• Sonuç bulunamadı

KIRIM HARBİ (1853-1856) VE SİYASAL SEĞİRDİMLERİ

Belgede Bas_Sayfalar.indd :40:50 (sayfa 96-102)

Dr. Sinan ÇAYA*

Öz

Kırım Harbi; Çarlık Rusyası’na karşı Osmanlı Devleti, Britanya ve Fransa tarafından yürütülmüştür. Müttefikler zafer kazanmışlardır. Os-manlı Devleti’ne Avrupalılık statüsü verilmiştir. Mamafih; saygınlık sonu-cuna rağmen; Osmanlı Devleti için mâlî götürüler çok ağır tecelli etmiştir.

Zafer sonrası oluşan siyasal denge de kararlı kalmamıştır.

Anahtar kelimeler: Kırım, Çar, Rusya, Osmanlı, İttifak.

Abstract

Crimean War (1853-1856) And Its Political Repercussions Ottoman State, Great Britain and France fought against Tsarist Rus-sia in Crimean War. The allies gained a victory. The Ottoman State was accorded a European status. However, despite the prestigious outcome, the fiscal consequences proved to be very heavy for the Ottoman State.

Moreover the political equilibrium that established after the victory did not stay stable.

Keywords: Crimea, Tsar, Russia, Ottoman, Alliance.

― “Sivastopol önünde yıkık minâre Düşman dedikleri gelmez imâne”―

Sivastopol Marşı’ndan Giriş

Görünüşte ve Derinde Sebepler

Kuruluşundan beri sıcak denizlere Boğazlar üzerinden açılma hevesini devam ettiren Rusya; zayıf düşmüş Osmanlı Devleti’ni, yine her bahane Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 216 Haziran 2015

* İstanbul Üniversitesi Deniz İşletmeciliği ve Bilimleri Enstitüsü.

ile tartaklamaya bakıyordu. Bunların başında çarın, Osmanlı’nın tebaası Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu rolüne soyunmak sevdâsı geliyordu.

Çar, Şubat 1853’te Prens Mençikof’u olağanüstü yetkilerle İstanbul’a elçi gönderdi. Anılan görevli Bâb-ı Âli’ye karşı çok gönül kırıcı bir tavır ser-giledi. Verdiği nota bir sürü istekler içeriyordu.1

Öte yandan Rusya’nın iyice palazlanması, Britanya Krallığı’nın hiç işine gelmiyordu. Yakın bir zaman önce Avusturya’ya karşı Macar ayak-lanması da Rus yardımıyla kırılmıştı. Avusturya Britanya’nın önemli bir başka rakibiydi (ki Birinci Dünya Harbi’nde zıt kamplar arasında yer alıp birbirleriyle vuruşacaklardı).

Leh ve Macar milliyetçisi mültecilere kucak açan -Polonezköy’ün ku-ruluşu ve Macar kahramanı Kossuth’un Kütahya’da misafir edilmesi bu dönemlere rast gelir- Osmanlı Devleti; bu uğurda onları kovalayan Rus - Avusturya ortaklığına karşı direndi. Bu tavrıyla liberal görüşlü bütün Avrupa topraklarında kendisine yönelik bir takdir rüzgârı yakaladı. Bu esnada Rusya’nın, ceza olarak Memleketeyn’i (Eflâk-Boğdan) zapt etmesi şeklinde gerçekleşen bir bedel dahi ödedi.

Harbin Patlak Vermesi ve Kısaca Seyri

Böyle bir ortamda nihayet vuku bulan Rus-Osmanlı kapışması üzeri-ne; Birleşik Krallık, Fransa ve Sardinya-Piyemonte Osmanlı’nın yanında yer aldılar. (Üçüncü müttefik olan devletçik, bu suretle Britanya ve Fran-sa gibi iki dev politik yapıya yaranacaktı ve bu Fran-sayede İtalyan birliğini kurmak da Garibaldi’nin önderliği altında ona kısmet olacaktı).

Savaşın ağırlıklı cephesi Kırım’da açıldı. Binlerce asker zırhlı buharlı gemilerle cepheye taşındı. Bu itibarla Kırım Savaşı, modern savaşların ilk örneği olmak gibi bir özellik taşır.

