• Sonuç bulunamadı

Ekonomik Açıdan Küreselleşmenin Ulus Devlet Yapısına Etkileri

KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET

2.3. Ekonomik Açıdan Küreselleşmenin Ulus Devlet Yapısına Etkileri

Küreselleşme süreci, ulus devletin yapısına ve işleyişine önemli etkileri olan bir süreçtir. Küreselleşmenin çok boyutlu ve karmaşık yapısı, diğer kurumları olduğu gibi kuşkusuz ulus devleti de büyük bir değişim ve dönüşüm süreci içerisine sokmuştur. Küreselleşme sürecinin ekonomik boyutu, ulus devletin değişim ve dönüşüm sürecini tayin etmede en etkili boyut olarak öne çıkmaktadır.

Küreselleşmenin ve buna bağlı olarak uluslararası ekonomik kuruluşların ulus devlet üzerinde artan etkileri, ulusötesi şirketlerin daha önceki dönemlerde hiç olmadığı kadar yaygın ve etkin bir hâle gelmesi küresel düzeyde bir ekonomik düzenin varlığını ortaya çıkarmaktadır. Ulus devletler arasında gelir dağılımı ve refah düzeyi başta olmak üzere birçok temel ekonomik parametrenin hızlanan küreselleşme süreciyle birlikte geldiği son nokta, küreselleşmenin ekonomik olarak ulus devletler üzerindeki etkilerini yaşanan ekonomik krizlerle birlikte daha önemli hâle getirmiştir.

Ekonomik küreselleşme; üretimin, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbest hâle gelmesi amacıyla engellerin kaldırılması ve böylece tüm ulus devlet ekonomilerinin tek bir dünya piyasasıyla bütünleşmesine işaret etmektedir. Ekonomik küreselleşme kapsamında günümüzde uluslararası ticaret, hızlı bir şekilde artarken dolaysız yabancı sermaye yatırımları hızlanmakta ve artan kısa vadeli sermaye akımları, krizleri küresel hâle getirmektedir. Gerek sermayenin küreselleşmesi gerekse üretimin ve ticaretin küreselleşmesinde IMF, Dünya Bankası ve WTO gibi ulus-ötesi yönetişim kuruluşları ile ulus-ötesi şirketler, önemli rol oynamaktadır. Ekonomik küreselleşme çeşitleri arasında sermayenin küreselleşmesi, üretimin küreselleşmesi ve ticaretin küreselleşmesi yer almaktadır. Sermayenin küreselleşmesi, uluslararası sermaye akımlarının önündeki engellerin kaldırılmasıyla birlikte sermaye mobilitesinin sağlanması şeklinde tanımlanabilir. Uluslararası sermaye akımları, bilişim teknolojisinin hızlı gelişmesi ve bu teknolojilerin uluslararası para ve finans piyasalarında kullanılmasına paralel olarak hızlı bir gelişme göstermiştir. Böylece günümüzde uluslararası sermayeye yönelik sınırlar kalkmış görünmektedir. Bu bağlamda imzalanan Çok Taraflı Yatırım Antlaşması (MAI), ulusötesi şirketlerin yaptığı dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının serbestleştirilmesini hedeflemekte ve

108

böylece ulus devletler, bu yatırımları engellemek yerine cazip kılma yönünde politikalar izlemek zorunda kalmaktadır. (Minibaş, 1998: 29).

