• Sonuç bulunamadı

Amerika Bölgesinde Demokrasinin Görünümü

1.2. TEK KUTUPLU DÜNYADAN ÇOK KUTUPLU DÜNYAYA DÖNÜŞÜM

1.2.3.6. Amerika Bölgesinde Demokrasinin Görünümü

Liberal demokrasinin en başarılı ilk uygulamaları ABD örneğinde görülmüştür. İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinden sonra Amerika, dünya ölçeğinde gerçek bir dönüşüm ve barışın sağlanmasına önayak olamadı. Liberal modern demokratik düşüncenin bir numaralı serbest piyasa aktörü olarak kendini görmesine rağmen bu şartları politik menfaatler uğruna çiğnemekten petrol kaygısı ile otoriter devletlerle işbirliği yapmaktan da geri durmadı. "ABD öncelikle, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi, NATO ve OECD gibi büyük uluslararası organizasyonların reformunu yapmak, pek çok taleplerini gerçekleştirmek için, öncelikle diğer güçlerle yeni bir başlangıç yapmak zorundadır."(Hacke, 2005: 336). "George Bush, ikinci döneminin açılış konuşmasında, 'Nihai hedef olan, dünyamızdaki tiranlıkların bitmesi; bütün devletlerde, kültürlerde demokratik hareketlerin ve kurumların gelişmesinin arkasında olmak ve bunun için gayret göstermek Amerika'nın politikasıdır.' demişti."(Zakaria, 2013: 250). Ama uygulama hiç de öyle olmadı.

Objektif bir gözle bakıldığında demokratik ilkelerden haberdar olan kimsenin buna itirazı olamazdı zaten. Ama uygulamada demokrasiye kasteden, ülkelerindeki demokratik hareketleri şiddetle bastıran Mısır, Suudi Arabistan ya da İsrail'deki antidemokratik uygulamalara "özel durumlar" gerekçesi ile ses çıkarmamaktadır. "Amerika, biri hariç tüm güçlere fazlasıyla sahiptir: meşruiyet."(Zakaria, 2013: 257). Bu durum Amerika'nın demokratik kaygılarının emperyal çıkarlarından sonra geldiği algısını güçlendirmekte, uluslararası kurallara olan inancı da zedelemektedir. Sadece kendisi için "özel durum"ların olduğu anlayışı açıklanabilir bir sav değildir. "Yoksa dünyanın geri kalanına 'söylediklerimi yap, yaptığımı yapma' mesajı vermiş olur."(Zakaria, 2013: 251).

ABD'de en azından kendi halkı için ileri sayılabilecek bir liberal demokrasi uygulamasını yürütmektedir. Göçmen bir insan topluluğunun kurduğu sistem herkesin sahiplendiği ama kimsenin de zorunlu olarak diğer insanları dışlama hakkını

kendinde görmediği bir sosyolojik yapı oluşturdu. Bu anlamda anayasal liberalizmin şekillenmesinde, bireyin yaşama ve mülkiyet hakkı, din ve konuşma özgürlüklerinin kuramsallaşmasında Batı Avrupa ile birlikte ABD siyaset tarihinin çok etkisi olmuştur. Bununla birlikte ABD'de yönetimsel anlamda gayri demokratik yapılanmalar az değildir. "Birleşik Devletler Senatosu, güçlerini yitirmiş ve bir dönüşümün eşiğindeki Lordlar Kamarası hariç dünyanın temsili niteliği en az olan üst meclisidir."(Zakaria, 2014: 20). Senatoya her eyaletin nüfusuna bakılmaksızın ikişer üye gönderme hakkının olması her bireyin tek oyla temsil edilmesi prensibine pek de uygun değildir.

Öte yandan yönetim üzerinde etkin yarı kamusal kurum ve kuruluşlar demokrasinin tecellisi konusunda son derece ciddi sorunlara, kuşkulara yol açmaktadır. "Ancak bu doku yıpranarak Amerika'nın kendi illiberal demokrasi versiyonunu üretiyor."(Zakaria, 2014: 23). Üstelik ortalama bir Amerikalı bu durumun farkındadır. "Basitçe söylemek gerekirse çoğu Amerikalı, demokrasiye olan inancını kaybetmiştir."(Zakaria, 2014: 162). Çünkü artık popülerlik, veya salt seçimlerde kazanmak temel bir referans olmaya başladı. Örgütlü grupların etkinliği bireyi ikinci sıraya atmaktadır. "Sonuçsa Amerikan sistemindeki derin bir dengesizliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır; daha çok demokrasi, daha az özgürlük."(Zakaria, 2014: 162). Toplumun her türlü tercihinin hemen kamuoyu araştırma şirketlerince ele alınması, yönetimlerin de bunlara göre karar vermeleri çoğunlukçu bir mantığın tipik yansımasıdır. "Günümüzde Washington, kamuoyunun tatmini üzerine örgütlenmiştir. Mümkün olan her olayda sürekli halkın nabzını tutmakla görevli bir ordu çalışmaktadır."(Zakaria, 2014: 167). Kamuoyunu şekillendirmede ise hiç bir ülkede olmadığı kadar lobilerin etkisi olduğundan doğal olarak lobilerin göz kırpmadığı bir konudaki düzenlemeler halkın lehine de olsa bariyerlerle karşılaşmaktadır.

