• Sonuç bulunamadı

Kültürel Açıdan Küreselleşmenin Ulus Devlet Yapısına Etkileri

KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET

2.8. Kültürel Açıdan Küreselleşmenin Ulus Devlet Yapısına Etkileri

Küreselleşme çok boyutlu olduğundan, kültür üzerindeki etkisi ile ilgili çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Küreselleşme ile kültürler ve alt kültürler arasındaki ilişki ve aynı zamanda küreselleşmenin kültürler üzerindeki ölçüsü ve niteliği, araştırmacıların ilgi alanı içerisinde olmuştur. Küreselleşme, genel bir kültürü onaylıyor mu yoksa alt kültürleri parçalara mı ayırıyor? Alt kültürlerin güçlendirilmesi, yeniden canlanması ve yayılmasına doğru mu gidiyor? Ulus devletler için kültür ve kimlik krizine neden olacak mı, yoksa yeni politik-kültürel kimlikleri mi ortaya çıkaracak? Bu soruları araştırmak, küreselleşme araştırmacıları

153

için yeni bir tavır sergilemelerinde belirleyici olacaktır. Bugün her alanda bir kültürel benzeşme yaşanmakta olduğu bir gerecektir. Yemekten giyeceğe, mekândan sanata ve hatta davranış biçimlerimize kadar insanlar markaların, zevklerin, geleneklerin dünya çapında geçerli olan küresel normlarına uygun davranışlar sergilemekle karşı karşıya bulunmaktayız. Bu benzerliğin yanında bazıları ise küreselleşmenin kültürde çeşitliliğe neden olduğuna inanır. Bazı ülkelerin Batı kültürünü yayma çabalarına rağmen, tek ve evrensel kültür ve kimlik oluşmamıştır. Zaman ve mekânın sıkıştırılması, kültürel ve fiziksel engellerin ve sınırların azaltılması, uluslar ve insanlar arasındaki etkileşimlerin ve iletişimin artması, kültürlerin, dillerin, dinlerin ve ideolojilerin güçlenmesine, çoğalmasına ve çeşitlenmesine neden olmuştur.

Günümüzde, milliyetçilik, millî kimlik, bölgeselcilik, gelenekselcilik, dünyada hâlâ oldukça etkin ve geçerli olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla küreselleşmenin kültürel anlamda etkilerini olumlu ve olumsuz yönleriyle analiz etmek ve küreselleşme sürecinde kültürün kazandığı anlamı ve işlevini çözümlemek ulus devletlerin dönüşümü için oldukça önemeli bir konu olarak belirmektedir.

Bu bağlamda Kültürel anlamda küreselleşme, küresel ve yerel değerlerin karşılıklı yoğun etkileşimi ve karışımı olarak ifade edilebilir. Gelişen kitle iletişim araçları ve medyanın etkisiyle dünya ölçeğinde bilgiye ulaşmanın kolay bir hâle gelmesi de bu etkileşim ve karışımı hem yerel hem de küresel anlamda daha anlamlı kılmaktadır.

Yani farklı kültürler birbirine daha fazla yaklaşmakta ve birbirlerinden etkilenmektedir. Bu etkileşim çok kültürlülüğü ve küresel anlamda melez bir kültürü oluşturmaktadır (Sarıtaş, 2006: 37). Aynı doğrultuda Meryem Koray da (2011: 40) küreselleşme kültürel ilişkiler konusunda küreselleşmenin Batı modelini izleyen bir süreç olmasının yanında yerel kültürleri koparma noktasına geldiğini hatta hayatın yerel özelliklerini Batı’dan aktarılan değerlerle harmanlayarak melez bir kültür yarattığını belirtmektedir. Ona göre modernitenin başlangıç yerinin Avrupa olması kültürdeki ve eğitimdeki Batı etkisini kaçınılmaz yapmaktadır. Bu anlamda küreselleşmeyi modernitenin ve kapitalizmin yeni ideolojik aygıtları olarak görmek yanlış olmayacaktır. Küreselleşme ile birlikte ulus devlet yok olmamakta küreselleşme etkilerinin en küçük ulus devlet üzerinde bile etkisini artırarak ulus devleti tahkim etmektedir. Robertson, küreselleşme sürecinin bir yüzünü evrenselin yani küreselin yerelleşmesi, diğer yüzünü ise yerelliklerin evrenselleşmesinin oluşturduğunu belirtmektedir. Küresel ve yerel arasında meydana gelen karşılıklı

154

dinamiğin sonucu olarak yaşanan farklılaşma ve aynılaşma birbirini olanaklı hâle getirmektedir. Robertson’a göre yerelliği yaratmak ve daha sonra da içermek olarak tanımlanan bu süreç globalleşme kavramı ile somutlaşmaktadır (Yetim, 2006: 130).

