• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜREL VE AHLAKİ BOCALAMANIN DEĞERLER FELSEFESİ

2. KÜLTÜREL VE AHLAKİ BOCALAMANIN FELSEFİ ARKA PLANI

2.3. KÜLTÜREL VE AHLAKİ BOCALAMANIN DEĞERLER FELSEFESİ

FELSEFESİ İÇİNDEKİ YERİ

En öz şekilde, “nesne ve olayların insanca önemini belirleyen niteliği”38

olarak tarif edilen değer sözcüğü; “olguya, belli duyguları, arzuları, ilgileri, amaçları, ihtiyaç ve eylemleri olan özneyle ilişkisi içinde, belli nitelikler yüklemeyle belirlenen

37 Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2015, s. 182. 38 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, 21. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 2013, s. 54.

64

tavır; öznenin, olana, olguya yüklediği değer”39 şeklinde de tanımlanmıştır. Gordon

Marshall ise değer kavramının, “insanların etik ya da uygun davranışlar hakkında neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin istenilir neyin alçakça olduğu konusunda taşıdıkları fikirleri gösterir”40ölçütler olduğundan bahsetmektedir. Birbirinden farklı

disiplinlerce farklı bakış açılarıyla tarif edilen değer kavramı, çalışmamızda kültür ve ahlak adesesinden ele alınacaktır.

Her devrin, medeniyetin, kültürün, toplumun belli başlı değerleri vardır; bu değerler çağın yaşanmışlıklarına, kültürün kodlarına, sosyal hayatın dikkatlerine, siyasi ve ekonomik duruma göre gelişebilir ve hatta değişebilir. Bu sebeple değerlerin, toplumun atomu olan bireyden bağımsız olması düşünülemez; zira değerler kişinin davranışındaki kıstaslardır. “Değer, hangi anlamda olursa olsun, toplumsal bir olgudur, insan ihtiyaçlarını karşılar. […] Bu ihtiyaçların niteliğine göre değerin anlamı değişebilir ama insan ihtiyaçlarını karşılama niteliği değişmez.”41

Tanımlardan hareketle değer kavramının nitelikleri üzerine muhtelif tespitler yapmak mümkündür. Her şeyden evvel değer insani ve bununla birlikte toplumsal bir olgudur ve değerler din, gelenek ve kültürden beslenir. Yani bir topumun terbiyesi, süregelen yaşanmışlıkları, insana, topluma ve Tanrı’ya bakış açısı, inanç düzlemi o toplumun değerlerinin inşasında önemli rol oynar. İnsan, hayatın bir düzen etrafında seyretmesini sağlayan değer ve ritüellerin içine doğar ve bu değerlere göre bir davranış sistemi kurar. Her birey, değerlere ihtiyaç duyar; çünkü insanın kendi tutumu, toplumun değer ölçülerine göre şekillenmektedir. Ancak bununla birlikte bir toplumdaki bireylerin tümünün, içine doğdukları değerler sistemine dayanarak benzer karakter haritalarına sahip oldukları söylenemez. Belli ortaklıklar bulunabilse de, kişinin hayata yüklediği değerin şekillenmesinde yalnızca içinde bulunduğu toplumun kültürü etkili olmaz; yani soya özgü kalıntılar, ahlak ve mizaç özellikleri de kişinin hayatı anlamlandırmasında ve kendine özgü bir değerler sistemi kurmasında etkili olan faktörlerdendir. Bu noktada, değerlerin insan düşüncesini

etkileme ve onun tarafından etkilenme özelliği dikkati çekmektedir. Bununla birlikte

39

Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, 3. bs., İstanbul, Paradigma Yayınları, 1999, s. 201.

40 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Ankara, Bilim ve

Sanat Yayınları, 2005, s. 133.

41Orhan Hançerlioğlu, a.g.e., s. 55.

65

insan, “toplum içinde aldığı eğitimle mevcut sosyal değerleri zenginleştirip artırabileceği gibi tam aksine mevcut değerleri eksiltip yitirebilir de.”42

Buradan, değerlerin iyi yahut kötü yönde değişebilme ve hatta silinebilme özelliğini haiz ettikleri de ortaya çıkar. Toplumun kodlarına işlemiş değerlerin kaybı, geleneksel ve tarihi değerlerin Batıcılık ile beraber yok sayılması ve hatta bu değerlerin yerlerine yenilerinin inşa edilmesi, toplumdaki kültürel ve ahlaki bocalayışın da başlıca sebeplerindendir. Değerlerin aşındığı, ortak kabullerin ortadan kalktığı bir toplumda bireyin kendini bir sisteme ait hissedememesi ve yalnız bireylerden oluşan bir toplumun kargaşaya sürüklenmesi kaçınılmazdır.