11 Eylül olaylarından sonra Amerika kendi dahili sisteminde bile paranoyak antidemokratik uygulamalara sahne oldu. Daha önce bir çok konuda halkın sahip olduğu haklar, güvenlik kaygıları ile sınırlandırıldı. İnsanların seyahat özgürlükleri kısıtlandı ve yerli yersiz üst baş aramaları, hemen herkesin hatta diğer ülkelerin siyasetçilerinin bile dinlenilmesi bunun bariz örnekleridir. Herhangi bir yargılamaya

bile gerek görmeden dünyanın öteki ucundaki insanların terörist ilan edilerek Guantanamo ve benzeri askeri üslere tıkanıp işkencelere maruz bırakılması ABD'nin demokrasiyi kendi anladığı şekilde yorumlanırsa meşru göreceği yorumlarına sebep olmuştur. Amerikanın tüm dünyada demokrasinin yayılmasını istediği savı hemen tüm dünya toplumları tarafından kuşkuyla karşılanmaktadır. Bu gelişmeler ABD'nin demokrasinin öncü savunucusu olduğu tezlerinin de çürümesine sebep olmuştur. Dahası bu antidemokratik uygulamalar Amerikan halkı tarafından da tasvip edilmeye başlandı. "Amerika bir anda ulusça, endişe tarafından ele geçirildi.; terörizmden, bazı ülkelerden, Müslümanlardan ve Meksikalılardan, serbest ticaretten, uluslararası örgütlerden ve mültecilerden korkar hale geldi."(Zakaria, 2013: 260). "Daha ilginci, yapılan her bir kamuoyu yoklamasında, Amerikalılara en çok hangi kamu kurumlarına güvendikleri sorulduğunda, üç kurum listenin her zaman en üstünde çıkmaktadır: Yüksek Mahkeme, silahlı kuvvetler, Federal Rezerv Sistemi. Üç kurumun paylaştıkları bir ortak nokta vardır: Demokratik olmayan bir biçimde işlerler."(Zakaria, 2014: 243).

Afrika kökenli Amerikalılara gerçek anlamda bir eşitlik hala özümsenmiş değil. Makbul beyazların yanında zenciler hala ikinci sınıf vatandaş olarak tasavvur edilmektedir. Bir çok olayda federal polislerin sorgusuz sualsiz zencilere ateş edip öldürmesi ve bunu yapanların güvenlik kaygısıyla cezalandırılmaması büyük hayal kırıklıklarına yol açmıştır. "Latinolar ve Asya kökenli Amerikalılar ise iniş izni beklerken havada turlar atan uçaklar misali ilerde bir ara kabul görmeyi bekliyorlar. Şu sıralarda ilk kez önemli bir azınlık haline gelen Müslümanlar hala dışlanıyorlar."(Wallerstein, 2012: 125-126).

1.2.3.6.2. Latin Amerika

Latin Amerika ülkeleri yıllar yılı ABD'nin etkisinde gibi görünseler de aslında yapısal anlamda ABD ile çoğunlukla zıt yönlere baktılar. ABD bu ülkelerde demokrasinin kökleşmesi-kurumsallaşması konusunda hiç kaygılı ve cesaretlendirici olmadı. Tam tersine bu ülkelere dolaylı veya doğrudan müdahalelerde bulunarak demokratik kurumların gelişmesine ket vurdu, halkın demokrasiye olan bakış açılarının olumsuz şekillenmesine sebep oldu. ABD yönetimlerinin Soğuk Savaş

yıllarında Latin Amerika ülkelerine müdahaleci politikasının insan hakları ihlalleri ve otoriteryen yönetimler gibi sonuçlara dönüşmesi bir çok otoriteyi hayal kırıklığına uğratmıştır. (Dağı, 2000: 48).

