• Sonuç bulunamadı

Küresel Sanat Sisteminde Merkez ve Periferi İlişkis

Bu kısımda “Ötekiler”e giden süreçte, küresel sanat sistemiyle merkez ve periferi ilişkisi irdelenecektir. Öteki kavramı çerçevesinde merkezin merkez olduğu ya da periferin merkezin dışında kaldığı yaklaşımlar, hangi gerçeklik algısına göre değerlendirilebilmektedir sorusunun cevabı odak noktasında olacaktır.

Diana Crane’in küreselleşmeyle ilgili birbirinden farklı teorik yaklaşımları bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar arasında kültürel emperyalizm teorisi, ağ modeli, alımlama teorisi ve kurumsal model kuramları bulunmaktadır. Her biri merkez ile periferi arasındaki gerginliği ve karşılıklı ilişkilerini değiştirme arzusunu dikkate almaktadır. Crane’e göre kültürü dayatan, coğrafi olarak konumlanmış bir güç merkezi belirli bir bölünmeye dayanmaktadır. Dolayısıyla kültür ve sanatın dünyada homojenleştirilmesine yol açmakta olan bu bölünme, kültürün dayatılması sonucu oluşmaktadır. Bu bağlamda emperyalist model, merkezin periferi üzerindeki bir

38Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Çev.: Emel Abora-Işık Ergüden, Metis Yayınları, İstanbul

avantajı olan haksızlığı öngörür ve hâlâ oldukça geniş çapta kabul görmesine rağmen, küreselleşme karşıtı hareketlerin ortaya çıkmasını da provoke etmektedir39.

Paulina Sztabińska, Contemporary Artist and the Notion of Center and Periphery adlı makalesinde Crane’den yola çıkarak küreselleşme modelleri üzerine bir takım çıkarsamalar yapmaktadır ve bu modelleri üç ana madde etrafında toplamaktadır. Küresel ağ akış kuramı, alımlama modeli ve kurumsal model.

İlk yaklaşım olan Kültürel Ağ Akış Teorisi, küresel kültüre farklı bir merkez ve periferiye sahip olmayan bir ağa veya aslında birden fazla merkeze sahip bir sisteme benzemektedir. Küreselleşmenin etkisiyle bu akımlar tek yönlü olmadığı için, kültürün homojenlik göstermesi değil, melezleşmesi söz konusudur. Yerel ve ulusal kültürlerin seçilmiş unsurları ise diğer kaynaklardan beslenen kültürel eğilimlerle birleştirilmiştir. Kültürel Ağ Akış Teorisi, dünyanın çoğulculuğu ile tutarlıdır, kültürel farklılıkları keşfeder ve tamamen küresel bir kültürün kurulmasına özgü olanakları kullanır. Bu da, küreselleşme kavramı ya da küresel eğilimlerin yerel koşullara adapte edilmesi ile belirlenmektedir.

Crane'in bahsettiği küreselleşmeye ikinci yaklaşım Alımlama Modeli’dir. Bu, alıcıların kültürel iletim sürecine aktif katılımını vurgulamaktadır. Bununla birlikte, Stuart Hall'un belirttiği gibi, "Gönderenin koduna uygun olarak bir mesaj okunabilir, ancak bunun ihlâl edilmesi halinde muhalefet veya müzakere edilen kod olarak da okunabilir".

Crane'in üçüncü yaklaşımı Kurumsal Model’dir. Bu kuramın savunucuları, küreselleşmenin özgürce ortaya çıkmakta olan bir süreç olmadığını, teknolojik gelişmenin bir sonucu olduğunu düşünmektedir. Yeni iletişim biçimleri, küresel kültürün gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır; ancak demonopolizasyon, serbestleşme, özelleştirme, sınır ticaretinin sınırlarının kaldırılması gibi durumlar da

39 Diana Crane, Culture and Globalization. The Theoretical Models and Emerging Trends in Global

Culture, Media Arts, Policy and Globalization, eds. D. Crane, N. Kawashima, K. Kawasaki,

göz önünde bulundurulduğunda siyasi durumun aynı derecede önemli olduğunun altı çizilmektedir40.

