• Sonuç bulunamadı

Çeşitli Boyutlarıyla Küreselleşme Kavramı

KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET

2.1. Çeşitli Boyutlarıyla Küreselleşme Kavramı

Yaşadığımız çağ görülmemiş ölçüde bir değişime tanıklık etmektedir. Ülkeler arasındaki toplumsal ve ekonomik ilişkilerin artması, artan bu yakınlığın ulusal ve uluslararası hukuk sistemlerini etkilemesi, yeni kurum ve kuruluşların ortaya çıkması, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, dünyanın küreselleşmesine, dolayısıyla küçük bir köy hâline gelmesine yol açtı. Özellikle iletişim teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler değişimi değişmez bir ilke hâline getirdi. Gerçekliği kavrayış biçimimizden, iletişim kurma biçimimize, zaman mekân duygumuzdan, bugüne dek geliştirilen siyasal, toplumsal, ekonomik, kurumlarımıza ve dolayısıyla davranış biçimlerimize kadar her şey bu değişmez ilkelerden nasibini aldı. Bu yüzdende günümüzün belki de en çok tartışılan konularından biri küreselleşmedir.

Son yıllarda teknolojik, ekonomik, siyasi alanlarda dünyamızda yaşanan baş döndürücü gelişmeler, insanoğlunun bir yeni tarihsel dönemin eşiğine geldiğini göstermektedir. Küreselleşme olgusu, söz konusu dönüşümün tam da merkezinde yer almaktadır. Bir gerçeklik olan küreselleşme olgusunun etkilerinin son yıllarda daha çok hissedilir hâle gelmesini ulus devlet ile olan ilişkisine bağlamak mümkündür.

Bugün, küreselleşme ile ulus devlet ilişkisinin gündelik hayatta meydana getirdiği etkiler salt entelektüel bir çabanın ötesinde pratik sonuçları olan bir dizi sorunu da beraberinde getirmiştir. Ayrıca, son dönemlerde küreselleşme sürecine paralel bir seyir izleyen bölgeselleşme ve yerelleşme yönelimlerinin ulus devlet tartışmalarına kattığı zenginlik, ulus devletin yapısı, özellikleri ve işlevleri üzerindeki projeksiyonlara büyük bir derinlik katmıştır. Bu nedenle, ulus devletin çağımız uluslararası sistemindeki yerini ve küreselleşme ile olan ilişkisini anlamak ve buradan hareketle özellikle 1980’lerden sonra Türkiye’de yaşan değişimi ulus devlet yapısının küreselleşme ile olan bağını sorgulamak değişimin niteliği anlamak açısından bize önemli ipuçları verecektir. Küreselleşme, 1960’larda ekonomik bir olgu olarak ortaya çıktı. Ancak iletişimin gelişmesi ve teknolojik devrim ile birlikte,

86

liberal değerlerin hüküm sürdüğü liberal bir küresel toplum yaratmayı amaçlayan dünya kapitalizminin bir uzantısı hâline geldi.

1980’li yıllardan sonra varlığı tartışmasız kabul edilen küreselleşme olgusu ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, sınır ötesi sermaye hareketleri gibi etkenlerden de beslenerek siyasi alanda da önemli değişimlere yol açmış ve küreselleşmenin yol açtığı gelişmelerin ulus devletin değişimini ve dönüşümünü hızlandırdığı bir sürece yol açtığı görülmektedir. Çeşitli boyutlarıyla gerek ulusal, gerekse uluslararası gelişmelere yön veren bir gerçeklik olarak küreselleşme sürecinde, ulus devletin durumu önemli bir tartışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme sürecinin, devlet politikalarının yanı sıra toplumsal yapıları nasıl değiştirdiği, etkilediğini ve dönüştürdüğünü anlamak kavramsal bir tanımlama yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu aynı zamanda birbirinden farklı oluşum süreçlerini ihtiva ettiği iddia edilen “Küreselleşme süreçleri” arasında ayrım yapabilmek ve 1980’den sonra dünyayı değiştiren Küreselleşme sürecini anlamak için de gereklidir. Nitekim 1980’ler sonrasını şekillendiren Küreselleşme olgusu dinamizmini ekonomiden alan küreselleşme sürecini anlamayı mümkün kılacaktır. Nitekim bu süreç teknolojik gelişmelerin etkisiyle daha hızlı bir yayılma süreci geçirecek ve Türkiye’nin de etkilendiği bu olgu kendi iç dinamikleriyle birleşerek, Türkiye’de küresel sürece entegrasyon döneminin başlatıcısı olacaktır.