1854 Kasım’ından itibaren müttefik yaralı askerleri gemilerle Üsküdar’a tahliye etmeye başladılar. Sedyelerle hastaneye taşındılar.2 (Anılan hasta-ne şimdiki Selimiye Kışlası’nda konumlanmıştı).

Florence Nightingale savaşa gönüllü katıldı. Yaralı Türk ve İngiliz asker-lerine büyük bir enerji ve fedakârlıkla sağlık hizmeti sundu. Üst makamlara tazyik ederek temiz, hijyenik bir hastane ortamı oluşturdu. Gece gündüz hastalarının başından ayrılmadı.3

Soylu bir İngiliz aileden gelen “Lâmbalı Hanım”, hemşirelik mesleğinin en güzel bir sembolü olarak zihinlerde iz bırakacaktı.

Ceride-i Havadis Gazetesi Türk okuyucusuna savaş haberlerini ayrı bir ekte sunuyordu. Gazetenin dili de sâdeleşmiş, ağdalı anlatımı geride bırak-mıştı.4

1 Coşkun Üçok, Siyasal Tarih, Sevinç Matbaası, Ankara, 1978, s. 114.

2 Cecil Woodham-Smith, Florence Nightingale, McGraw-Hill Book Company, New York, 1951, s. 107.

3 Celâl Arabacıoğlu, Hekimlik ve Hastanecilik, Çukurova Üniversitesi Basımevi, Adana, 1991, s. 75.

4 Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford University Press, 1961, s. 143.

Esasen Osmanlı Devleti, Fransız tarihçinin5 tâbiriyle İngilizler’in iyi ar-kadaşı Mustafa Reşid Paşa’nın önayak olduğu 1839 tarihli Tanzimat Fer-manı’ndan beri son sür’at Batı dünyasına yaklaşmakta idi.

Mustafa Reşid Paşa; Paris ve Londra elçiliklerinde Avrupa uygarlıkları-na dair bilgilerini geliştirme, batılı güçlerin devlet sistemleri ile dış politika-larını inceleme fırsatı bulmuş idi.6

İki büyük devlet ile çara karşı resmen harp müttefiki olabilmek, so-nuçta galip gelmek ve savaşı bitiren Paris Antlaşması’nda kâğıt üzerinde de olsa hakikî Avrupalı addedilmek; gerileme devrinden beri Osmanlı’nın yakaladığı önemli bir siyasî başarı hükmündedir. Dahası, büyük bir mo-ral bulmak gibi psikolojik alt-anlamlar da ihtiva eder.

Buna rağmen savaşın ağır mâlî yükü ilk defa dış borçlanmayı getirmiş;

alınan borçlar da uygun yerlere sarf edilmemiştir (Saray inşaları ve sair lüks harcamalar gibi uygunsuz sarfiyatların sırıtması buna örnektir). Bu borç sarmalı daha sonra devlet içinde devlet hükmündeki Düyun-u Umu-miye’nin kurulmasına kadar devam edecekti. Meselâ tütün rekoltesini dahi bu meyanda Fransız Reji toplayacak; tütün kaçakçılığına karşı kendi özel kolluk gücünü ihdas edecekti (Bir zeybek türküsünde geçen “kolcular bas-madan, Halil’im, dereler kaçalım” mısraında anılan kolcular işte bunlardır).

Osmanlı’nın son zamanlarında devlet olarak bekâsı; büyük güçlerin suhuletle paylaşamayacakları kadar değerli topraklara sahip olmaların-dan ileri geliyordu ve onun ne onmasını ne de ölmesini istiyorlardı. Birinci Nikola’nın “Hasta Adam” adını verdiği ve paylaşmayı alenen teklif ettiği Britanya, bu yüzden teklifi reddetmiş ve hattâ Osmanlı’ya yardım öngör-müştür (Çarın kendisi bu savaşın sonucunu görmeden zatürreden öle-cekti. Tedâviyi reddetmesi onun bir nevi intiharı olarak da yorumlamalar getirmiştir). Osmanlı Devleti’nin Beykoz’daki kâğıt değirmeni bile mütte-fiklerin gözüne batmış, savaş sırasında o tesisi, telkin ve iknâ yoluyla bir silâh bakım tezgâhına çevirtmişlerdi.

