F. Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun
1.5. I Dünya Savaşı Sonrası Ada’nın Durumu
I. Dünya Savaş’ı sonunda dünyayı yeniden şekillendirmek ve barış koşullarını saptamak amacıyla 1919 yılı baslarında Paris Barış Konferansı’nın toplanması kararlaştırılır. Bu esnada, Paris Barış Konferansı’nın, Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması için de büyük bir fırsat olduğu düşüncesiyle Ada’daki Rum toplum liderleri derhal hareket geçmiştir. Londra’ya ve Paris’e bir heyet göndermek için hazırlıklar yapılarak Ada’nın her tarafında Enosis kararı alan halk toplantıları düzenlenmiştir. Ayrıca İngiliz Hükümetine sunulmak üzere muhtıralar hazırlandı. 1915 yılında İngilizlerin Ada’yı, savaşa girmesi koşuluyla, Yunanistan’a önermiş olması, Rumlar arasında, bu önerinin gerçekleşmesi için şimdi en büyük fırsatın doğduğu umudunu yaratmıştır. Ancak bu sırlarada Kıbrıslı Türkler’in de karşı muhtıralar hazırladıkları ve Adanın tekrar Türk tarafına verilmesini istedikleri görülmektedir. Nitekim Ada iki taraftan birine bırakılmadığı gibi İngiltere Ada’nın 1915 itibarı ile Yunanistan’a bırakılmasına dair
yapılan teklifin tamamen ortadan kaldırıldığını bildirmiştir.104
Yunan ve Rumların aksine Kıbrıs Türkleri açısından durum iç açıcı değildir. Çünkü Osmanlı Devleti bir yandan isyanlarla baş etmeye çalışırken öte yandan 1. Dünya Savaşı vesilesi ile birçok cephede savaşmak zorunda kalmıştır. I. Dünya Savaşı günlerinde Kıbrıs Adası, Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler üssü olarak kullanıldı.
Elefterios Venizelos’un Başbakanlığında Yunan hükümetinin Lübnan’daki
Maronitler’e, Türkler’e karşı savaşmak için verdiği silahlar, Kıbrıs yoluyla sevk ediliyordu. Öte yandan Türkiye’ye düşman Ortodoks Kıbrıslı, Ermeni ve öteki militanlar İskenderun’a veya Çukurova’nın herhangi noktasına yapılması tasarlanan saldırılarda kullanılmak üzere Ada’da eğitiliyordu. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest- Litovsk anlaşmasıyla Rusya, Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı Devleti’ne geri verdiği zaman, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan 1 Temmuz 1918 tarihli ek anlaşmasının 6. maddesi uyarınca İngiltere’nin Kıbrıs’ı Türkiye’ye geri vermesi
103
Yakan Cumalıoglu, “Kıbrıs Türklerinin Bağımsızlık ve Özgürlük Mücadelesi”, Avrupa Birliği
Kıskacında Kıbrıs Meselesi, Editörler: İrfan Kaya Ülger ve Ertan Efegil, Ankara, 2001, s.18. 104
gerekiyordu. Ancak İngiltere Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumdan
yararlanarak buna yanaşmıyordu.105
Savaş sırasında İngilizler tarafından 1916 yılında Kıbrıs’ta bir esir kampı kurulmuştur. Kıbrıs’ta esir kampı, yani belgedeki adıyla “Kıbrıs Adası Türk Üserâ Karârgâhı” bugünkü Mağusa’nın Karakol (Karaol) bölgesinde kurulmuştur. Bu kampa Kanal Harekatın’da, Çanakkale’de, Cidde’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerde esir düşen binlerce Osmanlı askeri toplanmıştır. Esaretin zorlukları sonucu bu esir
kampında pek çok Türk şehit olmuştur.106
1917 yılında A.B.D.’nin 1. Dünya Savaşı’na dahil olması savaşın seyrini tamamen değiştirmiş ve A.B.D. desteği ile İtilaf devletleri savaştan zaferle ayrılmıştır. Osmanlı Devleti için savaşı bitiren antlaşma ise çok ağır hükümler içeren Mondros Ateşkes Antlaşması olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, savaştan zaferle çıkan devletler, uluslararası politikadaki güç ilişkilerini kendi istekleri doğrultusunda yeniden, düzene sokmak, bu ilişkilere yeni bir biçim vermek için aralarında pazarlığa oturmuş ve bu pazarlıkların sonucunu da yenik devletlere kabul ettirmeye çalışmışlardır. Savaş ertesi düzenlemeleri içinde, daha doğrusu bu düzenlemelere giden pazarlıklar içinde, Kıbrıs da söz konusu edilmiştir. İngiliz yöneticileri, savaştan edindikleri deneyimle, Kıbrıs’ın İngiliz stratejisi içindeki yerini yeniden belirleme, bu konuda görüş oluşturma çabalarına girişirken, Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan, öteki isteklerinin yanı sıra
Kıbrıs'ın da kendisine verilmesi için çalışmıştır.107
Bu sıralarda Anadolu’da kurtuluş mücadelesi devam ederken, Batılılar açısından Doğu Sorununun çözümü olarak ortaya konulan ve 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti ile Müttefik Güçler arasında imzalanan Sevr Barış Antlaşmasında ise Kıbrıs konusu ayrı bir başlık altında IX. Kesim’deki 115-117. Maddelerle karara bağlanmaktadır:
105
Kıbrıs Gerçeğinin Bilinmeyen Yönleri, Hazırlayan: Uluslararası İlişkiler Ajansı, İnaf Yayınları, İstanbul, 1992, s.28-29.