Küreselleşmenin farklı kavramları, çağdaş sanatçıların eserlerinde ilginç bir yansıma bulmaktadır. Bazıları merkez ile periferi arasındaki ilişkiyi öncelikle hibridizasyon veya kreolizasyon41 meselesiyle, dolayısıyla tanıdık ve yabancı, sahip olunan ve ödünç alınan, yakın ve uzak olanları ikiye bölen çizgiyi bulanıklaştırmak olarak görmektedir. Bununla birlikte, başkaları, merkezi ile yerel arasındaki çağdaş ilişkinin karmaşıklığını vurgulamaktadır42. Buna göre, Çağdaş Asya sanatının tartışılması, sömürgecilik, sömürge sonrası jeopolitik koşullar ve kültürel emperyalist boyuta sahip küresel kapitalizmin ekonomik gerçekleri tarafından sürdürülen konumsallık, bir merkezin ve çevrenin algılanışı sorunu ile mücadele etmektedir. Bu bağlamda Lloyd, Asya-Pasifik bölgesindeki Bienaller ve Trienaller vasıtasıyla merkez-çevresel modeli merkezileştirmek için belirgin bir hareketin başladığını belirtmektedir43. Lloyd

Reorienting: Japan Rediscovers Asia adlı makalesinde Şangay, Yeni Delhi, Queensland ve Yokohama’nın yanı sıra özellikle Japonya'da 1999'da başlayan

40Paulina Sztabińska, Contemporary Artist And The Notion Of Center And Periphery, Art Inquiry,

Recherches sur les arts, vol. XVI, ISSN 1641-9278, 2014, s. 48

41 creole / creolization: İngilizce’deki “creole” terimi, yerli (indigenous) anlamına gelen Fransızca

créole dolayımıyla, “doğma büyüme oralı” (native) anlamına gelen Portekizce Criolulu (İspanyol criollo’su) kelimesinden türetilmiştir. “Creole”, özgün kullanımı itibariyle, tropikal sömürgede doğup büyümüş, Avrupa kökenli beyaz (adam) demektir. (Nicholas R. Spitzer, Monde Creole: The Cultural

World of French Louisiana Creoles and the Creolization of World Cultures, The Journal of American

Folklore, Vol. 116, No. 459, University of Illinois Press on behalf of American Folklore Society, Creolization, 2003, s. 59)

Philip Baker ve Peter Mühlhäusler'in vurguladığı gibi "creole", onyedinci yüzyılın sonlarından itibaren karışık dillere veya kabul görmüş bir dilin standart olmayan sürümlerine uygulanmaya başlanmıştır. Yirminci yüzyılın ortalarında, dilbilimciler; Avrupalılar ve yerli halklar arasındaki ticareti kolaylaştıran bir dilin geliştiğini ve bu dilin sonraki kuşaklar tarafından adeta bir anadil olarak öğrenildiğini belirtmektedirler. Kreolizasyon, dilbilgisi, fonoloji, sözlük ve söz diziminde creole oluşumunda yer alan dilsel yeniden yapılanmayı ifade etmektedir.

Birçok tarihçi, dilbilimci ve antropolog, creole dillerinin şekillendiği ve creole toplumlarının geliştiği plantasyon köleliğinin sosyal koşullarını anlamak için birtakım araştırmalarda bulunmuşlardır. Bu çalışmalar creolization'ın acımasız toplumsal koşullarına işaret etmektedir. (Charles Stewart,

Creolization:History, Ethnography, Theory, Routledge, 2010, s.3)

Özetle; Creolization konseptinin çeşitli şekillerde açıklamak mümkündür: Birincisi, 20. yüzyılın sonlarındaki akademik çevrelerin, kültür ve küreselleşme bağlamında kavramı odak noktasına almalarıdır. İkincisi, creolization kavramının, günümüz dünyasını oluşturan çeşitli “manzara”lar içinde kültürlere yönelik revizyonist yaklaşımları sınırsız, akışkan, koşullu ve eklemli olarak iyi bir şekilde temsil ettiği kanaatidir. (Aisha Khan, Creolization Moments, Creolization: History, Ethnography, Theory, Routledge, 2010, s.108)

42

Sztabińska, s. 46-47

43Ann Wilson Lloyd, Reorienting: Japan Rediscovers Asia, Art in America 87, n. 10, October 1999,

Fukuoka Trienali, Doğu-Batı güç yapısından ve Venedik gibi kurulan mekânların merkeziyetinden uzaklaşmakla kalmayıp aynı zamanda Tokyo merkezli Japon sanatından uzaklaşarak çift merkezsizleştirme başlatıldığını da vurgulamaktadır44. Bununla birlikte, bu çoğulcu ve merkezsizlik yaklaşımı, Japonya'nın diğer kamu sektörü politikalarını, eğitimini ve iş dünyasını orijinal ve kimliğe dayanan, gergin ve birbirine bağlı sorunlar olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlamaların varlığına değinen Sosyolog Yoshino Kosaku'nun Japon kültür milliyetçiliği ve Nihonjinronism 45 hakkındaki çalışmalarıyla, balon ekonomisinin(!) ikinci aşamalarında ve 1990'larda izlenen ekonomik durgunluğun ardından balon ekonomi döneminde Japonya'da ulusal kültüre ilişkin temel düşüncelerin güçlü bir şekilde canlandığını ileri sürmektedir46.

