• Sonuç bulunamadı

B- Nişanın bozulması ve sonuçları

III- ALACAK DA‘VALARI

Defterde alacak meselesi iki şekilde geçmektedir. Birincisi borç olarak alacak, ikincisi emânet olarak bırakılan malların alacak davalarıdır. Borç davalarının genelindeki konu, belli bir süre önce verilmiş borçların tahsil edilememesi veya satılan malların parasının alınmaması veyahut tamamının tahsil edilmeyip bir kısım alacak hakkının kalmış olmasıdır. “Deyn” olarak geçen borç davalarında, alacaklı olan kişi borçlu olan kişiyi mahkemeye dava etmekte ve şâhitlerle bunu ispatlayarak alacağını almaktadır. Meselâ bir belgede mülk satışı üzerine satış bedelini alamayan kadının açtığı dava vardır. Konya’da İhtiyâreddîn Mahallesi’nde

118 KŞS 16 / 134-3.

119 KŞS 16 / 11-2. 120 KŞS 16 / 166-4.

32

oturan Ali bin Abdurrahman adlı çocuğun vasîsi olan annesi Asiye, oğluna ait olan harâbe evi vesâyetinden dolayı Seyyid Hüseyin Çelebi’ye altmışdokuz guruşa satar; fakat parasını geri alamaz. Bunun üzerine Seyyid Hüseyin Çelebi’den şikâyetçi olur. Seyyid Hüseyin Çelebi’nin eve girip odalarını ve bahçesini gezerek “bir oda bana yeter sâ’irini ta‘mîr itdirin” dediğini ve bir odasını belirtilen fiyata aldığını söyler. Seyyid Hüseyin Çelebi ise cevâbında evi aldığını fakat içine girip her birine bakmadığını söyler. Şâhitler dinlenince Asiye Hatun’un doğru söylediği anlaşılır ve paranın kendisine teslim edilmesine karar verilir.121

Bazı davalarda borçlunun ölümü ile borcunu alamayanlar olduğu gibi, alacaklının ölümü ile de varislerin alacağı tahsil edemediği veya alacak çıkmadığı, bunun ölen kişiye ödendiği görülmektedir. Konya’da Molla Ahmed bin Receb Efendi vefat eder, varisleri belli bir yaşa gelince babalarının Abdurrahman Efendi’de alacağı olduğunu öğrenir ve bunu talep ederler. Abdurrahman Efendi Receb Efendi’ye sekizbin akçe borcu olduğunu, fakat varisler küçükken vasileri olan Mahmud Efendi’nin, kendisinden sekizbin akçeyi dava ederek guruş yüzonar akçeye denk iken buğdayın her keyli üçyüzonar akçeye satılırken onüç keyl buğday ve her keyli ikişeryüz akçeye satılırken yedi keyl arpa ve ikibinbeşyüz akçe kıymetlü bir gümüşlü kılıcı kendisinden aldığını başka alacakları kalmadığını söyler. Şâhitler de şâhitlik ederek Abdurrahman Efendi’yi doğrular.122

Bir başka alacak davası ise yukarıdakinin devamı niteliğinde sayılabilir. Bu sefer Abdurrahman Efendi alacak davası açmış ve yukarıda bahsettiğimiz Receb Efendi’nin varisi olan Molla Ahmed’den şikâyetçi olmuştur. Molla Ahmed’in evine girdiğini ve evinden seksen keyl arpa aldığını söylemiş ve bunu geri almak istediğini dile getirmiştir. Molla Ahmed ise savunmasında, kardeşi Şeyh Mehmed’in kendisini oraya gönderdiğini ve 42 keyl arpa aldığını, her keylini dörder semene satıp Şeyh Mehmed Efendi’ye teslim ettiğini itiraf etmiştir.123

Bir diğer belgede ise sattığı mülkün parasını tahsil edemeyen kişinin davası sonucu mülk satışının fesh edildiği görülmektedir. Üçbinsekizyüz akçeye satılan bağın ikibin akçesini alan ve gerisini tahsil edemeyen Ahmed adlı şahsın, satışını yaptığı bağda kardeşinin de hissesi olduğu ve aynı zamanda bağ zemininin dârü’ş-şifâ vakfına ait olduğu öğrenildiği için