106
Çevikel, a.g.e, s.93-96.
107
“Madde 115: Bağıtlı Yüksek Taraflar, İngiliz Hükümetince 5 Kasım 1914'de ilan
edilmiş olan Kıbrıs'ın kendisine bağlanmasını tanıdıklarını bildirirler.”
“Madde 116: Türkiye, bu Ada’nın Padişaha ödenen vergiye olan hakkı da
içermek üzere, Kıbrıs üzerinde ya da Kıbrıs'a ilişkin bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçer.”
“Madde 117: Kıbrıs Adası’nda doğmuş ya da orada oturan Osmanlı uyrukları,
yerel yasa koşulları içinde, Osmanlı uyrukluğundan ayrılarak, İngiliz uyrukluğunu alacaklardır."108
Ancak Sevr Antlaşması onaylanmamış ve bu yüzden yürürlüğe girmemiştir. Dolayısı ile Sevr metnindeki bu üç madde diğerleri gibi geçerli olmamıştır. Çünkü 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanistan'ın İzmir'e saldırarak Bizans'ı yeniden canlandırmak istemesi "ENOSİS" duyguları güçlenen Kıbrıs Rumları'na bir heyecan getirmiştir. Yunanlıların İzmir'de hezimete uğraması üzerine, kin duyguları daha da körüklenmiştir. 25 Mart 1921 tarihinde Omorfa'nın Filya köyünde Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhâkını istedikleri ilk plebisit ve daha sonra yaptıkları müracaatlar İngilizlerce reddedilmiştir. Böylece Kıbrıs’ın durumu Lozan’a kadar belirsiz olarak kalmıştır.
İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra 23 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Anlaşması ile İtilaf Devletleri tarafından resmen tanınan Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs'ın İngiliz mülkü olduğunu kabul etti. Bu anlaşmanın 16, 20 ve 21. maddeleri Kıbrıs ile ilgilidir:
“Madde 16: Türkiye işbu muâhedede açıklıkla belirtilen hususlar dışında bilcümle arazi üzerinde ve bu araziye bağlı kezâlik işbu muâhede ile üzerlerinde kendi hâkimiyet hakkı tanınmıs olan adalardan gayri cezîreler üzerinde (-ki bu arazi ve cezîrelerin mukadderatı ilgililer tarafından tayinedilmiş veya edilecektir-) her ne mahiyette olursa olsun hâiz olduğu bütün hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler. İşbu maddenin hükümleri komşuluk münasebetiyle Türkiye ile hem-hudud
108
memleketler arasında kararlaştırılmış veya kararlaştırılacak olan özel hükümleri ihlâl etmez."
"Madde 20: Türkiye Hükûmeti Kıbrıs'ın Britanya Hükûmeti tarafından 5 Kasım 1914'te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eyler."