Müttefiklik-Misyonerlik Kavramları Arasında Geçişim

Misyonerlikte esas maksat ve murat insanları Hıristiyanlığa çekmek olsa da, uygulamada çeşitli “dereceleri” söz konusudur. Parlak devirlerin-de Müslüman hükümdarlıkların; İslâmiyet’e gayrı-Müslimlerin devirlerin-de sıcak bakmalarını sağlamak amacıyla başvurdukları her türlü kalpleri ısın-dırma (müeyyede-i kulûb) teşebbüsleri; tarihin bir cilvesi olarak; Yakın-çağ’dan itibaren ters istikamete yöneliyor ve bu defa Hıristiyan güçlerin elinde bir taktiğe dönüşüyordu.

Görüldüğü üzere örtülü ya da düşük yoğunluktaki misyonerlik faali-yetleri genellikle eğitim veya tıbbî yardım suretinde ortaya çıkmıştır. Eği-tim, geleceğin yetişkinlerini şimdiden işlemek; belli değerleri onlara az-mettirip model ülkeyi şirin göstermek gibi orta vâdeli bir yoldur.

5 Robert Mantran, Histoire de la Turquie, Presse Universitaire de France, Paris, 1975, s. 97.

6 Bayram Kodaman, Les Ambassades de Moustapha Rechid Pahsa à Paris, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 27.

Tıbbî yardım ondan daha da kestirme olup her yaş grubunu ihata eder.

İnsanoğlu, kendisini sağlığına kavuşturana doğal olarak minnet duyar;

sıcak bakar. Frank Sinatra’nın rol aldığı, Türkiye’de Düşman Kardeşler adıyla oynatılmış -1965 yapımı, orijinal adı: None but the Brave- bir filmde çok anlamlı bir sahne vardır.

Bir Japon ve bir Amerikan müfrezesi Pasifik’te küçük bir adada mah-sur kalıyorlar. Önceleri kıyasıya vuruşuyorlar. Sonra zaten tabiatla başa çıkmanın yeterince zorluk çıkarttığını fark edip, aralarında bir ateşkes yapıyorlar. Bu arada (Sinatra’nın oynadığı) Amerikalı sıhhiye elemanı, bir Japon askerin kangrenleşmiş bacağını keserek onun hayatını kurtarıyor.

Sonradan uzaktan Amerikan harp gemileri görününce, iki topluluk arasında yine düşmanlık bileniyor. Japonlar alelacele kendi siperlerine çekilirlerken; Amerikan sıhhiye elemanı; koltuk değnekli eski hastasına durup beklemesini sesleniyor ardından. Kısacık bir tereddüt ve hemen akabinde diğer Japonları izleyen dengesiz ayak sesleri. Japon asker için kendi milleti elbette ağır basacak olsa da bir anlık bir açmazı yaşamadan edemiyor!

Batının merkezî devletleri; çevre / periferi toplumlar ve devletlerle mü-nasebetlerinde daima çifte standartlara meyyal olmuşlardır. Amerika’nın kendi dahilî tarihinde bile Kızılderili kabileler; beyaz adamın sözünde dur-madığını erken zamanlarda çeşitli vesilelerle görmüşlerdir; amma “gürle-yen kamışlar” kullanan bu gücün karşısında çâresiz kalarak, son tahlilde kendilerine gösterilen rezervasyon bölgelerine çekilmeye râzı kalmışlardır.

{Yine de zaman içinde iki ırk arasındaki eski husumetler büyük ölçüde dinmiştir. Bir Amerikan yazarın7 teslim ettiği gibi “Kızılderililer bugün de iyi muhariptirler amma artık Amerikan ordusu için savaşırlar. Sahra telsiz-lerinde Apaçi veya başka bir kabile dilinde haberleşirlerken, düşmanın o sözleri anlaması gibi bir tehlike söz konusu olamaz.” Nitekim Pasifik sa-vaşında Japonlar bütün şifreli mesajları kırıyorlar iken; bazı Navajo asıllı muhabere askerleri telsizlerde kendi mahallî dillerini kullanma kurnazlı-ğına yaslanmışlardı. Yarım asır sonrasında da gelse, o Navajo kökenli eski askerlere Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından madalyaları verildiği-ne dair haberler, gazetelerde boy boy yerlerini almış idi}.