Küreselleşme tartışmaları başta, uluslararası ilişkiler, iktisat, politika, kültür çalışmaları başta olmak üzere sosyal bilimlerin bütün alanlarını ilgilendirmesine rağmen küreselleşmeye ilişkin var olan tartışmalar, bir bütün olarak Robertson’un da belirttiği gibi “sosyolojik çalışmanın bir uzantısı ve yeniden odaklanması oluşturmaktadır” (1999: 23). Dolayısıyla bizim çalışmamızın çerçevesini de sosyolojik bir zemine oturtma çabası oluşturacaktır. Her ne kadar küreselleşme birçok sosyal bilim disiplinin konusu içerisinde yer almış olsa da sosyolojik olarak küreselleşme ulus devlet etkileşimini analiz etmek büyük önem arz etmektedir.

87

1980’li yıllardan itibaren bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan baş döndürücü gelişmelerle birlikte toplumsal, siyasal ve ekonomik alanlarda birtakım değişimler gözlenmiştir. Devletlerin sınırlarının aşıldığı, ekonomik ve siyasal alanda yeni ilişki ve kurumların ortaya çıktığı, bu gelişmelere paralel olarak yeni birtakım değerlerin gündeme geldiği bu gelişmelere ve neden olduğu etkilere küreselleşme adı verilmektedir. Küreselleşme süreciyle birlikte uluslararası ticaret ve sermaye akışı, doğrudan dış yatırımlar, göçler son yirmi yılda büyük önem kazanmıştır. Buna uygun olarak küreselleşme yerel toplulukları etkileyerek, ulus devletleri içererek, ulusal kimlik, yurttaşlık ve siyasal egemenlik bağlarını azaltarak toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamda kendisini göstermiştir (Yıldırım, 2002: 43). Bu bağlamda küreselleşmenin geçmiş dönemlerden farklı olan bazı özellikleri ön plana çıkmaktadır. Bunlardan başlıcaları gücün kaynağı olarak ilk defa bilgi ve teknolojinin ön pala çıkmış olması, iletişim ve ulaşım teknolojisinin ön plana çıkması ile birlikte mesafe kavramının ortadan kalkması toplumlar arası ilişkilerdeki yakınlaşmanın artması, serbest ticaret anlayışının tüm dünyada yaygınlaşması, ülkelerarası ekonomik bağımlılık ve benzeşmenin artması ve uluslararası sistemde devletlerin yanına yeni aktörlerin eklenmeye başlaması gibi gelişmeler söylenebilir.

Bu karakteristik özelliklerden bilgi ve teknolojinin öneminin artması ile birlikte küreselleşmenin yarattığı değişimin kavranabilmesi açısından üzerinde durulması gereken bir konudur. Çünkü bu gelişme sanayi mallarının üretimine dayanan fabrika ve makina gücü üzerine yükselen mevcut toplumsal yapıyı değişime zorlayan başlıca etkendir. Küreselleşme ile birlikte iyice hissedilmeye başlayan toplumsal yapıdaki dönüşüm daha çok bilgi toplumuna geçiş şeklinde ifade edilmektedir. Dünyadaki asıl dönüşümde bilginin üretim sistemin temeline yerleşmesi ile birlikte gerçekleşeceği söylenmektedir. Bilginin ön palan çıkması ile birlikte yaşanmakta olan değişimin toplumsal kurumları ve toplumsal yapıyı yeniden örgütleyici tarzdaki bu değişim süreci ulus devleti de etkisi altına almış görünmektedir. Esasında bu normal bir değişmedir. Çünkü üretim biçimlerinin değişmesi her zaman yeni bir toplumsal yapıyı da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle ulus devlet ve küreselleşme arasındaki etkileşimi iyi analiz etmek gerekmektedir (Şahin, 2010: 29). Bu etkileşimi sağlıklı kavrayabilmek açısından ise öncelikle küreselleşmenin anlamını, temel unsurlarını ve yapısal özelliklerini ortaya koymak gerekli olacaktır.

88

Küreselleşme, üzerinde çok tartışılan, çok farklı anlam ve değerler yüklenen, çok farklı tanımlamalara ve nitelemelere konu olan bir kavramdır. Küreselleşme konusundaki literatürün genişliğine ve kavramın oldukça popüler olmasına rağmen küreselleşmenin herkes tarafından kabul edilmiş ortak bir tanımı yoktur.