Ticaretin küreselleşmesi süreci 1947 yılında kurulan GATT (Gümrük Tarifleri ve Ticaret Genel Anlaşması) çerçevesinde ülkeler arasındaki mal ve hizmet akımları üzerindeki kısıtlamaların, tariflerin ve kotaların kaldırılması veya azaltılmasıyla başlamıştır (Seyidoğlu, 1999:189). Üretimin küreselleşmesi, sınır ötesi doğrudan yatırım ve üretim faaliyetlerinin yaygınlaşmasını, engellerin kaldırılmasını ve hukuksal düzenlemelerle desteklenmesini içermektedir (DPT, 1995: 10). Ulus devletlerin küresel ekonominin gücü karşısında direnmek yerine küresel sermayeyi ve finans araçları kendi ülkelerine çekmekten başka şansı bulunmamaktadır. Bu amaçla ulus devletler dünya ile bütünleşmek için sermaye finans şirketlerine olabildiğince alan açmak durumunda kalmaktadırlar. 1980’lerden sonra serbest ticaretin yaygınlaşmasıyla, devletlerin egemenlik yetkileri altında ellerinde tuttuğu işlevleri, küreselleşmeyle birlikte artan serbestleşme hareketiyle kısıtlanmıştır.

Sınır aşan ekonomik ilişkilerin dünya ekonomisini bir bütünleşmeye sürüklediği ortadadır. Teknolojinin ve neoliberal politikaların altyapısını oluşturduğu bir ortamda, uluslararası ticari faaliyetler, finansal işlemler ve ulusötesi şirket yatırımları giderek artmakta, uluslararası ticarette bir yoğunluk yaşanmaktadır. Asıl önemli olan ise, ekonomik küreselleşmeyle toplumsal ve siyasi kurumlarda değişikliklerin yaşanmasıdır. Sınırların engel olmaktan çıktığı ekonomik düzen, toplumsal hayatı da derinden etkilemekte, klasik siyasi yapı ve kurumları değişikliğe zorlamaktadır.

Sözgelimi, ekonomi sahasında etkili devlet kontrolü ve müdahalesi zayıflarken piyasa esaslı bir yapı giderek egemen olmaktadır (Şahin, 2009: 77-78). Piyasa esaslı bu yapı tüm dünyada ulus devletleri birbirine daha çok yaklaştırdığı gibi ekonomik olarak bağımsız kalamayacakları bir noktaya doğru da sürüklemektedir.

Küreselleşme öncelikle ekonomik alanda kendini gösterdiğinden birçok yazara göre, ekonominin küreselleşmesi, farklı ülkelerin üretim ve pazarlarının her gün artan bir hız ve derinlikle birbirine daha çok bağımlı hâle gelmesini ifade eden bir süreçtir (Sarıtaş, 2006: 27). Piyasalar dünyadaki yaygınlık alanlarını genişleterek, ulusal ekonomiler arasında yeni bağlantılar oluşturmuşlardır. 21. yüzyılın küresel ekonomik

109

düzeninin önemli yapı taşları olan dev ulusötesi şirketler, güçlü uluslararası ekonomik kuruluşlar ve büyük bölgesel ticaret sistemleri ortaya çıkmıştır (Steger, 2006: 61).

Çok uluslu şirketlerin dünya ölçeğinde bu derece yaygınlaşması kapitalizmin alternatifsiz bir biçimde derinleşmesine katkıda bulunmaktadır. Küreselleşme ile ilgili tartışmaların odak noktası çok uluslu şirketlerdir. Kapitalizme karşı olanlar için çok uluslu şirketler, sömürünün tüm dünyaya yayılmasının aracı durumundadırlar.

Kapitalizmden yana olanlar için ise bu şirketler yatırımların, teknoloji transferinin ve emek gücünün kalitesindeki artışın en önemli nedenidir. Ayrıca, çok uluslu şirketlere karşı, ulus devletlerin meşruiyetini ve bağımsızlığını tehdit ettiği yönünde de eleştiriler söz konusudur. Küreselleşmenin önemli bir aracı olan çok uluslu şirketlerin geçirdiği evrim süreci içerisinde geldiği aşama “küresel kapitalizm”dir.

Uluslararası kuruluşlar geniş yetkilerle donatılmış olsalar da yine de, bir ulus devletin sahip olduğu niteliklere sahip değildirler. Üye devletlerin bir kısım yetkilerinin kendilerine devredildiği AB gibi uluslararası ekonomik birleşme niteliğindeki kuruluşlar bile amaçlarına aykırı davranışlar karsısında öngörülen yaptırımların uygulanmasını ancak üye devletler aracılığıyla gerçekleştirmektedir.