İngilizler centilmenlikleriyle ün salmışlardır. Ormanda bile yemek yer-ken çatalını bıçağını kullanmayı ihmâl etmeyen, hattâ boynuna fulârını da takan; kendi kendine yönelmiş öz-saygının timsâli bu görüntü, dün-yanın birçok ülkesini derinden etkilemiştir. Bir numûne-i imtisal (rol mo-deli) olarak benimsenmiştir. Gel gelelim -Türk psikiyatrisinin bir öncüsü-nün8- tespit ettiği üzere; “bir asırdan beri en hileli ve daima iki yüzlü bir sömürgecilik ve güç gösterisiyle dünyayı karıştırmış olan İngiliz’in kendi vatanında (“my home”) bir morali ve ahlâkı vardır, ama insanlık için zararlı bir siyasî ahlâkı örnek olamaz.”

7 Emerson M. Brooks, The Growth of a Nation, E.P. Dutton & Co. Inc, New York, 1956, s. 185.

8 Rasim Adasal, Kişilik ve Karakter Portreleri, Minnetoğlu Yayınları, İstanbul, 1980, s. 371.

Anılan medenî ülkenin insanları ve hele askerleri arasında bazıları; fakir ve başka ırktan insanları, birçok durumda âdeta insan-altı varlıklar addet-mişlerdir. Kimi zaman onlara karşı hayâsızca katliamlara girişaddet-mişlerdir.

Esasen aynen Hindistan’da yaptıkları gibi; o “diğer insanları”, ancak kendi-lerine hizmet etmeleri için dost ve haysiyetli saymışlar; icabında bu uğurda onları kendi gösterişli üniformalarıyla dahi donatmışlardır. O takdirde o gariban insanlar; koskoca İngilizler tarafından önemsenmenin ve umur-sanmanın hazzına varırlar ki bu zevk de çoğunlukla racalardan, mihrace-lerden ve onların yakın çevrelerinden ibaret işbirlikçi üst kastların harcıdır.

Bu meyanda, merhum Vakur Versan Hoca’nın bir hukuk dersinde ge-çen teknik bir ayrıntı, bu noktada bahse değer: İşgal altındaki İstanbul’da;

pazardan aldığı tavukları ayaklarından tutmuş hâlde hafifçe sallayarak evine götüren bir Osmanlı vatandaşına İngiliz inzibatı ceza yazmış. Türk-ler mahallede bu hareketi “Gâvur’un bir başka çeşit haksızlığı ve eziyeti”

olarak yorumlamışlar. Oysa İngiliz görevlinin yaptığı, kendi kanununu tatbik etmekten ibaretmiş sadece. O günün İngiltere’sinde bu hâl; hay-vanlara ezâ anlamına gelip, para cezasını gerektiren mucip imiş çünkü.

(Nesnel bir bakış gereği; bu özgül örnekte; ilgili İngiliz yetkiliyi aklamaktan da geri durmamak gerekebilir!).

Centilmenlik meselesine gelince; Osmanlı’nın çelebi tiplemesi; en az onun kadar centilmendir amma bu kavramı Osmanlı, maatteessüf, dün-yaya ihraç edememiştir. Rum asıllı bir Osmanlı çelebi soydan gelen ve diğer soyadı Tchelebides olan yazar9 bu hususta aşağıdaki satırları kay-dediyor: 14 ilâ 16. asırlar arasında; çelebilik; Müslüman veya Türk olsun veya olmasın; münevver kişilere ve bilhassa kalem efendilerine bahşedilen bir san idi. Çelebiler içinde sultanlar, sadrâzamlar, müzisyenler, hekimler,

9 Clement Lepidis (Kleantis Tchelebides), La Rose de Büyakada, Rene Julliard, Paris, 1963, s. 5-6.

Şekil 1.

