• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.2. Klasik Eleştirel Devlet Görüşleri ve Vergi

Devlet öncelikle kendisinden önceki tüm toplumsal yapılardan farklıdır. Bu farklılık temelde dört temel öğe ile saptanmaktadır. İlki, öteki sosyal alanlardan ayrılmış bir kurumlar bütünü olmasıdır. İkincisi, bu kurumları işleten bir idari personele sahip olmasıdır, üçüncüsü; sınırları belirli bir alan üzerinde merkezi güç şeklinde örgütlenmesi ve son olarak; üzerinde otorite uyguladığı, bir çeşit örgütlü fiziksel güç tarafından desteklenen bağlayıcı karar alabilme kapasitesinin bulunmasıdır (Çeğin,2013:656).

Devlete yönelik sosyolojik tanımlar, kökenleri itibari ile iki ayrı ana hattan beslenmektedirler. Bunlardan ilki Marksist yaklaşım diğeri ise Weber düşün yapısına ait yaklaşımlardır. Marks için devlet, herhangi bir belirli dönemde egemen sınıfın yürütme kurulundan ibarettir ve bu şekilde düşünüldüğü için özel bir kuramsal değerlendirme gerektirmez ancak çağdaş Marksistler bu konuyu tekrar ele almış ve sınıf tabanlı analizlerini genişletmişlerdir. Weber yaklaşımı ise devletin sınıf toplumunun içsel işleyişine müdahale eden kolektif bir güç olmasından ziyade ulusal sınırların koruyucusu olma işleviyle ilgilidir (Parkin,2002:596-602). Bu yaklaşımların temellerinde yer alan tanımlamalar aynı zamanda vergi kavramının tanımlamasına yönelik ipuçları vermektedir.

Devlet nedir sorusu yakın geçmişte üç şekilde cevap bulmaktaydı. Bu yaklaşımlardan ilki sözleşme yaklaşımı, ikincisi sözleşme/cebir ve son olarak cebir

yaklaşımlarıdır (Akalın,1986:41). Temelde yer alan bu bakış açıları dört grupta

Anlayışı, ikincisi Liberal (Galbraith) Devlet Anlayışı, üçüncüsü Sosyal Demokrat Devlet Anlayışı ve son olarak Marksist Devlet Anlayışı olarak sıralanabilir.

Friedman’ın temel yaklaşımı rekabetçi kapitalizm tanımlaması üzerinedir. Kamunun sınırları belirlenmiştir. Devlet dış düşmanlara karşı yurttaşlarını korumalı ve rekabetçi piyasayı teşvik etmelidir. Galbraith’in görüşlerinin Keynes’ten etkilendiği şeklinde yorumlar mevcuttur. Gabraith, dönemin mevcut sistemini tanımlamıştır. Ona göre firmalar siyasal yönetimi eline almışlardır ve onların çıkarları etrafında dönen bir sistem geliştirmişlerdir. Bu tanımlama yeni endüstriyel devlet görüşü olarak anılmaktadır. Sosyal demokrat devlet anlayışı temelde Marksist yaklaşımın eleştirisinden doğmuştur. Alman sosyal demokrat partisindeki bölünmeden doğan bu yaklaşım Londralı aydınların katkılarıyla kurulan İngiliz İşçi Partisi ile teorik zeminini bulmuştur. Toplumu aşırı yoksulluktan korumayı amaçlayan etkin devlet rolünü benimsemişlerdir (Giray,1986:47-52).

Marksist yaklaşımda devlet, sömürülen çoğunluğa karşın sömüren azınlığın bir aracı olarak kabul edilmekte ve burjuva devleti olarak betimlenmektedir. O halde yerine ikame edilmesi gereken farklı bir yapı olacaktır. Sınıf farklarının ortadan kalktığı ve bütün üretimin ulusun tamamına ait olduğu bir yapı öngörülür, bu yapıda devlet iktidarı siyasi niteliğini zaten yitirecektir.

