• Sonuç bulunamadı

F. Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun

2.4. Kıbrıs Meselesine Kadar Türk – Amerikan İlişkileri

I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti ve Almanya’nın müttefik olmaları ve ABD’nin de Almanya’ya karşı savaşa girmesi ABD ile olan diplomatik ilişkilerin kesilmesine neden olmuştur. Fakat savaş boyunca bu iki ülke birlerine savaş ilan etmemişlerdir. Diplomatik ilişkilerin kesildiği bu dönemde Türkiye’de bulunan Amerikan vatandaşlarının haklarını İsveç’in, Amerika’da bulunan Türk vatandaşlarının

haklarını ise İspanya’nın gözetmesine karar verilmiştir.113

Amerika savaş sırasında Osmanlı Devleti’ne karşı tarafsız bir politika izlemiş ve zamanın ABD Başkanı Woodrow Wilson, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılacağına kesin gözle bakmasına rağmen İstanbul Büyükelçisi Morgenthau’ya Osmanlı’ya karşı siyasal teşebbüslerde bulunmaması için sert uyarılarda bulunmuştur. Savaş sonrasında da ABD Osmanlı Devleti’nden herhangi bir toprak talebinde bulunmamıştır. Wilson’un 14 prensibi Osmanlı içindeki azınlıklara özerklik verilmesini öngörüyordu. Ayrıca savaş sonrası

Boğazların Osmanlı Devleti’nde kalmaması gerektiğini düşünüyordu.114

Tarihe “Wilson İlkeleri” olarak geçen bildiri Ocak 1918’de yayınlanmıştır. 14 ilkeden oluşan bu bildirinin 12. maddesi Osmanlı Devleti ile alakalı ve üç bölümden oluşmaktadır. İlkinde Boğazlardan serbest geçiş hususu, ikincisinde Anadolu’nun Türklere verilmesi gerekliliği ve üçüncüsünde ise Doğu bölgesinde kurulacak manda sistemi ve özellikle

Ermeni meselesinden bahsedilmiştir.115

Maddelere göre Anadolu Türklere bırakılırken, Rumların fazla olduğu yerlerde Yunan mandasının, doğuda kurulacak Ermenistan’da ise

İngiliz mandasının 116

hâkim olmasını öngörmektedir.

Mondros Antlaşması’ndan sonra Amerika, 1919 yılında Lewis Heck’i komiser olarak tayin etmiştir. Daha sonra ise o sıralarda İstanbul’da görevli olarak bulunan Amiral Bristol Türkiye yüksek komiserliğine getirilmiştir ve özellikle Doğu Anadolu’nun durumu ile ilgili bir rapor hazırlaması istenmiştir. Bristol, Amerika Başkanı Wilson’a Türkiye’nin bir bütün halinde muhafaza edilmesini tavsiye etmiş ve

Doğu Anadolu’da bir Ermenistan mandaterliğine karşı olduğunu belirtmiştir. 117

113

Bilal Şimşir, “Türk Amerikan İlişkilerinin Yeniden Kurulması ve Ahmet Muhtar Bey’in Vaşington Büyükelçiliği”, Belleten, XLI, Sayı:162, Nisan 1977, s.277.

114

Armaoğlu, “Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri”…, a.g.e, s.282.

115

Akın, a.g.e.,s.460.

116

Armaoğlu, “Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri”…, a.g.e, s.283.

117

Mandaterlik konusunda çeşitli araştırmalar yapması için kurulan “American Military Mission to Armenia” heyeti, gerçekleştirdikleri incelemelerin ardından hazırladığı raporun sonuç kısmında, konu ile ilgili olarak bazı olumlu ve olumsuz yönler şu şekilde sıralamışlardır:

Olumlu Yönler

1- Amerika, Milletler Cemiyeti’nin kurulmasında en önemli katkıyı yapan devletlerden birisi olarak mandaterliğin gerektirdiği sorumluluğu yüklenmelidir.