Bölgenin en güçlüsü konumundaki ülkeleri Meksika, Brezilya, Venezuela ve Şili'dir. Özellikle Venezuela son yıllarda ciddi anlamda alternatif bir demokratik deneyim örneği sunmaktadır. Chavez'in başını çektiği bu hareket, küresel karşıtı ama demokratik olarak devletin toplumsal dönüşüm için bir araç olarak kullanılması fikrini önplana çıkarmıştır. Chavez'in ölümünden sonra da ülkede onun çizdiği çizgide gidişat devam etmektedir. "Venezuela deneyimi, barındırdığı tüm belirsizliklere karşın, kendi coğrafyasında coşkulu bir direnişi olduğu kadar küresel bir umudu temsil etme gücünü temel alarak somut bir toplumsal dönüşüm projesine ve bunun somutlandığı bir 'devrim' coğrafyasına sahip olmasına borçludur."(Yıldızcan, 2011: 333). Bu ülkeler de olmasa ekonomik ve sosyal kalkınmışlık açısından Latin Amerikanın Afrikadan çok farkı kalmayacaktır. "Uzun yıllardır Güney Amerika'nın hiçbir iki ülkesi arasında ciddi bir sorun yaşanmamıştır; burası eyaletler arası savaş fikrinin çok eskilerde kaldığı bir kıtadır. Fakat neredeyse her Latin Amerika ülkesi liderlik, kaynaklar ve sosyal istikrar üzerine sürekli kendisi ile bir savaş halindedir."(Khanna, 2011: 190). Bunun sonucunda da ülkelerde sürekli karışıklık, istikrarsız siyasi düzen temel belirleyici etmen olmuştur. Bundan dolayı demokratik düşünceye saygı ve uygulama konusunda inançsal sorunlar her ülkede temel problem olmaya devam etmektedir. Bu ülkelerin çoğunda hala ailevi ve kabilevi gelenekler önalandadır. En demokratik ülkesinde bile bu ilişkiler kırılamamıştır. 1980'li yıllarda "Demokrasi adacıkları (mesela Kosta Rika) mevcuttu, ancak devletlerin birçoğu sağcı askeri dikta rejimleri veya sosyal devrimciler tarafından yönetilmekteydi; içeride gerilla savaşları, askeri darbeler ve işçilerin ayaklanması günlük vukuat haline gelmişti."(Kennedy, 1999: 264). Takip eden yıllarda yavaş ve sorunlu da olsa demokrasiye geçişler oldu. Ancak sabık yönetimlerin imzaladığı ağır koşullu anlaşmalar halkların belini büktüğünden sosyal sorunlar hiç sakinleşmedi.

1994 Yılında kurulan NAFTA yani Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasının en azıdan Meksika’yı birinci dünya ülkesi seviyesine çıkarması

bekleniyordu fakat bu gerçekleşmedi. Kuzey ve Güney Amerika arasında bir ekonomik işbirliği temin etmek fikri bile yıllarca çok güdük kaldı.

Latin Amerika'nın şüphesiz en demokratikleşmiş ülkesi Brezilya'dır. "Brezilya, Güney Amerikanın ABD'si sayılır. Sadece boyutları bile ülkeyi kıtanın doğal lideri konumuna sokmaktadır."(Khanna, 2011: 219). Gelişen sanayisi, turizm, spor, sahip olduğu enerji kaynakları ile Çin, ABD ve AB ile geliştirdiği ilişkiler ve sahip olduğu jeopolitik güç ve nüfusu ile özgül ağırlığı yüksek bir ülke konumuna gelmiştir. 2003 yılında Dünya Ticaret Örgütü'nün Meksika'daki toplantısında G-20'nin teşkilinde bu özgül ağırlığı ile çok etkili olmuştur. Bu girişim en azından gelişmiş ülkeler karşısında ikinci dünya ülkelerinin kısmi bir frenleme gücü elde etmesi demektir.

Öte yandan Şili de darbeci Pinochet'in yargılamasını temin ederek sosyal demokratik bir akışa girmiştir. Bu yönü ile "Şili ayrıca Latin Amerika'nın sunabileceği en iyi yönetim şekline sahiptir."(Khanna, 2011: 235). En azından Doğu Avrupa'da olduğu gibi kanlı diktatöryal geçmişi ile hesaplaşmasını göze almıştır.

Öte yandan yatırım ve kalkınmanın hızlandığı Meksika'da potansiyel olarak liberal demokrasinin hayatiyet bulabileceği bir ortam oluşmaya başlamıştır. 2000 yılında başarılı bir demokratik seçimle bu sürece hızlı bir giriş yapmışlardır.

1.2.3.7. Ortadoğu ve Afrika'da Demokrasinin Görünümü