• Sonuç bulunamadı

2. İŞLEVSEL KURAM

2.3. ANADOLU TÜRK TASAVVUF GELENEĞİNDE KADININ İŞLEVLERİ

3.1.6. Koruyucu Kadın

Türbeleri, velileri ziyaret etme, eski Türklerden günümüze kadar gelen inanışlardandır. İslamiyetten önce Türkler dağ, kaya, pınar, göl, ırmak, orman, ağaç gibi tabiat unsurlarını kutsal saymış ve bunların koruyucu ruhları olduğuna inanmıştır. Ruhu bulunan bu tabiat unsurları Türk yurdunun koruyucusu olarak da benimsemişlerdir. Türk boyları arasında ayrıca atalar kültü de vardır. Bu inanca göre, ata öldükten sonra ruhu birtakım üstün güçlerle donanır ve bu sayede ailesine yardımcı olur. Bu inanlar Anadolu’daki veli tipini de etkilemiştir. Anadolu’daki kadın velilerin koruyuculuk işlevleri, “Kendi Bulunduğu Mekânı Koruma”, “Kendi Dışındaki Bir Kişi/ Mekânı Koruma” olarak iki başlık altında ele alınabilir.

3.1.6.1. Kendi Bulunduğu Mekânı Koruma

Velilerden bir kısmı bulunduğu mekâna zarar verenleri rüyalarına girerek uyarmakta ya da rüyada bazı bilgiler vermektedir. Aydın’da türbesi bulunan “Meryem”, türbesine zarar verenlerin rüyasına girerek onları ikaz eder (Kalafat, 2006: 3- 14). Bursa’da türbesi bulunan “Şerife Nine”, Kurtuluş Savaşı sonrasında köyü yakmak isteyen Yunan askerlerine engel olur ve böylece onlar köyü yakamazlar. Ayrıca Şerife Nine, köylünün rüyasına girer ve köyün tepeye kurulmasını söyler (Alkaya, 2006: 49). Amasya’da “Taşbebek’in Annesi”nin mezarı vardır. Bir gün belediye mezarın bulunduğu alanı kaldırıp yerleşim yeri olarak kullanmak ister. Taş Bebek Türbesi’nin de üzerini kapatmak veya oradan başka yere kaldırmak isterler. Bunun üzerine Taşbebek, dozer kullananın ve evredekilerin rüyasına girer, üzerini kapatmamalarını söyler (Pınarbaşı, 2011: 118). Yozgat Pir Hüsniye Ana Türbesi’in bulunduğu alandan bir ağaç parçası, hatta çöp dahi alınıp buranın dışına çıkarılmadığı veya eve götürümediği anlatılır. Şayet götüren olursa orada yatan zatın, götüren kişiyi rüyasında rahatsız ettiği ve bu şahsın götürdüğü şeyi geri getirmek zorunda kaldığı verilen bilgiler arasındadır (Koçaker, 2004: 48).

Anlatıldığına göre, Amasya’da bulunan Ehli Hatun (Kuyulu Evliya)’na 1991 yılında üç kadın şifa amaçlı gelirler ve geceyi sandukanın yanında geçirmek isterler. Türbe görevlisi onlara Ehli Hatun’un bundan hoşlanmadığını, ancak sandukanın

171

yanında bulunan odada sabahlayabileceklerini söyler. Ziyaretçiler, türbe görevlisi gittikten sonra sandukanın yanında yatarlar fakat bir süre sonra türbenin içinde

“Burada yatmayın” diye bağırmalar duyulur ve ziyaretçiler büyük bir korkuyla Ehli

Hatun türbesini terk ederler (Özdoğan, 2006: XXXII). Ehli Hatun aynı zamanda mezarı etrafındaki kedileri de korur. 202

Veliler türbesine zarar verenleri, türbesini yıkmak isteyenleri, türbenin yanında bulunan ağaca zarar verenleri, oradan bir şeyi dışarıya çıkaranları, oradaki hayvanlara zarar verenleri cezalandırabilmektedirler. Kırklareli Bolca Nine, rivayete göre türbeye ait bir şeyin alınmasını onaylamamakta hatta bir şey götürenleri cezalandırmaktadır (Kalafat, 2006: 3- 16). Yozgat Arife Ana Türbesi’nin etrafında bulunan odun parçalarından götüren kişilerin başına bir musibet geleceğine inanılmaktadır (Koçaker, 2004: 152). Kutsal olan, belirli sınırlar içerisinde bulunur. Her yer her zaman kutsal olmaya uygun değildir. Her kutsal mekânın kendi sınırları vardır. Belirli nesneler de bu sınır içerisinde kutsallıklarını korur. Kutsal olanın sınırdan çıkarılması, bir anlamda kutsallığın ihlalidir. Kutsalın sınırının ihlal edilmesi de cezasız kalamaz. Veli kültü etrafında oluşan inanca göre türbedeki herhangi bir nesnenin dışarıya çıkarılmaması da kutsal olanın sınırlar içerisinde korunmasıyla ilgilidir.

