• Sonuç bulunamadı

1.1. Küreselleşme

1.1.2. Küreselleşme Süreci

1.1.2.1. Küreselleşme Sürecinin Tarihsel Gelişimi

Küreselleşmenin tanımlanması konusunda fikir birliği sağlanamadığı gibi, tarihsel kökenleri konusunda da henüz tam bir birlik bulunmamaktadır. Küreselleşmenin tarihin başlangıcından beri var olduğunu düşünenlerin yanı sıra, küreselleşmenin modernleşme ve kapitalizm ile yaşıt olduğu ve son yıllarda ortaya çıkan yeni bir olgu olduğunu düşünenler de bulunmaktadır50. Örneğin Ay, Adam Smith tarafından 18. yüzyılın sonlarında ortaya konulan, ticaret ve emeğin sınır ötesi hareketleriyle ülkeler arasındaki ilişkilerin artarak, dünya genelinde uluslararası bir topluluk olacağı düşüncesinin küreselleşme fikrinin temeli olduğunu ifade etmektedir51. Aktel’e göre ise küreselleşme, insanların göç etmesi, ticaret kervanlarının oluşturulması, binek hayvanların evcilleştirilmesi, büyük pazarların kurulması, ipek yolu ve deniz yollarının kullanılarak yeni yerlerin keşfedilmesi kadar eskiye dayanmaktadır52.

Küreselleşmeyi evreler halinde inceleyen yazarlar da mevcuttur. Örneğin Yeldan, süreci 1870-1914 ve 1970-sonrası olmak üzere iki evreye ayırarak incelemektedir. 18. yüzyıl sanayi devriminin teknolojik gelişmelerine dayandırdığı ilk evrenin temel özelliği, para piyasalarında ve ticari ilişkilerde altın standardının

49

Rugman, a.g.e., s.17.

50

H. Ömer Köse, “Küreselleşme Sürecinde Devletin Yapısal ve İşlevsel Dönüşümü”, Sayıştay

Dergisi, Sayı:49, Nisan-Haziran, 2003, s.7.

51 İsmail Cem Ay, “Küreselleşme Sürecinde Bölgeselleşme Eğilimlerinin Dinamikleri”, Küreselleşme-İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, Alkan Soyak (Der.), Om Yayınevi,

1.B., İstanbul, 2002, s.53.

52 Mehmet Aktel, “Küreselleşme Süreci ve Etki Alanları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:6, Sayı:2, 2001, s.195.

norm kabul edilmiş olmasıdır. Artan uluslararası sermaye akımları iki dönemde de ortak özellik olmasına rağmen, ikinci evre sürecinde ulusal paraların değişim değerlerinin altın ya da benzeri bir mala sabitlenmemiş olması nedeni ile ortaya çıkan belirsizlik, ülkeleri hem spekülatif olanaklarla hem de risklerle karşı karşıya bırakmaktadır53. Finansal araçların çeşitliliği de bu iki evreyi birbirinden ayıran bir başka özelliktir.

Baldwin ve Martin de küreselleşmeyi iki evre halinde ele alan yazarlar arasındadır. 1820-1914 ve 1960’dan günümüze olarak inceledikleri küreselleşme dalgaları arasında yüzeysel benzerlikler ve önemli farklılıklar olduğunu düşünen Baldwin ve Martin, ticaret, yabancı yatırımlar, sermaye akımları, sanayileşme gibi birçok konuyu ele alarak, iki dalga arasındaki farklılıkları ortaya koymuşlardır. İlk dönemde daha çok uzun vadeli olan sermaye akımlarının, ikinci dönemde ileri bilgi teknolojileri ve bilginin paylaşımı ile çok büyük boyutlara ulaştığı ve kısa vadeli hale geldiğini düşünen yazarlar, ayrıca ilk dönemde Güney-Kuzey arasında gerçekleşen doğrudan yabancı yatırımların, günümüzde aynı uluslar arasında gerçekleşir hale geldiği görüşündedirler. Ticaretin yapısının değişerek, ölçek ekonomilerinden kaynaklanan endüstri-içi ticaretin yoğunluk kazanması ve aynı uluslar arasında gerçekleşmesi de Baldwin ve Martin’in iki dalga arasında ortaya koydukları farklılıklar arasındadır54.