2- Tarihin başlangıcından beri savaşın odağı ve dünyanın kavşağı olan bu bölgede barışın sigortası olmak.

3- Yakın Doğu insanlık anlamında çağın fırsatıdır ki bu görev Amerika’ya Küba, Porto Rico, Hawaii, Panama ve Filipinler gibi diğer ülkelerde tanık olunduğundan daha fazla uymaktadır.

4- Amerika müdahil olan çoşkun insanlar için oybirliği ile en iyi seçimdir. 5- Amerika zaten Türkiye ve Transkafkasya’ya yardım için milyonlar harcamaktadır ve bu yardımlar kontrol altında olursa daha etkili olacaktır. Zaten her kim bu bölgelrerde mandater olursa bölgenin materyal kalkınması için finansal yatırımlar yapacaktır.

6- Amerika, Ermenilerin tek ümididir. Bir diğer ümitleri Büyük Britanyadır ancak onların milyonlarca Müslümanı kontrol etmesinden ötürü, Ermenilerin menfaatlerini feda edebileceklerinden ve yine Büyük Britanya’nın emperyal yaklaşımındna korkmaktadırlar.

7- Mandaterlik beş yılı geçmeyecek olan ilk aşamada kendi kendini destekleyen bir yapı olacaktır. Demiryolları yapımı bize maddi katkıda bulunacaktır ve mandaterlik bölgesinde ticari avantajlar olacaktır.

8- Müdahele halkımız için, liberal bir eğitim ve parlak bir örnek teşkil edecektir. 9- Mandaterlik ABD’nin yurtdışındaki gücünü ve prestijini artıracaktır.

Görevli ülkenin kim olduğu önemli değildir. Sorumluluk Amerika’dan beklenecektir.

10- Amerika’nın bölge ile doradaki okul ve misyonlarından ötürü duygusal bağları vardır.

11- Mandaterlik için harcanacak milyonlar ileride savaşlar için harcanacak milyarlardan iyidir.

Olumsuz Yönler

1- Amerika’nın daha yakın dış ve içerde sorumlu olduğu bolca problemleri vardır.

2- Bu bölge militarizmin ve emperyalizmin oyun sahası olmuştur. Pekçok ülke burayı ele geçirmek için manevra yapacaktır. Yeni kurulan Rusya ile de yüzyüze gelme ihtimali vardır. Bunlar da Amerik’yı Monroe Doktrininiden farklı olarak Eski Dünyanın işlerine bulaştırır.

3- İnsancıllık kendi evimizde başlamalıdır. Amerikan etkisini iyice kabul etmiş olan bölgelerde müdahelemizi bekleyen pekçok sorun vardır.

4- Amerika bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal problemlere hiçbir şekilde katkıda bulunmamıştır ve bu hale gelmesinden sorumlu değilildir. Daveti reddetmesi tutarlı olacaktır.

5- Amerikan iyilikseverliği ve hayırseverliği dünyaca bilinmektedir. Böyle bir müdahele tükenme noktasında bunlardan vazgeçmeyi gerektirebilir.

6- İngiltere ve Rusya gibi diğer güçler sürekli olarak Ermenilerin refahı için katkıda bulunmuşlardır. İngiltere’nin tecrübesi, birikimi ve deneyimli personeli bu noktada Ermenilerin sempatisini kazanabilir ve İngiliz idaresi orada güvenlik ve adaleti garanti edebilir.

7- Amerika ordusuna ve donanmasına büyük yatırımlar yapacaktır. Pekçok Amerikan vatandaşı nahoş ve tehlikeli bir bölgede hizmet etmek zorunda kalacaktır. Demiryolları yapımı için harcanacak paranın getirisinin giderleri karşılayabileceiği sorunsaldır ve demiryolları için oraya gidecek olan sermaye devlet garantisi olmadan gitmeyecektir.