121 KŞS 16 / 51-2.

122 KŞS 16 / 12-3. 123 KŞS 16 / 12-4.

33

karşı tarafın ödeme yapmadığı anlaşılır. Bunun üzerine de satış câiz olmadığından fesh edilmiştir.124

Ilgun Kazâsı’na bağlı Döğer Köyü sâkinlerinden el-Hâc Dediği, Bâlî adlı kişinin kız kardeşi Safiye’yi torununa nikâhlamak ister. Bâlî ise buna mâni olup el-Hâc Dediği’nin yirmibeş esedî guruşunu alır ve sonra nikâh için söz verir. Bunun üzerine el-Hâc Dediği yirmibeş guruşun onbeşbuçuk guruşunu elinden alır ancak gerisini alamadığı için dava açar. Bâlî de mahkemede beş gün süre ister yedi gün içinde de firâr ederek ödemeyi yapmaz.125

Belgede nikâhın gerçekleşip gerçekleşmediği yer almamaktadır.

Yapılan ortaklık sonucu oluşan bir alacak davasında da Kardeşi Narman ile ortak pabuç diken ve alım satım yapan Karabîd kardeşi Narman’ın bir defa onikibuçuk guruş ve bir defa onbeş guruş borcunu ödediğini, ayrıca yaptıkları işten dolayı elde ettikleri kârdan da alacağı olduğunu, toplamda yirmiyedibuçuk guruş alacağı bulunduğunu söyleyerek dava açar. Narmân ise ortaklıktan kazandıkları parayı birlikte yediklerini, Karabîd’in borcunu ödediğinden de haberi olmadığını söyler. Yirmiyedibuçuk guruş borcu verdiğini bilmediğine Hazret-i ‘Îsâ ‘aleyhi’s-selâma nâzil olan İncîl üzerine yemîn teklîf olunur.126 Müslümanlara ait davalarda bir konu ispatlanamıyorsa kişiye yemîn ettirildiği görülmektedir. Aynı uygulama yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere gayrimüslimlerde de İncîl üzerine yemîn etmek kaydıyla geçerlidir. Bu durumun Osmanlı Devleti’nin şeriat devleti olduğu için geçerli olduğu düşünülmemelidir. Nitekim günümüzde de belli şartlarda yemin uygulaması devam etmektedir.

Alacak davaları olduğu gibi bir de alacağını aldığına dair tescil ettirenler olmuştur. 12 Rebî‘ü’l-evvel 1083 / 8 Temmuz 1672 tarihli bir belgede, bundan 5 yıl önce içinde besatı ve helvacı alâtı ve on guruş sermayesi bulunan helvacı dükkânı kiraya verilmiştir. Kiraya verilen helvacı dükkânının belirtilen mahkeme tarihlerinde içindekilerle birlikte yüzonbeş akçe kira bedeli ile geri teslim alınmış ve tescil ettirilmiştir.127

Verilen borcun da mahkeme tarafından kayıt altına alındığı görülmektedir. Konya’da Hasan Beg ibn Ali Beg, Ahmed’e yalısı ve kuyruğu beyaz bir re’s kula bargirini ondört esedî guruşa satar üç guruşunu alır, onbir guruşu kalır. Ahmed de bunu kabul eder ve onbir guruş borcu olduğunu, bunu ödeyeceğini söyler.128

Ayrıca borca kefil olunduğuna dair tescil de 124 KŞS 16 / 97-4. 125 KŞS 16 / 107-6. 126 KŞS 16 / 122-1. 127 KŞS 16 / 5-4. 128 KŞS 16 / 17-2.

34

mevcuttur. Konya sâkinlerinden Hasan bin Handân, Hüseyin Çelebi’nin el-Hâc ‘Alî Beşe’ye otuzbeş esedî guruş borcu olduğunu ve kendisinin bu borca kefil olduğunu, yüz yirmi gün içerisinde ödemezse kendisinin ödeyeceğini bildirerek borca kefil olduğunu tescil ettirmiştir.129

Emânet, Arapça’da “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” manasındaki “emn” masdarından gelmekte olup hıyânetin karşıt anlamlısı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca “güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdî edilen şey” anlamına da gelmektedir.