Küyerelleşme (glocalizasyon) kavramı küreselin yerelle, yerelin de küreselle iç içe olmasına - küreselin yerelleşmesi ve yerelin küreselleşmesi- dikkat çeker. Evrensel-tikel ilişkisi yeni biçim alarak yalnızca küreselin yerel üzerinde belirleyici ve tektipleştirici etkisi söz konusu olmamakta, yerelin de aktif katılımcı olduğu ve katkıda bulunduğu sentezler, kültürel melezlikler, yeni vatandaşlık anlayışları dile getirilmektedir. Küreselden izole edilmiş ya da etkilenmeyen bir yerellik düşünülemez olduğu gibi, yerelin kendisini ifade etmesi için de yine küresel mekanizmalara ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Özellikle Batılı tarzda tüketim kalıpları, hayat tarzları, popüler kültür vb. yaygınlaşması ve hâkimiyeti karşısında direniş odağı olabilecek, yerel kota uygulayabilecek ve küresel ağa dâhil olarak temsil kabiliyeti yükselebilecek yerel unsurların önemine dikkat çekilir. Homojen/küresel kültür yerine diasporalar, göçmen cemaatleri, etnik-dinsel gruplar vb. zemininde çok kültürlülük, melez kültürlerin yaygınlaşması söz konusudur (Şen, 2008: 135).

J. Tomlinson, küreselleşme sürecinde tek bir homojenleşmiş kültürün doğmakta olduğunu iddia ederek bu konuda şunları söylemektedir. “Bu iddianın dayandığı en aşikâr kanıt, dünya çapındaki kültürel ürünlerde görülen standartlaşma ve yakınlaşmadır. Giyeceklerden yiyeceklere, müziğe, filmlere, televizyona, mimarlığa herhangi bir göstergeyi ele alalım; belirli tarzların markaların ve pratiklerin artık küresel olarak revaçta olduğunu ve hemen hemen dünyanın her yerinde bulunabileceğini göz ardı edemeyiz” (Tomlinson, 2004: 118). Tomlinson dünyada buna birçok örnek verilebileceğini ve havaalanlarını ve burada satılan markaların benzerliğini örnek göstermektedir.

Berger’de benzer bir şekilde göre, kültürel küreselleşmenin eş zamanlı olarak yaşanan dört süreci kapsadığını belirtmektedir;

a) Davos kültürü (uluslararası iş dünyası kültürü)

b) Mc dünya kültürü (küresel popüler kültür)

155

c) Uluslararası akademisyenler kulübü (dünya aydınlar kültürü)

d) Yeni dinsel hareketler (popüler din kültürü) (Yılmaz, 2011: 31).

Robertson ise göre, küreselleşmeyi aynılaşma ya da Batı hegemonyası ile bu hegemonyaya karşı olma bağlamında yorumlamanın en önemli sebebi kültürün göz ardı edilmesi, küresel karşılıklı bağımlılık denen şeyin küresel toplum kuramı ile değil küresel ekonomi ile açıklanmaya çalışılmasıdır (Robertson, 1999: 185).

Robertson (1999: 54) küreselleşmeyi çözümlemede kültüre kilit bir önem vererek küreselleşmenin aslında ekonomik temelli analizlerde olduğu gibi bütünleştirici değil kırılma ve farklılıkların yaşandığı bir süreç olduğunu iddia eder. Fukuyama’nın ileri sürdüğü “Tarihin Sonu” tezine göre küresel toplum tarihin sonudur ve bu toplum;

siyasal düzeyde liberal demokrasi, ekonomik düzeyde serbest pazar ekonomisi ve kültürel düzeyde de Batı modernitesinin evrenselleşmesinin hâkim olduğu/olacağı bir toplumdur (Keyman, 2000b: 20). Huntington’un “Medeniyetler Çatışması mı?”

başlıklı makalesi ve bu makaleden sonra yayınladığı “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabı, Fukuyama’nın tarihin sonu tezi gibi çok tartışılan bir iddiadır. “1980’lerin sonunda komünist dünya çökünce, Soğuk Savaş’ın uluslararası sistemi tarihe karıştı.

Artık Soğuk Savaş sonrası dünyada halklar arasındaki en önemli farklılıklar ideolojik, politik veya ekonomik değil kültüreldir”. “Millî devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global politikaların asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek.

Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecek”tir (Huntington, 2003: 22). Huntington’un bu iddiası kültürlerin küreselleşme ile birlikte ne denli önemli olduğunu bize göstermektedir. Günümüzde yaşanan gelişmeler bize göstermektedir ki ulus devletlerin yaşamını sürdürebilmesinin yolu dünyada hâkim olan kültürlerle entegrasyonu göz ardı etmeden gerekli yapısal dönüşümleri gerçekleştirerek kendi kültürlerini ulus devletin sınırları içerisinde sürdürebilmesinden geçmektedir.

Kültürel küreselleşmenin iki sonucu vardır. Birinci sonuç “mikro milliyetçilik”

biçiminde ortaya çıkmıştır. Küreselleşme en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak, elektronik medya aracılığı ile bunu tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunan, ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak

156

ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır. Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel bir örnekliğin önünü açmış olmasıdır (İçel, 2008: 126). Küresel modernitenin en dikkat çekici özelliklerinden biri Avrupa merkezciliğin kaybolmaya mahkûm ettiği yerel ve kültürel mirasın saygıdeğer görünürlüğüne geri dönmesidir. Sözü edilen kültürel miraslar şimdi alternatif modernite iddialarına dayanak oluşturmaktadır. Hatta yerel kültürler metalaşmakta ve küresel kültürün bir parçası hâline gelmektedir (Dirlik, 2012: 126).

