• Sonuç bulunamadı

SOSYAL DİYALOG KAVRAM

1.3. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE SOSYAL DİYALOĞUN ÖNEMİ

1.3.2. Küreselleşmenin Üretim Üzerindeki Etkiler

Küreselleşmenin üretim üzerinde etkilerini şu başlıklar altında incelemek gerekmektedir.

a. Üretim istihdam ilişkileri b. Üretim hammadde ilişkisi c. Üretim para ilişkisi d. Üretim ticaret ilişkisi e. Rekabet olgusu

a. Üretim İstihdam İlişkileri

Küreselleşme süreciyle birlikte istihdam yapısında önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Yaşanan bu değişim özellikle gelişmiş ülkelerde sanayi sektöründeki istihdamın gerilemesi, buna karşılık hizmetler sektöründeki istihdamın artması ile biçimlenmektedir. Bu anlamda, işgücü piyasasında oluşan bu değişim işgücü piyasasında nitelikli işgücüne olan talebin artması ile sonuçlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde nitelik düzeyi yüksek işgücüne talep hızla artarken nitelik düzeyi düşük olan işgücüne talep de düşmektedir.64

Son 20 - 25 yılda yaşanan gelişmelere paralel olarak günümüzde, üretimdeki artışların, aynı ölçüde istihdam yaratmadığı görülmektedir. Ayrıca; üretimin temeli olan klasik "fabrika sistemi" de değişmektedir. Üretim – istihdam arasındaki ilişkiler “çekirdek işgücü” ve “çevre işgücü” bağlamında yepyeni ilişkiler bütünü oluşturmaktadır. "Çekirdek işgücü", tam zaman çalışan, sürekli statüye sahip, kurumun birikim yeteneğini koruması ve uzun dönemli geleceğini güven altına almasında "kritik önemi" olan kadrolardır.

Çekirdek işgücünün, işyerlerinde konumları giderek farklılaşmaktadır. Bu kadrolar yüksek düzeyde iş güvencesine sahiptir, kariyer geliştirme fırsatları vardır, beceri düzeyleri yüksektir. Bu kadrolar kendi içinde değişmelere uyum yeteneği, coğrafi akışkanlığa yatkınlıkları ile de esnek bir yapıdadır.

64 Hasan Ejder Temiz, Küreselleşmenin Sosyal Boyutları ve Türkiye Açısından Etkileri, Genel-İş

"Çevre işgücü" diye nitelenen grup ise iki farklı yapıdadır. Birincil çevre grup; büro işçileri, sekreterlik ve rutin işleri yapan beden işçileri, ikincil çevre grupta da kısa dönemli iş akitleri ile çalışanlar, kamunun destek sağladığı stajyerler, geciktirilmiş işe almalar, iş bölüşme ve yarım zamanlı çalışma yapanlar yer alır.

Çekirdek işgücü ve çevre işgücü olgusu, üretim - istihdam arasındaki ilişkilerin değişmekte olduğunu gösterir. Bu değişmelerin olası etkilerini öngörmeden, gerekli önlemleri almadan insan ve sermaye kaynağını üretim sürecinde etkin kullanmak, zenginlik üreterek toplumun hayatını kolaylaştırmak mümkün değildir. O nedenle endüstri ilişkilerini yönetenlerin, ilişkilerdeki dönüşümü yakından gözlemeleri, birey ile toplum dengesini kurarken, dünya geneli ile ülkenin gelişmesi arasındaki dengeyi kurmaya da özen göstermeleri gerekir.

Bu bakış çerçevesi içinde diğer önemli bir husus ise, istihdam sorunlarına sağlıklı çözümler üretilmesidir. Türkiye, bilindiği gibi özellikle 1950'lerden sonra hızla gelişen emek arzı ve emek talebi arasındaki dengesizlikler yüzünden, sürekli "emek arzı fazlalığı" veren bir ülke haline gelmiştir. Bu dengesizlikler Batı'dan farklı olarak ülkemizde istihdam içinde şekiller almak suretiyle kendini açık işsizlikten ziyade, düşük gelir, fakirlik, çalıştığı halde asgari gelirden yoksun ve ülkenin ulusal gelirine katkı yapmayan yapay istihdam biçimleri şeklinde kendini ortaya koymuştur.