"Madde 21: 5 Kasım 1924 tarihinde Kıbrıs Adası’nda oturan Türk tebaası mahallî kanunun tayin ettiği şartlar dairesinde İngiliz tâbiiyetine sahip ve bu yüzden Türk tâbiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Bununla beraber işbu muahedenâmenin meriyyet mevkiine girdiği günden itibaren iki yıllık bir müddet zarfında Türk tâbiiyetinde kalmakta serbest olacaklardır. Bu takdirde bu haklarını kullandıkları tarihi takib eden 12 ay zarfında Kıbrıs Adası’nı terk etmeye mecbur olacaklardır. Bu muahedenâmenin yürürlüğe girdiği tarihte Kıbrıs Adası’nda oturmakta olup da yerli kanunun tayin ettiği şartlar dairesinde yapılan müracaat üzerine belirtilen tarihte İngiliz tâbiiyetini ihrâz etmiş veya etmek üzere bulunmuş olan Türk vatandaşları da bundan dolayı Türk tâbiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Şurası şüphesizdir ki, Kıbrıs Hükûmeti Türk Hükûmeti'nin rızası olmaksızın Türk tâbiiyetinden başka bir tâbiiyet ihraz etmiş olan kimselere İngiliz tâbiiyetini vermekten kaçınmak yetkisine hâiz olacaktır."109
Lozan Antlaşmasının 16. Maddesi hakkında son şeklini alıncaya kadar büyük tartışmalar yaşanmıştır. Maddenin ilk şeklinde Türkiye’nin sınırları dışında kalan yerlerde – ki Kıbrıs da bunlardan biridir - ilhak, istiklâl veya diğer idare şekilleri hakkında ileride alınacak kararları önceden tanımasını isteyen kısımlar mevcuttu. Bu Türkiye’yi konuyla ilgili hiçbir söz hakkı olmayan bir duruma sokuyordu. Türk Heyeti de haklı olarak 16. Maddenin bu kısmına itiraz etmiş ve metinden çıkartılmasını
sağlamıştır.110
Türkiye, İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak kararını Lozan Barış Antlaşması’nın 20. maddesi ile tanımış oldu. Türk Dışişleri Bakanı ve Türk Heyeti Baş Temsilcisi İsmet
109
Osmanlı İdaresinde Kıbrıs. a.g.e., s.28-30.
110
Murat Sarıca, Erdoğan Teziç ve Özer Eskiyurt, Kıbrıs Sorunu, Fakülteler Matbaası, Ankara, 1975, s.5- 7.
İnönü, İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon ile Kıbrıs konusunda neden uzun bir tartışma yapmadığı şeklindeki soruya verdiği cevapta;
“Asıl önemli olan ekonomik ve adli kapitülasyonlardan kurtulmak ve diğer hayati konuları kazanmak için İngiltere ile öteki müttefiklerden ayrı ve önceden özel olarak anlaşmak istedik, zaten 1878’de Kıbrıs İngiltere’ye verilmiş, 1914’de İngiltere burayı ilhak etmiştir. Kıbrıs’ı gidip İngiltere’den geri almamız o tarihte söz konusu olamazdı.” demiştir.111
Ada’nın resmi statüsü Lozan Anlaşması ile belli olunca 10 Mart 1925'te, İngiliz Kralı V.George, Kıbrıs'ın bir "Taç Kolonisi"ne (Crown Colony) çevrilmesi için gerekli olan bir "Letters Patent" imza etmiştir. Bu tarihten sonra, Kıbrıs'taki İngiliz Yüksek Komiserliği kaldırılarak yerine "Valilik" konmuş ve Ada, öteki İngiliz sömürgelerinde olduğu gibi bir İngiliz toprağı olarak bir İngiliz Vali tarafından yönetilmeye
başlanmıştır.112
Kıbrıs’ın Valilerle yönetilecek olması, Enosis olmasa bile ilk adımda bir özerklik bekleyen Kıbrıslı Rumlar üzerinde büyük bir düş kırıklığı yarattı. Enosis hayallerini bir an önce gerçekleştirmek isteyen Kıbrıslı Rumlar, 1931 yılında İngiliz yönetimine karşı isyan ettiler. İsyan sırasında Lefkoşe’deki İngiliz Vali Konağı, Kıbrıslı Rumlar tarafından yakıldı. İngiliz yönetimi, aldığı sert önlemlerle isyanı bastırabildi. Bu isyanda Yunanistan’ın Kıbrıs Konsolosu Kyrou’nun etkin bir rol üstlendiği
anlaşıldığından, İngiliz yönetimi tarafından sınır dışı edildi. 113
Ancak İsyana katılmayan, hatta isyana karşı çıkan Kıbrıs Türkleri de sömürge yönetimi tarafından cezalandırılmış, temsilcileri Kavanin Meclisi'nden uzaklaştırılmış, konan tüm yasaklamalara muhatap olmuştu. Böylece Türk Halkı, bir kez daha sömürge yönetiminin haksız bir baskısına uğrarken, yine bir kez daha başından beri mücadele ettiği ilhak girişimlerinin kurbanı oluyor, katılmadığı eylemlerin sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyordu. Bu isyanın en önemli sonucu, Türk Halkının başlattığı anti-
111
Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Türk Matbaacılık Sanayi, Ankara, 1975, s. 2.
112
Gürel, a.g.e.,s.113.