Oran ise, küreselleşmenin kökenlerini Yeldan’ın ele aldığı tarihten daha eski tarihlere dayandırmaktadır. Kapitalizmle paralel düşündüğü küreselleşmenin üç ayrı tarihte üç ayrı kez ortaya çıktığını ifade etmektedir. İlki 15. yüzyılda merkantilist politikaların bir sonucu olarak deniz aşırı yerlerin keşfi ve bu yerlerin sömürgeleştirilmesi ile başlamaktadır. Başka bir deyişle, sömürgeleşme, küreselleşme sürecinin dünyayı ekonomik anlamda birleştirmeye çalıştığı ilk evredir. Küreselleşmenin ikinci kez ortaya çıkış tarihi İkinci Sanayi Devrimi’nin başladığı 1890, üçüncüsü ise İletişim Devrimi’nin başladığı 1990’dır55.

53 Yeldan, Küreselleşme Sürecinde…, s.14-20. 54

Richard E. Baldwin ve Philippe Martin, “Two Waves of Globalisation: Superficial Similarities, Fundamental Differences”, NBER Working Paper, No: 6904, January-1999, s.29, http://www.nber.org/papers/w6904, 11.06.2007.

55

Kazgan da Oran’a benzer şekilde ele aldığı küreselleşme sürecini üç basamak altında incelemektedir. İlk basamak, yani küreselleşmenin başlangıcının uzandığı yer, Rönesans’taki coğrafi keşiflerle dünyanın her yerinin tanınmasıdır. İkinci basamağı, buhar makinesinin 18. yüzyıl sonunda İngiltere’de sanayide uygulanması ve kol gücünün ikamesiyle başlayan Birinci Sanayi Devrimi’nden; üçüncü basamağı ise, 19. yüzyılın sonu - 20. yüzyılın başında, temelde içten patlamalı motorların icadı ve sanayiye uygulanmasından güç alan ve ulaştırma-haberleşmede devrimci gelişmelerle ilerlemiş olan İkinci Sanayi Devrimi’nden geçmektedir56. Kazgan, 1980’lerden itibaren yaşanan süreci ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) temelli, yani tek merkezli bir dünya sisteminde yeni ekonomik düzen olarak adlandırmaktadır.

İkinci küreselleşme evresinin, tüm dünyayı ilgilendirmesi ve yaygınlığı açısından, önceki küresel benzeri yapılardan ayrıldığını düşünen Yılmaz ise küreselleşme sürecini iki ayrı dönem olarak görmekte ve bu konudaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedir57: “İlk küreselleşme dalgası Sanayi Devrimi’ndeki yeni teknolojik gelişmelerle İngiltere’nin dünya atölyesi haline gelmesiyle başlamıştır. Bugünkü küreselleşme ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çökmesi ve Avrupa’nın yerine Amerika’nın geçmesiyle şekillenmektedir”.

Küreselleşme ülkelerarası karşılıklı bağımlılığın artması şeklinde tanımlandığında, küreselleşmenin yeni yerlerin keşfedilmesi ile başladığı söylenebilir. Teknolojik ilerlemeler, bilginin küreselleşmesi, sınırsız sermaye akımları da tanıma eklendiğinde, küreselleşmenin başlangıcı 18. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Tüm bu görüşler, küreselleşmenin kökenlerine yönelik kesin bir zaman diliminin başlangıç kabul edilemeyeceğini göstermektedir.

Kapitalizmin tarihi ile küreselleşme tarihi özdeş kabul edildiğinde, küreselleşmenin merkantilist döneme kadar uzandığı düşünülmektedir. 16. yüzyılın hakim politikası olan ve etkilerini 17. ve 18. yüzyıl boyunca da sürdüren merkantilizmin temelinde yatan düşünce, devletin gücünün (para birimi olarak) kıymetli madenlere dayandığı ve bu servetin elde edilebilmesinin ise dış ticaretten

56

Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Ulus-Devlet - Yeni Ekonomik Düzen, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 4.B., İstanbul, Haziran-2005, s.7-10.

57 Aytekin Yılmaz, İkinci Küreselleşme Dalgası – Kavram, Süreç ve Sorunlar, Vadi Yayınları,

elde edilen fazla ile sağlanılabileceğiydi. Devletin gücünü bu şekilde elde etmesi tüccarların faaliyetlerine bağlı olmakta ve ticari kapitalizmin gelişmesini sağlamaktadır. Kazgan bu oluşumu şu ifadelerle açıklamaktadır58: “Devletin kudretinin kaynağı olan servet, özel ayrıcalıklarla donatılmış tüccarların ve üreticilerin serveti demektir. Tüccarlarla devlet çıkarlarının özdeş sayılma nedeni ise açıktır: Tüccarların karlı deniz aşırı faaliyetlerden yararlanabilmesi güçlü merkezi bir devleti, güçlü bir orduyu gerektirir. Devletin kudretini sağlayan denizaşırı ticaret, ordu için silah yapımı gibi iktisadi faaliyetler ise tüccarların elindedir”.

