• Sonuç bulunamadı

Kozmopolit Demokrasi Teorisi

2.1. YENİ DÜNYA DÜZENİNİN OLUŞUM SÜRECİNDE DEMOKRASİ

2.1.2.3. Kozmopolit Demokrasi Teorisi

Demokrasinin tahayyül edilebilen en geniş yorumu kozmopolitik ölçektir. Demokrasinin kozmopolitik ölçekte ele alınmasını savunanlar devletlerin içinde, devletler arasında ve devletler karşısında ve diğer kurumlar karşısında demokrasinin hayatın her alanından evrensel ölçekte dikkate alınması gerektiğini ilke edinir. Bu

yaklaşım demokrasinin hem yeniden yorumlanması hem de dikey ve yatay olarak yeniden yayılması demektir. "Kozmopolit demokrasi 'bölgelerin ve küresel ağların olduğu kadar, demokratik kurumların, kentlerin ve ulusların politik bir düzeni' arayışındadır."(McGrew, 2014: 594).

Temelinde birey ve bireylerden teşekkül eden toplulukların özerkliği esasından hareketle evrensel bir demokrasi kuramını hedef edinir. Bu aynı zamanda küresel bir tek demokratik devlet hedeflenmesi demek değildir. "Amaç bir dünya hükümeti kurmak değildir, bunun yerine 'küresel' ve bölünmüş bir otorite sistemi, demokratik yasanın biçimlendirdiği ve sınırlarını çizdiği değişik ve kısmen üst üste çakışan güç merkezlerinden oluşan bir sistem'dir."(McGrew, 2014: 594). Esasen küreselleşmeyi ve yeni dünya düzenini ısrarla savunanların temel hedefi ulus-devlet ötesi bir demokratik kurumsallaşma sağlayarak ve bununla da ulus devletin yetersiz kaldığı kozmopolitik düzenin sorunları karşısında yeni demokratik çözümler geliştirmektir. Egemen devletin soyut hatta somut sınırlarının evrensel bazı ortak kriterlerle aşılması ve böylece ortak değerler ve kriterler geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu da ulus- ötesi bir toplum bilinci ve ortak değerler etrafında normlaştırılmış kuramların kabul edilebilirliğine ilişkin ilerlemelerin sağlanmasına bağlıdır.

Bu süreç nasıl bir dönüşümle gerçekleşir sorusu farklı cevapları olan bir soru haline gelmektedir. Ancak küresel bir demokrasi hedefi kapsamı itibariye büyük ve karmaşık bir düşünsel gelişime de ihtiyaç duymaktadır. "Bu nedenle, kozmopolit demokrasi siperleri varolan küresel yönetişim yapısının yeniden kurulması sürecini gerektirir."(McGrew, 2014: 594). Bu anlayış var olan yapıların, devletlerin yerel ve ulusal yapıların bir bütünün bir parçası olarak kurgulanmasını ama yerel özerkliklerini de korumasını öngörür. Bu aşamada bu bir tür kuramsal tezdir ama dünyanın demokrasi yolunda son 50 yıldır katettiği yol bu tezi haklı çıkaracak donelerle doludur. Bundan dolayı "[k]ozmopolit demokrasi, küresel yönetişimin ve dünya düzeninin yeniden biçimlendirilmesi için son derece yüklü bir gündem betimler."(McGrew, 2014: 595). Bu varsayımların kurgulanması kesinlikle liberal düşünceden bağımsız değildir. Tam tersine onun açtığı yolda ve üst form olarak kurulmuş bir düşüncedir. Nihayetinde herkesin kabul ettiği klasik demokratik

hakların, üzerinde uzlaşılmış anayasal hukuk kuralları ile hukuk devleti ilkesinin çoğulculukla harmanlanarak küre ölçeğinde yeniden yapılandırılmasıdır.

Küresel kozmopolit demokrasi evrensel ölçekte bir eşit bireyler olgusunu varsayar ve bir tür dünya vatandaşlığı olgusunu temenni eder. "Kuşkusuz, ulus-ötesi demokrasiyi savunanlar politik toplulukların küreselleşmeyle dönüştürüldüğünü, bu nedenle de 'değişmez ve ulusal topraklarla sınırlandırılmış bir birim olarak halklar' düşüncesinin artık savunulamaz olduğunu öne sürmektedirler."(McGrew, 2014: 598). Bu düşünceye getirilen en büyük eleştirilerden birisi ulusal ve egemen devlet formunun nasıl aşılacağına dairdir. Oysa ulus-devlet formunun formalitelere kaldığı üzerinde nerdeyse küresel bir ittifak oluşmuştur. "Küreselleşme ve bölgeselleşme yoğunlaştıkça, yeni politik topluluk biçimleri ortaya çıkmaktayken, modern politik topluluklar da önemli bir değişim deneyimi yaşamaya başlamışlardır."(McGrew, 2014: 601). İletişim ve ulaşım kanallarının hertürlü sınırları aşındırdığı bir dünyada küresel toplulukların ortak paydaları çoğalmakta, ortak yazgıları benzeşen toplumlar gelişmeler karşısında benzer refleksler göstermektedir.