Değerler, insanın hayatı boyunca vardığı hükümlerin kıstası olma özelliğini taşır; çünkü toplum içinde şekillenen birey, çevre ve inanç faktörleriyle birlikte bir değerler sistemi inşa edip hayatını bu sistemin yörüngesinde yaşar. Bundan mütevellit değerler toplumun sözlü hukuk kuralları olarak nitelendirilebilir; zira değerler sistemini sağlam kurmuş bir toplumda keşmekeşe yer yoktur. Haliyle değerler, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, güzelle çirkini, hakla bâtılı ayırmada kriter olarak kullanılabilir; her birey ve genellenirse toplum, kendi ölçütlerine göre değer yargılarına varabilir. Bu noktada, değerlerin çift kutuplu olma özelliğine de değinmek gerekir. “Değerlerdeki çift kutupluluğu ifade etmek üzere, değere karşılık ‘zıt değer’ kavramı kullanılmaktadır.”43 İyi ve kötü, ahlaki ve ahlak dışı, güzel ve çirkin vs.

birbirlerinin zıt değerlerini teşkil eder. Hilmi Ziya Ülken, değer kavramının kelime bazında dahi bir çift kutupluluk barındırdığını belirtir: “Bu değerlidir, dediğimiz zaman; onun karşıtı ‘değersizdir’i veya ‘bu değerli değildir’i içine alır.”44

Bir şeyin estetik açıdan güzel bulunması -yahut bulunmaması- ya da bir şeyin ahlaki bulunması -yahut bulunmaması- o nesneye bakan öznenin estetik ve ahlaki değerler sistemiyle alakalıdır. Yenileşme faaliyetleri sırasında mimari, giyim- kuşam, dekorasyon gibi somut şeylerin tamamen Batı eksenli modaya uydurulmak istenmesinin, yüzyıllarca estetik hazla (d)okunan Divan şiirinin yavan bulunarak yeni türlere yönelinmesinin başlıca sebebi; estetik değerler sistemini değiştirmek, eski

42 Osman Sarı, “Sosyal Değerler, Emek ve Sosyal Edebiyata Dair Bazı Düşünceler”, FSM İlmî

Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, S. 2, Güz/2013, s. 211.

43Osman Sarı, a.g.m., s. 213.

44 Hilmi Ziya Ülken, Bilgi ve Değer, 2. bs., İstanbul, Ülken Yayınları, 2001, s. 223.

66

olanı çirkin yeni olanı güzel olarak zihinlere kodlamak ve böylelikle toplumu yeniyle daha kolay kaynaştırmaktır. Bununla birlikte değer, bahsi geçen hasletleri sebebiyle bir toplumun en mühim dinamiklerinden biri olduğu için bir toplumu yeniden inşa etmenin yahut değiştirmenin en önemli ayağı, o toplumun değerler sistemini değiştirmek -yahut değersizleştirmek- ve böylece toplumdaki insanların hayata bakışını yönlendirmektir. Bu noktada değer kavramının özelliklerinden bir diğeri, onun bocalama psikolojisinin başlıca sebebi olduğudur. Zira bocalama psikolojisi; bir insanın yahut toplumun muhtelif yönleriyle benimsediği ya da ihtiyaç duyduğu iki veya daha fazla değer arasında kalarak hangisini tercih edeceği mevzusunda kararsız kalması, değerlerin ağırlığıyla gerilmesi, çatışmaya düşmesi ve tereddüt etmesi neticesinde su yüzüne çıkmaktadır.