Türbelerin kendilerine zarar verenler de cezalandırılabilirler çünkü kutsala zarar vermiş olurlar. Hatay Şıh Zeliha ile ilgili efsaneye göre zamanında Avcılarsuyu köyünden birkaç kişi define aramak maksadıyla mezarın içini açar. Bu kişiler bir şey bulamayınca cesedi tekrar defnetmeyip açıkta bırakır. Ayrıca, türbenin her yeri tahrip edilir. Köylülerin yardımıyla, türbe eski görünümüne kavuşturulur fakat bunu yapanların yaptıkları cezasız kalmaz. Bu olaydan birkaç yıl sonra Allah Teala bu kişilere âdeta lanet yağdırır. Kimi gözünden, kimi elinden olup meclise

202

Ehli Hatun, hayatta iken, kedileri çok sever, onları doyurur, beslermiş. Bu gün bile türbesinin yanında kediler hiç eksik olmaz. Türbe görevlisi kedilerden etraftaki hiç hoşlanmaz. Yemek vermediği gibi onları türbenin etrafından uzaklaştırmaya çalışır. Bir gün bir kedi türbe görevlisinin üstü kapalı duran tabak içindeki yemeğini yer. Bunu gören türbe görevlisi, kediye bir taş atar. Taş kedinin bacağına isabet edip onu sakatlar. Türbe görevlisi o gece, uyuduğu sırada, kafasına bir taş isabet ettiğini, acı içinde uyandığı zaman, başında beyaz örtülü, uzun boylu, yeşil bir elbise içinde genç bir kadının ona hışımla baktığını görür. Kadın Ona, “Sen bir kediye zulüm edecek kadar kötü kalplisin. Benim yanımda sana yer yok, buradan git” der. Gidecek yeri olmayan kadın ondan sonraki günlerde bahçedeki kedilere yemek verip Ehli Hatun’u memnun etmeye çalışır. Ancak bu gördüğü rüyayı yedi gece daha görünce orayı terk etmek zorunda kalır (Özdoğan, 2006: XXXII).

172

çıkacak durumları kalmaz (İnce, 2009: 92). Muğla Şemsi Ana’nın türbesini yıkmak isteyen belediye görevlilerinin başına olmadık işler gelir; dozerin kepçesi kırılır, su borusu patlar, şefler görevleri başında kalp krizi geçirir (Ergun, 2004: 751). Muğla Sarıana’nın yol üzerinde bulunan kabrini yol yapımı sırasında kaldırmak isterler fakat işçilerden birine kamyon çarpar, birine de felç iner. Bu olayları yatırın kerametine bağlayan halk, yatırı olduğu yerde, yolun ortasında bırakır (Ergun, 2004: 750). Niğde Rabia Bacı’nın bulunduğu kasaba halkının anlattığına göre 1968 yılında kasabanın içme suyunun karşılanması için bir su deposu inşaatı başlar. Su deposunun yapıldığı yer de Rabia Bacı mezarının hemen kenarındadır. Su deposunun yapımını üstlenen müteahhit, burada bulunan mezar için “kaldırın bu mezarı buradan, bunun

burada işi ne” der. Böyle hakaret içeren sözleri sarf ettikten kısa bir süre sonra düz

yolda motosikletle giderken düşer, ayağı ve kolu kırılır. Bunun üzerine müteahhit, yaptığı hatayı anlar ve Rabia Bacı mezarının etrafını demir parmaklıklarla çevirerek burayı korumaya alır (Pınarbaşı, 2011: 92). Sivas Selçuk Hatun’un mezarını kaldırmak isteyen iş makineleri bozulur (Kalafat, 2006: 3- 14).

J. Frazer, yabanıllar için dünyanın genellikle canlı olduğunu, ağaçların da buna dâhil olduğunu belirtir. Onların da kendileri gibi bir ruhları olduğuna inanılır ve ona göre davranılır. Doğu Afrika’da Wanikalar her ağacın özellikle de hindistancevizi ağacının bir ruhu olduğunu hayal eder; bir hindistancevizi ağacının yok edilmesine ana katilliği gözüyle bakılır, çünkü ana nasıl çocuğuna hayat verirse o ağaç da aynı şeyi yapar insanlara. Kutsalın ruhunun bulunduğu ağalara zarar vermek de daha önceden bahsedildiği gibi kutsalı rahatsız etmektir. Siyamlı keşişler, her yerde ruhlar olduğuna ve herhengi bir şeyi yok etmenin onu zorla ruhundan etmek demek olduğuna inanarak, “suzçsuz bir kimsenin kolunu nasıl kırmazlarsa” bir ağacın dalını da kesmezler derler (Frazer, 2004: 61). Bingöl Bebent Ziyareti’nde bulunan ceviz ağacının kesilmesi yasaktır. Ağaca zarar verenlerin başına uğursuzluk geleceğine inanılmaktadır (Levent, 2004: 44). Bingöl Şehit’in mezarında bulunan ağacın kesilmesi günahtır. Anlatıldığına göre köylülerden biri bu ağaçları kesmek için baltasını alıp gitmiş fakat baltayı tam ağaca vururken balta ağaç yerine ayağına değmiş. O günden beri ağaçlarına dokunan olmamış (Levent 2004: 57). Çankırı Hatçe Sultan Türbesi’nin yakınında bulunan ve bir kadını andıran çam ağacını kesenlerin, mallarıyla ve canlarıyla çok kısa bir süre sonra mahvolduğu