İkinci Dünya Savaşından sonraki hızlı küresel kurumsallaşma süreci yeni bir demokratik kurumsallaşmanın düşünsel ve pratik temel atışına tecrübe teşkil edecektir. "Son elli yılda gelişen, çok-taraflı, bölgesel ve ulus-ötesi düzenlemelerin yığışımı, örtülü bir küresel anayasa yaratmıştır. Devletler, sınır-ötesi sorunları yönetme ve düzenleme arayışı içinde kendi güç ve otoritelerini bir sisteme bağlamış ve ortak ilişkilerini yönetmek için ayrıntılı bir kurallar, haklar ve sorumluluklar sistemini kurumsallaştırmışlardır."(McGrew, 2014: 602). Esasında bu gelişme devletlerin ya katılmak ya da seyretmek zorunda oldukları bir süreçtir. Üstelik seyirci kalacakların treni kaçırıyor korkularına kapıldıkları bir süreçtir. "Bu nedenle, kozmopolitanizm bir başka çağ için politik ideallerden oluşmuş değil, buna karşın, devlet egemenliğini değişik yollarla zaten dönüştüren yönetim sistemleri ve kurumları içinde yerleşiktir."(Held, 2014: 609). Bu bir tür uluslararası veya ulus-üstü anayasalaşma demektir. Şimdilik olmak üzere bunun en ileri örneği AB kapsamındaki gelişmelerdir. Bu gelişmelerin "demokrasi" ve "karşılıklı uzlaşı" yani gönüllü katılım çerçevesinde gelişiyor olması yadsınamaz ve küçümsenemez bir boyuttur. Uluslararası topluluğun bu demokratikleşmesi, küreselleşme süreçlerine,

ulus-ötesi sivil toplum etkinliklerine ve büyüyen bir demokratik devletler topluluğunun sosyalleştirici dinamiğine yanıt olarak, son yıllarda hızlanmış görünür."(McGrew, 2014: 602). Yukarda da değinildiği gibi dünya toplumlarının ortak reflekslerle ortak amaçlara gayri ilintili olarak verdiği tepki veya yarattığı etki bunun bariz örneğidir. "Değişime açık politik güçlerin ortak amacı, sorumlu, duyarlı ve saydam bir küresel yönetişim sistemidir."(McGrew, 2014: 602).

Mantıklı bir düşünme biçimi küreselleşen siyaset ve hem küresel hem bölgesel olarak yapılanmış bir ekonomi sisteminin yarattığı sorunlara yine aynı ölçekte çözüm aranmasını gerektirir. "Buna göre, ulus-ötesi demokrasi olayı, küresel sosyal adalet tezinden ayrı tutulamaz."(McGrew, 2014: 603).Çünkü her birey ve hatta bireylerden teşekkül eden her topluluk doğuştan sahip olduğu bir takım insani hak ve hürriyetlere sahiptir ve bunlar asla ulustan ulusa veya devletten devlete değişen şeyler değildir. Dolayısıyla en ileri derecede demokratlaşmış bir toplumdaki bireyler ile kapalı ve kendi haline terk edilmiş toplumlardaki bireyler ancak karşılaştırmalı mantıkla ileriye doğru evrilebilinirse evrensele uygun davranılmış olur. İnsan haklarına ilişkin uluslararası anlaşmalarda her ülkenin çekirdek ve evrensel, vazgeçilmez bazı haklara riayetinin zorunluluğu önplandadır. Örneğin İnsan Hakları Evrensel beyannamesinin 21. maddesinde bu ortak değerler sayılmış olup, demokratik ilkelere riayet de bu haklar arasındadır. Bu ilkeler siyasi gücün "insan hakları"na dönük olarak sınırlanmasını hedefler. Çünkü "[l]iberal uluslararası düzenin bazı dayanakları, özellikle de ilkesel anlamda tek tek kişilerin ve herkese uygulanan demokratik değerlere, insan haklarına ve evrensel standartlara bağlılığı temelinde inşa edilir."(Held, 2014: 609-610).

Davit Held kozmopolitik demokrasi anlamında herkesin bir şekilde üzerinde anlaştığı şu ilkelerin olduğunu ve kozmopolitik demokrasinin de bu çerçevede geliştiğini ileri sürer:

"1- eşit değer ve saygınlık; 2- etkin temsiliyet;

3- kişisel sorumluluk ve hesap verme; 4- razı olmak;

6- Kapsayıcılık ve yardımcı olma

7- Ciddi zarardan kaçınma ve acil gereksinimlerin karşılanması."(Held, 2014: 610).