Nihonjinron'un kültürel konseptinde "ırk, etnisite ve ulus" sıkı bir şekilde "Japon Kuramı" içinde görülmektedir. Nihonjinron, "Irkçı sınıflandırmalar ve entegrasyonun devlet ideolojisi" üzerine "yalnızca Japonya'daki etnik azınlık konularını değil, ulusal, etnik kökenli olmayan farklılıkları ve çatışmaları maskelemekle" de kullanılmaktadır. Sonuç olarak, "Japonların kimliklerini" korumaya çalışmaları birincil hedeftir.

Grafik sanatı, pop kültürü ve edebiyat da dahil olmak üzere yaşamın çeşitli alanlarında hayat bulmaya devam eden Japon kimliği ile meşguliyetin ışığı altında politikacılar, yabancılara saldırmada temel kimlik hakkındaki bu varsayımlardan ilerleyen bir bakış açısı ile yeni bir kavram olmayan ‘Nihonjinron’den beslenmektedirler. Eisenberg’e

44 A.g.e., 106

45 Nihonjinronism: Nihonjinron, Nihon bunkaron, Nihon shakairon, Nihonron vb. olarak da bilinir;

Japonya'nın kültürel farklılıklarını diğer kültürlerden ve Japonya'nın dünyadaki kültürel eşsizliğini göstermek için kullandığı ve böylece Japonya'nın kültürel kimliğini kurmaya çalışan bir söylem grubudur. Orta sınıfın ideolojisinin dünya görüşü olduğu da söylenmektedir. Nihonjinron'un şimdiye kadarki bir başka önermesi, yabancıların Japonlardan nasıl farklı olduklarına yönelik kasıtlı bir vurgu olmasıdır. Bu hipotez, (evrensel bir düşünce tarzına karşıt olarak) Japon kültürüne bakmak için belirli bir yol içermektedir. Japon kültürünü asimile etme, Japon dili üzerine ustalık kazandırma ve Japonlarla karşılıklı anlayış kazanma konusunda, yabancıların bu kültürel yeterliliklerden yoksun olduğu genel kanıyı yansıtmaktadır. Bu sonuçlardan Japon kültürünün özel düşünce biçiminin günümüz Japonya'sında ne kadar güçlü olduğunu görebiliriz.

Ayrıntılar için bkz. Manabe Kazufumi & Harumi Befu (1993) Japanese Cultural Identity, Japanstudien, 4:1, 89-102, DOI: 10.1080/09386491.1993.11827036,

https://doi.org/10.1080/09386491.1993.11827036

46 Yoshino Kosaku, Rethinking theories of nationalism: Japan’s nationalism in a marketplace

perspective,” in Consuming Ethnicity and Nationalism: Asian Experiences, ed. Yoshino Kosaku

(Honolulu: University of Hawai’i Press, 1999), s. 23’den aktaran Gennifer Weisenfeld, Reinscribing

göre, Japon toplumunun toplumsal dokusu, yüzyıllar boyunca inşa edilmekte olsa da, göç karşıtı politik söylemi ancak şimdilerde kendini belli eden birtakım farklılıklara işaret etmektedir47. Bu farklılıklar doğrultusunda Yoshino, öncelikle devlet dışındaki bu söylemlerin yalnızca yüksek kültür pazarında üretildiğinin ve tüketildiğini belirtirken bunun ötesinde de aynı zamanda gündelik davranış kültürünü etkilediğini ve genel pazarda Takashi Murakami ve Araki Nobuyoshi gibi sanatçıların aktif olarak yayılmaya çalıştıklarını da savunuyor. Yoshino, etnosentrizmi temsil etmekten ziyade Japon kültür milliyetçiliğinin Japonya ve Çin'in merkezi uygarlıklarıyla ilişkili olarak çevresel konumunun Japonya'daki uzun zamandır devam eden algısı nedeniyle daha "etnoperiferistik" bir biçimi olduğunu savunuyor48.

Appadurai’nin kültür ekseni doğrultusunda yürüttüğü ve küreselleşme bağlamında sunmuş olduğu analizleri, karşı görüşü temel alan ifadelerde biçimlenmektedir. Küreselleşme bu bağlamda, Batı modernitesinin ilerlemesinin bir sonucu olarak somutlaşmakla beraber kavramsallaştırılmaktadır49. Biçimlenen bu kavramsallaş- tırmalar ise genellikle merkez ve periferi ayrımına dayanmaktadır ve merkezin Batı’dan küreye yayılmakta olduğunu göstermektedir.