Kazgan, Sir Josiah Child’ın sömürge ekonomilerinden ucuz işgücü sağlanabileceği yönündeki görüşlerinin ise sınai kapitalizme geçişin bir göstergesi olduğuna işaret etmektedir. 17. yüzyıl sonuna doğru dış ticaret politikası, devletin gücünü sağlaması için bir araç olmaktan uzaklaşmış, bunun yerini yeni iş ve istihdam yaratılması ve yeni sanayilerin gelişmesi almıştır. Başka bir ifade ile, kıymetli madenlerin önemi azalmakta, bunun yerini servetin kaynağı olarak yerli sanayi almaktadır. Bu, ticari kapitalizmden sınai kapitalizme geçişte bir adımdır59. Sınai kapitalizminin ortaya çıkması, merkantilizm anlayışının yerine, kapitalist sınıfın öncülüğünde liberal öğretiyi doğurmuştur.

Ticari kapitalizm aşamasında sömürge ekonomilerinden ucuz işgücü ve hammadde elde eden İngiltere için serbest ticaret politikası uygulamak o dönemki dünya hakimiyetini sürdürmesinin önünü açarken, bu şekilde sağlanan sermaye birikimi Sanayi Devrimi’ne zemin hazırlamıştır.

Fransız Devrimi’nin neden olduğu yeni düşünceler ve ulus-devlet kavramının gelişmesine paralel olarak gelişme gösteren kapitalist ekonominin itici gücü olarak İngiliz Sanayi Devrimi’nin kesin bir başlangıç tarihi yoktur. Özellikle dokumacılıkla ilgili olarak yaşanan teknolojik gelişmeler ve James Watt’ın ilk patentini 1769’da aldığı buhar makinesi, 1780-1790 döneminin Sanayi Devrimi’nin başlangıç olarak kabul edilmesinin gerekçeleridir60. Bu buluşların yeterli sermaye birikimiyle buluşması büyük dönüşümlere yol açmıştır. Geri bir tekniğe ve kol gücüne dayanan manifaktür üretim yerini büyük fabrikalara bırakmıştır. Teknolojik gelişmelerin

58

Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce – veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, 7.B., İstanbul, Ocak-1997, s.38.

59 Kazgan, İktisadi Düşünce…, s.37. 60

İngiltere’den diğer Avrupa ülkelerine yayılması ve yeni pazarlara duyulan ihtiyaç ise rekabet ortamını doğurmuştur.

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, içten patlamalı motorlar icat edilmiş ve bunlar sanayide kullanılmış, ulaştırma-haberleşmede ve mikropların bulunmasıyla kimya-ilaç sanayinde gelişmeler yaşanmış, pervaneli uçaklar, telefon ve radyo icat edilmiştir. Bu akımın Sanayi Devrimi’nden farkı ise, hem bilimsel yeniliklerin yapılmasında hem de bunların sanayide kullanılmasında artık İngiltere’nin tek devlet olmaması ve isteklerini dünyaya dayatacak erke sahip olmamasıdır61. Kimilerine göre ilk, kimilerine göre ikinci küreselleşme dalgası olan ve 1870’de başlayıp 1914’e kadar süren bu dönemde, denizcilik ve tren yolu ulaşımının önemli ölçüde geliştiği, telgrafın icadı ile uzak mesafelerle iletişimin sağlandığı, böylece dış ticaretin arttığı görülmektedir. Özellikle Fransa ve İngiltere, bu dönemde dış ticaret engellerinin azaltılmasına öncülük etmiştir62. İngiltere’nin hakim gücü bu dönemde de etkilerini sürdürmüş ve dünya ekonomisine yön verme konusunda Fransa ile birlikte öncü rolü oynamıştır.

Ticaret ve sermaye akımları konusundaki göstergeler dikkat çekicidir. Bu dönemde dünya üretimi reel bazda yıllık ortalama %2,7 oranında, ihracat ise %3,5 oranında artmıştır. İhracatın dünya üretimi içindeki payı I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde zirveye ulaşmıştır. Bu seviyeye dünya ekonomileri ancak 1970’lerde ulaşabilmişlerdir. Dünya ticaretinde yaşanan bu artışın nedenleri, tarifelerin düşürülmesi, deniz ve demir yolu ulaşımının yaygınlaşması ve ülkeler arasında mal fiyatlarında görülen farklılığın azalması etkili olmuştur63. Bu dönemde ticaret hacmindeki büyümenin yanında sermaye hareketlerinde de artış gözlenmektedir. Bairoch ve Kozul-Wright’ın yorumlarına göre, 1913 yılında doğrudan yabancı yatırım stoku dünya üretiminin %9’una ulaşmıştır. Bu rakam 1990’lı yıllarda aşılamamıştır. Ayrıca bu yazarlar, 1870-1913 döneminde yabancı portfolyo yatırımlarının ticaret, doğrudan yabancı yatırım ve üretimden daha hızlı arttığını, İngiltere’nin 1870-1914 yılları arasında sermaye ihracatının, milli gelirin yıllık

61

Kazgan, Küreselleşme ve Ulus-Devlet…, s.9-10.

