• Sonuç bulunamadı

SOSYAL DİYALOG KAVRAM

1.3. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE SOSYAL DİYALOĞUN ÖNEMİ

1.3.3. Küreselleşmenin Avrupa Birliği’nde Etkiler

Küreselleşenin gücü - geniş olarak tanımlanmış - her ülkede benzer mücadeleler meydana getirmiş olsa da, hükümetlerin, işverenlerin ve işçi sendikalarının tepkileri farklı stratejiler ve politikalar yoluyla aracılık etmektedir.

Bir çok hükümet işgücü piyasalarına daha fazla esneklik kazandırmak için politikalar uygulamışken, hiçbiri İngilizler kadar ileri gidememiş, hiçbir hükümet işgücü piyasasının "kuralsızlaştırılması" hakkında övünmeyi siyasi olarak uygun bulmamıştır. Benzer biçimde, işverenlerin sendikaların organizasyonunda ve toplu pazarlığın yapısında ademi merkezileşmeye doğru eğilimler çok yaygınlaşırken, değişimin derecesi ve kişi oldukça değişkendir. Merkez organizasyonlar hala Fransa'da, İtalya'da ve Belçika'da önemlidir ve toplu pazarlığın ademi merkezileşmesi işkolu düzeyinde pazarlığın fiili olarak kaybolmasına yol açmamıştır (Britanya'da olduğu gibi), fakat çoğunlukla sektörel ve işyeri düzenlemesinin nispi öneminde değişime neden olmuştur (İsveç ve Almanya'da olduğu gibi).70

Benzer biçimde birçok ülkede hükümetler özelleştirme, kamu hizmetinin "ticarileştirilmesi", ve bütçeler için idari sorumluluğun devredilmesi yoluyla kamu harcamasını kontrol etmeye ve bütçe açıklarını düşürmeye çabalamışlardır. Ancak, diğer hiçbir hükümet toptan özelleştirme programında ve hizmetler için "iç piyasalar" içerisinde rekabet prensibine dayalı köklü örgütsel yeniden yapılanmada İngilizler kadar ilerleme gösterememişlerdir. Fransa, Almanya ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde, hükümetler kamu hizmeti istihdam statüsünün yasal ve idari

70 David Winchester, Küreselleşme, Rekabetgücü ve Endüstri İlişkilerinde Dönüşüm, V. Ulusal Endüstri

İlişkileri Kongresi, Küreselleşme ve Avrupa Birliğinde Endüstri İlişkilerinin Dönüşümü, Kamu-iş Yayını, Ankara, 1998, s.33.

standartlarını aşındıramamışlar ve sosyal yardımları azaltmaya çalıştıklarında da işçi sendikalarının ve kamuoyunun şiddetli muhalefeti ile karşı karşıya kalmışlardır. Son olarak, işçi sendikaları tüm ülkelerde savunma durumundayken, hiçbiri Britanya'da şahit olunduğu gibi ciddi yasal ve ideolojik saldırı ile karşı karşıya kalmamıştır. Ulusal endüstri ilişkileri sistemlerinde devam eden farklılıklar, ülkelerin kendilerine özgü tarihlerinin detaylı analizi olmaksızın yeterince açıklanamaz. Bununla beraber, Nispi olarak birbirine yakın savaş sonrası sistemlerin sınıflandırıldığı ülke gruplarının yer aldığı geniş kategoriler tanımlamak mümkündür. Örneğin, "parçalı çoğulcu endüstri ilişkileri sistemi olarak düşünülebilen Britanya, Amerikan endüstri ilişkilerine Batı Avrupa'dan daha yakındır. Buna karşın İskandinav ülkeleri, Belçika, Almanya ve Hollanda'da, endüstri ilişkilerinin "korporatizm”in değişik biçimlerine dayandığı gözükmektedir. Bu, işçi sendikalarının veya işverenlerin çıkarlarına doğru yönelebilmekte veya büyük oranda benimsenmiş olan sosyal ortaklık değerlerinde kökleşebilmektedir. Son olarak, diğer grup ülkeler sendikalarla işverenler arasında sınırlı pazarlığın olduğu ve işgücünün siyasi olarak izole edildiği ülkeler olarak tanımlanabilir. Örneğin, Fransa'da siyasi yarış sisteminde, istihdamın düzenlenmesinde devlet müdahalesi çok yoğun olmaktadır. Bu kategorilerin hiçbiri, hiçbir ülkede savaş sonrası sistemi yeterince tanımlamadığı gibi son yirmi yıl içerisindeki önemli değişiklikleri de içermemektedir. Ancak, endüstri ilişkileri sistemlerinde değişimin sürecini ve yönünü anlamaya çalışmada başlangıç noktası sağlamaktadır.

