• Sonuç bulunamadı

BİR ŞEYİN NETİCESİ/SEMERESİ BAŞTA DÜŞÜNÜLÜR

Malumdur ki bir şeyin meyvesi ve neticesi o şeyin sonunda yer almaktadır. Sonda yer almasına karşın aslında o şeyden maksad ve gaye o meyve olduğundan daha işin en başında düşünülen, tasarlanan, bir plan ve programa bağlanan o şeyin vereceği netice ve meyve olmaktadır. Meselâ bir ağacın varlığından esâs gaye o ağacın vereceği meyvedir. Meyve, ağacın maddî varlığında en son unsur olsa da o ağacın varlığından gaye o meyve olduğundan ağacın varlığına giden süreçte ilk olarak düşünüldüğünden manevî ve ilmî varlığı itibarıyla ilk olan da o meyve olmaktadır. Yani bir şeyin neticesi ve meyvesi maddî anlamda en sonda var oluyorsa da aslında onun en başta yer alan bir çeşit manevî ve ilmî bir varlığı söz konusudur. Doğal olarak bu durum bize her bir şeyin gelişigüzel değil de çeşitli maksatlar ve gayeler tahtında ortaya çıktığını gösterdiği gibi, o şeyin maddî varlığına takaddüm eden manevî veya ilmî bir varlığının olduğu sonucuna da götürmektedir.

Nitekim Bedîüzzamân Bakara Suresi’nin 30. âyetinin

َلااَم ُمَلْعَا ىِِّنِا َلاَق

َنوُمَلْعَت

cümlesinin tefsirinde ilmin vücûda takaddüm ettiğini ve ilmin taalluk ve tahakkukunun müteallıkın her halde gerçekleşeceğini gösterdiğini ifade ederek şöyle demektedir: “

َّنِا

nin ifade ettiği tahkik, bazan sarih hükme değil, cümlenin bir kaydından istifade edilen zımnî bir hükme raci' olur. Burada

َّنِا

nin tahkiki,

َنوُمَلْعَت َلا

kaydından istifade edilen hükm-ü zımnîye raci'dir. Yani "Sizler muhakkak bilmiyorsunuz ve keza Allah'ın ilmî lâzım, beşerin vücudu melzumdur." Bu cümlede ilm-i ilahinin vücuduna delalet eden

ُمَلْعَا

den, beşerin vücuda geleceği tebarüz eder.

95

Çünki

ُمَلْعَا

nün delâletine göre, ilm-i İlahi taalluk ve tahakkuk etmiştir. Öyle ise beşerin vücudu herhalde olacaktır.” 372

Kâinat bir ağaç olarak düşünüldüğünde bu varlık ağacının meyvesi en sonda ortaya çıkan insandır ki bu durum varlık ağacının yaratılmasından esâs maksad ve gayenin insan olduğunu ve bunun kâinat yaratılmadan önce düşünüldüğünü gösterir. Nitekim Bedîüzzamân âlemin yaratılışının ille-i gâiye hükmünde olan çekirdeğinin insan olduğunu kaydeder.373 Zira Zât-ı Akdes’in kâinat ağacının yaratılmasından,

bilinmeyi istemek, mutlak cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemek şeklinde hülasa edilebilecek maksatlarının kâmil manada tahakkuk ettiği yer bu varlık ağacının en mükemmel meyvesi olan insandır. Yaratılış silsilesinin en sonunda yer alması kâinatın yaratılmasının gayesinin insan olduğunu gösteren bir durumdur.

İnsandan ve onun yaratılmasından hedeflenen gayeyi de en iyi ve en mükemmel bir şekilde yerine getiren en hakikî kâmil insan da Hz. Peygamber (s.a.v.) olduğundan doğal olarak kâinatın yaratılışının sebebi, neticesi ve en mükemmel meyvesi de o olmaktadır. Nitekim Bedîüzzamân câmi’iyeti dolayısıyla insan-ı kâmilin feleklerin yaratılmasına ille-i gâiye olduğu gibi, kâinatın yaratılışına da semere ve netice olduğunu belirtir.374 Ona göre Sâni-i Zülcelâl kâinatı, çeşitli maksad ve gayeler için yaratmıştır.375 O maksatların medârı da Zât-ı Ahmediye’dir (a.s.m.).

Böyle olunca da onun kâinattan önce Sâni’in inâyet nazarında olması ve ilk olarak tecellîsine mazhar olması gerekmektedir. Demek vücûd açısından en son olmakla beraber manen en evvel odur. Zât-ı Ahmediye (a.s.m.) kâinat ağacı itibarıyla hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin kıymetinin ve bütün maksatların zuhûrunun medârı olduğundan ilk olarak îcâd tecellisine mazhar olan şey de onun nûru yani hakikati olmalıdır.376

Böylece bu kâide muvâcehesinde kâinat ağacının yaratılış sebebi ve gayesi, bu koca ağacın kendisinden yaratıldığı çekirdeğin ve bu ağacın meyvesinin ne olduğu gibi birçok mühim mesele kendisine bir cevap bulmaktadır. Bu muvâcehede

372 Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, s. 204-205. 373 Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 117. 374 Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 189.

375 Bu gayelerin bir özeti için meselâ bkz. Nursî, Sözler, s. 576-578. 376 Nursî, Sözler, s. 580.

96

çekirdek-ağaç-meyve-çekirdek silsilesi üzerinden ortaya koyduğu sembolizmin, Bedîüzzamân’ın yaradılışın keyfiyetini ve Hâlık’ın birliğini îzâh etmek için kullandığı en önemli bir tasvîr olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Evet, çekirdeğin potansiyel olarak bir ağacı ihtiva etmesi, ağacın maddî varlığının bu potansiyelin ve kabiliyetin kuvveden fiile çıkmasından ibaret olması ve ağacın bir bütün olarak vücûduyla yani umûmî hey’etiyle meyveye müteveccih olması, o fiilî tezâhürün tekrardan bir bütün ağaç kabiliyetini ihtiva eden meyveye ve çekirdeğe dönüşmesi süreçleri Bedîüzzamân tarafından kâinat denilen varlık ağacına tatbîk edilmekte ve böylece yaradılışın nasıl gerçekleştiği ve bunun bir bütünlük içerisinde, bütün süreçleriyle neden sadece bir tek kişi tarafından gerçekleştirilip idare edilebileceği, bu sürecin neden başkasının müdahalesini ve iştirâki reddettiği vb. gibi diğer sorular kendilerine bir cevap bulmaktadır.

Bütün bu husûslara çalışmamız içerisinde ayrıntılı olarak değinilecektir. Şunu da ekleyelim ki bu kâide aynı zamanda birin ancak birden sudûr ettiği ve kâinat ve içindeki her bir şeyin başlangıcı (mebdei) gibi sonunun (müntehâ) da birlik olması şeklindeki umûmî kâidelerle de ilişkilidir. Zira her bir şeyin birliği onun yaratıcısının birliğini göstermekte, aynı zamanda müşâhede ettiğimiz üzere birer tevhîd sikkesi olan çekirdekler, tohumlar ve yumurtalar kâinat içindeki kesrete kaynaklık ettikleri gibi bu kesretin sonundaki neticede (meyve) de bütün bu kesreti bilkuvve muhît ve câmi’ bir birlik olarak karşımıza çıkan yine onlar olmaktadır.

4. DELÂLET ETMEK-TAZAMMUN ETMEK, TAVSÎF ETMEK-