İslâm literatüründe emanet; ücret, kira, ortaklık hakkı, buluntu gibi maddî haklar yanında iman, ibadet gibi dinî yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyeti gerektiren hususlar, sözleşmeler, mesken ve aile mahremiyetine saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selâma karşılık verme, sırların saklanması vb. dinî, ahlâkî, içtimaî ilke ve kuralları da içine almaktadır. Nitekim Hz. Muhammed vergi memurluğu görevi isteyen Ebû Zer el-Gıfârî’ye, “sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur” demiştir (Müslim, “İmâre”, 16). Yine hadislerde yapılan vaadlerin, özel meclislerde konuşulan sözlerin, verilen sırların, evlenilen kadınların ve aile mahremiyetinin birer emanet olduğu belirtilmiştir. “emanet zayi olduğunda kıyameti bekle” (Buhârî, “İlim”, 2) anlamındaki hadiste, hangi türden olursa olsun emanete hıyanetin yaygınlaşması ve güvenin ortadan kalkmasının toplumsal bir felâket olduğu anlatılmak istenmiştir.130

Türbe-i Celâliye Mahallesi’nden Ahmed bin Mustafâ, Receb bin Hasan’a odun getirmesi için ücretle bir merkep vermiş, Receb de merkebi alıp köye giden bir kişinin merkepleri arasına koyup yolda kaybetmiştir. Bu nedenle davacı olan Ahmed zararının ödenmesini talep etmektedir. Mahkeme, kaybolan merkebin kıymeti (ederi) kadar zararın Receb tarafından karşılanmasına karar vermiştir.131

Kur’ân-ı Kerîm’de emanete riayet müminlerin başlıca meziyetleri arasında zikredilmektedir (el-Mü’minûn 23/8; el Meâric 70/32). Hz. Muhammed de emanete hıyanet etmeyi münafıklık alâmetleri arasında saymış (Buhârî, “Îmân”, 24, “Şehâdât”, 28; Müslim, “Îmân”, 107, 108), fakat emanete hıyanet eden kişiye hıyanette karşılık vermeyi de yasaklamıştır (Ebû Dâvûd, “Büyû”, 79; Tirmizî, “Büyü”, 38).132

129

KŞS 16 / 39-1.

130 Ali Toksarı, “ Emânet”, DİA, C. 11, İstanbul 1995, s. 81-82. 131 KŞS 16 / 143-3.

35

Bir başka kayıtta, nişanlanan gencin vefât etmesi sonucu kızın babasına verdiği emânet malların kâ’im-makâm-ı defterdâr olan Mehmed Ağa tarafından alınması yer almaktadır. Küçük Ali ile Ali kızı Ayşe nişanlanır ve Küçük Ali kızın babasına bir güğüm, üç tencere, dört sahan, iki küçük sahan, dört lengeri, bir kahve ıbrık, bir fânûs, bir köhne çadır, iki kilim, iki kalice, bir şam‘dân, bir tabe, bir matbah sinisi ve bir mâ’î yasdığı emânet verir. Küçük Ali vefât edince emânet olarak verilen mallar devlet hazinesine geçtiğinden Ali’den bu mallar talep edilmiştir. Ayrıca başka eşya alıp almadığına dair de kendisine yemîn verilmiştir.133

Emânet verilen malların geri alınmadığına dair bir iddia asılsız çıkmıştır. Konya’da ikamet eden Emine Hatun Nehr-i Kâfir Mahallesi sâkinlerinden el-Hâc Mustafâ bin ‘Arefe ve zevcesi Fâtıma bint-i Velî Hatun hakkında dava açarak el-Hâc Mustafâ’nın evine giderek kırmızı darâyî astarlı bir yeşil ‘abâ ve bir yeşil düğme, bir kürk kaplı çuka, bir mor kontuş, altı cilt kitâb ve Mushaf-ı Şerîf, bir çenber çuka yasdık, bir seccâde, iki sade, üç kaftan, bir boğası sarfa düğmeli kaftan, bir al centiyân, bir çarşab, bir peştemâl ve tor, bir boğça, bir çift küpe emânet verdiğini iddia etmiştir. Ancak mahkeme tarafından el-Hâc Mustafâ ve hanımı Fâtıma’ya yemîn teklif edilince onlar emânet almadıklarına dair yemîn etmişlerdir.134

Bir diğer belgede ise dokuz sene önce emânet verilen otuz aded esedî guruşun teslim alındığına dair kayıt mevcuttur.135

Benzer Belgeler