8- Ruhumuz ve enerjmiz yerelde veya yakınımızda güneyde ve batımızda olan bölgelerde alan bulabilir. Yakın Doğu’ya müdahelemiz Atlantik’teki stratejik durumumuza zarar verebilir ve olası düşmanları tetikler.

9- Barış ve adalet herhangi başka bir büyük gücün altında da sağlanabilir.

10- Müdahele gelecekte Amerika kıtaları ve Uzak Doğu için gerekecek olan gücümüzü azaltabilir ve dağıtabilir. İstanbulla olan iletişimimiz diğer büyük deniz güçlerinin, mesela Büyük Britanya, merhametine kalabilir.

11- Barış Anlaşması zaten Türk Hükümetine bir manda kabul etmesini öngörmektedir. Milletler Cemiyeti’nin bölgeyi akredite olmamış bu hükümete bırakması akıldan uzaktır.

12- Amerika’nın ilk sorumluluğu kendi insanlarına ve yakın komşularına karşıdır.118

Bu rapordan sonra Amerikan Senatosu’nda Ermenistan mandaterliği kurulması için oylama yapılmış ancak oy çokluğu ile reddedilmiştir. Ayrıca ABD Başkanı Woodrow Wilson, I.Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Konferansı’nda Türkiye hakkında ‘Savaş sonunda Türkiye’nin haritadan silineceğini’ iddia etmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Clemenceau, ‘Türklerin uygarlık dışı bir toplum olduğunu’, İngiliz Lord Curzon, ‘Türklerin bir veba çıbanı olduğunu’, ABD Dış İlişkiler Bakanı Cabot Lodge ise, ‘Türkiye’nin uygarlığın başına bela olduğunu’ iddia etmektedirler. Müttefikler bu doğrultuda ‘Türkiye Avrupa’dan çıkarılmalı, Ermenistan kurulmalı, Araplar Osmanlı’dan kurtarılmalıdır’ ortak düşüncesinde buluşuyorlardı. Ancak

parçalanacak olan toprakların paylaşımı konusunda karar vermekte zorlanıyorlardı.119

Bununla birlikte Amerika Anadolu’ya gözlemciler göndermeye ve son durumları incelemeye devam etmiştir. 2 Kasım 1920’deki seçimi Wilson kaybedince yeni Başkan

Harding, Ermeni siyasetini Bristol’un tavsiyelerine uygun olarak belirlemiştir.120

Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara’nın Amerika politikası “Misak-ı Milli” ilkeleri çerçevesinde oluşmuştur. Mustafa Kemal 26 Şubat 1921’de Philadelphia Public Ledger muhabiri Clarence K. Streit’in sorularına verdiği cevapta Amerika’ya bakış açısını belirtmiştir. Bu konuşmada Mustafa Kemal, Amerika ile dost ilişkilerden yana olduğunu ve Misak’ı Milli dâhilinde diplomatik ilişkilerin kurulmasına sıcak baktıklarını söylemiştir. Bu politik bakışın gereği olarak Milli Mücadele döneminde

Türkiye’de faaliyet gösteren misyoner ve ticari kuruluşlara dokunulmamıştır.121

Amerikalı görevlilerin Anadolu’dan derleyerek oluşturdukları raporlar Amerika’nın Atatürk’e bakışını da belirlemiştir. Amerikan gazeteleri de konuya ilgi göstermiş ve savaş yıllarında Mustafa Kemal ile ilgili birçok haber yayınlanmıştır. Özellikle Amiral Bristol’un Türklere karşı iyi niyeti ve dürüst davranışları Türk halkının sempatisini kazanmakla kalmamış, Amerika kamuoyunda da milli mücadelenin haklı sebeplerinin

118

James G. Harbord, Report of the Amerikan Military Mission to Armenia, Government Printing Office, Washington, 1920, s.25-28.

