• Sonuç bulunamadı

B- Nişanın bozulması ve sonuçları

III- KÖLELER VE CÂRİYELER

Eskiden savaşlarda esir edilen veya bir şekilde ele geçirilip satın alınan erkeklere köle, kadın olanlarına ise câriye denilmektedir. Köleler ve câriyeler hürriyetlerine sahip olmayan, başkasının hüküm ve tasarrufu altında bulunan, para ile alınıp satılan kişilerdir. Köle ve câriyeler şahsî sorumlulukları bakımından hür insandan farksızken, hukukî, sosyal ve iktisadî yönlerden ise farklıdır. Hukukî işlemlere konu olması bakımından mal kabul edilir.190

İslam hukuku ilk defa kölenin insan olduğunu ve Allah huzurunda bütün insanların eşitliği prensibini getirmiştir. Dolayısıyla kölelere kötü muamelede bulunmak yasaklanmış, efendiye kölesine kendi yediğinden yedirme, gerektiğinde aynı sofradan yeme, elbise ve mesken ihtiyacını karşılama, okuma, yazma ve diğer gerekli bilgileri öğretme, kısacası ayrımcılık yapmadan kendi ailesindenmiş gibi davranma sorumluluğunu yüklemiştir.191

Şer’iye sicillerinde köle anlamında çeşitli tabirler kullanılmaktadır. Erkek köle için köle, kul, abd, abd-ı memlûk, gulâm ve rıkk; kadın köleler için de câriye, câriye-i memlûke

187 KŞS 16 / 139-2.

188 KŞS 16 / 39-3. 189

KŞS 16 / 12-1.

190 İbrahim Etem Çakır, “Osmanlı Toplumunda Köle ve Câriyeler, Sofya 1550-1684”, Türkiyat Araştırmaları

Dergisi, S. 36, Konya 2014, s. 202.

55

tabirleri kullanılmaktadır. Sahibinden çocuk dünyaya getiren câriyelere ümm-i veled, sahibinin hizmetinden kaçanlara ise abd-ı âbık denilmektedir.192

Osmanlı Devleti’nde ilk dönemlerden itibaren kölelik müessesesi mevcut olmuştur. Avrupa kıtasında yapılan fetihler sonucunda ele geçirilen esirlerin bir kısmı Acemioğlanlar Ocağına gönderilirken, bir kısmı da gaziler veya tüccarlar tarafından Anadolu’ya getirilip esir pazarlarında satılmışlardır. Osmanlılar müessesenin işleyişinde büyük oranda İslâmi kurallara bağlı kalmışlardır. Köle sahibi kölesine insanca davranmadığı takdirde kadı tarafından kölesini satmaya veya azad etmeye zorlanabilirdi. Bu nedenle Osmanlı toplumundaki kölelerin durumu gayet iyidir.193

Osmanlı sosyal hayatında köleliğin yerleşmesinde, Fatih döneminde kurulan Harem'in büyük rolü olmuştur. Arkasından câriyelik kurumu hızlı bir gelişme göstermiştir. Bunun sonucunda da gerek sarayda gerek saray dışında câriyelerle evlenme geleneği yerleşmeye başlamıştır. Köle elde edilmesi ise birkaç kaynaktan gerçekleşiyordu. Bunların başında savaş ganimeti olarak alnınan esirler geliyordu. Hediye verme yanında ticaret de köle elde edilmesinde önemli bir yol olarak kendini göstermektedir.

Kölelik kurumu, Osmanlı sosyal hayatında yerleşir ve yaygınlaşırken kendine özgü birtakım kuralları da birlikte getiriyordu. Özellikle “Esir pazarları”, “Esir alım satımındaki tutum ve resmî işlemler”, “esirlerin gördüğü eğitim ve kullanıldıkları yerler” bu kurumun en belirgin unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı sosyal hayatında böylesine kurumlaşan kölelik, zaman zaman da tepkilerle karşılaşmıştır. Bu kuruma ilk tepki II. Osman ile gerçekleşir. II. Osman, sarayda yerleşen câriyelerle evlenme, hatta “Harem-i hümayun”u kaldırma girişiminde bulunmuştur. Padişahların Türk kızları ile evlenmesi geleneğini yerleştirmek için önce Şeyhülislâm Esat Efendi’nin kızı ile evlenir. Daha sonra ikinci evliliğini Pertev Paşa'nın kızı ile yapar. Fakat onun attığı bu adım, daha sonraki padişahlar tarafından devam ettirilmemiş, gene Harem yeniden canlandırılmıştır.194

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyıllarında köle sayısının azalmasının nedeni ise köle pazarlarını besleyen fetihlerin son bulmasıdır. Bununla birlikte, kölelik bir hukuk kurumu olarak, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, kalkmış değildi. Köleliği kaldırmak için,

192 İzzet Sak, “Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. Ve 18. Yüzyıllar)”, (Selçuk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi), Konya 1992, s. 6.