Esas itibariyle, %2'leri aşan nüfus artışı karşısında mevcut sanayileşme politikaları ve gelişme hızları dikkate alınacak olursa, Türkiye'nin daha uzun yıllar işsizlik sorunlarının baskısı altında kalacağına hiç kuşku yoktur. Nüfusun net artış oranlarının bütün kentleşme, gelir artışı ve eğitimdeki gelişmelere rağmen nispi yüksekliğini koruması, artan iç ve dış borçlar, yurt dışına göç olanaklarının hemen hemen tamamen ortadan kalkması ve yüksek düzeyde devam eden enflasyon, geleceğe bağlı istihdam ümitlerini büyük ölçüde zayıflatmaktadır.65

Bu ekonomik ve sosyal faktörler ağı içinde gelişen ve önemi hızla artan istihdam sorunları karşısında, karşımıza çağdaş ve kurtarıcı bir çözüm modeli olarak ihracat ve küçük işyerleri çıkmaktadır. Gerçekten burada özellikle ihracata yönelik

yapılar içinde dünya pazarlarının koşullarına uygun üretim yapan, rekabet kabiliyeti olan, yeniliklere açık bir küçük ve orta ölçekli işletmeler politikası söz konusudur.

Bu nitelikteki bir küçük sanayi, hem mevcut büyük sanayiinin en büyük müşterisi, hem de en büyük destekleyicisi ve bütünleyicisi olacaktır. Böyle bir yapının istihdamla ilgili özelliklerinden dolayı hem mevcut istihdam düzeyini artıracağı, hem de imalat sanayiinde, özellikle hizmet sektörlerinde sürekli, net ilave yeni işler yaratacağı açıktır.

Çağdaş dünyadaki gelişmelere Türkiye'nin sağlıklı bir biçimde ayak uydurabilmesi için kestirmeden gitmeyi olanak dahiline sokan yeni bir şans da doğmuştur. Bu da ihracata yönelik, rekabet kabiliyeti olan sanayilerin teşvikidir.

Herhalde günümüz Türkiye'sindeki küçük işletme-istihdam ilişkilerini geçmişte denenmiş, hantal, dağınık, üretken istihdam yaratmayan ve kaynak israf eden politikalardan kurtarıp, çağdaş gelişme ve sanayileşme stratejileriyle uyumlu bir bütünlük içine oturtmak gerekli bulunmaktadır. Günümüzde küçük işyerleri bir yandan ekonomik gelişmeye ve üretim artışına yaptığı katkılar, diğer yandan ekonomiye yaptığı yıllık net istihdam artışları yoluyla çağdaş büyüme hedeflerine uygun en önemli amaçları gerçekleştiren kuruluşlar olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.66

Özellikle Japonya, Pasifik ülkeleri ve kısmen ABD'nin değişen dünya şartlarına Avrupa ülkelerine nazaran daha hızlı uyum göstermesini büyük ölçüde küçük işletmelerin varlığına bağlayan görüşler gittikçe yoğunlaşmaktadır.

Kaldı ki "emek arzı fazlalığı" toplam işgücünün hemen hemen %20'sinin üzerine çıkan Türkiye gibi gelişme halindeki ülkelerde küçük işletmelere yönelik politikalar, hem iktisadi hedeflere ulaşmada, hem de yüksek oranda istihdam yaratmada gözden uzak tutulamayacak stratejik bir faktör rolü oynamaktadır. Bu niteliklerinden dolayı küçük işletmelerin teşviki, gelişme politikaları açısından gerçekten, "adeta bir taşla iki kuşu birden vurmak" anlamına gelmektedir.

Türkiye’de ciddi sorunlardan biri de “yeterince istihdam yaratılamaması”.

Ülkemizin mevcut potansiyelini geliştirmek ve ileriye gitmek için her yıl yeni 750 bin istihdam yaratması gerekiyor.

Ekonomik krizler ile tarım ağırlıklı bir ekonomiden sanayi ve hizmet ağırlıklı bir ekonomiye geçişin yarattığı sancılar nedeniyle bu anlamda etkin adımlar atılamadığı bir gerçek.