Büyük devletler Osmanlı’yı esasen hep dışlamışlar; bazıları dost gibi göründüklerinde dahi; sömürgen ve paylaşımcı emellerini sadece gizlemişlerdir (Yazarın kendi çizimidir - S.Ç.)

tarihçiler mevcuttur. Büyük seyyah Evliya, çelebilerin en meşhurlarından biridir. Çelebilerin büyük çoğunluğu şair ve ediplerden çıkmıştır. 17. asır-dan itibaren bu sıfat işlevsel anlamınasır-dan ziyade bir nev’i soyadı durumuna -yeni Türkiye’de soyadı kanunu 1934’de çıkacaktır- dönüşmüştür.

(Çelebi, bundan başka ayrıca Mevlâna’nın soyundan gelenlere bahşe-dilen de bir unvandır. Yıldırım Bayazıd’ın nikâh akdi kıydığı eşi -Germiyan Beyi’nin kızı- Devlet Hatun, Mevlâna’nın torunlarından olduğu için; do-ğurduğu şehzadeler bu unvanla anılmışlardır. 1402 tarihli Ankara Savaşı sonrasında gelen uzunca Fetret Devri’nde bu birbirinden yiğit şehzadeler, devletin bekası uğruna aralarında harp etmişlerdi ve mücadeleden galip çıkan Çelebi Mehmet olmuştu).

Sonuç

Kırım Savaşı, Çarlık ordularına karşı Avrupalı müttefiklerin de yar-dımıyla kazanıldı. Bir moral tâzelenmesi ve yüksek itibar sağladı. Fakat harp masrafları Osmanlı tarihindeki ilk dış borçların sebep-i mevcudiye-ti oldu ve bu borçlanmaların devamı geldi. Siyasal bağımsızlık ve askerî muvaffakiyet elbette çok önemlidir; lâkin bunların esas kıymeti; ancak ve ancak iktisadî bağımsızlık ile taçlandırıldıktan itibaren ortaya çıkabilir.

Nitekim; sonraki on yıllar içerisinde, bir yandan, kurt Alman siyasetçi Bismark; Çarlık Rusyası’nı kendi doğu sınırından uzak tutmak üzere -Sla-vik ve Ortodoks vurgularla- Balkanlar’a müdahil olmaya teş-Sla-vik edecektir.

Bir yandan da Britanya; Osmanlı’yı Çarlığa yem etmemek istikametindeki önceki iradesini tâdil edecektir. Böylece Kırım zaferinin Osmanlılık lehine temin ettiği denge bozulacak; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na gelin-diğinde Osmanlı Devleti; kendisini; kuzeyden yeniden sarkan saldırgan karşısında yapayalnız bulacaktır.

Kaynaklar

ADASAL, Rasim: Kişilik ve Karakter Portreleri, Minnetoğlu Yayınları, İstanbul, 1980.

ARABACIOĞLU, Celâl: Hekimlik ve Hastanecilik, Çukurova Üniversitesi Bası-mevi, Adana, 1991.

BROOKS, Emerson M.: The Growth of a Nation, E.P. Dutton & Co. Inc., New York, 1956.

KODAMAN, Bayram: Les Ambassades de Moustapha Rechid Pahsa à Paris, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991.

LEPİDİS, Clement (Tchelebides, Kleantis): La Rose de Büyakada, Rene Julliard, Paris, 1963.

LEWİS, Bernard: The Emergence of Modern Turkey, Oxford University Pres, 1961.

MANTRAN, Robert: Histoire de la Turquie, Presse Universitaire de France, 1975.

ÜÇOK, Coşkun: Siyasal Tarih, Sevinç Matbaası, Ankara, 1978.

WOODHAM-SMİTH, Cecil: Florence Nightingale, McGraw-Hill Book Company, New York, 1951.

VERSAN, Vakur: “Basılmamış Seçmeli Hukuk Lisans Ders Notları”, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1976.

SOSYOLOJİK YANSIMALAR AÇISINDAN

Belgede Bas_Sayfalar.indd :40:50 (sayfa 96-102)