• Sonuç bulunamadı

B- Nişanın bozulması ve sonuçları

IV- KAPIYA KATRAN SÜRME

İslam dinine göre kadınlar ve erkeklerin evlilik dışı ilişkiye girmeleri yasaklanmıştır. İslam hukukunda gayr-ı meşru olarak ilişkiye giren kişilerden erkeğe zâni, kadına zâniye ve bu tür fiilleri işleyenlere de zinâkâr denmektedir. Aile ve toplum yapısını ve ahlakını tehdit ettiği için zinâ, tüm İslam toplumlarında ve devletlerinde şiddetle yasaklanmıştır. İslam hukukuna göre bir kadın ile bir erkeğin zinâ yaptığının hukuken sabit olabilmesi için bu fiili gören en az dört kişinin mahkeme önünde olayı gördüklerine şehâdet etmeleri ve söz konusu kişilerin de bunu kabul etmeleri gerekmektedir. Eğer mahkeme önünde bu yöndeki iddia ispatlanırsa kadın veya erkek İslam hukukuna göre recm, yani taşlanarak öldürülme ile cezalandırılır.

Osmanlı toplumu da zinâ eden kadın ve erkeklere farklı yaklaşımlar göstermiştir. Mesela zinâ eden kadına genelde fâhişe denirken, erkeklere herhangi bir sıfat yakıştırılmamıştır. Zinâ eden kadınlar toplumdan dışlanırken, mahalleler veya evlerden çıkarılırlarken, erkeklere bu tür muamelelerin revâ görülmediği gözlenmektedir. Osmanlı uygulamasında suçun kaynağı kadın olarak görüldüğünden, uygulamada ağırlık merkezinin kadından yana ağır basmasının etkisi büyüktür.206

Kalenderhâne Mahallesi’nde yaşayan İbrahîm ve Muslî kardeşlerin evlerine Emine adlı fâhişeyle birlikte bir testi şarap götürdüklerini görenler olur. Şikâyet üzerine gidilip bakılınca şarap içtikleri ve yanlarında da Emine adlı şahsın olduğu görülür.207

Bunun yanında mahallenin kamusal kimliği adına, ahalinin önde gelenleri, zinâ veya fuhuş imasında bulunarak, mahkeme kanalıyla faillerini

205

KŞS 16 / 148-1.

206 Osman Köse, “XVIII. Yüzyıl Sonları Rus ve Avusturya Savaşları Esnasında Osmanlı Devleti’nde Bir Uygulama: İstanbul’da Fuhuş ve İçki Yasağı”, Turkish Studies Dergisi, S. 2 /1, Kış 2007, s. 106.

59

mahalleden ihraç ettirmek suretiyle, zinâ yapanların cezasız kalmasını engellemektedirler. Nebî Beşe adındaki bir şahsın kendisine nâ-mahrem olan Ayşe ve Alime Hatunları kendi evine götürerek bazı kişilere pezevenklik ettiği öne sürülür. Nebî Beşe ise buna itiraz ederek “‘Âyşe ve ‘Âlime evime geldiler ben dışarı çıkardım” der. Fakat mahalle ahâlisi Nebî’nin bu işi sürekli yaptığını, namaza gidemez olduklarını ve mahalleden ihrâc olunmasını istediklerini söylerler. Serdâr olan ‘Ömer Beşe ise “pezevenk olan kimesne yoldaş değildir sâhib çıkmam” diyerek Nebî Beşe’nin mahalleden ihrâcına onay verir.208

Başka bir ihraç davasında Türbe-i Celâliye Mahallesi sâkinlerinden Pîrli bin Mahmûd ve zevcesi Zemîne’nin evine nâ-mahrem olan İbrahîm’in girip çıktığını gören Himmet, Pîrli’ye “evine niçün girer” diye sorduğunda Pîrli kendisine küfreder. Bunun üzerine Himmet Pîrlî’den davacı olur. Mahkeme her ikisinin de iyi hallerini mahalle ahâlisine sorduğunda “Pîrli’nin evine nâ-mahrem girer ve çıkar, Pîrli ve Himmet eyü âdemler değildir mahalleden ihrâc olunsun” diye ifâde verirler.209