Son olarak, son on yıl içerisinde AB'de ki önemli gelişmelerin etkisini dikkate almalıyız. Tek Pazar , Maastricht Anlaşmasının eki olan Sosyal Politika Sözleşmesi ve ekonomik ve parasal birlik planları Avrupa endüstri ilişkileri sistemlerinde büyük bir yakınlaşmaya doğru baskıları arttırmış mıdır? Başlangıçta ilk olarak işaret etmeliyiz ki, 1957 yılı Roma Antlaşması ilk "Ortak Pazar” da, sosyal ve işgücü piyasası konuları büyük oranda dışarıda bırakılmıştı. Üstelik, 1970'lerde işçi katılımı ile ilgili direktiflerde dahil "daha fazla harmonizasyon’ istekli sosyal politika programı terk edilmiştir. Bu başarısızlık, sadece İngiliz hükümetinin çok sık uyguladığı vetodan değil, işverenlerin ve birkaç üye devlet hükümetlerinin endüstri ilişkileri politikası üzerinde karar verme yetkisini kaybetme hakkındaki yaygın isteksizliğinden kaynaklanmıştır. 1980'lerin başındaki durgunluktan sonra, üye devletlerin politikalarında kuralsızlaşmaya doğru genel bir kayış olmuştur. Ancak, 1980'lerin sonlarında tek pazar programının sonucu olarak Avrupa düzeyinde ulus ötesi sosyal

düzenleme olasılığı yeniden gündeme gelmiştir. Adaletli rekabet ile ilgili olarak daha aktif AB sosyal politikası bazı işverenlerce desteklenmiştir. Temel sosyal standartlar zemini, bir "hareket alanı" yaratmak ve "sosyal damping", yani AB içerisinde düşük işçilik maliyetlerinin sömürülmesine dayalı yatırım kararları tehlikesini en aza indirmek için gerekli olmuştur. Belki de daha ikna edici tartışma, eğer işçiler tek pazardan kaynaklanan ekonomik yeniden yapılanmanın olumsuz etkilerinden korunmasaydı, saygın sosyal ve siyasi çekişmeler karşısında proje için gerekli olan destek çökecekti. Her halükârda, sosyal politika sözleşmesini kapsayan Maastricht Anlaşması, çekince konusunda uzlaşan Britanya dışında tüm üye devletler tarafından imzalanmıştır.71

Son birkaç yıl boyunca çok az sosyal politika teklifi onaylanmış ve uygulanmıştır. Çalışma saati ve Avrupa çalışma konseyleri hakkında iki önemli direktif yasalaşmış ve "sosyal diyalog" uygulamaları içerisinde sosyal taraflar (yani, ETUC ve UNICE) babalık izni hakkında uygulanamayan bir anlaşmaya varmışlardır. Bu girişimler çok ilginçtir fakat, 1980'lerin sonlarında birçok işçi sendikasının ve Jacgues Delors'un hedeflerinin çok gerisine düşen ayrıntılı programın ılımlılığını gizleyememektedir.

Bunun niçin olduğunu anlamak kolaydır. 1990'lar boyunca üye devlet hükümetlerini, Almanya'nın birleşmesinin sonuçları ve ekonomik ve parasal birlik için ülkelerin birbirlerine yakınlaşma kriterini gerçekleşme taahhüdü düşündürmüştür. Bu iki gelişmenin ekonomik etkileri birbirine karışmıştır. Almanya'nın birleşmesinin ulusal maliyetleri, Alman ekonomisinin önemli konumu ve Bundesbank'ın faiz oranı politikaları nedeniyle, tüm Batı Avrupa ülkelerinde durgunluk yaratmıştır. Düşük ekonomik büyüme oranları ve yüksek düzeylerde işsizliğin artan maliyetleri, özellikle Fransa ve Almanya'da, ekonomik ve parasal birliğin bütçe açığı ve ulusal borç uyum kriterlerini gerçekleştirmeyi çok daha zorlaştırmıştır. Bu nedenle, tüm Batı Avrupa'da hükümetler "monetarist" politikaları düşünmeye başlamışlardır. Gerçekten, birçok hükümet aktif olarak ücret maliyetlerini düşürücü, işgücü ve mal piyasalarını kuralsızlaştırıcı, işyeri esnekliğini arttırıcı ve sosyal yardımları zayıflatıcı politikaları izlemektedir.72

71 David Winchester, a.g.e. s. 34.

Sonuç olarak, AB'nin ulus ötesi sosyal düzenlemesinin Batı Avrupa'da Endüstri ilişkileri sistemlerinin farklılıklarını önemli biçimde azaltacağı olası gözükmemektedir. Eğer, ekonomik bütünleşmenin artan hızı devam ederse ve ekonomik ve parasal birlik içerisinde pekişirse, sonuçlar her ne kadar kolaylıkla tahmin edilmese de, çok büyük olmalıdır. Temel etki, çok uluslu şirketlerin politikaları ve onların işyeri düzeyinde endüstri ilişkileri üzerinde olası etkisi hakkında olmalıdır. Çokuluslu şirketler farklı Avrupa ülkelerinde ücret maliyetlerini ve çalışma koşullarını mecburen karşılaştırarak, halen uyguladıkları "gelecek yatırımın yeri üzerine pazarlık" faaliyetini muhtemelen yoğunlaştıracaklardır. Daha başarılı sosyal piyasa ekonomilerinde, imalat endüstrilerinde istihdam koşullarının ve yardımların erozyonu yoluyla kısmen yakınlaşma sağlanabilir. Birçoğu için bu sosyal Avrupa'da endüstri ilişkilerinin geleceği ile ilgili olarak oldukça kötümser bir sonuçtur.