• Sonuç bulunamadı

KESRETİN MEBDEİ DE MÜNTEHÂSI DA VAHDETTİR

Yukarıda da değindiğimiz üzere Bedîüzzamân bu kanunun yaratılışla ilgili umûmî bir kâide olduğunu söyler. Şunu da hemen belirtelim ki Bedîüzzamân’ın varlığı tanımlamaya dönük sembolizmi içinde en sık başvurduğu motiflerden birisi

361 Nursî, Şualar, s. 28.

362 Nursî, Mektûbât, s. 257; Mesnevî-i Nûriye, s. 93; Bedîüzzamân başka bir yerde şöyle der:

“Maahaza, kesretin vâhidden sudûru, vâhidin kesretten sudûru kadar zahmet değildir, daha kolaydır. Meselâ: Bir kumandanın efrad-ı kesîreye verdiği intizam ve yaptırdığı işleri, o efrad-ı kesîre, kendi başlarına büyük bir müşkilattan sonra yapabilirler.” (Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 93).

91

“çekirdek → ağaç → meyve → çekirdek” misâlidir. O, kâinatı ağaca benzetmekte ve bu büyük kâinat ağacının da bir çekirdekten yaratıldığını ifade etmektedir. Bu manada çekirdekleri, kesret âlemindeki vahdet aynaları olarak nitelemektedir. Zira ona göre bunlar bakışları çokluktan birliğe çevirmekte ve çoklukta birliği göstermektedirler.364 Bedîüzzamân bunu vecîz bir şekilde şöyle ifade eder:

Çekirdekler ve meyveler kesret âleminin her tarafındaki birlik aynaları, kaderin işaretleri, kudretin remizleridirler. Zira bunlar müşâhede edilen bu kesretin, sun’ ve tasvîrde Hâlık’ın vahdetini gösterir şekilde bir vahdet menba’ından sadır olduğunu ve sonra da Sâni’in halk ve tedbirindeki hikmetini tezkîr ve tenbîh eder şekilde vahdete intiha ettiğini göstermektedirler.365

İşte Bedîüzzamân’a göre nasıl ki bir ağacın birçok dal ve budakları, tek bir çekirdekten gelmiş ve o ağacı yapanın îcâd ve tasvîr açısından birliğini gösteriyor. Sonra da o ağaç, dal ve budak salmak sûretiyle çoğalıp yayıldıktan sonra, bütün hakikatini bir meyvede toplayarak bütün manasını bir çekirdeğin içine koyar. Aynen öyle de şu kâinat ağacı bir birlik kaynağından varlık almakta ve o kaynaktan terbiye görmektedir. Dolayısıyla kâinatın meyvesi olan insan, şu varlıkların çokluğu içerisinde birliği gösterdiği gibi, çekirdeği hükmünde olan kalbi de îmân gözüyle çokluk içinde birlik sırrını görür.366

Nitekim ileride ayrıntılı olarak işleyeceğimiz üzere Bedîüzzamân şu koca kâinat ağacının varlıksal olarak aslî çekirdeğinin yani evvelinin ve mebdeinin nûr-u Muhammedî (a.s.m.), müntehâsı olan meyvesinin de insan olduğunu, bununla beraber insanlar içinde en mükemmel meyvesinin de Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) olduğunu belirtir. Bu aslî çekirdek ism-i cami’ olan Allah ismine baktığı için kâinatın bütün hakikatlerini muhtevidir. Bu nûrun hariçte tezâhür ettiği yer Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mübarek zâtlarıdır. Bu durum kâinattaki çokluğa karşın bütün hakikatlerin insan denen meyvesinde müntavî bulunduğu ve kâinatın bütün manasının da o meyvenin çekirdeği hükmünde olan kalbine konulduğu anlamına gelir. Gerçek

364 Bedîüzzamân her bir çekirdeğin lisân-ı hâl ile şöyle dediğini söyler: “Dal budak salmış şu koca

ağacın içinde dağılma, boğulma, bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimizde dâhildir.” (Nursî, Sözler, s. 613).

365 Nursî, Lem’alar, Zehra Yayıncılık, s. 406.

366 Nursî, Sözler, s. 613-614. Bedîüzzamân şöyle der: “Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde

halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır.” (Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 88).