Bir belgede ise mahalleden değil, ancak tekyeden ihraç sözkonusudur. Miskinler Tekyesi’nde kendilerine nâ-mahrem olan kişilerle görüşen karı-kocanın tekyeden ihrâc edilmeleri istenmektedir. Subaşı Mustafâ Beg Miskinler Tekyesi’nde sâkin Mustafâ bin ‘Alî ve zevcesi Fâtıma’yı yakalayarak mahkemeye çıkarır. Mustafâ’nın, zevcesi Fâtıma’ya nâ- mahrem olan kişileri getirdiğini ve aynı zamanda mahkemede hazır olan diğer Mustafâ’nın da bu kişilerden olduğunu belirterek sorgulanmasını ister. Diğer Mustafâ, kendisinin Mustafâ’da hakkı olduğu için tekkeye gittiğini belirtir. Bunun üzerine tekke mütevellisi Açıkbaş, “diğer Mustafâ her zaman tekyeye gelir ihrâc olunsun” der.210

Bunlardan daha risksiz ve ancak neredeyse onlar kadar etkili olan yöntem, zinânın meydana geldiği ya da zinâ yapanların yaşadığı evin sokak kapısına katran sürerek, sembolik yöntemler kullanmak suretiyle, bu kanunsuzluğu herkese ilan etmektir.211

Genel kabule göre kapıya katran sürmek, hanedeki kişilerin iffetsizlikleri ile alakalıdır. Zina hadiselerinin ispatlanmasının çok zor olması, bu suça kayıtsız kalmak istemeyen kişileri, “mahrem” ile “kamusal alan” arasında sınır olan sokak kapısı üzerinden, katran vasıtasıyla yetkililere duyurmaya sevk etmiştir. Toplumsal hafızada belli bir yer edinmiş olan kapıya katran sürme geleneği, zaman içinde art niyetli kişiler tarafından “iftira atmak” ve “kara çalmak” için de

208 KŞS 16 / 132-2.

209

KŞS 16 / 161-2. 210 KŞS 16 / 147-3.

211 Cemal Çetin, “Anadolu’da Kapıya Katran Sürme Vak’aları: Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Hukûki, Kültürel ve Toplumsal Boyutları (1645-1750)”, Turkish Studies Dergisi, S. 9 /1, Kış 2014, Ankara, s. 136.

60 kullanılır hale gelmiştir.212

Şeyhsadreddin Mahallesi’ndeki kapıya sürülen katran davasında Fâtıma bint-i Ahmed’in iyi hal soruşturması sonucu katranın iftira nedeniyle sürüldüğü anlaşılmıştır.213

Osmanlı’da zinâya şâhit olup da bunu resmî makamlara bildirmeyenlere bir ceza verilmeyeceği belirtilmekteydi. Ancak şâhit olan Müslümanlar, dinlerinin gereği Allah’a karşı işlenen bu suçu engellemek ve engellemeye güçleri yetmezse de resmî makamlara bildirmekle mükelleftiler. Bu doğrultuda zinâya şâhitlik edenler ya da bununla ilgili şüphesi olanlar, olayı yetkililere iletmek açısından farklı yöntemler denemişlerdir. Bunlardan en yaygını şüphelenilen ya da şâhit olunan bir zinâyı, subaşıya ihbar etmek suretiyle, suçüstü yoluyla mahkemeye intikal ettirmektedir. Yine mahalleli, şüphelendiği durumlarda, zinâ mahalline baskın yaparak olayı şâhitlendirmektedir.214

Konya’da el-Hâc Mezîd bin Abdulcelâl ile Ferhûniye Mahallesi’nde oturan İsmihân Hatun birbirlerine nâ-mahrem iken aralarında iki sene kadar ilişkileri olduğu mahalle ahâlisi tarafından bilinmektedir. Bir gün gündüz vakti, öğle zamanı sokakta ikisinin konuştuğunu ve sonrasında İsmihân’ın el-Hâc Mezîd’i evine alıp kapıyı ardından kilitleyerek zinâ ettiklerini gören mahalle ahâlisi, Mevlânâ Mehmed Efendi’ye şikâyet ederler. Kendilerini suçüstü yakalayarak hâkime haber vermek istediklerinde haberleri olur ve İsmihân evin duvarına merdiven dayayarak el-Hâc Mezîd’in kaçmasını sağlamaya çalışır. Ancak ev el-Hâc Nûrullah’ın evine bitişik olduğundan o taraftan kadınlar buna engel olur. el-Hâc Mezîd İsmihân’ın evine geri inmek zorunda kalır. Sonra İsmihân kapıyı hızla açıp el-Hâc Mezîd’i tekrar kaçırmak ister, bu sırada mahalle ahâlisi tarafından yakalanır. Kaçmak için uğraşan el-Hâc Mezîd’in donu ayağına iner kaldırıp yeniden bağlar ve bu şekilde hâkime ihbâr ederler.215