Değerin ne anlama geldiğini, niteliklerini, çeşitlerini, alanını, eleştirisini, hiyerarşisini, etkilerini araştırıp bunun üzerine düşünen bilim dalına değer felsefesi denmektedir. Literatürde çoğu zaman aksiyoloji olarak bahsi geçen değerler felsefesinin kökeni, Yunanca axia “değer” ve logia “bilim” sözcüklerinden gelmektedir.45

Değer problemi, ilk çağda öncelikle sofistlerin karşına çıkmıştır; çünkü sofistlerden evvelki ilk çağ filozofları tabiat eksenli bir bakış açısına sahiptirler. Sofistlerle birlikte her şeyin kaynağına insanın oturtulması, değer kavramıyla karşılaşılmasına ve onun üzerine fikirler yürütülmeye başlanmasına sebep olmuştur. Özellikle iyi ve güzelin kaynağının bilgelikte olduğunu belirten Sokrates, hakikatin en yüce değer olduğunu ve en iyi ve doğru olanın muhayyel idealar âleminde bulunduğunu ifade eden Platon ve hakikat değerini, iktisadi değerleri, estetik değerleri ve ahlakı müstakil şekilde eserlerinde işleyen Aristo gibi ilk çağ filozofları değer üzerine düşünmüş; değer mefhumunu felsefi bir problem olarak ele almışlardır.46

Avrupa’da Rönesans ile birlikte insan değerinin ortaya konması ve modernleşme faaliyetlerinin artması, kilise ve dinin etkisini ortadan kaldırmaya başlamıştır. Böylece din adamlarının otoritesi sarsılmış, skolastik felsefe yerini

45Aliye Çınar, Değerler Felsefesi ve Psikolojisi, Bursa, Emin Yayınları, 2013, s. 9.

46Ayrıntılı bilgi için bkz.: Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefesi, İstanbul, Say Yayınları, 2014, 600 s.

67

aydınlanma felsefesine bırakmıştır. Bu dönemde; Ortaçağ anlayışının insanı hor görmesi sebebiyle insancılık, kilisenin ve din adamlarının halkı aldatarak maddi kazanç sağlamaları neticesinde kuşkuculuk, bilimselliğe yöneliş neticesinde deneycilik, aklîlik gibi bakış açıları türemiştir. Haliyle dikkat ve yönelişlerin değişmesi, değerler sisteminde de farklılıklara sebep olmuştur. “Siyasi aklın değerler felsefesinde ön planda olduğu Rönesans döneminde, artık ilâhiyat ya da metafizik üzerine kurulu ahlaki değerler sistemi, yerini doğal hukukun siyasi tercihlerine bırakır.”4717. yüzyılda ise Bacon, Hobbes, Descartes gibi filozoflarla modern felsefe

kurulmuş, klasik dünya görüşü yıkılmış ve değer problemi daha belirgin bir şekilde kendini hissettirmeye başlamıştır. Modern düşüncede değer problemini ilk defa bağımsız olarak ortaya koyan isim ise 18. yüzyıl filozofu Kant’tır.48

O, bilgi, ahlak, siyaset, sanat gibi kavramları eserlerinde müstakil olarak incelemiştir.

İnsan hayatı, bilimsel, estetik, hukuki, dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve ahlaki değerler ile çevrilidir. Bunlar, hem maddi hem de manevi değerler olup, bireyin dış dünyadaki objeleri anlamlandırmalarını sağlarlar. Bununla birlikte, bütün değerlerde kendini gösterdiği için ahlaki değerlerin varlığı toplumsal yaşamda kendini daha ağırlıkla hissettirmektedir. Değerler felsefesinde dikkati çeken ilk kavram ahlaktır; zira ahlak bir insanın ya da toplumun hangi değerleri benimseyeceğinin ve hayatını hangi değerler sistemine göre kuracağının en mühim kıstası olarak nitelendirilebilir. Adalet, erdem, sorumluluk, hak, özgürlük, doğruluk gibi değerler -ve zıt değerleri- ahlak felsefesinin temel kavramları olup hayata bakışı şekillendiren en önemli kıstaslardandır.

Ahlak ve değerler birbirleriyle her daim ilişki içerisinde olmuştur. Ahlak, “toplumsal yaşamın tüm alanlarında insanların yapıp ettiklerini düzene koyan, kendiliğinden biçimlenmiş ve genel kabul görmüş yasaklama ve değerlendirmeler”49 olarak tanımlanabilir. Tıpkı diğer değerler gibi ahlak değeri de insanların eylemleri üzerinde etkilidir çünkü insan, davranışlarını değerler sistemine ve ahlak anlayışına göre gerçekleştiren bir canlıdır. Ahlak ve değer kavramları arasındaki nüansı Şafak

47İlyas Altuner, “İlâhiyat Metafizik ve Bilim Açısından Değerler Felsefesi”, Dem Dergi, S. 5, 2008,

s. 119.