119

Murat Çulcu, Zito Venizelos!... Sevr’den İzmir’e, E yayınları, İstanbul, 2009, s.26.

120

Köprülü, a.g.e., s.942.

121

anlatılmasına yardımcı olmuştur.122

Sivas Kongresi’nde uzun yıllardan beridir Amerikan kamuoyundaki Türk aleyhtarı propagandaları engellemek için Amerikan

Senatosu’na bir telgraf çekilmiş ve bir heyet inceleme yapmak üzere davet edilmiştir.123

Ayrıca General Harbord, Atatürk ile görüşmesinde “Ben bir Türk olsaydım kesinlikle

sizin yanınızda bulunurdum” demiştir.124

Osmanlı’nın bir diğer sorunu olan Girit meselesine de ABD müdahil olmuştur. Ada’daki Rumların Enosis saldırıları ile Osmanlı’dan koparmaya çalıştıkları Girit zamanla ABD’nin ilgi sahasına girmiştir. ABD’nin Girit Adası’nda bir üs istedikleri 1830 Osmanlı-ABD anlaşmasından sonra yayılmıştır. Bunun muhtemel sebeplerinden birisi ABD iç savaşından sonra Dışişleri Bakanı Seward tarafından yayılmacı politikanın bir ürünü olarak gündeme sokulmasıdır. ABD’nin Akdeniz’deki ticari çıkarlarını korumak için bir filo görevlendirilmiştir. Ancak ikmal hizmetlerinin etkin bir biçimde görülebileceği bir deniz üssüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç bölgede görev yapan konsoloslar tarafından duyulmuş ve ABD’nin Kandiye konsolosu Stillman Dış İşleri Bakanlığı’na bir mektup yazarak mevcut ihtiyacın giderilmesi için en uygun yerin Girit olduğunu yazmıştır. Mektubun devamında Ada’da Osmanlı yönetimiyle sorunlar yaşayan Giritli Rumların ABD tarafından ilhak edilmek istedikleri belirtilmiştir. ABD’nin bu ilgisi diğer devletlerin gözünden kaçmamış Bab-ı Âli adına yayın yapan La Turquie gazetesinde 15-17 Aralık 1866’da çıkan yazılarda ABD’nin Girit’ten uzak durması gerektiği belirtilmiştir. Yazılarda ABD’nin bir yandan Monroe doktrininden söz ederken diğer yandan dünyanın başka ülkelerinin işlerine karışması

birbiriyle çelişen politikalar olduğu vurgulanmıştır.125

1820’li yıllarda Yunanlıların Osmanlı’ya isyan etmesi gibi Girit Adası’ndaki gelişmeler ve ayrılıkçı hareketler de ABD’de duygusal coşkunluğa sebebiyet vermiştir. Özgürlük düşüncesine duyulan hayranlık, Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında eşitliğe dayanmayan bir mücadeleye olan inanç, yeni dünyanın merkezinde yer alan hümanist duygular ve yeniden canlanan Helenizm Girit konsolosu Stillman’in yazdığı

122

Kurat, a.g.e., s.42-44.

123

Mehmet Gönlübol ve Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, Edisyon, Siyasal Kitapevi, Ankara, 1996, s.11.

124

İsmail Soysal, “Türk-Amerikan Siyasal İlişkilerinin Ana Çizgileri”, Belleten XLI, Sayı: 162, 1977, s.258.

