belirtmiştir. O, İkrime’den gelen bir rivâyete dayanarak, bu sözöcüklerin “iki farklı putu” karşılamak için kullanıldığını savunanlar olduğunu belirtmiştir. Bunun dışında Taberî, İbn Abbâs’tan gelen bir rivâyeti esas alıp (

يِتْبِْلجا

) sözcüğü ile “putun”, (

يِتاُغلمَطلا

) sözcüğü ile “putların

555 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf , c. IV, s. 727.

556İbn Atiyye, el-Muharerru’l-Vecîz, c. V, s. 458. 557

Ebû’l-Ferec Cemâluddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-

Tefsîr, Thk., Abdurezzâk el-Mehdî, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1422/2001, c. IV, s. 421.

558 er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. XXXI, s. 101. 559 en-Nisâ 4/51.

112

arkasında oturup onlar adına konuşan kâhinlerin” kast edildiğini iddia edenlerin varlığından bahsetmiştir. Ayrıca Müfessir, ilk sözcüğün “sihir” ikinci sözcüğün “şeytan” manasına geldiğini savunanların Mücâhid’e dayandırılan bir rivâyeti kullandıklarını nakletmiş, Sa‘id b. Cübeyr’in rivâyetini esas alanların (

يِتْبِْلجا

) ile “sihirbaz” (

يِتاُغلمَطلا

) ile “kâhin” anlamlarını tercih ettiklerini belirtmiştir.560

Yaptığımız mukayeseler sonucunda genel olarak Taberî’nin izahlarında bariz bir şekilde etkileri olan Ferrâ ve Ahfeş el-Evsat’ın bu konuda hiçbir açıklama yapmadığını gördük. Bunun yanında Zeccâc, Yüce Allah’a ortak koşulan herşeyi (

يِتْبِْلجا

) ve (

يِتاُغلمَطلا

) kavramları ile tanımlamak dışında, Taberî ile aynı doğrultuda ifadeler kullanmıştır.561

S‘alebî, İbn ‘Atiyye ve Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî gibi âlimler

ise Taberî’nin açıklamalarını berebir nakletmişlerdir.562 Vâhidî ve Zemahşerî’nin

izâhları ise Zeccâc’ın izahlarıyla örtüşmektedir.563

Râzî’nin açıkamaları da Taberî ve

Zeccâc’ın açıklamalarından ibarettir.564

Taberî ve diğer müfessirlerin aktarımlarından anlaşıldığı kadarıyla bu iki sözcük Arap Dilbiliminde furûk tabiri ile karşılanan alanda yer alan sözcüklerden sayılmaktadır.

Örnek: 3.

لَهاَرْكِذيُُِْي َتْنَأيَميِف

“Onu bilip söylemek nerede, sen nerede?”565 Taberî’nin naht olgusuna örnek olarak sunduğumuz bu ayette ise Müfessir, (

يَميِف

) edatını tahilîl ederken bu olgudan

ي

yararlanmıştır. Nitekim o, (

يَميِف

) sözcüğünün (

ءيشي ريأيف

) “ hangi şeyde” ifadesinden menhut olduğuna işaret etmiştir. Bu şekilde Taberî, anlamı ortaya çıkartmak gayesiyle lafız tahlîli yapmıştır. Bu bağlamda diğer müfessirlerden Ferrâ, Ahfeş el-Evsat ve Zeccâc herhangi bir açıklamada bulunmazken, S‘alebî, İbn

560 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. VIII, s. 661-664. 561 ez-Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân ve İ‘râbuh, c. I, s, 61.

562 es-S‘alebî, el-Keşfu ve’l-Beyân, c. III, s. 326; İbn Atiyye, el-Muharerru’l-Vecîz, c. II, s. 66;

Ebû’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, c. I, s. 419.

563 el-Vâhidî, el-Vesît, c. II, s. 66; Zemahşerî, el-Keşşâf , c. I, s. 521. 564 er- Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. X, s. 101.

113

‘‘Atiyye ve Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî gibi müfessirler, söz konusu edatı (

يُُي تسلو

ءيشي في لهمِع

-

ءيشي في كلذي ُُي تسل

) “o(-bu) şey hakkında bilgi sahibi değilsin”

şeklinde ifade etmişlerdir.566

Zemahşerî

ي

ve Râzî ise Taberî gibi (

يَميِف

) edatını, (

يريأيف

ءيش

) ile tefsir etmişlerdir.567

Sonuç olarak şunu söyeleyebiliriz: Taberî, bazı lafızları tahlîl ederken manaya ulaşmak için Arapların kelime türetme ve tespit etme yolarından ezdâd, furûk ve nahta müracaat etmiştir. Müfessir, bu açıklamalarıyla dilbilimin tefsir açsından önemine işaret etmiştir.