48 Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. 188. 49Aliye Çınar, a.g.e., s. 15.

68

Ural Epistemolojik Açıdan Değerler ve Ahlak adlı yazısında çok net bir şekilde belirtmiştir: “Ahlak, bir yönüyle değerler dünyasının parçasıdır. Çünkü ‘iyi’ ve ‘kötü’ başta olmak üzere her türlü ahlaki yargı, birer değer olarak karşımıza çıkar. […] Diğer bir ifadeyle ‘değer’, kendisine yöneldiğimiz özelliktir. Ahlak ise ne tür değerlere yönelinmesi gerektiğini belirler.”50 Tanımdan hareket ahlak anlayışının

değerler sistemini kurarken bir eleyici vazifesi gördüğü, kişinin kendi ahlak eleğinden geçmeyen değerlere yönelemeyeceği, yöneldiği takdirde bunun bir çatışma ortamı yaratacağı söylenebilir. Kendi ahlak anlayışının uygun düştüğü bir değerler sistemi kurmayan ya da çeşitli iç ve dış yaşanmışlıklardan ötürü kuramayan ve hatta ait olmadığı bir sisteme ister istemez dâhil olan bireyin duyacağı ilk his huzursuzluktur. Bu durum, modernleşme sonrası Türk insanında ve de roman kahramanlarında rahatlıkla müşahede edilebilir.

Ahlak, değer ve kültür birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirinin şekillenmesinde karşılıklı olarak rol oynayan üç kavramdır. “Kültürü tanımlayan öge, onun değerleridir ki bu değerler de toplum tarafından paylaşılan inançlardır.”51

Kültür de değer gibi toplumsal bir kavram olup, toplumdan bağımsız bir kültürün var olması muhaldir. Toplumsallık, yaşanmışlıklar neticesinde tarihselliği de beraberinde getirir; çünkü bir toplumun başından geçenler, o toplumun kültürü ve ahlak anlayışı etrafında oluşur ve yine o toplumun değerleri kıstas alınarak değerlendirilir. Tarih içinde oluşup gelişen kültür, aynı zamanda nesilden nesile iletilebilen, işlevsel ve genetik bir koddur. Bu sebeple estetik, ahlaki, kültürel, inançsal, insani bütün değerler yüzyıllarca toplum yaşamındaki görevlerini yerlerine getirerek, gelişerek ve değişerek devam eder. Elbette değişen zamanlar içinde bazı ahlaki ve kültürel değerlerin ortadan kalktığı da gözlemlenebilir. İşte asıl sıkıntı, tam da bu noktada cereyan eder; çünkü yüzyıllarca devam etmiş bazı klasik geleneksel değerlerin bir çırpıda ortadan kalkması kriz ortamına zemin hazırlar. Örneğin, Osmanlı’nın yenileşme çabaları ilk önce sadece ordunun ıslah edilmesine yöneliktir; fakat Batı’nın yalnızca teknik olarak örnek alınamayacağı, Batılı yaşama ait değerlerin ve kültürel unsurların da sosyal hayata yön vereceği gözden kaçırılmıştır. Bu durum,

50Şafak Ural, “Epistemolojik Açıdan Değerler ve Ahlak”, Doğu Batı Düşünce Dergisi: Etik, S. 4,

Ağustos/Eylül/Ekim 1998, s. 45.

51Aliye Çınar, a.g.e., s. 194.

69

“Osmanlı seçkinlerini hazırlıklı olmadıkları bir zihniyet değişimine zorlamıştır. İşte Batılılaşma süreci bu zihniyet değişimiyle birlikte başlamıştır.”52

Özellikle Tanzimat ile birlikte tamamen Batıcı bir anlayışı benimseyen Türk toplumu, Batı’daki bilimsel gelişmeler neticesinde dünyevileşen değer algısından da haliyle etkilenmiştir. Modernleşmeyle meydana gelen pozitif bilimlerin kendini tamamen kutsallaştırması, kendinden başka hiçbir doğruyu kabul etmemesi ve kabul edenleri geç kalmışlık psikolojisine sokması modern değerlerin bu salt akılcı bakışla şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Batı kültürünün de Doğu kültürünün de kendine has yaşanmışlıkları ve inançları neticesinde oluşmuş belli başlı değerleri vardır. Bu sebeple, Batı’nın hikâyesini yaşayarak değil, yalnızca okuyarak, onun değerlerini yapay bir şekilde edinmeye çalışmak; toplum üzerinde belli çatışmalara sebebiyet vermiştir. “Birbiriyle uyuşmayan iki veya daha fazla güdünün, aynı anda bireyi etkilediği anlarda ortaya çıkan”53çatışma psikolojisi; bireyi yormuş, kıskaca almış ve