125

makalelerler birleşince mesele Amerikan kamuoyunda tesir yaratmıştır. Samuel G. Howe adında Boston’lu bir bilim adamının Türk karşıtı söylemleri ve “Amerika’daki Atinalılar” isimli toplantıları ile 37000 dolar ve giyecek maddeleri topladığı bilinmektedir. Daha sonra bu yardımları bizzat Ada’ya ulaştıran Howe daha sonra kitabında anlattığı kadarıyla ABD’nin meseleye resmen girmesi için Osmanlı Devleti ile

arasını bozacak bazı girişimlerde bulunmuş ancak başarılı olamamıştır.126

ABD’nin Girit konsolosu Stillman ise Washington’a mektuplar yazarak isyan hareketinin Rumlar’ın tek çaresi olduğunu ve ancak bir müdahaleyle canlarını kurtarabileceklerini iddia etmiştir. Rumlar’ın yazdıkları mektuplardan birisi 29 Eylül 1861’de New York Times gazetesinde yayınlanmış; Jüpiter ve Minos’un ülkesi olan Girit’in çok mutsuz zamanlar geçirdiği söylenmiştir. Devamında Türk yöneticilerin keyfi uygulamaları ve ağır vergiler yüzünden Rumların yaşayamayacak hale geldiği ve dini hoşgörüsüzlüğün had safhaya ulaştığı iddia edilmiştir. Giritlilerin ABD’nin her türlü yardımını bekledikleri söylenmiştir. Bu gibi eylemler ve haberler başlarda olaya ilgisiz gibi görünen ABD yönetiminin olayla ilgilenmesine yol açmıştır. Dışişleri Bakanı’nın emri ile Ada’daki Rumların taşınmasına ilişkin bir filo görevlendirilmiş ve Osmanlı karasularına girecek olmasından ötürü Osmanlı’dan izin istemiş ancak Bab-ı

Ali bu durumun muhtemel kötü sonuçlarını ABD’ye bildirmiştir.127

Konu Temsilciler Meclisi’ne Girit’in bağımsız ve özgür sayılmasını sağlayacak bir tasarı ile sunularak resmileşmiş ve 25 Temmuz 1868 yılında Giritliler namına Türk hükümetinden daha adil davranmasını isteyen bir karar çıkmıştır. Bu Helenistleri kızdırmış olsa da ABD tarafından aşılanan dostluk Yunanistan kralı George için

ABD’ye daha fazla yaptırılabilecek bir şeyler olabileceği hissi vermiştir.128

Girit Rumlar’ı ve Yunanlılar Ada’yı Osmanlı devletinden koparıncaya dek ABD’ deki lobi faaliyetlerini sürdüreceklerdir.

Ancak 1868 yılından itibaren Girit konusunun ABD gündeminden düştüğü görülmektedir. Girit Bunalımı Türk-Amerikan ilişkileri için üç sonuç doğurmuştur:

126

Arthur J. May, “Girit ve Birleşik Devletler”, Çev: Tarık Demir, Tarih Dergisi, Sayı:52, İstanbul 2011, s.186-187.

127

Erhan, a.g.e, s.272-275.

128

1. ABD’nin yayılmacı bir politika izlemeye başlamasıyla Akdeniz’de kullanabileceği bir üs istediği Bab-ı Ali tarafından anlaşılmış ve bu sayede ilk kez ABD politikalarını eleştiren yazılar basında yer almıştır.

2. Karayip Adaları ve Alaska’nın satın alınması gibi konularla uğraşan ve

bu yüzden Girit’te etkin politikalar üretemeyen ABD’nin, şartlar uygun olursa yeniden Doğu Sorunu içinde bir taraf olabileceği anlaşılmıştır.