Devletlerin dışında bir varlıkları olmakla beraber, özellikle ekonomik yönden güçlü devletlere karsı mücadele edecek imkânları olmadığı için, çoğu zaman bu devletlerin etkisi altına girmektedirler. Bunun doğal sonucu olarak da uluslararası kuruluşlar, belli ülkelerle ülke grupları lehine kararlar alabilmektedirler. Özellikle belli sermaye veya kotaya sahipliğin önem taşıdığı Dünya Bankası veya IMF gibi kuruluşlarda, zengin batılı ülkelerin büyük etkinlikleri vardır. Dünya Bankası başkanlarının ABD, IMF başkanlarının zengin Batı Avrupa ülkesi uyruğu kişilerden seçilmesi bunun bir göstergesidir (Rodrik, 2000: 26). Bu sistem bizim yaşamımıza hükmetmektedir. Bu sistemin gücünün sınırlandığı alanlar bünyesindeki devletlerin egemenliğidir. Bu anlamda gelinen aşamada ABD ve birkaç sanayileşmiş ülkenin diğer tüm ekonomileri kontrol altına alışının sonuna gelindiğini göstermektedir. 1980 sonrası süreçte, tüm diğer tartışmaların yanında, çok uluslu şirketlerin artan önemiyle birlikte çok uluslu şirketler ulus devlet ikilemi büyük önem arz eder. Ulus devletin artık önemini kaybettiği konusunda tartışmalar hâlâ gündemdedir. Aslında, çok uluslu şirketler zaten herhangi tek bir ülkeyi değil, kâr güdüsünü temsil etmektedirler.

Şirketlerin yöneticileri de kendi sorumluluklarını, hissedarlarının koydukları

110

sermayeleri maksimuma çıkarmak olarak tanımlarlar, böylece de sermayeyi en yüksek geliri getireceğine inandıkları yere yatıracaklardır (Tümertekin ve Özgüç, 1997: 56).

Küreselleşme özellikle finans açısından şimdiye kadar görülmemiş bir uluslararası bütünleşme ve genişleme sürecini tetiklemiş, ulus devlet bu bağlamda ekonomik kalkınmayı teşvik etme ve biçimlendirme gücünü yitirmeye başlamıştır. Ulusal iktisat politikası kararları küreselleşme sürecinin hâkim kurumları tarafından yönlendirilebilmekte, hatta ülkeler kendi döviz ve para piyasalarında meydana gelen değişmeleri bile tek başlarına kontrol etmekte etkinliklerini yitirmektedirler (Eroğlu, 2002: 15). Ekonomik alanda karşılaşılan bu örnekler küreselleşmenin getirdiği ekonomik bütünleşme devletin ekonomi düzeyindeki hükümranlık sahasını oldukça daraltmıştır. Bu olgulara şaşırmamak gerekir, çünkü 20. yüzyıl öncesi iktisatçılar sermayenin er geç dünyanın her tarafına yayılacağından şüphe duymuyorlardı.

Sermaye küresel nitelik kazanınca sermayenin çalışabilmesi için gerekli hukuki düzenlemelerin de dünya çapında benzeşmeye başlayacağı çok açıktır. Yine çok açıktır ki bu benzeşmenin dışında kalmaya çalışan ülkeler küresel sermayeye de cazip gelmeyecek ve dünyada olup bitene uzak kalacaklardır (Keyder, 2001: 143).

Küreselleşme gelişmiş olan ülkeler için ekonomilerinin tüm gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler için bir yayılma imkânı sunarken ve bundan maksimum yararı sağlarken aynı şey söz konusu ülkeler için bağımlı ve yerel ekonomileri için baskıcı bir zorlanmaya dönüşmektedir.