düalist bir yaşamın ortasında bırakmıştır. Tüm bu psikolojik ve toplumsal baskılarla, geçmişin değerini ortadan kaldıran yeni değerlerle, kısacası yüzyıllardır güvendiği ve bağlandığı değerlerin değersizleşmesiyle, bireyin hem kendine hem de topluma yabancılaşması kaçınılmazdır. Kendi değerler sistemini görmezden gelerek yeninin dünyasına kendini kaptıran birey, hem kendiyle hem de toplumdaki diğer bireylerle çatışma ve ne yapacağını tayin edemediği için bocalama halindedir.

Dini düşüncenin değersizleştirilmesi ve aklın üstünlüğünün hâkim kılınmasıyla; rasyonalist, pozitivist ve materyalist akımlar toplum hayatına ve değerler sistemine girmeye başlamış ve böylece değerlerdeki aşınma, yıpranma ve nihayetinde yıkılma, geleneksel bakış açısında sapmalar meydana getirmiştir. Bu durum, “kendi ‘ben’iyle, bu demektir ki, inançlarıyla hesaplaşan yeni bir insan tipi”54

meydana getirmiştir. Bu devrin yazarları, toplumun içinde bulunduğu kültürel ve ahlaki bocalamanın farkına varmışlar ve eserlerinde toplumsal değişmenin temel problemlerini dile getirmeye çalışmışlardır; nitekim roman türü, değerler sisteminin büyük bir yenileşme ile karşı karşıya kaldığı bir devrede Türk edebiyatına giriş

52 Ali Budak, Batılılaşma ve Türk Romanı, 2. bs., İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2013, s. 90. 53Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1994, s. 282. 54 Orhan Okay, a.g.e., s. 80.

70

yapmıştır. Bu sebeple romanın, hem toplumsal değişim hakkında muhtelif bilgiler içeren hem de zaten hâlihazırda var olan değişim sürecinin sebeplerinden olan; yani hem hayattan etkilenen fakat aynı zamanda hayatı oluşturan bir tür olduğu söylenebilir.

“İnsanoğlu bir canlı olarak fizik dünyada, fakat bir insan olarak metafizik dünyada yaşar.”55Denilebilir ki, insanın maddi, beşer, yanını fizik dünya belirlerken,

manevi hususiyetlerini metafizik dünya belirler. Yani, insanın kendi varlığı ve tüm diğer somut nesneler fizik dünyada; değer, ahlak, dikkat gibi manevi kavramlar ise metafizik dünyadadır. Modernleşme ile birlikte gelen maddeci anlayış, manevi olan her şeyi dışladığı gibi, değer ve ahlak gibi insanın doğuştan beri kendisiyle var olan manevi ihtiyaçlarını da yok saymıştır. Bu sebeple birey, bütün dünyevi zenginliklere ve sınırsız maddi kaynaklara rağmen bir bocalayışa ve endişeye düşmüştür.

Maddi ve teknolojik olanın kabulünün artması, ahlak değerinin ortadan kalktığı bir hayat tasavvurunda, bireyi sadece fizik âlemde var olan ve içsel/manevi ihtiyaçlarına cevap bulamayan bir nesne konumuna düşürmüştür. Bu durum, bir çelişkiyi de ortaya koyar; çünkü modernizm ve onun bünyesindeki hümanist anlayış, bireyi bir yandan hayatın merkezine yerleştirip onu kendi başına, her şeyden bağımsız olarak biricik ve değerli kıldığını iddia ederken; bir yandan da onu manevi ihtiyaçlarından mahrum bırakıp dünyevi olana bağımlı hale getirerek değersizleştirmiştir.