Held bu ilkelerden ilk üçüne "kurucu ilkeler" demekte olup "[p]üf noktası, her insanın eşit törel özen konusu olmasıdır; her insan, önündeki seçimler yelpazesi konusunda özerk davranabilme ve etkilenen her insanın taleplerinin eşit biçimde gözönünde tutması gereken hangi kurumların yaratılmasına ve nasıl davranılmasına karar verme yetisindedir."(Held, 2014: 616). Sonraki üç ilke ise "meşrulaştıran ilkeler" olarak adlandırılır. "[B]ireysel olarak başlatılan faaliyeti ya da kişisel olarak belirlenmiş faaliyetleri daha yaygın, ortaklaşa uzlaşılmış ya da ortak olarak onaylanmış eylem yapılarına ya da düzenleyici rejimlere dönüştürülmesinin temelini oluşturur."(Held, 2014: 616). Kısaca bu üç ilke siyasi erkin meşruiyet temelini oluşturur. "Son ilke (yedinci ilke), gereksinime öncelik tanıyan bir yapı kurmaya başlar; yaşamsal olanı yaşamsal olmayan gereksinimden ayırmak yönünde, kamu kararları için belli bir kalkış noktası ve yönlendirici bir program yaratır."(Held, 2014: 616).

Bu yaklaşım sınırlamaların da çeşitliliğin de kurumsal yapının da yine küre ölçeğinde kabul edilebilir ilkelere göre yapılandırılmasını şart koşar. "Kozmopolitanizm, kamu yaşamında olması gereken çeşitlilik ve farklılıklar yelpazesini sınırlayan ve yöneten evrensel ya da örgütleyici ilkeler oluşturur."(Held, 2014: 616). Habermas, haklı olarak bu türden bir yapılanmanın demokratik şartlarda toplumların taleplerinin siyasi iktidarları bu yönde zorlamasıyla mümkün olabileceğini iddia eder: "Ama bu 'uluslararası ilişkiler'den dünya iç siyasetine kayan perspektif değişimi nüfusları bunun için onları ödüllendirmediği sürece hükümetlerden beklenemez."(Habermas, 2014: 647). Bunun sebebi çok basit. Her ülkede seçimler oluyor ve o ülkede iktidara talip olanlar halktan teveccüh görecek işlere öncelik verirler. Halkın kozmopolitik talepleri arttıkça ancak küresele olan düzenleme istemi istenir olacak. "Hükümetteki seçkinler kendi ulusal arenaları içindeki konsensüs ve yeniden seçilmeyle ilgilenmek zorundadırlar; dolayısıyla ulusal bağımsızlığın eşgüdümsel prosedürlerine kozmopolit topluluğundakileri içinde

hareket ettikleri için cezalandırılmamalıdırlar."(Habermas, 2014: 647). Yani kozmopolit toplumu da onun ilkelerini de belirleyecek olan halktır yani seçmenlerdir.

Küresel bir demokratikleşme süreci, ulus devletin yukarıya doğru katılımcı bir taviz verme ya da en azından kurucu bir öğe olarak yeni yapılanmada rol almasını gerek şart olarak öngörür. "Kozmopolitan hukuk, bölgesel, ulusal ve yerel 'egemenliklerin' bunların tümünü kapsayan yasal bir çatının yönetiminde olmasını gerektirir; ancak bu çatı altında birlikler kendi kendilerini çeşitli düzeylerde yönetebilirler."(Held, 2014: 617). Bu yaklaşım, klasik devlet teorisinin kökten dönüşümünü belki de yeni ilkeler çerçevesinde yeniden yaratılmasını önermektedir. "Böylesi bir durum, [...] bir uluslararası sistem olduğu kadar bir uluslararası topluluk da olan bildiğimiz devletler sisteminin sonu anlamına gelir."(Bull, 2014: 681). "Bu görüşte ulus-devlet 'sararıp solar'. Ancak bu, devletlerin ve ulusal demokratik oluşumların gereksiz olduğunu öne sürmek değildir. Bunun yerine, devletler artık, zaten çeşitli ortamlarda olduğu gibi, kendi sınırları içindeki tek meşru güç merkezi olarak görülmeyeceklerdir."(Held, 2014: 618). Dolayısıyla "egemenlik" kavramı bir tür reenkarnasyona uğramaktadır. "Kozmopolitçi egemenlik, sadece devletler tarafından yönetilen değişmez sınırlar ve toprak parçaları düşüncesinden sıyrılmış olan ve bunun yerine kapsayıcı kozmopolitçi bir meşru yapının biçimlendirdiği ve oluşturduğu politik düzenleyici ilişkiler ve faaliyetler yapılarından oluştuğu düşünülen egemenliktir."(Held, 2014: 618).

Kozmopolitan bir düşüncenin de klasik devletsel erklere tekabül eden yasal, politik, kurumsal, ekonomik ve kültürel boyutları ayrıca bulunmaktadır. Burada esas farklı olan konu kozmopolitan bir yapının hem içeriye hem dışarıya dönük işlemesidir. Çünkü modern devlet hem ulusötesi yapılanmalar nedeniyle dışarıya yönelik kısıtlanmakta ve hem de demokrasinin evrenselleşmesiyle meşruiyet kazanan ve içerde yeni oluşan alt gruplardan, sivil toplumdan yana iktidar sınırlanmaktadır.

2.2. YENİ DÜNYA DÜZENİNDE DEVLET VE TOPLUM İLİŞKİLERİ