Küreselleşme olgusunun farklı bakış açıları tarafından değerlendirme eğilimi, söz konusu kavrama bir yandan içerik zenginliği katarken, öte yandan küreselleşme olgusunun sınırlarının dikkate değer bir şekilde zenginleşmesine yol açmıştır. Ayrıca küreselleşmenin henüz tamamlanmamış, devam etmekte olan bir süreç niteliği taşıması, kavramın akademik ve entelektüel çevrelerde hararetli tartışmalara zemin hazırlayacak bir olgu olarak önemini artırmıştır. Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alanındaki değişimi ifade etmek için kullanılan ‘sihirli’ bir sözcük hâline gelmiş, geniş bir alanda kullanılan

‘klişeye’ dönüşmüştür (Bozkurt, 2000: 17, Koçer, 2004: 103). Küreselleşme konusunda düşünce üreten bazı yazarlar, küreselleşmenin ekonomik boyutunu öne çıkarırken bazıları da siyasal ya da sosyokültürel boyutunu ön plana çıkartmaktadırlar. Aynı şekilde bazı düşünürler, kendiliğinden gelişen bir süreci ifade etmek için küreselleşme kavramını kullanırken, diğerleri özellikle gelişmiş bazı ülkelerce kullanılan bir olguyu anlatmak üzere küreselleşme sözcüğüne atıfta bulunmakta, kimileri ise nispeten yeni bir gelişmeyi aynı sözcükle isimlendirebilmektedir (Yüksel, 2001: 7, Erdoğan, 2004: 21-22). Her ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın her tanımlama bir sınırlandırma olarak anlaşılmalıdır. Bu açıdan küreselleşme olgusunun farklı yönlerine ağırlık verilen tanımlamalar olgunun daha iyi anlaşılması ve ulus devlet yapıları üzerindeki etkilerini anlayabilmek açısından daha verimli olacaktır.

Küreselleşme, kavram olarak dünyanın sıkışması ve tek bir yer olarak algılama bilincinin artışı olarak tanımlanmaktadır. Bu günden bakıldığında kavramın açılımları içinde yer alabilecek süreç ve eylemlerin birkaç yüzyıldır devam ettiği görülmektedir. Küreselleşme bu bağlamda, bir yoğunlaşma ve sıkışma duygusunu anlatmaktadır. Ekonomik-siyasal ve kültürel alanda süren küreselleşme, mekânla etkileşim içinde yayılmaktadır (Aslanoğlu, 2000: 145). Küreselleşme kavramı, devletler ve toplumlar arasında karşılıklı ilişki ve bağımlılık sürecini ifade etmektedir. Küreselleşmenin içeriği kola içip Disney izleyen küresel bir köy ekonomisinden, hatta giderek büyüyen sosyokültürel karşılıklı bağımlılıklardan

89

ibaret değildir. Küreselleşme dünyanın ticaret ve finans rejimlerini yeniden inşa eder ve insanların kendilerini, çocuklarının hayat alanlarını, etnik kimliklerini nasıl gördüklerini etkileyerek, bilinçliliği en yerel ve kişisel düzeylerde yeniden tanımlar.

Çoğu kimlikler küreselleşme güçlerinin sonucu olarak değişikliğe uğrar (Tabb, 2002:

15). Küreselleşmenin önemli özelliklerinden birini bireylerin, malların, fikirlerin, imajların, söylemlerin, teknolojilerin, tekniklerin ve benzeri objelerin sürekli hareket hâlinde olmaları ve dünyada sınır tanımayan akışkanlık içerisine girmeleri oluşturmaktadır (Appadurai, 1999: 229-238). Ulaşım ve iletişim araçlarındaki gelişmelere bağlı olarak zaman ve mekân algısında meydana gelen daralma küreselleşmenin tüm dünyayı evrensel bir köy hâline getirmesine sebep olmuştur.