Bu anlamda devlet kavramına yönelik teorik tartışmalar yine dört ana arter üzerinde devam etmektedir. İlki, devlet sınıf-temellidir ve bütün niyet ve hedefleri yönetici sınıfın bir uzantısı olarak gerçekleşir. İkincisi; devlet sınıf-temelli fakat özerktir, yani yönetici sınıfın çıkarlarını bir bütün olarak temsil ederken yönetici sınıf içindeki alt grupların çıkarları toplumun yararı için gözden çıkarılabilir ve bu konuda hiçbir alternatif tanınmaz. Üçüncüsü; devlet yönetici sınıfın bir parçasıdır, ancak bizzat kendi yararına yerel veya bölgesel elitlerle ittifaka girişir. Son olarak, devlet özerktir ve herhangi bir sınıf temeline oturmaz; aksine devlet hizmetindeki memurlar, bürokratlar kendilerini, yönettikleri bölgelerdeki sınıf ayrımlarının üstünde görür (Çeğin,2013:657).

Devlet organları herhangi bir önceki dönemden daha fazla toplumsal yapı ile içli dışlıdır. Toplumun devraldığı bütün hastalıkların kaynağı, çoğunlukla, merkezi iktidarın etkinliğine ya da etkinsizliğine bağlanır ve çare içinde yine gözler oraya çevrilmektedir. Sosyal yardım ve ceza, eğitim ve gütme (manipülasyon), vergilendirme ve kamu harcamaları artık devlet ile toplum arasındaki geleneksel yöntemlere sığınılamayacak kadar büyük boyuttadır (Parkin,2002:629).

Klasik devlet görüşleri ile tanımlanan klasik vergi yaklaşımları genel itibari ile devletin dâhil olduğu alanlar ile ilgili olup yukarıda saymış olduğumuz sınıf-temelli üç yaklaşımın dışında kalan bir yaklaşım sergilemektedir. Kıta Avrupa’sında temel yaklaşım devletin zenginliği, devletin zenginliği aynı zamanda vatandaşlarının da zenginliğini sağlayacağına yönelik görüştür. Bu görüş tüm dünya siyasetine ve ekonomik unsurlarına sirayet etmiştir.

İngiltere devlet ve vergi geleneği için ise durum biraz daha farklı gelişmiştir. Adam Smith ile birlikte devletin sınırları belirlenmiştir, devlet aktif bir belirleyici olmayıp kamu düzenini sağlayan ve vergileme gibi sınırlı işlevi olan bir kurumdur. Bu yaklaşım klasik (liberal) iktisat geleneğine dayanmaktadır. Daha sonra kamu ekonomisi teorik olarak yaklaşıma dâhil edilmiştir. Bu yaklaşım salt iktisadi açıdan mali olayları değerlendiren ve bütçe denkliği, piyasa aksaklıklarını gidermek için müdahalede bulunan bir yaklaşıma bürünmüştür (Sert,2011:3-4).

Klasik devlet yaklaşımlarına paralel olarak vergi yaklaşımları, teorileri ve uygulamaları da tarihsel analizlerden kopmaktadır. Bu sorun vergi açısından indirgemeci bir yaklaşım olarak kendini göstermektedir. Verginin salt teknik-hukuki terimlerden ibaret sayılması, aslında devlete nasıl bakıldığında dair düşün sistemi ile oldukça yakından ilgili olmasına rağmen devlet kavramı verginin tarihsel analizinden ayrı incelenmiştir.

Tarihsel sosyoloji olarak bilinen alanın teorik tartışmaya girmesi ile devlet ve toplum, toplumsal olaylar arasındaki ilişki farklı biçimlerde ele alınmaya başlamıştır. 1950 li yıllarda gelişmeye devam eden, 1980 ve sonrası dönemde tekrar güçlenen tarihsel sosyoloji disiplin halini almaya başlamıştır. 20. yy itibari ile eleştirilmiş ve farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur. Devlet kavramına yönelik farklı teorik yaklaşımlar141 sonucunda vergi alanında da farklı bir yaklaşım ortaya konulmuştur. Vergi alanındaki bu eleştirel yaklaşım literatürde mali sosyoloji olarak yer almaktadır.