62 Aslan, a.g.m., s.8.

63 Coşkun Can Aktan, “Globalleşmenin Tarihsel Gelişimi”,

ortalama %4’üne, dönem sonunda ise %9’una ulaştığını vurgulamaktadırlar64. Dünya dış ticaret hacminin toplam gelire oranı 1870’de %10 iken, dönemin sonunda, 1914 yılında %18’e yükselerek, hemen hemen ikiye katlanmıştır65. Ticaret ve sermaye rakamlarındaki bu artışın asıl nedeni ise altın standardından kaynaklanan istikrardır.

1914-1945 yılları arasında ise, ülkeler içe kapalı politikalar uyguladıkları için küreselleşme kesintiye uğramıştır. I. Dünya Savaşı ile ulusçuluk anlayışı hakim konuma gelmiş, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran ise ülkeleri korumacı politikalara yönlendirmiştir. 1929 yılında yaşanan ekonomik buhrandan sonra ülkeler, üretimlerini artırmak, dış etkenlerden korunmak gibi amaçlarla merkantilist politikalara başvurarak, yüksek tarifeler, kotalar, ithalat yasakları ve döviz kontrolleri yoluyla gümrük duvarlarını yükseltmişler ve dünya ticaretini durma noktasına getirmişlerdir. Bu koruyucu politikalar sonucu, stoklar artmış ve özellikle ABD gibi gelişmiş ülkeler serbest ticaretin yararları üzerinde durmaya başlamışlardır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası küreselleşme söylemlerin kuvvetlenmesi sonucunda, dünyada barışı sürekli kılmak, uluslararası ekonomik işbirliğini gerçekleştirmek, ülkelerin kalkınma çabalarına yardımcı olmak ve asıl önemlisi uluslararası ticareti serbestleştirmek amacıyla, o dönemde yaşanan ekonomik milliyetçilik akımlarına bir tepki ve batıda yaşanan bütünleşmenin bir simgesi olarak, 1944 yılında Bretton Woods Konferansı gerçekleştirilmiştir. En önemli amacı uluslararası ticareti serbestleştirmek olan bu konferansta, küresel ekonominin baş aktörleri olarak bilinen, IMF, günümüzdeki adıyla DB ve Uluslararası Ticaret Örgütü’nün (ITO) kurulamaması sonucu Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) oluşturulmuştur. DB savaştan büyük tahribatlarla çıkan Avrupa ekonomisinin onarımına yardımcı olmakla, IMF ise uluslararası mali sistemin düzenli biçimde işlemesini sağlamakla görevli idi. GATT ise (1995 yılında DTÖ’ye dönüşene kadar) sanayi mallarında küresel ticaretin kurallarını belirlemiş ve bu mallarda büyük ölçüde uluslararası ticareti serbestleştirme amacını gerçekleştirmiştir.

64 Hirst ve Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor…, s.9. 65

David Dollar, “Globalization, Inequality and Poverty Since 1980”, World Bank Development Research Group Report, No: WPS-3333, June-2004, s.5,

http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/IW3P/IB/2004/09/28/000112742_ 20040928090739/Rendered/PDF/wps3333.pdf, 12.07.2007.

Konferans sonucunda küresel kuruluşlar yanında Bretton Woods Parasal Sistemi de oluşturulmuştur. Bu sisteme göre bütün ülkeler paralarını, ABD dolarının değerinin bağlandığı, altın ile ifade edecek ve sadece ödemeler bilançosunda yapısal sorunlar ortaya çıktığı durumlarda devalüasyon yoluna başvurabileceklerdir. Bu şekilde altına ve dolayısıyla da ABD dolarına bağlanan uluslararası para sistemi, küreselleşmeyi ABD’nin yön verdiği bir sistem haline getirmiştir.