Bu hâliyle küreselleşme her alanda mesafeyi daha az önemli hâle getirmekte, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda dünyanın daha çok bütünleşmesini sağlamakta (Bozkurt, 2000: 30-31) bu da günümüzü anlama ve açıklama çabasında anahtar bir kavram olmaktadır. Bu bütünleşme süreci ulus devletlerin giderek sınır kavramında da değişikliğe uğramakta ve giderek ulus devletler her alanda bileşik ulus devlet anlayışlarına doğru evrilmekle birlikte aynı zamanda ulus devletler küreselleşmenin etkisiyle birlikte meydana gelen tehditlere karşı da yerelleşme unsurlarını ön plana çıkarmasına fırsat tanımaktadır. Küreselleşmeyi teknolojik alanda meydana gelen gelişmelere bağlayanlar, onu teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan tarafsız bir gelişme olarak sunmaktadırlar. Buna göre bilgisayar ağırlıklı teknolojiler, kolaylaşan bilgi aktarımı ve iletişim, ucuzlayan ulaşım hep birlikte sermaye dolaşımını kolaylaştırmışlar, şirketlerin küresel düzeyde bir üretim ağı kurmasına yol açmışlar ve insanlık, artan iletişim sayesinde “küresel köyde” benzer yaşam ve tüketim alışkanlıkları edinmiştir. Bu uzun dönemde tüm insanlığın yararına mı yoksa zararına mı olacağı konusundaki tartışmalar hâlen devam etmektedir.

Küreselleşme sürecini ekonomik merkezli bir bakış açısıyla değerlendirmek yazarlar arasında sıkça rastlanan bir olgudur. Yeldan (2003: 428), küreselleşmenin salt ekonomik bir boyuta indirgenemeyeceğinden hareketle bu noktada şu şekilde bir küreselleşme tanımlaması yapmaktadır: Geniş anlamıyla küreselleşme, dünya ekonomisini oluşturan sosyal ve iktisadi parçaların birbiriyle ve giderek dünya piyasalarıyla eklemlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, mal

90

ticaretinin ve finansal sermaye akımlarının serbestleştirilmesi, küreselleşmenin en dar anlamıyla iktisadi süreçlerini sunmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme kavramı aynı zamanda siyasi, iktisadi ve sosyal tüm alanları kapsayan bir öneriler reçetesi olarak değerlendirilmelidir. Küreselleşme bu anlamda ulus devletlerin yapısını siyasi, kültürel ve ekonomik olarak olumlu yönde değişime uğratırken aynı zamanda olumsuz yönde ulus devletler için bir tehdit unsuru olarak da işlev görmektedir.

Küreselleşme süreci birtakım değişim ve dönüşümlerin küresel ölçekte yarattığı teknolojideki gelişmeler vasıtasıyla özellikle sermayeye küresel ölçekte sınırsız hareket imkânı tanımaktadır (Keyder, 1996: 47-48). Küresel sermayenin uluslararası örgütler ve ulus devletler aracılığıyla hareket etmesi ulus devletler açısından küreselleşme ve yerelleşme problematiğinin doğmasına yol açmıştır.

Küreselleşme ve yerelleşme arasındaki bu ilişkiye dikkat çeken Bauman’a (2000: 67-69) göre; küreselleşme ve yerelleşme arasında ikili bir diyalektik vardır ve bir kısım yerelleşme süreci içindeyken diğer bir kısım küresel ölçekte bir büyüme yaşamaktadır. Bu nedenle küreselleşme süreci itici gücünü, küresel ölçekte tabakalaşmayı tekrar kurgulayan teknolojik değişikliklerden alan kutuplaştırıcı bir özelliğe sahiptir. Kutuplaştırmanın gerçekleşme alanı ise küreselleşmenin ayrılmaz bir parçası olan mekândır. Yerel birimler anlam yaratma ya da anlam müzakere etme kapasitelerini kaybetmiş ve giderek daha fazla kendi denetimleri dışındaki anlam verme ve yorumlama eylemlerine bağımlı hâle gelmişlerdir. Bu durum, onları toprağa bağlı olmaktan çıkarıp belli bir “topluluk kurucu” olma özelliklerini yurt temelli olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu uzaklaştırma sayesinde bazı insanların barınmayı sürdürdüğü toprağa anlam ve kimlik atfetmesi ortadan kalkmıştır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki toprağa bağlılık anlamında kimlik edinme küreselleşme ile birlikte ulus devletin teritoryal yapısında aşınmalara yol açmış olsa da Bauman’ın söylediğinin tersine toprağa bağlı kimlik duygusu yerel olana tehditler algılandığında hala birleştirici bir güç olarak ulus devletin varlığını sürdürmesine olanak vermektedir. Bu bakımdan küreselleşme olgusunu farklı bakış açılarıyla ele almak küreselleşmenin etkilerini anlamak açısından oldukça önemlidir.

Küreselleşme olgusunu farklı bakış açılarıyla ele alıp kategorize eden Farazmand, küreselleşmenin değişik tezahürlerine dayalı kavramsal sınıflandırmasını aşağıdaki verilen tanımlamalar çerçevesinde yapmıştır: (Farazmand, 1999:249-252).

91

-Sınır açıklığı olarak küreselleşme: Bu yaklaşım, devletin düzenleyici engellerini ve korumacı araçlarını terk edip, hızlı finansal işlemleri, iletişimi, ticareti ve kültürel ilişkileri güçlendirerek, sınırların geniş ölçekte açılmasını ifade etmektedir. Böylesi bir sınırsız dünya birleşmiş, küresel bir ekonomi, küresel hükümet, türdeş küresel kültür ve bunların etkisinin ürünü olarak küresel kamu yönetimi sistemi ile karakterize edilmektedir. İnternet ve diğer bilişim teknolojisi araçları, küreselleşme olgusuna ve sınır açıklığı kavramına önemli katkılar yapmıştır.

-Uluslararasılaşma olarak küreselleşme: Bu çıkarım küreselleşmeyi, dar anlamda örgütler arasındaki sınır ötesi ilişkilerde, yani ulusal yetki sınırlarının ötesine uzanan kimlikler ve topluluklardaki ilişkilerde artış olarak ele almaktadır.

-Bir süreç olarak küreselleşme: Politik ekonomi bir bakış açısını kullanarak küreselleşmeyi bir olgu değil bir süreç olarak ele almak gerektiğini savunan bir tanımlamadır. Bu yaklaşımda küreselleşme, modern kapitalizmde yüzyıllardır devam eden sermaye birikiminin doğal uzantısı olan bir süreç olarak görülmektedir.

Yalnızca son zamanlarda modern teknolojinin olanakları sayesinde daha hızlı gelişmiştir. Bundan dolayı da bu durum yeni değildir. Bir başka ifadeyle, küreselleşme sürecinin başlangıcı erken (rekabetçi) kapitalizmden geç (tekelci) kapitalizme geçildiği 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk dönemlerine kadar götürülebilir.

-İdeoloji olarak küreselleşme: Batılı kapitalist demokrasinin ideolojik temel taşları, Amerika ve Batı Avrupa liberal demokrasilerinin küreselleşmesinin ardındaki itici güç olarak hareket etmiştir. Bilginin medya, basın, bilgisayar ve uydu iletişim sistemleri tarafından tüm dünyaya propagandayı da içerecek şekilde yayılması, diğer ülkelerin taklit edeceği ideal bir politik sistem imajı sunmaktadır. Özgürlük, bireycilik, serbest girişim ve çoğulcu demokrasi gibi anahtar kelimeler küreselleşmenin bu ideolojik gücünü karakterize etmektedir.

Küreselleşmeyle birlikte birçok kurum ve organizasyon değişim geçirmek zorunda kalmaktadır. Devletler de bu değişimden nasibini almaktadır. Kapitalizm ilk ortaya çıktığı dönemde nasıl ki feodalizmden ulus devlete geçişi zorunlu kıldıysa, günümüzde de kapitalizm geldiği nokta itibariyle ulus devletten küresel boyuttaki oluşumlara geçişi gerçekleştirme amacındadır. Bu durum ulus devletlerin aşılmaya

92

başladığı, eski önemini kaybettiği, ulusal politikaların yerini küresel pazarın aldığı gibi tartışma konularının doğmasına yol açmıştır.

Küreselleşme ile birlikte ulus devletin etki alanının daralması, çok uluslu şirketlerin hâkimiyet alanlarını genişletmeleri, iletişim teknolojilerinde gündeme gelen yeniliklerdir. Küreselleşmeyi bazı yazarlar, uluslar üstü örgütlenmelerin evrensel meşruiyet zeminleri olarak ortaya çıkması ve giderek homojenleşen bir kültürün varlığı gibi toplumsal ve toplumlararası gerçeklikleri nitelemek, bu gerçekliklerle birlikte seyreden süreçleri açıklamak için ortaya atılmış bir kavram olarak görmektedir. Bazı yazarlara göre ise küreselleşme, yeryüzündeki bölgelerarası ve sınıflar arası eşitsizliklerin nedenini oluşturmaktadır.