3. Uzun zamandır gündemde olan ancak açılamayan Osmanlı Devleti

Washington Büyükelçiliği, Girit meselesinde ABD’nin tutumunu etkileyebilmek için

1867’de açılmıştır.129

Atatürk Dönemi Dış Politika ve Amerika İle İlişkiler

Mustafa Kemal Paşa, Misâk-ı Millî ilkelerini kabul ettirebilmek için uluslararası yapıyı ve dengeleri çok iyi değerlendiren başarılı bir dış politika yürütmüştür. Bu şekilde, Ulusal Mücadele hareketi dış politika açısından Misâk-ı Millî'yi gerçekleştirmeye yönelik temel hedeflerine ulaşmaya, bu yolda Türkiye'nin dış ülkelerde tanınmasını sağlamaya ve düşmanları ortak olan ülke ve topluluklarla çeşitli antlaşma ve işbirliğine girişerek maddi ve manevi yardım elde etmeye çalışırken, yöntem açısından tehdidin Batı'dan gelmesi sebebiyle Doğu'ya yönelik bir politikaya dengeler açısından önem vermiştir. Diğer taraftan Anadolu hareketi, ABD ile Avrupa arasındaki ayrılık noktalarını çok iyi fark ederek ABD'yi İngiltere ve Fransa'ya karşı kullanmıştır. Anadolu’daki Ulusal Mücadele hareketi bizzat işgalci güçler olan İtilaf devletleri arasındaki fikir ayrılıkları ve çıkar çatışmalarından da yararlanmıştır. Ustalıkla yürütülen bu diplomasi ile önce İtalya'dan, daha sonra da Fransa'dan İngiltere'ye karşı faydalanılmış, sonuçta Anadolu hareketi karşısında giderek yalnızlaşan İngiltere ile de görüşme kapısı açık tutulmuştur. Ulusal Mücadele döneminde bizzat Atatürk tarafından yönlendirilen Türk Dış Politikası ve ulusal bir devlet kurma çabası, bir anlamda Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş diplomasisini oluşturmuştur.

Bu sebeple Türk Dış Politikası ulusal mücadele döneminde olduğu gibi, Lozan'dan sonra da tehlikenin Batı'dan gelmeye devam etmesinden dolayı uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde Sovyetler Birliği'ne dayanmaya devam etmiştir. Ancak 1923-1930 yılları arasında Lozan'da çözülemeyen sorunlarını halleden

129

Türkiye, Batı ülkeleri ile sağlıklı ilişkiler kurma yolunu tutmuştur. Nitekim 1930'lu yıllarda Batı ile ilişkilerini normalleştiren Türkiye, 1932 yılında Milletler Cemiyeti'ne girerek etkin bir şekilde uluslararası işbirliğine katılmaya başlamıştır. Türkiye'nin Cemiyete girişi Batılı ülkelere yaklaşmasının önemli bir işareti olmuştur. Böylece başlayan yakınlaşma, ülkenin kalkınması için dış yardıma duyulan ihtiyaç ve dünya dengelerinde meydana gelen değişmelere bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik

endişelerinin de etkisi ile giderek gelişmiştir.130

Bu anlamda Atatürk kurulmakta olan devletin yeni dış siyaseti ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, uğraşma, çatışma demektir. Hayatta başarı, kesinlikle uğraşmada başarı ile olabilir. Bu da, tinsel ve nesnel kuvvete, güce dayanır bir şeydir. Bir de; insanların uğraştığı bütün sorunlar, karşılaştığı tüm tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumsal, genel bir uğraşmanın dalgaları içinden doğa gelmiştir. Doğu kavimlerinin, batı kavimlerine saldırı ve akınları, tarihin belli başlı bir evresidir. Doğu kavimleri arasında, Türklerin başta gelen güçlü unsur olduğu bilinir. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan evvel ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine girmişler, saldırılar, akınlar yapmışlardır. Batıya saldıran ve yayılmalarını İspanya’dan Fransa sınırlarına vardıran Araplar da vardır. Fakat Efendiler, her saldırıya karşı, her zaman, karşı saldırı düşünmek gerekir. Karşı saldırı olasılığını düşünmeden ve ona karşı güvenilir önlem bulmadan saldırıya geçenlerin sonu, yenilgidir, bozgundur, yok olmaktır…