173

anlatılmaktadır (Yakar, 1978: 48). Kayseri Beş Kızlar Türbesi’ndeki ağaçlar hiçbir şekilde kesilip yakılamazlar (Naneci, 2006: 115). Kütahya Duva Tekkesi’nin kapladığı alan daha genişmiş. Köylülerin zamanla buraya evler yaptığı ve başlarına gelmedik felaketler kalmadığı anlatılmaktadır (Sarıkoyuncu, 1998: 451.- 452). Frazer, ağaçta bulunan ruh için şöyle bir yorum yapar: “Ruh ağaca can verir, onunla

birlikte acı çekmesi ve ölmesi gerekir. Ama hiç kuşkusuz daha geç bir tarihe ait olması gereken bir başka görüşe göre, ağaç bir vücut değil, yalnızca ağaç- ruhun meskenidir, insanlar harap olmuş evlerini nasıl terk ederse onlar da yaralanmış ağacı terk edebilirler” (Frazer, 2004: 61). Kutsalın bulunduğu yeri terk etmesi; zor

zamanlarda sığınılacak, yardım istenecek ruhun da yok olması demektir. Bu türden anlatıların ortaya çıkmasında halkın yaşamı için son derece önemli olan kutsalın korunması da yatar.

Hayvanlar da kutsalın içerisinde kutsallık kazanabilirler ya da kutsalın görünümü, onun ruhunun taşıyıcısı olabilirler. Bu durumda da yine kutsala zarar vermemek, kutsallığın gereklerine göre davranmak gerekir. Frazer’ın verdiği bilgilere göre Samogitianlar, herhangi birinin bazı korulara zarar vermesi, korudaki kuşları ya da hayvanları öldürmesi durumunda, ruhların onun ellerini ya da ayaklarını eğip bükeceğine inanırlardı (Frazer, 2004: 66). Buna benzer anlatılar Anadolu’da da mevcuttur. Erzurum Balıklı Göl’ün balıkları pişirilmez. Anlatıldığına göre buraya pikniğe gelen bazı kişiler balıklardan pişirmişler ve dönüşte arabaları devrilmiş, hepsi ölmüş (Seyidoğlu, 1997: 230). Şanlıurfa Ayn- Zeliha Gölü’nün balıkları da kutsaldır. Hz. İbrahim devrinden beri yaşadığına inanılan ve halk tarafından saygı gösterilen bu balıkların, yenmesinin yasak olduğuna inanılır. Söz konusu yasağa riayet etmeyip de bu balıkları öldüren veya yiyen kişilerin, öleceğine veya büyük sıkıntıya maruz kalacaklarına inanılır (Borazan, 2005: 96). Kayseri Kırk Kızlar Tepesi ve Türbesi’nde bulunan hayvanlar, özellikle de güvercinler avlanmazlar (Naneci, 2006: 133). Örneklerde görüldüğü gibi balık ve güvercin gibi hayvanlar kutsalın tezahürü olarak korunurlar. Özellikle örneklerdeki balıklar, kutsalın dönüştüğü şekiller olarak kutsalın kendisidirler.

174

3.1.6.2. Kendi Dışındaki Bir Kişi/ Mekânı Koruma

Ulu kişiler kendi kutsal mekânlarını ve onun içindeki diğer kutsalları korudukları gibi başka mekân ve insanları da korurlar ve onlara yardımda bulunurlar. Örneğin Afyon’da mezarı bulunan Sultan ve Gelincik Ana, ablaları Melek Ana’ya hem sağlıklarında hem de ölümlerinden sonra yardımda bulunurlar (www.cayilcesi.com). Onlar bu şekilde ablalarını hayata karşı korumuş da olurlar.

Kutsal kişilerin koruyucu özellikleri çeşitli şekillerde hayatın içerisinde kullanılmaya alışılır. Afyon Kezban Bacı Yatırı’nı daha ziyade çocuğu olmayanlar ve çocuğu yaşamayanlar ziyaret ederler. Çocuk erkek olunca ismini Tufan, kız olunca Keziban koyarlar. Bu uygulamanın derinliklerinde türbedeki zatın koruyucu gücünün bulunduğu inancı vardır (Kalafat, 2006: 3- 14). Çocuğa verilen isim sayesinde o ulu kişi çocuğu korur. Bursa Sarıkız Dedesi’nin hamile kadınları ve bebeklerini koruduğuna inanılır (Dikmen, 2007: 143).

Gaziantep Hançerli Hanım’ın yüzü hürmetine mahallede asla yılan, çiyan,

akrep gibi haşaratların olmadığı belirtilir (Güzelbey, 1964: 132). Hatay Reyhanlı Çalı Ziyareti’nin bulunduğu mahalle halkı, evlerinin ve avlularının bu mekândaki genç kız tarafından korunduğuna inanmaktadır (İnce, 2009: 73).