Bunun en güzel örneği turizmdir. Özellikle kültürün metalaşması gelişmekte olan ülkelerde turizm aracılığıyla metalaşmaktadır. Yerel kültürel mirasın evrensel dünya mirasına dâhil edilmesi turizm için önemli bir kaynak oluşturmakta bir yandan da tüketim kültürünün turizm üzerinden metalaşmasını ve yaygınlaşmasını sağlamaktadır.

Bu bağlamda, küreselleşme trendinin taşıdığı en büyük risk, bu sürecin ulus çıkarları yanında kanalize edilememesidir. Küreselleşme içinde yer alıp onu yönlendirme seçeneği yerine, küreselleşme karşıtı davranış refleksiyle gelişmelere izleyici kalınması halinde ulusun kimlik ve bütünlüğünü kaybederek farklı değerler sistemlerine sahip devletçikler veya bağımsız kültürlere dönüşmüş alt kültürler halini alması, kendi içinde bitmez tükenmez kısır tartışma, suçlama, çatışma sarmalına takılması ve küreselleme-yerelleşme gibi bölük pörçük kimliklere katılmaları sonucu özümsenip yok olmaları tehdidi ile karşı karşıya kalınacaktır (Büyükuslu, 2000:

117). Kültürel küreselleşmenin gerek homojenleştirme ve gerekse farklılaşma boyutları önemli siyasal süreçler doğurabilecek niteliktedir. Millî kimlik ve kültürün bir yandan küresel homojenleştirme dayatmaları bir yandan da alt kimliklerde ortaya çıkan canlanmanın tehdidi altına girmesi, ulus devlet modelini etkileyebilecek nitelikte görülmektedir. Çünkü ulus devletin temelinde, toplumsal manada tek bir kimlik ve kültür sahibi olma düşüncesi vardır. Benzer bir şekilde küreselleşme olgusu da özellikle kültürel anlamda tüm dünyayı benzer davranış kalıpları içine hapsederek, homojen, tek boyutlu bir kültürel kimliğe sahip olmaya zorlamaktadır.

Kültürel küreselleşme dünyayı hızla aynı yiyecekleri tüketen, aynı markayı giyinen aynı estetik anlayışa sahip bir kültüre doğru yönlendirmektedir. Bu durum ise aslında ulus devletin zayıflamasını değil bir açıdan yeniden tahkim etmesine yol açacak niteliktedir.

157

Küreselleşmenin kültürel boyutu, ekonomik anlamdaki küreselleşmeden sonra en etkili küreselleşme konularından birini temsil etmektedir. Bir taraftan küreselleşmenin kendisinin bir kültür ürünü olması, bir başka açıdan da kültürün küreselleşmeden etkilenerek değişime uğraması, kültür ile küreselleşme arasında karşılıklı bir ilişkinin var olduğunu ortaya koymaktadır (Talas, 2004: 242).

Buraya kadar elde edilen sonuçlara göre ise ulus devlette bir form değişikliği yaşanmaktadır. Bu değişim asıl olarak egemenlik anlayışı ve değişen kimlik anlayışının etkisiyle olmaktadır. Bu açıdan kamusal alan konusundaki bütünlükçü yaklaşımın değiştiği vatandaşlığın millî ve eşitlikçi niteliklerini koruyarak daha fazla kültürel hakları içeren bir yapı kazandığı ve merkeziyetçi kamu yönetimi anlayışının zayıfladığı söylenebilir. Bu süreçte önem kazandığı gözlemlenen yerelleşme ve yönetişim uygulamalarının ise ulus devlete yeni bir partner oluşturma şeklinde değil ulus devlet çatısı altında bir alt sistem olarak geliştiğinin altını çizmekte fayda vardır.

Bu husus aynı zamanda ulus devlete ve idari bütünlük ilkesine daha işlevsel ve mantıklı bir alternatifin gelişmediğinin de bir göstergesidir (Şahin, 2010: 36).

Son olarak küreselleşme ile hız kazanan ve ulus devleti etkileyen süreçlerin yaklaşık olarak 1980’den sonra Türkiye’de de etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde gerçekleştirilen yapısal reform ve düzenlemelerin küreselleşmenin dinamikleriyle yakından bir bağlantısı vardır. 1980’den sonra Türkiye’de özellikle 12 Ocak kararlarından sonra liberal ekonomi politikalarının uygulamaya geçirilmesi ekonomi alanında yaşanan değişimle birlikte siyasal ve kültürel alanda yapılan değişiklikler ve 1999 yılında Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsünün elde edilmesiyle birlikte bireyi merkeze alan bireyi ve toplumu devlet karşısında güçlendiren değişikliklerin ulus devletin dönüşümünü hızlandırdığını söyleyebiliriz.

158 3. BÖLÜM: