• Sonuç bulunamadı

1.3. TÜRK TOPLUMUNDA TARİHSEL GELİŞİMİ İÇİNDE KADIN

1.3.2. Osmanlı Toplumunda Kadın

1.3.2.1. Klasik Dönemde Türk Kadını

Türk-Osmanlı ailesi, ataerkil ailenin tüm niteliklerini taşımaktadır. Ancak kadın genel olarak iki sosyal çevreye ayrılmaktadır: Saraylı ve saraya yakın olan kadınlar ile kırsal alanda kentlerde yaşayan kadınlar ilk grup konaklarda yaşamını sürdüren ve tüketen kadın tipiyken, kırsal alandaki kadın üretimin içinde ve erkeğine yardımcı konumdadır (Pur, 1995: 11). Ancak, kadının toplum hayatında giderek pasifleşmesi Osmanlı Devleti’nin imparatorluk dönemine rast gelmektedir. Özellikle kentlerde medrese ve tarikatların yaygınlaşması ile cinsiyet ayrımcılığı baş göstermiş diğer taraftan da İran ve Bizans saraylarındaki harem uygulamaları Türk sarayına tesir etmiştir (Ülken, 1967: 121). Osmanlı’da kadının sosyal hayatının şekillenmesinde dinin etkisinin payı büyük olmuştur. Özellikle diğer devletlerin İslam kültüründen etkilenilmesi kadın-erkek arasındaki eşitsizliği daha da körüklemiştir.

Her ne kadar Türklerin kadına bakışı farklı olsa da İslamiyet’e geçiş ile birlikte bu durum değişmeye başlar. Selçuklular döneminde Nizamülmülk ile beraber etkisini gösteren anlayış Osmanlı döneminde giderek katı bir hal almaya başlamıştır. Aslına bakılırsa Osmanlı Devleti’nin başlangıç dönemlerinde hala göçebe kültürün etkileri görülmeye devam etmiştir. Ancak yerleşik hayata geçiş ile beraber devlet yapısının değişmesi ve saray kültürünün oluşması kadının statüsünde de değişiklikler yaşanmasına sebep olmuştur. İstanbul’un alınmasıyla beraber Türkler, Bizans kültürünü çok daha yakından tanımaya başlarlar. Saray ve çevresi (sultan ve yakınları yüksek dereceli memurlar) Bizans’tan gelen bir etki ile harem kültürüne dayalı bir yaşam tarzını benimsemişlerdir (Kuşcan, 2010: 196). Yavuz Sultan Selim’in Memluklerden

halifeliği almasıyla Kur’an’ın özel bir şekilde abartılarak yorumlanması yüzünden, özellikle kadınların kapanmasıyla ilgili hadisler, İslam dünyasının dinsel liderleri halife sultanların Osmanlı kadınlarının günlük yaşantıları ile zorlatıcı baskı yapıcı kurallar uygulamalarına neden olmuştur (Arat, 1986: 97). Bu durumda devletin başlangıç dönemindeki kadının rahat ve özgür yaşamı son bulmuş, İslami şeriat kuralları kadını sosyal hayatta saf dışı bırakmıştır.

Osmanlı Devleti, bir İslam devleti olmanın zorunlu sonucu olarak en büyük yasanın Tanrı’nın yasası yani şeriat olduğunu kabul eder. Buna bağlı olarak kişi ve aile hukuku alanında ilişkileri düzenleyecek yasaların gereksiz olduğu düşüncesiyle hareket ettiği için 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar toplumdaki kadınlarla ilgili çağdaş bir yasallaştırma hareketi yapmamıştır (Altındal, 1991: 76). Osmanlı Devleti’ne Bizans ve İran gelenekleri en büyük etkide bulunmuştur. Başta büyük kentlerde olmak üzere, kadınlar çarşaf ve peçe kullanmaya başlamış, giyim ve sokağa çıkma gibi sosyal hayatı şekillendirecek kurallar getirilmiş, bu konuda resmi düzenlemeler yapılmıştır (Kurnaz, 1990: 3). Osmanlı ailesi, dini işlemle kurulan bir cemaat ailesidir yani 2-3 kuşak aile büyükleriyle birlikte paylaşılan kalabalık bir yaşam biçimi ataerkil düzen ve saygı çerçevesinde yürütülmektedir. Kadın aile içerisinde anne olarak saygı görmekle birlikte, önemli kararlarda fikri alınsa da itibar görmemektedir (Taşkıran, 2007: 92-92).

Osmanlı Devrinde daha önce de belirttiğimiz gibi aile hukuku değişiklikler göstermiştir. Örneğin, kızın evleneceği erkeği seçme hakkı bu dönemde tamamen kaybolur. Evlenecek olan kızın büyükleri, anne veya babaları buna karar verir. İslam hukukuna göre gerçekleştirilen evlenme bir erkek ve iki kadın şahidin yanında imam tarafından yapılırdı çünkü iki kadının şahitliği bir erkek yerine geçiyordu. Erkek kadına evlilikten önce mihir adı verilen bir para vermek zorundadır, boşanma halinde bu para kadına yine verilmektedir. Zaten boşanma hakkı tamamen kocadadır. Böylece ailede idare tamamen kocaya tanınmaktaydı. Miras meselesinde de kadın daima erkekten daha az bir hisseye sahip olurdu (İnan, 1964: 50-51). Bu bağlamda aile kurumunda ataerkil bir yapının hüküm sürdüğü söylenebilir. Görüldüğü üzere Osmanlı’da evlenme- boşanma, miras konularında erkeğe sınırsız hak tanınmakta, kadın ise bu haklardan mahrum bırakılmaktadır.

Batıda kadınların siyasi haklar için hareketlerin başladığı bir dönemde Osmanlı İmparatorluğunda şehirli kadınların sokağa çıkmaları bile yasaklanmıştır. Çeşitli

Osmanlı fermanları kadınların giyimleri ve toplumsal yaşama katılmalarını sınırlayıcı kurallar getirmiştir. Bu fermanlarla düzenlenen kanunlar arasında, kadınların erkeklerle sandala binmemeleri, kaymakçı dükkânına girmemeleri, ferace biçiminde yenilik yapılmaması, mesire yerlerine gitmemeleri, ince kumaştan ferace giyilmemesi, ince kumaştan ferace diken terzilerin yineleme halinde evlerinin önünde asılacağı, kadınların haftada dört gün evlerinden dışarı çıkabilecekleri, kadınlarının hiç evden çıkmayacakları, kadınların babaları ve oğulları ile bile sokakta yürüyemeyecekleri, arabaya binmemeleri, ezan saatinden sonra dışarıda kalmamaları, belli yerlerde dolaşmamaları vardır (İnan, 1964: 77). Ancak bu fermanlar, daha önce de belirttiğimiz gibi köyde yaşayan kadına değil, kentteki kadının hayatına tesir etmiştir. Kentte yaşayan kadın üretimin ve kamu yaşamının dışında tutularak eve hapsedilmekte; ev içi işleriyle sınırlandırılan kadınlar kendi aralarında haremi oluşturmaktaydılar. Bazı kaynaklarda Osmanlı Devrinde halk sınıfından kimi kadınların çalıştığı belirtilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman ve III. Selim Döneminde pratik hekimlik yaptıklarına ilişkin belgeler bulunmuştur. Bununla birlikte, yine Kanuni Döneminde satıcı bohçacı kadınların da çalışan kadın sayıldığını belirtmekte fayda var. Bunların da yine padişah fermanları yoluyla yasaklanmak istenmiştir (Taşçıoğlu, 1958: 11). Osmanlı bu fermanlarla kadının sosyal hayattan kopmasına, toplumda ikinci sınıf muamelesi görmesine sebep olmuştur. Buna rağmen sayıları çok az da olsa çalışan kadınların varlığı da söz konusudur.