193 Gül Akyılmaz, “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesiİle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Ankara 2005, C.9, S.1-2, s. 9.

194 İsmail Parlatır, Osmanlı Sosyal Hayatından Köleliğin Kaldırılışı,DTCF Dergisi,Ankara 1987C. 31, S. 1-2, s. 418.

56

bazı kanunlar yayınlanmıştır. Bu gayretlere rağmen, kurum hukuken ilga edilmiş olmakla birlikte, fiilen, küçük boyutta da olsa, imparatorluğun sonuna kadar varlığını sürdürmüştür.195

Osmanlı’da Acemi Ocağı’na alınıp yeniçeri olan ve daha sonra yükselerek devlet adamı olan köle kökenli şahsiyetler çok fazladır. Hem orduda hem de devlet işlerinde yararlanılan köleler aynı zamanda ev hizmetinde de kullanılmıştır.196

Şahısların özel olarak hizmetinde olan kölelik toprak köleliğine göre daha zordur. Toprak kölesi efendinin kontrol alanından uzak köle-hür arası bir statüdedir. Şahısların hizmetindeki köleler çobanlık yaparlar ya da ev- bahçe işlerinde çalışırlardı.197

İncelediğimiz defterde köleler genellikle ev hizmetlerinde kullanılmıştır. Sicilde bulunan köle belgelerinin büyük bir kısmı köle ve cârıya azâdı kayıtlarıdır. Meselâ Konya’da Hazret-i Mûsâ Efendi orta boylu, gök gözlü, sarışın Rus asıllı kölesi Dilâver için “aslı gibi hür olsun, kendi nefsine mâlik ve mâlının tasarrufuna kâdir olsun, artık üzerinde hakkım kalmadı” diyerek Dilâver’i azâd etmiştir.198

Başka bir azâd etme şekli olan müdebber etme, kölenin azâd edilmesinin efendisinin ölümüne bağlı gerçekleşmesidir. Müdebber olduğuna dâir ispat davası açan câriyenin tutulduğuna dair yer alan bir belgede Marziye isimli genç kızın câriyesi olan Kâdire, dava açarak “Marziye’den önce sâhibim olan Kâsım Ağa hayatta iken beni ve babam Kara Ali’yi müdebber eylemiş iken hâlâ Marziye beni mülkiyet üzere tutmakta gereğinin yapılması isteğimdir” diyerek şikâyetçi olmuştur. Mahkemede hazır bulunan Marziye’nin vekîli Seyyid Süleymân Çelebi buna cevap olarak Marziye’nin Kâdire’yi Gilisra Köyü’nden Mûsâ Hoca oğlu Süleymân’dan aldığını, önceki sahibi olan Kâsım Ağa’nın Kâdire’yi müdebber eylediğini bilmediklerini söyler. Bunun üzerine şâhide ihtiyaç duyulur ve Ferhûniye Mahallesi’nden ‘Îsâ Beg ve ‘Ömer Ağa şâhitlik için mahkemede hazır bulunurlar ve “Kâdire’nin eski sâhibi Kâsım Ağa su geçidinde bizim huzûrumuzda kölem olan Kara Ali’yi ve evlâdını müdebber eyledim dedi biz şâhidiz” derler ve şâhitlikleri kabul edilir. Kâdire câriyenin müdebber olduğu ispatlanmış olur.199

Bir başka kayıtta ise belli bir süre ile (şartlı) müdebber etme vardır. Kemâlgarîb Mahallesi sâkinlerinden Mustafâ orta boylu, gök gözlü, açık kaşlı Macar asıllı kölesi Hasan’ı,

195 Bülent Tahiroğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Kölelik,İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1982, C.45, S.1-4, s. 655.

196 Sak, Köleler, s.15. 197

Hasan Tahsin Fendoğlu, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik, Kamu Hukuku Açısından Mukayeseli Bir İnceleme, İstanbul 1996, s. 282.