Yıllık ortalama yüzde 2.5 civarında artan tarım dışı arz yapılan hesaplamalara göre, gelecek 10 yılda yüzde 4.1’e yükselecek.

Yıllık 5 büyüme oranı göz önüne alındığında da 2010 yılına kadar işgücüne yeni 6 milyon kişinin ekleneceği sonucu ortaya çıkıyor.

Bu tablo bir kez daha, Türk ekonomisinin sağlıklı bir büyüme gerçekleştirmesi için hem AB standartlarına uyumda, hem de sosyal diyalogu geliştirerek çatışmasız bir çalışma ortamı yaratmada etkin olması gerekliliğini ve önemini gözler önüne seriyor.67

b. Üretim hammadde ilişkisi

Petrol dışında, bilinen bütün geleneksel hammaddelerin tüketimi göreceli azalırken, onların yerini yeni malzemeler almaktadır.. Rekabet üstünlüğü yaratmak, zenginlik üretimini sağlamak açısından, geleneksel hammaddelerin önemi azalırken, yer altı zenginliklerine dayalı uluslararası ilişkilerde de değişme olmaktadır. Ne uluslararası ilişkilerde, ne de şirketler arası ilişkilerde hammaddelere sahip olmak, çok önemli bir avantaj olarak değerlendirilmemektedir.

c. Üretim para ilişkisi

Fordist birikimin egemen olduğu dönemlerde, reel üretim ile para arasında belli bir ilişki kurulurken, sermayenin uluslararası bağlantısı nedeniyle reel üretimle ilişkisi tamamen değişti. Dünya borsalarında dolaşan ve günlük işlem gören para, üretimi kat kat aştı. Ortaya bir simge ekonomisi çıktı.

Nitekim 1999 yılı Nobel Ekonomi ödülü sahibi Columbia Üniversitesi Profesörü Robert A. Mundell, yaptığı çalışmalarda sermaye hareketinin serbest olduğu ekonomilerde, sabit ya da değişken kur sistemi altında, para ve maliye politikalarının istihdam ve fiyat istikrarı üzerindeki etkilerinin büyük olduğunu göstermiştir. Öne sürdüğü düşüncelerle uluslararası makro ekonominin temellerini atan Mundell, “EURO” fikrinin de yaratıcılarından biri olarak Avrupa Birliği’ndeki çalışma ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı.

d. Üretim ticaret ilişkisi

Zenginlik yaratmanın üç temel boyutu vardır: • Bilgiye sahip olmak.

• Bilgiyi üretime dönüştürmek.

• Üretilen mal ve hizmeti ticari alanda değerlendirmek

Bu üç alanda dengeyi daha etkin kuran, zenginlik üretiminde öne geçmektedir. Esnek birikim dönemi diye adlandırılan günümüz koşullarında, özellikle internetin sağladığı elektronik ticaret, klasik ticaret döneminde değer katmayan aracıları tasfiye eden bir yapı oluşturuyor.

Bu temel dönüşümler olurken, sistemin yarattığı sonuçların olumsuz yanları da ön plana çıkıyor. Hareket yeteneği daha yüksek olan sermayenin daha yüksek pay alması, işgücü payının görece geri kalması, finans sermayesinin sanayi sermayesine göre daha kârlı sonuçlar yaratması, çok uluslu şirketlerin “transfer fiyatlama esnekliği”, yatırım kararı aldıklarında baskı yapabilmeleri, merkezi ekonomilerin çevre ekonomilerine göre daha avantajlı olmaları sonucunu yaratıyor.

Bu durum, iş örgütlenmesinin, endüstri-devlet ilişkilerinin ve devletlerarası ilişkilerin geleneksel yapısını değiştiriyor.

Rakiplerin amacı, piyasalarda rekabeti korumak olmayıp, hakimiyeti sağlamak olunca, monopol ve oligapol eğilimlerin düzenlenmesi gerekiyor. Denge ihtiyacı yeni uluslararası kurumları gündeme getiriyor. Bütün bunların sonucunda da yeni bir küresel hukuk sistemi doğuyor.

e. Rekabet olgusu

Rekabet kavramı iki farklı tanım temel alınarak açıklanabilir. Birincisine göre, talebin ve teknolojinin özellikleriyle belirlenen siparişe etkin biçimde uyum sağlayabilmek için pazarın; güncel biçimlerin, üretim yapılarını ve organizasyon modellerini tahsis etme durumudur. Bu anlamda, rekabet müdahale koşullarını ve rakibin davranışlarını gözönünde tutan aktörler arasındaki etkileşim bütününü anlatmaktadır.