Efendiler, dış siyasetin, en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı şey, devletin iç örgütleridir. Dış siyasetin, iç örgütle uyarlı olmak gerekir. Batıda ve doğuda başka başka yaradılışta ve değişik kültürde değişik emelleri olan dağınık unsurları bir araya getiren devletin iç örgütü, elbette temelsiz ve çürük olur. Bu durumda dış siyaseti de köklü ve dayanıklı olamaz. Böyle bir devletin iç örgütü, özellikle ulusal olmaktan uzak olduğu gibi, siyasî yöntemi de ulusal olamaz. Buna göre, Osmanlı Devletinin siyaseti ulusal değil, fakat kişisel, belirsiz ve kararsızdı…

130

Yusuf Sarınay, “Atatürk’ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme”,

Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasî yöntem, ulusal siyasettir. Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirildiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur, bilim, akıl, mantık da böyle söyler.

Milletimizin, güçlü, mutlu ve kararlı bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin tümüyle ulusal bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç örgütümüzle tam uygunluk halinde olması ve buna dayanması gerekir.”131

Atatürk’ün bu sözleri mevcut durum, yeni devletin gereklilikleri ve dış politikanın dinamikleri ile ilgili bazı ipuçları vermekle birlikte ilk olarak dünya görüşüne dair realist tahliller göze çarpmaktadır. Misak-ı Milli çerçevesinde oluşan yeni sınırlar neticesinde ortaya çıkacak yeni komşuların ve gelecekteki ikili ilişkilerin, yeni dünya düzeni içerisinde ülke içindeki dinamiklerin gerçekçi olarak farkında olan Atatürk gücünü bilen aynı zamanda hayalcilikten uzak bir dış politikanın temellerini atmaktadır. Bununla birlikte Atatürk’ün ilk hedefi sağlam bir politika oluşturmak için Milli devletin hayatiliğidir. Yapılan savaş dış devletlere karşı girişilen bir bağımsızlık savaşı olduğu gibi içerde Padişahlığa karşı girişilmiş bir Milli devlet kurma mücadelesidir. Gazi Osmanlı’nın çok milletli yapısı ile çağın gerisinde kaldığının farkındadır. Sağlam bir dış siyasetin tesisi için ulus devletin tek ve dinamik işleyişinden güç almak istediği açıktır.

Kurtuluş Savaşı devam ederken büyük devletler ile temas kurulmaya çalışılmış ve milli mücadelenin haklılığı anlatılarak ikili ilişkilerde denge gözetilmiştir. Örneğin 9 Eylül 1919 tarihinde ABD Senatosu Başkanına hitaben yazılmış olan bir mektupta Sivas Kongresinin amacı açıklanmış, Wilson Prensipleri ve yaklaşan Sevr antlaşmasının reddedileceği üstü kapalı ifade edilerek bir heyetin Türkiye’ye gelerek şartları yerinde görmesi talep edilmiştir. Ayrıca Amerikan Savaş gemisinden General Harbord ile Atatürk arasındaki mektuplaşmalar olduğu da bilinmektedir. Bu girişimler güçlü devlet konumundaki ABD’nin ilgisini çekmek anlamında yerinde bir dış siyaset girişimi olarak görünmektedir. 26 Nisan 1920 tarihinde ise Atatürk Lenin’e bir mektup yazarak Sovyetler ile düzenli ilişkiler kurma arzusunu iletmiş ve her iki ülkeyi tehdit eden

131

yabancı emperyalizmine karşı mücadelede yer almak isteğini belirterek milli mücadele için destek istemiştir. Sovyet devleti adına Çiçerin’den olumlu mesajlar içeren bir

mektup alınmıştır.132

Daha sonraki yıllarda görüleceği üzere İngiltere ile de ikili ilişkilerin gelişmesi üzerine adımlar atılacaktır. Atatürk bu şekilde Kurtuluş Savaşı sırasında İtilaf devletleri arasındaki anlaşmazlıkları iyi analiz ederek bu ayrılıklardan yararlanmaya çalışmıştır. Yine bu dönemde Fransa ile Atatürk’ün kapitülasyonlar ve