Ulus devletin ekonomi üzerindeki egemenliğinin mümkün olduğunca azaltılması ve uluslararası kuruluşlara devredilmesi, ulus devletin işlevlerinin değişimindeki önemli boyutlardan birini oluşturmaktadır. Ulusötesi şirketlerin sayısının asıl artışındaki temel faktör 1970’lerde yaşanan büyük ekonomik bunalımdır. Bu kriz esnasında gelişmiş ülkelerdeki sermaye için, iç piyasanın tıkanmasıyla girilen sıkıntılı durumdan çıkmanın en etkili yolu dışa açılma stratejisi olmuş, ulusötesi şirketlerin sayısı hızla arttığı gibi bu şirketlerin daha gelişmiş bir formu olan “küresel şirketler”

de sahneye çıkmıştır. Kar amacıyla, sermaye ve teknolojilerini dünya üzerinde en uygun gördükleri bölgelere aktaran bu firmalar, bugün dünyanın dört bir yanında faaliyet göstermekte ve giderek yaygınlaşmaktadır (Şahin, 2009: 76).

111

Küreselleşme süreci ile birlikte dünyanın birçok alanına yayılan kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin, güçlenen ulus aşırı ve çok uluslu şirketlerin birçok devletten daha fazla söz sahibi duruma gelmesinde yardımcı olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Çok uluslu şirketler artık dünya ekonomisine kurallarını dayatacak ve ekonominin gidişatını belirleyecek düzeye ulaşmıştır. Ayrıca bilgi ve teknoloji çağında olmamız nedeniyle çok uluslu şirketler finans piyasalarının yirmi dört saat birbirine bağlı ve aktif olması nedeniyle işlerini kolayca yürütebilmektedirler (Zencirkıran, 2001: 6). Çok uluslu şirketlerin gücü öyle boyutlara ulaşmıştır ki yalnızca dünya ekonomisini değil, siyasi ve askeri kurumları da etkileyebilmektedirler. Bu durum biraz da hızla gelişen ve yayılan küreselleşmeye karşı ulus devletlerin kendilerini koruyucu bir politika üretememelerine neden olmaktadır. Çok uluslu şirketlerin sermaye ve üretimin küreselleşmesini hızlandırmaları, kitle iletişim araçlarını kontrol ederek küresel düzeyde tüketim kültürünü yaymaları ve tüm iktisadi faaliyetlerde temel belirleyici konuma gelmeleri çok uluslu şirketlerin faaliyetlerini ortaya getirdikleri etkileri dikkate değer kılmaktadır (Aktan ve Vural, 2008: 1).

Ulusötesi şirketler bugün dünya ticaretinin % 70’ne sahip bir temel aktör olarak giderek artan güçleri ile uluslararası ekonominin yapısını ve işleyişini büyük ölçüde değiştirmiştir. Ulusötesi şirketler ve bunların küresel stratejileri, dünyadaki ticaretinin ve ekonomik faaliyetlerinin önemli belirleyicileri durumuna gelmişlerdir.

Bunun sonucunda ulusötesi şirketler birçok ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal refahını etkileyen önemli oyuncular olmuşlardır. Bu noktadan hareketle şunu söyleyebiliriz ki ulusötesi şirketlerin bundan sonraki süreçte de artan oranda yaygınlaşacağı ve küreselleşme sürecinde ulus devletlerin uyguladıkları ekonomi politikalarının merkezinde olacakları rahatlıkla söylenebilir.

Ulus devlet günümüzde hâlâ büyük harcamalar yapmakta, vergiler toplamakta ve büyük borçlar almaktadır. Aynı zamanda büyük bir işverendir. Devlet sadece emek satın almaz, ayrıca büyük sermaye projelerine fon sağlar, alt yapı çalışmalarını üstlenir. Hatta savunma gibi belli sektörlerde bazı özel şirketlerin tek müşterisi devlettir. Dolayısıyla devletin ekonomi üzerindeki müdahalesinde bir yok oluş değil, bir farklılaşma ya da yeniden yapılanma söz konusudur. Günümüzde pek çok gelişmiş devletin, ekonomideki en büyük ve en belirleyici rolü devam etmektedir.