113
sömürgeci savaşımın ve sömürge yönetimi tarafından gasp edilen toplumsal haklarımızı elde etmek için verilen mücadelenin doğranması için, Koloni yönetimine bulunmaz bir fırsat vermiş olmasıdır. Nitekim 1942 yılında Dr. Fazıl Küçük tarafından çıkarılacak olan Halkın Sesi'nin yayın yaşamına girmesine kadar, sömürge yönetimine karşı etkili
bir mücadele verme olanağı olmamıştır. 114
Ada’nın fiilen halen sorunlu durumda oluşu karşı İngiltere’nin geliştirmeye çalışmış olduğu denge siyasetinin bir sonucudur. İngiltere bir taraftan stratejik olarak kendisi açısından Mısır hâkimiyetinden sonra çok önem arz etmese de, Ada’yı hâkimiyet altında bulundurma politikası izlemiş, diğer taraftan Kıbrıslı Rumlar tarafından dillendirilen Enosis taleplerine karşı, önce “Ada Osmanlı Devletine ait olduğu için Enosis’e izin veremeyiz politikasını” sonrasında ise “Ada’da iki toplum yaşadığı için Enosis’e izin veremeyiz” politikasını benimsemiştir. Ayrıca Ada’da yaşayan iki ayrı halkın idare ile ilgili farklı görüşlerinin olması, idarenin bir başka üçüncü devlete bağlı olması ve uluslararası siyasette yeni ve güçlü aktörlerin ön plana çıkmaları sorunu içinden çıkılmaz ve çok boyutlu bir mesele haline
dönüştürmektedir.115
1931 yılında artan vergileri protesto için çıkan ve Kıbrıs’ın 518 köyüne de sıçrayan ayaklanmalara İngiliz Hükümeti sert bir şekilde tepki verdi. Ada’ya daha fazla asker sevkeden İngilizler ayrıca tedbir olarak anayasayı askıya alıp basına sansür uygularken siyasi partiler de lağvedildi. Kıbrıs’taki İngiliz valise ise Ada’yı bir diktatör gibi yönetmeye başladı. Belediye seçimleri ertelendi ve 1943’e kadar atama yolu ile belediye başkan ve yetkilileri göreve getirildi. Vali de atanmışlardan oluşan ve sadece iç meseleler hakkında tavsiye verebilen bir Danışma Konseyi ile desteklendi. İki piskopos ve sekiz seçkin vatandaş sürgüne gönderildi. 1933 yılında Başpiskopos III. Cyril öldüğünde Rum Kilisesi sürgünde bulunan piskoposların geri getirilmesini talep etse de bu İngiliz sömürge idaresince reddedildi. İngilizlerin bu denli sert tedbirlerle Ada’yı yönetmeye başlaması Kıbrıs’ta milliyetçi grupların oluşmasına da engel teşkil ediyordu. Bu Enosis aktivitelerinin merkezinin 1930’ların sonunda Londra’ya kaydırılmasına sebep oldu. 1937’de Kıbrıs Muhtariyet Komitesi adı altında kurulan bir komite İngiliz
114
İsmail, a.g.e., s.30-31.
115
Parlemantosu’nda lobi faaliyetleri yürütmeye başladı. Ancak çoğu parlementerler nezdinde detek bulamadılar. Gerek İngiliz Hükümeti gerekse de Ada’daki sömürge
idaresi Enosis fikrine karşı çıkmışlardır.116
1930’lu yıllar Kıbrıs Türkleri açısından ise türlü mücadelelerle geçmiştir. Diğer yandan kamu görevlerinde Türkler aleyhine uygulanan ayrımcılık doruğa çıkmıştır. Tapu dairesinde yaşananlar buna güzel bir örnektir, 1915 yılında tapu dairesinde çalışan Türk memurların sayısı 71 iken bu sayı 1933’de 44'e inmiş, oysa aynı dönemde Rum memurların sayısı 77'den 106'ya çıkmıştı. İnşaat Dairesi'nde ise 106 Rum'a karşılık,
sadece 6 Türk çalıştırılıyordu.117
Bu baskıcı dönemde Kıbrıs Türk edebiyatı kimlik kazanmaya başladı. Bu tarihlere kadar yazılan edebi eserlerin konu, mekân, karakterler ve olaylarının Kıbrıs ilgisi yoktu. Eserlerde, genellikle İstanbul, nadiren de başka Osmanlı coğrafyaları vardı. İlk defa bu dönemde Kıbrıs, Kıbrıs Türk insanı, Kıbrıs’ta geçen olaylar edebi eserlerde görülmeye başlandı. Bu edebî hareketi de, siyasal mücadelenin yasaklamasına karşı
tepki ve kimlik arayışı olarak görmek mümkündür.118
116
Eric Solsten, Cyprus: A Country Study, U.S. Government Printing Office, Washington DC, 1993, s.22.
117
İsmail, a.g.e., s.77.
118
2.TÜRK – AMERİKAN İLİŞKİLERİ VE KIBRIS MESELESİ