• Sonuç bulunamadı

4. HALİD ZİYA UŞAKLIGİL’İN ROMAN KAHRAMANLARINDA

4.1. SEFÎLE

4.1.1. Sefîle Romanının Kahramanlarında Kültürel ve Ahlaki Bocalama

4.1.1.3. İkbâl Hanım

Mihribân Hanım’ın kızı İkbâl Hanım, tıpkı Mazlûme gibi hayata geriden başlamıştır. İki karakterin de babalarının onlar henüz yaşça çok küçükken vefat etmesi, kahramanların hayatlarının olumsuz yönde seyretmesine sebebiyet vermiştir. Determinizm prensiplerini benimseyen Uşaklıgil, İkbâl’in fahişe olması ve hayatını bu şekilde idame ettirmesi için uygun zemini hazırlamıştır; nitekim İkbâl’in annesi Mihribân Hanım da hayatını bu yolla kazanmaktadır.

50 A.e., s. 121. 51 A.e., s. 123. 52 A.e., s. 129.

115

İkbâl Hanım, babasının vefatından sonra, henüz kendisi küçük yaşta iken annesi Mihribân Hanım’ın tanımadığı bir adamla birlikte olduğunu görünce depresyona girmiş, yaşama olan inancını kaybetmiş, ölmek istemiş; öyle ki Mihribân Hanım’a “valide nazarı ile bakmaktan ikrah et”53miştir. Ancak bununla birlikte

Mazlûme ve İhsân Bey’de müşahede edilen alışma psikolojisi, İkbâl karakterinde de son derece belirgindir. İkbâl Hanım, bir yandan iğrendiği annesinin hayatına kendini kaptırsa da; öteki yandan bu yaşamın içinde bulunmaktan nefret etmekte, kendini buraya ait hissetmemekte, iki düşünce arasında kararsız kalmaktadır. İkbâl Hanım, her ne kadar ilk etapta babasının hatırasını ayaklar altında ezen Mihribân Hanım’ın hayat tarzına ayak uydururken bocalasa da, bir müddet sonra annesinin “tarz-ı hayatına alışır gibi”54 olmuştur. Buna rağmen İkbâl Hanım, “hayattan tamamen

müteneffir, vücudundan bilkülliye bizar bir hâlde”55 bulunmaktadır. Yani İkbâl Hanım bir yandan hayatın artık kendisi için bomboş olduğunu söylemekte, bir yandan da bu hayatın içine sürüklenmekten kaçmak için hiçbir gayret göstermemektedir. Hatta “artık böyle şeyleri düşünmekten teessür etmez”56

olmuştur.

Bir süre sonra İkbâl, annesi Mihribân Hanım’ın münasip bulduğu ve kendinden yaşça bir hayli büyük tacir Ali Efendi ile evlenmeyi, hiçbir şeyi sorgulamadan kabul etmiştir. İkbâl Hanım her ne kadar hayat tarzının değişeceğini varsayarak bu izdivacı hafif bir memnuniyet ile karşılasa da, bir süre sonra maddi ve manevi gençlik heyecanlarının ve şiddetli ihtiyaçlarının hiçbirini bu adamla yaşayamadığı gerekçesiyle eşini aldatmaya, hayatını ihtiyaçları doğrultusunda değiştirerek fuhuş yapmaya başlamıştır. Bir yandan -iyi gitmese de- bir evlilik yürüten İkbâl; bir yandan da nefsani dürtülerini tatmin etmek adına o çok kınadığı ve nefret ettiği hayatı yaşamaya, hatta bundan zevk almaya başlamıştır. Hatta İkbâl o derece düşkündür ki kocası ölüm döşeğindeyken dahi bunu umursamaz, kocasının evinde onu aldatmaktadır:

53 A.e., s. 45. 54 A.y. 55 A.e., s. 46. 56 A.e., s. 47. 116

“Zevcim kalkmamak üzere yatağa serilip de aşağıda can çekişirken ben yukarıda icra-yı fuhuş ediyordum.”57