Buna karşılık ikincisine göre; ekonomik aktörlerin sahip oldukları bilgi ve donanımlar bakımından aralarında varolan uyumsuzluklarla belirginleşen aktif bir rol oynama sürecidir. Bu süreçte, ekonomik aktörler stratejik eylemleriyle kendi yararına rakibin tercihini etkiler. Güncel ya da potansiyel rakiplerinin etkinliklerini ve tepkilerini engellemek ya da azaltmak için maddi ya da psikolojik olarak donanımlıdır. Vazgeçilemez ya da bu anlama gelebilen kendine özgü vaatlerle pazardaki beklentileri inandırıcı biçimde değiştirmektedir. Bu anlamda, sanayi yapılarının görünümü ve işletme organizasyonunun biçimleri salt pazara girildiği andaki koşulların ve oyunun önceden belirlenmiş kurallarının değil, aynı zamanda kesin olarak kararlaştırılmış stratejilerin de bir sonucudur.

Rekabet ancak gerekli koşulların varlığı durumunda gerçekleşmektedir. Rekabet, piyasa ekonomisinin işlerliğini sağlayan araç durumunda bir süreç olduğu için, rekabetin önkoşullarının ve fonksiyonel işlerliğinin bulunmadığı bir ekonomide, piyasalar ve ekonomik sistemin kendisi de fonksiyonel işlerlikten yoksun olmaktadır. Piyasa ekonomisinde rekabetin önkoşullarını üç ana grupta toplamak mümkündür. Bunlar:

• Rekabet düzenini oluşturan şekli-yasal düzenlemeler, • Rekabetin işlerliğini sağlayan motivasyon ve uyarı unsurları, • Rekabete uygun politikaların bulunmasıdır. 68

Rekabet koşulları, klasik anlamda, arz ve talep yasası ile fiyat mekanizmasına bağlıdır. Ne var ki, günümüzde ekonomik faaliyet koşulları, en

68 Canan Erkan, Küreselleşme ve Avrupa Topluluğu Karşısında Türkiye’nin Rekabet Yeteneği, TAKAV

nitelikli mallara ilişkin talep değişimi, sermaye ve ürün piyasalarındaki karmaşıklık, bilgi teknolojilerine dayalı tekniklerle rekabetin niteliğini de değiştirerek gelişmektedir. Yeni süreçler sayesinde maliyetler azalmıştır. Aynı zamanda yeni ürünler geliştirmek de giderek önemli hale gelmiştir.

Bundan böyle, maliyet fiyatı, rekabetin tek ya da temel koşulu olmaktan çıkmıştır. Bu durumda üretim sisteminin dikey bütünleşmesine, işletmede iş bölümünün değişmezliğine, yönetim hiyerarşisine, kararlarla tercihin merkezileşmesine ve yönetsel anlamda resmi prosedürlere dayanan fordist tipte yığın üretim güncel rekabetin gereklerine yanıt vermemektedir. Bu anlamda endüstriyel yeniden yapılanma bir zorunluluk haline gelmiştir.

Günümüzde giderek ivme kazanan rekabet ortamı toplumsal bakımdan olumlu olduğu kadar, olumsuz etkileri de beraberinde getirmektedir. Nitekim, bir yandan, zenginliklerin yaratılmasına, yeniden değerlendirilmesine, dağıtılmasına ve tüketilmesine, diğer yandan, istikrarsızlığa, güvensizliğe ve yıkıcı çatışmaya da yol açabilmektedir.

Bu anlamda, rekabet düzeylerinin her birinde, yani işletmeler, uluslar, bölgesel gruplar ve sosyo-kültürel sistemler arasında çeşitli işbirliği biçimlerinin uygulamaya konulması önem taşımaktadır.