1945 yılından sonra yaşanan değişim küreselleşme sürecine farklı bir boyut kazandırmış ve dünya ülkeleri, ABD’nin ya da SSCB’nin liderliğindeki ülkeler olarak ayrılarak iki kutuplu bir sistem yaratılmıştır. SSCB, oluşan bloğun sınırlarını belirlemiş ve batının kapitalist yapısından farklı olarak kendi ekonomik sistemini yaratmıştır. Batıdaki birliktelik ise ABD’nin öncülüğünde şekillenmiştir. ABD’nin ekonomik ve politik liderliğinde, doğrudan yapılan yardımlar, ticaret liberalizasyonu (bir iktisat politikası olarak liberalizasyon, siyasal ve yönetsel mekanizmalar ile ticaret ve finansal piyasalar üzerindeki kontrollerin -kısmen ya da tamamen- kaldırılması ve daha sonrasında bunların uluslararasılaştırılmasıdır66) ve IMF, DB ve GATT tarafından gerçekleştirilen faaliyetler küreselleşmeye ivme kazandırmıştır. Ayrıca Marshall Planı çerçevesinde desteklenen doğrudan yabancı yatırımlar sayesinde doların dünya ekonomisiyle entegrasyonu hızlanmış ve petrol ihracatçısı ülkelerin dış ticarette fazla vermeleri doların dışarıda birikimini hızlandırarak petro- dolarda patlamaya neden olmuştur67.

1970-1980 dönemi, 1980 sonrası küreselleşme sürecine ivme kazandıran gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Petrol ihracatçısı ülkelerin elde ettiği petro- dolarlar içe dönük sanayileşme stratejisi uygulayan ülkelerin finansman ihtiyacının karşılanması için gelişmiş ülkelerdeki finans kuruluşları aracılığı ile azgelişmiş ülkelere aktarılmıştır. Bu durum finans piyasalarının önemini arttırmış ve günümüzde yaşanan küresel dalganın temel belirleyicisi haline gelmiştir. Artan petrol fiyatları ve verimlilik artışının yavaşlaması, sanayileşmiş ülkeleri, sermaye birikimlerinin sürdürülebilmesi için, azgelişmiş ülkelere yöneltmiştir68. Ayrıca yine

66 Ö.Selçuk Emsen, M.Kemal Değer ve Çağatay Karaköy, “Liberalizasyon ve Ekonomik Büyüme

İlişkileri: Göreceli Gelişmiş ve Az Gelişmiş Geçiş Ekonomileri Deneyimleri”, Sosyal Bilimler

Dergisi, Sayı:16, 2006, s.2.

67 Uysal, “Küreselleşme ve…”, ss.304-305. 68

bu dönemde Vietnam Savaşı nedeniyle ABD’nin verdiği iç ve dış açıklar diğer ülkelerde büyük dolar birikimine yol açarken, sürekli altın kaybı Bretton Woods sistemine olan güveni sarsmış ve sistem çökmüştür.

Tüm bu olaylar ABD’nin liderliğinin sarsılmasına neden olurken Kazgan’a göre ABD 1980’lerden itibaren bu durumu tersine çevirmiştir. Kazgan’ın “yeni ekonomik düzen” olarak ifade ettiği bu süreç, 1980’li yılların başında, ABD’nin piyasa ekonomisini kamu müdahalelerinden arındırma görüşü ile başlamış, 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla tek kutuplu dünyanın oluşumu ile ABD’nin önderliğinde yaşanan serbestleşme rüzgarı daha çok hissedilmeye başlanmıştır69. 1980’li yıllarda gelişmekte olan ülkelerin büyüyen dış borç sorunlarını uluslararası finans kurumlarına ve sermaye hareketlerine güvenerek aşma inancında olmaları, bu serbestleşme rüzgarını hızlandırmıştır. Uluslararası sermaye piyasalarındaki liberalizasyon eğilimleri, yabancı sermaye hareketlerinde görülen artış ve sermaye piyasalarının entegrasyonu üretimde globalleşme eğilimlerini arttırmıştır.

DB’ye göre bu dönemi, önceki dönemlerden ayıran üç özel nitelik70; birçok gelişmekte olan ülkenin küresel piyasaya girmiş olması, bazı gelişmekte olan ülkelerde artan fakirlik sorunu, son olarak da sermaye hareketlerinin ve göçlerin önemli boyutlara ulaşmış olmasıdır. 1990’lı yıllarda ise GATT’ın DTÖ’ye dönüşmesi ile benimsenen yeni anlaşmalar çerçevesinde, sadece sanayide değil diğer sektörlerde de liberalizasyon politikaları uygulanmaya başlamış, bunun yanında iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte ülkeler birbirlerine daha bağımlı hale gelmiştir. Dünya ekonomisinde son on yılda yaşanan krizler, küreselleşmenin, etkileşimi ve bağımlılığı arttırdığının ve devam eden bir süreç olduğunun bir göstergesidir.