112

Ulus devletin vergi alması hâlâ ulusaldır. Devlet, ya para politikasında olduğu gibi doğrudan doğruya ekonomiye, ekonomik aktör olarak ya da sağlık hizmeti şeklindeki sosyal politikalarda olduğu gibi dolaylı olarak ekonomik sürece etkide bulunmaktadır. Ulus devlet hem toprak sahibi, hem de sermayeyi elinde bulundurma görevini devam ettirmektedir. Geçtiğimiz son yirmi yılın devlet reformlarının başlıca amaçlarına bakıldığında, bunlardan birinin piyasalara ve rekabete daha fazla ağırlık vererek devletin yetki alanını ve devlet elindeki tekeli kırmak olduğu görülür (Şen, 2004: 233-234). Ulus devletlerle uluslararası örgütlerin ilişkisini, bazı uluslararası örgütler (DB, IMF, DTÖ vb.), basitçe ulus devletler üzerinde faaliyet gösteren küresel güçler olarak açıklamak bazı şeyleri gözden kaçırmak olur. Buradaki önemli bir nokta, ulus devletlerin yönetme kapasitesinin pek çok açıdan zayıflamakla birlikte hâlâ hem siyasal hem de ekonomik bağlamda etkin bir uluslararası yönetim için hayati öneme sahip olduğuna işaret edilmesi gerektiğidir. Pazarlar ve şirketler kendilerini koruyacak kamu gücü olmaksızın ne yerel ne de küresel seviyede varlıklarını devam ettiremezler (Kır, 2002: 71).

Ulus devleti zayıflatan küreselleşmenin kendisi değildir. En azından ulus devlette bir aşınma varsa, bunun tek nedeni küreselleşme değildir. Devleti oluşturan kurumların küreselleşmeye verdikleri tepki sonucu, ulus devletin varlığı ile vaat ettiği sosyal adalet gibi faktörlerinin küreselleşme sürecinden etkileniş şekli, ulus devleti zayıflatır veya güçlendirir. Bu yüzden, küreselleşme sürecinden ekonomik ve sosyal-bireysel haklar bakımından karlı çıkan ulus devletler güçlenirken bu beceriyi gösteremeyenler zor duruma düşmektedirler. Ulus devletin bu süreçteki konumu küreselleşmeyi algılama biçimi ve buna vereceği tepki ile yakından ilgilidir (Coşkun, 2002: 13-14). Türkiye ulus devleti de 1980’den sonra izlediği politikalar ve buna bağlı olarak uygulamaya koyduğu uyum programlarıyla modern ulus devletlerin gösterdiği beceriyi göstermeye başladığını ve küreselleşme karşısında gerekli yapısal dönüşümleri gerçekleştirmeye çalıştığını gözlemlemek mümkündür.

Sonuç olarak küreselleşme, yenidünya düzeni adı altında ekonomik politik ve toplumsal açıdan ulus devletlerin yapısında dönüşümlere yol açan bir olgudur.

Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan yeni ekonomik düzen giderek güçlenmekte ve ulus devletlerin yapısı gereği güvence altına almakla yükümlü olduğu yurttaşlarına istihdam sağlama, refah, ekonomik büyüme gibi işlevlerini daraltarak ulus devlet

113

yapısını etkilemektedir. Özellikle ekonominin küreselleşmesi yoksullarla zenginler arasındaki uçurumu derinleştirmeye başlamıştır. Kapitalizmin egemen konuma geçişi gelişmekte olan ülkeleri ekonomik açıdan güçlü devletlere bağımlı duruma getirmektedir. Bu durum ulusal ekonomilerin zayıflamasına dolayısıyla ulus devletlerin küçülmesine neden olmaktadır. Ayrıca ekonomi alanında yaşanan küreselleşme ulus devletleri sadece ekonomik olarak etkilememekte siyasal sonuçlara da etki etmektedir.