Ulusal ve uluslararası rekabet konularında en tanınmış araştırmacılardan olan Michael Porter’e göre, rekabet avantajlarını ülkeler değil firmalar yaratır. Bu nedenle firmaların rekabetçi stratejileri önemlidir. Bununla birlikte rekabet avantajlarının yaratılmasında firmanın kurulduğu ana ülkenin rolü çok önemlidir. Hatta ana nedenlerden birisidir. Bu yüzden Porter geliştirdiği teorisinde, firma davranışları ile ulusal avantajlar teorisinin bir sentezini gerçekleştirmektedir. Porter, bir ülkenin firmalarının rekabetçi olmasında, iktisatçı ve politikacılar kadar yöneticileri de sorumlu görmektedir. Bir ülkenin uluslar arası düzeyde rekabetçi olması, belli bir rekabet üstünlüğü yaratmasına ve bu rekabet üstünlüğünü korumasına bağlıdır. Bunun sağlanmasında, ülke kadar firmalara da görev düşmektedir. Çünkü bugünün

küresel rekabetinde, sadece belli ülkelerin, belli firmaları rekabet üstünlüğüne sahiptirler ve bunu koruyup geliştirmektedirler. 69

Teknolojik gelişmelerin uyardığı küreselleşmeye rengini veren rekabet olgusunun altındaki gerçek ise, Asya endüstrilerinin yükselişi karşısında, Batı kapitalizminin güç kaybına uğramasıdır. Dünya Ekonomik Forumu'nun 1996 yılında yayınladığı Global Rekabet Raporu, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin rekabet gücünün az olmamakla birlikte, Asya Pasifik ülkelerine göre daha düşük olduğunu gösteriyor. Aynı rapora göre, toplam sayılar bakımından değil, ama rekabet edebilirlik açısından güç dengesinin ABD'den Pasifik’e doğru kayma eğilimi içinde olduğu görülmektedir. Rekabet şartlarında yaşanan bütün bu gelişmeler, istihdam şartlarının değişmesi; bu değişime uygun yeni üretim teknikleri ile çalışma türlerinin ortaya çıkması ve bunların hukuk kuralları tarafından düzenlenmesi ihtiyacını doğurmaktadır.

Bir genelleme yapılamayacak olmasına rağmen, yukarıda belirtilen alanlarda ortaya çıkan ve endüstri ilişkilerinde genel olarak herkesçe kabul gören yenilikler ise;

• Hantal işletmelerin yavaş yavaş tarihe karışması, oynak piyasanın ve çeşitlenen tüketici tercihlerinin taleplerini karşılayacak; rekabetin gerektirdiği ucuz ve kaliteli üretimi yapabilecek esneklikte, yalın, tam zamanında, hızlı ve verimli çalışan küçük ve orta boy işletmelerin önem kazanması,

• Hizmetler sektörünün sanayi sektörü karşısında öncelik almaya başlaması,

• Vasıfsız ya da yarı vasıflı işgücünün yerini vasıflı, sadece söyleneni değil, söylenmeyeni de yapan yaratıcı işçi tipinin alması

• İşgücünün yapısındaki bu değişimin bir sonucu olarak sendikaların üye kaybına uğramaları,

• Toplu iş sözleşmesinin işyeri düzeyine kayması,

• İşletmelerin rekabet güçlerini koruyabilmek için, işgücü maliyetlerini düşürmelerine karşı çıkmayacak daha uzlaşmacı bir sendikacılık,

• Kalite çemberleri veya işçi-işveren işbirliği gibi araçlarla daha şeffaf ve özerk bir yönetim,

69 Canan Erkan, Küreselleşme ve Avrupa Topluluğu Karşısında Türkiye’nin Rekabet Yeteneği, TAKAV

• Tele çalışma, evde çalışma, kısmi süreli çalışma, iş paylaşımı, belirli süreli sözleşmelerle çalışma, alt işverenlik gibi yeni istihdam türleri, • İş sürelerinin esnekleştirilmesi yoluyla, talebe göre üretimi sağlayan bir iş

düzeni,

• Böyle bir düzende, doğal olarak bireyin ön plana çıktığı, ferdi iş hukukuna doğru bir kayış,

olarak sayılabilir.