198 KŞS 16 / 52-4. 199 KŞS 16 / 89-4.

57

mahkeme tarihinden itibâren on beş sene süreyle kendisine hizmet itmek üzere müdebber eylemiş, on beş sene tamâm olduktan sonra Hasan müdebber olmuştur.200

İslam hukukunda kaçak bir köle yakalayan kimse isterse onu götürüp sahibine teslim eder, isterse sahibinin gelip onu alması için yanında tutar ya da götürüp kadıya teslim eder. Osmanlı’da ise kaçak köle yakalayan kişi köleyi kadı huzuruna çıkarmakta ya da yavacı veya beytü’l-mâl eminlerine teslim etmekte, bunlar köleyi muhafaza altına almaktadırlar. Kaçak köle yakalayan kişilere müjdegani adı verilen belli bir miktar para verilmekteydi. Yakalanan köleler kadı huzuruna çıkarılarak isimleri, milliyetleri, kölelikleri, nereden kaçtıkları ve sahiplerinin kim olduğu tespit edildikten sonra devrin şartlarına göre kendilerine bir miktar nafaka takdir edilip sahipleri gelinceye kadar veya örfî süreleri tamam oluncaya kadar bekletilmek üzere getirene emaneten teslim edilmektedir.201

Konya’da subaşı olan Yûsuf Ağa Fâtıma adlı Arap câriyeyi yakalar ve mahkeme huzûruna çıkarıp kaçak câriye olduğunu bildirir. Fâtıma câriye de bunu itirâf ederek “cevâbında ben bir kimsenin câriyesi iken mülkünden kaçtım” der. Sâhibi gelinceye kadar veya müddet-i örfiyesi doluncaya kadar câriyeyenin ihtiyaçlarının giderilmesi gerektiğinden günlüğü onbeşer akçe ile nafaka verilmesine karar verilir ve Yûsuf Ağa’ya teslîm olunur.202

Bir diğer belgede ise kölenin hırsızlık yaparak kaçtığı görülmektedir. Şeyh Mehmed Efendi’nin kölesi iken hırsızlık yaparak kaçan Meryem adlı Arab câriye, bulununca sahibi olan Şeyh Mehmed Efendi tarafından ilk sahibine geri iade edilir. Satın almış olduğu ellibeş guruşunun da iadesini ister.203

Bir başka belge ise, yukarıda bahsettiğimiz hırsızlık yapan câriyenin önceki sahibine teslim edilmesiyle onun da ilk sahibine teslim etme isteğini içermektedir. Zira Meryem adlı Arab câriye kendi mülkünde iken de hırsızlık yapmıştır. Geri kendisine hırsızlık nedeni ile dönen câriyeyi kusurlu olduğu gerekçesiyle ilk sahibine vermek isteyen Mehmed Efendi davadan men’ edilmiştir.204Diğer bir belgede ise Habeş asıllı câriye Emine, Begşehri Kazâsı

sâkinlerinden Mahmûd Beşe’nin kölesi iken yirmi sekiz gün önce kaçmış ve kendisini Lârende emîni olan Hüseyin Ağa yakalayarak bir donluk çukaya el-Hâc Halîl’e satmıştır. Bunu öğrenen eski sahibi Mahmud Beşe câriyesini geri almak isteyince, el-Hâc Halîl onbeş esedî guruş karşılığında câriyeyi kendisine teslim eder. Mahmud Beşe parayı verir ancak daha

200 KŞS 16 / 92-3. 201 Sak, Köleler, s.150-151. 202 KŞS 16 / 18-2. 203 KSŞ 16 / 47-1. 204 KSŞ 16 / 49-5.

58

sonra el-Hâc Halîl’e dava açar. El-Hâc Halil dinlendiğinde ise olayın bundan üç ay evvel gerçekleştiğini, onu bulan Lârende emîni Hüseyin Ağa’nın Lârende kâdısı huzûrunda câriyeye nafaka takdîr ettirip hüccet-i şer‘iye olduktan sonra üzerinden üç ay geçtikten sonra Lârende kadısının câriyenin satışına hüccet vermesi üzerine Hüseyin Ağa câriyeyi kendisine yirmi guruş kıymetli bir donluk çukaya sattığını ve sonrasında Mahmûd Beşe’nin gelip “Emine câriye benim mülküm idi mülkümden firâr eyledi” dediğini ve kendisinden şikâyetçi olduğunu söyler. Şâhitler dinlenince el-Hâc Halil’in haklı olduğu ortaya çıkar ve Mahmud Beşe davadan men edilir.205

Benzer Belgeler