Osmanlı kadınları özellikle zengin kadınlar eşlerinin başka bir kadınla evlenmesini kabul etmeyip, boşanmak talebinde bulunurlar. 1546 tarihli Kayseri sicilinde, varlıklı bir kadın üzerine kuma getirilmesini karşı çıktığı için mahkemeye giderek “Kocam Hızır Bali benim üzerime bir kızla evlenmiştir. Ben üzerime evlenmeyi kabul etmem, beni boşasın” diyerek boşanma isteğini dile getirir. Osmanlı Devleti’nde genç kızlar evli erkeklerle evlenmeyi düşünmemişler, hatta nişanlı kızlar bile nişanlı oldukları erkeğin bir başka kadınla evli olduğunu öğrendikleri zaman nişanı bozmuşlardır (Kurt, 1998: 401).

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde kadınların sosyal hayatları aktif bir şekilde sürmekteydi. Hatta Osmanlı aile yapısı hakkında İbn-i Battuta seyahatnamesinde önemli bilgilere yer vermiştir. İbn-i Battuta eserinde Türk kadınların birçok ilde toplumsal statülerinin bulunduğuna ve iş hayatındaki rollerine dikkat çekmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde görülen bu özelliklerin eski Türk

geleneklerine dayanan bir geçmişi vardır. Bu dönemde kadınlar bazı iş kolları için dernekler kurmuşlardır. “Bacıyan-ı Rum” olarak bilinen teşkilat “ahilik” teşkilatının kadınlardan oluşan bir koludur. Türk kadınları erkeklerle birlikte iş hayatında eşit olarak yer almışlardır. Kadına gösterilen bu değer Orta Asya’dan Selçuklu’ya ondan da Osmanlı’ya uzanan bir kültür mirasıdır (Doğan, 2001: 30-32). Osmanlı’nın kuruluş dönemiyle yükselme dönemi arasında kadının statüsü bakımından büyük farklılıklar görülmektedir. Kuruluş döneminde kadın sosyal hayatta varlığını sürdürmektedir.

Osmanlı’da diğer alanlar da olduğu gibi kadın giyimi de zaman zaman değişkenlik göstermiş ve değişkenliğin uç noktası 20. yy başlarında yaşanmıştır. Ancak bu Orta Asya’da yaşayan Türkler’in dışında Anadolu’ya gelen göçebe Türkler’in yaşam tarzı olarak devam etmiştir. Hatta imparatorluğun çöküş dönemlerinde Yörük kadınların olduğu kadar Alevi ve bazı Sünni köylerinde yaşayan kadınların sahip oldukları özgürlükler ve sosyal hayatta erkeklerle eşit olmaları batılı yazarların da dikkatini çekmiştir. Kadın kıyafetine ve yaşam tarzına sınırlandırmalar getirilmiş fakat kadına yönelik şiddet hiçbir dönemde kabul edilmemiştir. Hatta bu yönde gerçekleşen olaylarda cezai yaptırımlar uygulanmış, dövme sürekli olması halinde ise boşanma söz konusu olmuştur. Özellikle devlet memurlarının, eşlerine karşı bu tarz şiddet uygulamaları hoş karşılanmamış ve zaman zaman ortaya çıkan münferit hadiseler cezalandırılmıştır (Ortaylı, 2001: 125). Eski Türk geleneklerinde olduğu gibi kadına şiddete karşı olunması, kadına saygının ve değer verildiğinin göstergesidir.

Tanzimat’a kadar bu dönemde Osmanlı kadınları, şeriatla yönetilen bir devletin çatısı altında yaşamanın zorunlu sonucu olarak dış dünyadan ayrı olarak evin içerisinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Toplumsal hayatla bağlantıları sınırlanmış olan Osmanlı kadınlarının Tanzimat’ın ilanıyla toplumsallaşma süreçleri başlamıştır.