Fatih Kanunnamesi’ne göre, zinâ suçu işleyenden, suçu sabit olursa ve zinâ eden evli ise 1.000 akçeye gücü yetse dahi 300 akçe alınacağı, ekonomik gücü daha aşağıda olan kimselerden 200 akçe alınacağı, ödeme gücü daha da kötü ise 100 akçe, ondan dahi aşağı ise 50 akçe ve fakirlerden 40 akçe alınacağı yer almıştır. Eğer zinâ eden ergen ise, ekonomik durumuna göre bu cezalar 100, 50 ve 30 akçe olacaktır.216

Osmanlı Devleti’nde bir kişinin suç işleme potansiyeli, mahallelisinin onun hakkındaki kanaatine göre, ana hatlarıyla hüsn-i hal veya su-i hal olarak nitelendirilmekteydi. Hüsn-i hâl

212 Çetin, “Kapıya Katran Sürme”, s. 132. 213

KSŞ 16 / 38-3.

214 Çetin, “Kapıya Katran Sürme”, s. 136. 215 KŞS 16 / 128-1.

61

sahibi olan bir kişinin suç işleme ihtimali ne kadar düşükse, su-i hâl üzere olan kişinin de o kadar yüksekti. Mahalle ahalisinin gözünde ferdin güvenilir olup-olmadığının ya da suça yatkınlığının belirtilmesi için bir takım kalıp ifadeler bulunmaktaydı. Bir kişinin, kadın veya erkek olsun, hüsn-i hâlinin en net ve kesin ifadesi, “kendi hâlinde olmak”tır. Herhangi bir kişinin kendi hâlinde olduğu söyleniyorsa, bundan kastedilen onun Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğu, zinâ ve fuhuşa yaklaşmadığı, kanun dışı işlere meyletmediği, toplumun hoş karşılamadığı eylemlerden uzak durduğu, çevresindekilerin elinden ve dilinden emin olduğudur. Bütün bunların ötesinde söz konusu kişinin suç işlemiş olma ihtimalinin, suçun niteliği her ne olursa olsun, çok düşük olduğu ifade edilmektedir.217

Devle Mahallesi’ndeki İsa Beşe’nin kapısına katran sürülmüş, bu nedenle karısı için iyi hâl soruşturması yapılmıştır ve bu işlerle ilgisi olmadığını şâhitler dile getirmiştir.218

Su-i hâl soruşturmalarında ise gerçeği yansıtan davalar olduğu gibi gerçeği yansıtmayan davalar da olmuştur. Meselâ Akbaş Mahallesi sâkinlerinden Halil bin Ali için yapılan su-i hâl soruşturması bunlardan biridir. Evine fâhişe aldığı iddia edilen Halil’in durumu mahalle ahalisine sorulduğunda öyle bir insan olmadığı, kendi hâlinde olduğu, yanlış bir hareketinin görülmediği belirtilmiştir.219

Bir diğer davada ise darp ve tecâvüz iddiası vardır. Eski-il Kazâsı’na tâbi‘ Küllî Köyü sâkinlerinden es-Seyyid Hüdâlı Çelebi ve Ahmed, Safiye Hatun’u yalnız bulup zorla darp ve tecâvüz ederler. Açılan davada zanlılara böyle bir şey yapıp yapmadıklarına dâir yemîn verdirilir onlar ise yemîn ederler.220

Tutulan başka bir kayıtta ise yukarıdaki davayı açan Cafer ve annesi Safiye’nin herhangi bir sebep belirtmeden bu davadan feragat ettikleri görülmüştür.221

Benzer Belgeler