Söylenebilir ki diğer kahramanlarda olduğu gibi İkbâl’in de sarıldığı kurtuluş yolu aslında bir bataklıktır. Tüm bunlara rağmen İkbâl yine de böyle bir hayatı yaşadığı için kendinden nefret eder, devamlı kendini sorgular, yaşadıkları üzerine düşünür; ancak haz almaktan, şehvani duygular tatmaktan kendini alıkoyamaz. İkbâl’in evvelden gençlik heyecanını tatmin etmek arzusuyla girdiği bu hayat, zamanla para kapısı halini almış; fuhuş onun için sıradan bir alışverişe dönüşmüştür. İkbâl iğrenç bir hayata düştüğünün farkındadır, kendinden iğrenmektedir; fakat yine de bu yaşam stilini sürdürür. Bir yandan kendini suçlu bulur, bir yandan ise kendini masum görür bir şekilde hayatı suçlar, hatta hayattan intikam almak adına fuhuş yaptığını söyler; yani tam olarak ne düşündüğünü bir türlü tayin edemez. O da romanın diğer kahramanları gibi durağandır, bu hayattan kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmez, yalnızca kendinden nefret etmekle ve yaşadığı hayat tarzı üzerine kararsız kalmakla yetinir:

“Ben zillet-i fuhşu lezzet-yab olmak için mi irtikâp ediyorum? Yok, yok! Bana şehvet-kâr birtakım adamların aguşuna atılmak giran geliyor. […] Ah Mazlûme, çıldıracağım. Sen beni mes’ut mu yaşıyor zannediyorsun?”58

İkbâl Hanım, fuhuş yaptığı adamlardan biri olan ve kendisine çılgıncasına bir aşk besleyen İhsân Bey’e âşık olur. İhsân Bey İkbâl’e bu evden, bu hayattan, bu çıkmazlardan kaçmayı, başka bir diyara yerleşmeyi teklif eder. Ancak İkbâl de onunla birlikte bağımsız ve her şeyden azade bir hayat sürmeyi arzu etmesine rağmen, İhsân Bey’in bu teklifini kabul etmemiştir; zira İhsân Bey’in annesinin bu durumda çok üzüleceğini ve oğlunun kendisi gibi ahlaksız bir kadınla beraber olmasını asla istemediğini bilmektedir. Buna rağmen İkbâl, bir yandan İhsân Bey’in kendisi için neler yapabileceğini düşündükçe onun teklifini kabul etmeye can atmakta, bir yandan da hayatın gerçekleri onu bu teklifi kabul edip etmemek hususunda kararsız bırakmaktadır:

57 A.e., s. 54. 58 A.e., s. 54-56.

117

“O kadar mihnetler, sefaletler altında imrar-ı hayat ettikten sonra kendisine takdim olunan bir saadeti birtakım efkâr-ı vâhiyeye feda mı edecek? Bu suali takiben diğer bir sual, aşk hakkında acı acı tecrübeler ettikten sonra muhabbete mağlup mu olacağını soruyordu. […] Düşünmek, bir karar vermek istedi; lâkin hissiyatı o kadar perişandı ki düşünemiyordu. Çıldıracaktı.”59

İhsân ile yaşadığı aşkın ahlaklı ve namuslu bir şekilde başlamadığı için mutlu bir son ile nihayetlenemeyeceğini bilen İkbâl, bu düşüncelerden dolayı feci bir hastalığa yakalanır. Hasta olduğu için İhsân Bey’in kendisinden uzaklaşmasını kaldıramayan İkbâl, Mazlûme ve İhsân Bey’in beraber olduğu gece yaşananlara dayanamaz ve ölür. Onun da sonu tıpkı Mazlûme ve İhsân Bey gibi trajiktir, fuhuş onun da hayatını karartmıştır.

İnci Enginün’ün tespitiyle yazarın ilk romanındaki kahramanlardan İkbâl ve annesi Mihribân Hanım’ın, yazarın sonraki romanlarındaki Bihter ve Firdevs Hanım/ Nebile, Neyyir ve Sahire Hanım tiplerinin prototipi olduğu söylenebilir: “Bir genelev işleten Mihribân ile kızı İkbâl lüks düşkünlükleri, müsriflikleri ile yazarın öteki eserlerinde de bulunan -Aşk-ı Memnû, Kırık Hayatlar- dile düşmüş fakat kibar hayatta yerleri olan ana kızların başlangıcı sayılabilir.”60