Modern birey, içsel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için bu büyük boşluğu doldurabilmek adına dünyevi olana dört elle tutunmuştur. Modernist rejim, bireyin bu gibi kriz anlarında, tabir caiz olursa, saldırabilmesi için çeşitli alanlar inşa etmiştir. George Ritzer’in tüketim katedralleri olarak adlandırdığı bu lüks restoranlar, alışveriş merkezleri, indirimli mağazalar, kumarhaneler, spor merkezleri, siteler vs. mekânlar, “birçok insan için büyülü, hatta bazen kutsal, dinsel bir karaktere sahiptirler.”56 Bilhassa günümüzde, sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla birlikte, kültürün ve manevi hayatın temel bileşenlerinden olan geleneksel değerler ortadan

55Şafak Ural, a.g.m., s. 46.

56 George Ritzer, Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, Çev: Şen Süer Kaya, İstanbul, Ayrıntı

Yayınları, 2000, s. 26.

71

kalkmış, mekâna ve maddeye olan bağlılık artmış, popüler mekanlarda bulunamayan bireyler cemaat içinde dışlanmışlık psikolojisine girmiş, bu durum ise kaos ortamı oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Tüm bu değerler kargaşasına, hatta geleneksel bazı değerlerin tedavülden kalkmış olmasına, toplumdaki bozulmaya, değerlerdeki aşınmaya rağmen bir medeniyetin kendi değerlerinden tam manasıyla soyutlanabilmesi oldukça zordur. Zira “değersel dünya, toplumun ‘sosyal sermaye’sidir ve tarihsel alışkanlıklar, gelenek veya din gibi kültürel mekanizmalar aracılığıyla yaratılır ve iletilir ki böylece bireyleri bağlayıcı bir kültürel ‘ahlaki uzlaşma’ ortamı oluşsun, ‘organik dayanışma’ gerçekleşsin.”57Bu dayanışma ortamı oluşmayınca, kriz anlarında birey-

toplum-devlet arasında güven ilişkisinin meydana gelmesi muhaldir. Geleneksel anlayışta toplumun içinde anlam kazanan insan, yine toplumun bir üyesi olduğu zaman kendini güvende hissedebilir; çünkü değişim karşısında toplum, bireyden çok daha güçlüdür.

Toplumsal sıkıntılar incelemeye tabi tutulduğunda, günümüzde modern yaşam ve değişen değerlerle birlikte her ne kadar alım gücünde, toplumsal gelirde, ekonomik düzeyde artışlar görülse de, sosyal sorunların da aynı hızla, hatta belki daha büyük bir ivmeyle, yaygınlaştığı gözlemlenebilir. Modern toplumun yalnız bireyi, fizik âleme ayak uydururken maddi olan her şeyin içine adeta gark olur. Para kazanmak, lüks yerlerde yiyip içmek, pahalı markalardan giyinmek, modaya ayak uydurmak, metropol hayatına dahil olmak vs. sosyal çevrenin baskısıyla ister istemez ‘özgür’ bireyi modern parmaklıklarıyla sarar. Artık değerler hiyerarşisinin en tepesinde, toplumun maalesef çok büyük bir kısmı için, maddi değerler bulunmaktadır, yani elle tutulur pratik fayda sağlayan her şey… Modernleşmenin ilk evreleri için Tanpınar’ın “kıymet buhranı”58olarak nitelendirdiği durum, günümüzde

halen geçerliliğini korumaktadır.

57 Halis Çetin, “Gelenek ve Değişim Arasındaki Kriz: Türk Modernleşmesi”, Doğu Batı Düşünce

Dergisi: Modernliğin Gölgesinde: Gelenek, S: 25, Kasım/Aralık/Ocak 2003-04, s. 22.

58 “Bizi değiştirecek şeylere karşı ne bir mukavemet gösterebiliyoruz, ne de ona tamamiyle teslim

olabiliyoruz. Sanki varlık ve tarih cevherimizi kaybetmişiz; bir kıymet buhranı içindeyiz.” Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, haz. Birol Emil, 6. bs., İstanbul, Dergâh Yayınları, 2013, s. 36.

72

Her kültür ve medeniyetin kendine ait ayırıcı değerlerinin bulunduğu, değerlerin gücünün ve etkisinin toplumdan topluma farklılık gösterebileceği mutlaktır ancak bununla birlikte sosyal değerlerin -kültürlere has değişiklikler dışında- evrensel olmaları gerektiği unutulmamalıdır. Değerlerin evrensel bir nitelik arz etmeleri toplumların istikrar içinde bulunmasının temel şartlarındandır. “Zira