Öte yandan küreselleşmeyi yeni bir olgu olarak görmeyip, kapitalizmin varlığı ve işleyişiyle ilişkilendirenler de bulunmaktadır. Kavramın giderek artan bir şekilde evrenselcilik ve emperyalizm gibi kavramlarla ilişkilendirilmesi hatta bu kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılması da söz konusudur. Küreselleşmeyi “Batı kapitalizminin kılık değiştirmiş emperyalizm çabası” olarak değerlendirenlerin sayısı her geçen gün daha da artmaktadır. Ekonomik küreselleşme kapsamında, gelişmekte olan ülkeler aleyhine birçok olumsuzluğun olması, evrenselleşmenin Amerikan değerleri etrafında seyretmesi, küreselleşmenin daha çok dünyanın Amerikalaştığı bir süreç olarak algılanmasının da bunda etkili olduğu söylenebilir. Küreselleşmenin bütün dünyaya nüfuz eden ideolojik boyutunu vurgulayan Timur, küreselleşme sürecinin, çağdaş emperyalizmin 1980’lerden itibaren yaygınlaşan ve Sovyet sisteminin çöküşünden sonra tek ve kaçınılmaz bir olgu olarak dünyaya sunulan yeni adı olduğunu ifade etmektedir. Timur’a göre, küreselleşme, kapitalist sermaye birikiminin yeni bir aşamasıdır. Başka bir ifade ile emperyalizmin, yani sermaye ihracının yeni bir biçimidir. Sermaye artık sadece mal ve para şeklinde değil, Marx’ın tanımladığı biçimde, “Kapitalist Üretim” biçimine özgü toplumsal ilişki şeklinde de anlaşılmaktadır (Yüksel, 2001: 9). Bugün gelinen nokta uluslararası şirketlerin dünya kaynaklarının paylaşımında ulus devletin sınırlarını aşan bir ölçekte ulus devletin siyasal, ekonomik ve kültürel yapısına etki ettikleri ve kapitalizmin taşıyıcıları oldukları bir gerçektir. Ancak özellikle ekonomik alanda yaşanan bu merkezileşme olgusu hala ulus devletlerin sahip olduğu çeşitli alanlardaki yapısal özelliklerini aşacak boyutta değildir.

93

Küreselleşmeyle ilgili yapılan tartışmalar, ekseriyetle ulus devletin ortaya çıkışını sağlayan kapitalist sürecin günümüzde ulus devleti ortadan kaldırmaya veya dönüştürmeye çalışan bir sürece dönüştüğünü göstermektedir. Kapitalizmden ayrı düşünülmesi olanaksız olan küreselleşmenin, bu aşaması en çok geleneksel anlamdaki ulus devleti tehdit eder duruma gelmiştir (Esgin, 2001: 185).

Küreselleşmeyle ilgili tartışmalardan da anlaşılacağı üzere, ulus devletin tarihsel süreçteki oluşumunu sağlayan kapitalist dönüşüm, bu sefer de yeni ve belli ölçülerde farklı etkilerle, ulus devletin meşruiyetini azaltma ya da yok etme amacıyla kendini göstermektedir. Küreselleşmenin kapitalizmin bir aşaması olduğu düşüncesinin haklılığını ortaya koyan bu iddia, birçoklarınca emperyalizmin ya da kapitalist mantığın kendini yenilemesinin bir önkoşulu olarak kabul görmekte, küresel kapitalizmle ulus devlet ilişkisinin açıklanmasında hâkim olan bir bakış açısı oluşturmaktadır. Bu bağlamda, küreselleşme yeni bir olgu değil, sadece yeni bir terim ya da kavramsallaştırma olarak yüzyıllardır süren sistemin/emperyalizmin bizatihi kendisi; emperyalizm denen olguya saygınlık kazandırma, emperyalizmin karşısında çaresizlik yaratma çabası olarak da görülebilir (Boratav, 1997: 23).

Bu yaklaşımlar ulus devletin kapitalizmle olan ilişkisi açısından değerlendirildiğinde küreselleşme sürecinde ulus devletin yapısında meydana gelen değişimi ve söz konusu sürecin olumlu olumsuz yönlerine cevaplar bulmamızı kolaylaştıracaktır.

Ulus devletler bir kısım yetkilerini ulusötesi ve uluslararası kuruluşlara devretseler de bu kuruluşların yönetim kurullarında etkin olarak görev alarak dünya politikalarında müdahil olmaya devam etmektedirler.

Dünya hem bir taraftan küreselleşirken hem de bölgeselleşmektedir. Ülkeler arası ekonomik, siyasal, kültürel, bağların artması aralarındaki işbirliğini de artırmış ve ulus devletler arasındaki sınırları geçişken hâle getirmiştir. Küreselleşmenin

Dünya hem bir taraftan küreselleşirken hem de bölgeselleşmektedir. Ülkeler arası ekonomik, siyasal, kültürel, bağların artması aralarındaki işbirliğini de artırmış ve ulus devletler arasındaki sınırları geçişken hâle getirmiştir. Küreselleşmenin