92

manada, eşyânın hakikatlerinin de esmâ ilâhiye olduğu ve eşyânın mâhiyetlerinin esmânın gölgesi niteliğinde olduğu düşünüldüğünde kâinata tecellî eden bütün esmânın tabiatiyle insana ve kalbine müteveccih olacağı sonucu çıkar. Bu da insan kalbinin bütün esmânın tecellîsine mazhar olması itibarıyla kâinatın Hâlık’ının en münevver ve cami’ bir aynası olduğu anlamına gelir. Zira çekirdek bütün ağacın manasını ve fihristesini taşıma özelliğine sahiptir. Bu da ağacın tedbirini gören zâtın, o tedbirle ilgili bütün isimleriyle, ağacın varlığının ve yaratılmasının gayesi olan her bir meyveye ve o meyvenin içindeki çekirdeğe yönelik (müteveccih) olduğunu ifade eder.367

Neticede nasıl ki ağacın dal, budak ve yaprakları başlangıçta birlik halinde çekirdeğinde bulunuyordu, bunlar sonunda da o ağacın meyvesinde ve meyvesi içindeki çekirdeğinde birlik haline dönüyor, o çekirdek o koca ağacın bir küçük misâli hükmünü alıyor, öyle de şu koca kâinat ağacı başlangıçta aslî çekirdeğinde birlik halinde bulunurken sonunda da meyvesi olan insanda bir nevi bütün bir âlem bulunmakta ve beşer, insan-ı kebîr tabir edilen kâinatın bu anlamda bir misâl-i musaggarı olmaktadır. Nitekim Bedîüzzamân her bir şeydeki bu umûmî kâide hakkında şunları kaydeder: “Hem her şey'in evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan

zîhayat nev'inde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki; güya tohumları, asılları; birer tarife, birer proğram şeklinde bütün o mevcudun cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde; yine bütün o zîhayatın manası süzülüp onda tecemmu' eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desatir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise, evamir-i icadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz.”368

Mebde ile müntehâ arasında kalan kesret ve çokluk halinde ise her bir şeyin, birliğini yani kesretteki vahdetini, rûhu ve onun ziyası hükmündeki hayatı sayesinde koruduğunu yukarıda belirtmiştik. Ayrıca meselâ bitkiler için bunun onlar için bir nevi rûh niteliğinde olan ilâhî kanunlar ile gerçekleştiğini aktarmıştık. İşte insanın kesret halindeki bedeninin vahdetini temin eden rûh gibi -zira rûh insanın sahip

367 Nursî, Sözler, s. 612-614.

93

olduğu aza ve cihazlar arasında koordinasyonu temin edip bunlar arasında yardımlaşmayı, dayanışmayı ve birbirinin yardımına koşmayı sağlayarak ceset için bir birlik ve ahenk kaynağı olmaktadır- âlem denilen büyük insanın da bir çeşit rûhu vardır ve bu rûh onun cismânî unsurlarını birbirinin imdadına ve yardımına koşturmaktadır. Kâinatın unsurları arasında görülen mükemmel dayanışma ve yardımlaşma fiilleri bunun delilidir. Nitekim Bedîüzzamân şöyle demektedir: “Küremiz hayvana benziyor. Âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse,

bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop, küre kadar büyüse, ona benzemiyecek mi? Hayatı varsa ruhu da vardır. İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki; bir ceseddeki aza, ecza, zerrat izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i ferde hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır?”369

İşte Bedîüzzamân’a göre kâinatta bütün zerrelerin çekim kuvvetlerinin muhassalasından (bileşke) oluşan bir umûmî çekim kuvveti vardır ve bu bir yerde kâinatın rabıtası niteliğindedir. Aynen öyle de kâinatın her tarafına serpilmiş hayat parıltıları ve damlalarının toplamından oluşan bir hayat-ı umûmiyenin var olması gerekir. Hayatın olması da rûhun olması anlamına gelir. Nasıl câzibe-i umûmiye, ezelî kudretin feyz-i tecellîsi olan kuvvetin ziyası olup ondan kaynaklanmaktaysa hayat-ı umûmiye de ezelî hayatın tecellîsidir. Bu itibarla küçük âlem olan insan gibi büyük insan olan âlemin de bir rûhu söz konusudur.370

Bedîüzzamân’ın ileride üzerinde ayrıntılı olarak duracağımız “küllî hakikat-ı

Muhammediyenin (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i A’zam’ın tecellî-i a’zamının mazharı ve bütün zîruhların nûru, kâinatın çekirdek-i aslîsi, gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olduğu”371 şeklindeki ifadeleri de dikkate

alındığında meselenin bütünlüklü bir tasvîrinin yapılabilmesi sanırız mümkün olacaktır. Şüphesiz bütün bu ifadeler, ileride tafsîl edileceği üzere bize en evvel îcâd

369 Nursî, Sünûhât-Tuluât-İşârât, s. 10. Ayrıca bkz. Nursî, Sözler, s. 728; Nursî, Mektûbât, s.

478.

370 Nursî, Sünûhât-Tuluât-İşârât, s. 11. 371 Nursî, Emirdağ Lâhikası-1, s. 176.

94

edilen ve en evvel hayata mazhar olan şeyin ne olduğu, kâinatın mebdei gibi müntehâsının da nasıl vahdet olduğu, kesret halindeyken onun vahdetini temin eden şeyin ne olduğu, kâinatın hayat kaynağının ne olduğu, bu hayatın nasıl sona ereceği ve nihayetinde kâinatın vahdetini nasıl kaybedeceği şeklindeki gayet mühim meseleler için aydınlatıcı görünmektedir.