• Sonuç bulunamadı

Kültür Taşıyıcısı Olarak Âşıklar

3.3. Âşıklığın Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Durumu

3.3.2. Kültür Taşıyıcısı Olarak Âşıklar

Kültürde çözülmenin en önemli sebebi olarak “tabakalaşma”yı gösteren Mehmet Kaplan aynı tabakadaki insanlardaki farklılaşmanın da “bölünme”yi doğurduğunu söylemektedir. Bu bölünmenin en net halinin ise Doğulu-Batılı olarak nitelendirilebilecek birbirine düşmanlık bile besleyebilecek konuma gelen,

Tanzimat’tan sonra Batı dillerini öğrenmeye başlayan Osmanlı aydın tabakasında görüldüğünü belirtmektedir. Batılı kaynaklardan beslenen bu tabaka, kendi halkına da yabancıdır. Çünkü aynı kültürün paylaşılması beraberinde aynı zihniyet yapısını da getirmektedir. Batı tarzı kültürle yetişen bu aydınlarda oluşan tabakalaşma aslında Türk toplumunda görülen kültürel çözülmenin ve farklılaşıp zıtlaşmanın da asıl sebebidir. Kaplan, T. S. Eliot’ın bu çözülmenin önüne geçmek için toplumun nesilden nesile aktardığı ortak din ve kültür kaynaklarına dönülmesi ve ondan beslenilmesi gerektiğini söylediğini ifade etmektedir. Ayrıca Kaplan (2006: 18-19), Türkiye’de ise durumun tam tersi bir hal aldığını ve aydınların bu zihin yapısının bin yıllık Türk kültürünü yıkmak üzere olduğu tespitinde bulunur.

Yukarıda sözü geçen aydınların hayranlık duyduğu ülke olan Fransa ve Fransa kültürü hakkında söz sahibi Fransız halkbilimcisi Edmond Saussey de Tanzimat dönemi ve sonraki dönem aydınlarını bu hususta şu sözlerle eleştirir:

“ […] 19. yüzyılın ortalarına kadar bu, böylece sürüp gitti. O zaman dili ve edebiyatı tabiiliğe ve sadeliğe kavuşturmak için bir hareket belirdi. Fakat bu harekete kat’i hamlesini verenler, halk edebiyatına da saygı gösteriyorlardı, ama münevverlere mahsus eğitimleri yüzünden de onu, bir hor görüşleri vardı. Türk dilini temizliğe kavuşturmak için çok çalışanlardan biri, Ahmet Vefik paşa, halk şiirinin en mükemmel mahsulleri olan manileri için, şu akıl almayan tarifi veriyordu. “ Usûlsüz ve ölçüsüz bir melodi ile söylenen, âhenksiz, mânasız ve vezinsiz kelimelerden müteşekkül bir şarkı” (Saussey, 1952: 5-6). Tanzimat Devri düşünür ve şairleri; saz şairlerini ve onların eserlerini aşağılama ve değersiz gösterme eğilimindeydiler. Milli dil ve milli edebiyat meselelerinde oldukça hassas olduğu bilinen Ziya Paşa’nın bile “Harâbât Mukaddimesi”nde saz şairlerinin eserlerini “eşek anırması”na benzetmesi büyük talihsizliktir (Köprülü, 1962: 16-17). Ziya Paşa gibi Tanzimat sonrasında oluşturulmaya çalışılan yeni edebiyat anlayışının temsilcileri âşık tarzının güç kazanıp ön planda olmasına da engel olmuşlardır (Çobanoğlu, 2007: 16-17). Ziya Paşa ve çağdaşı aydınların zihin yapısı ve bu yapının somutlaştığı sözü geçen benzetme, Kaplan’ın yukarıda belirttiği kendi ürettiğimiz gerçeklik olan kültürümüze ne kadar yabancılaştığımızı gösteren somut bir örnek olması açısından önemlidir.

Batı medeniyetinin olumlu yanlarından mutlaka faydalanılmalıdır fakat bunun Türk tarih ve medeniyetini ikinci plana atmayarak bir sentez yakalayarak yapılmasında fayda vardır. Kaplan’a göre eski edebiyatımızın kötülenmesindeki en önemli sebep onun bilimsel olarak incelenmemiş ve değerlendirilmemiş olmasıdır. Her ne kadar sosyal tabakaları ve üslupları farklı olsa da divân şairi Nedim ile halk şairi Karacaoğlan “aşk” ve “yaşama sevinci”ni ele almışlardır. Bugün Batı yönünü geçmişe çevirmişken biz neden atalarımızın eserlerini incelemiyoruz? Bu hususta Kaplan, en önemli edebi yapıtlardan biri olan “Faust” örneğini verir. Nasıl “Faust”, Orta Çağ Alman efsanelerinden birine dayanıyorsa bizim de işlenilmemiş sayısız masal ve destanımızın olduğunu belirtmektedir. Halk dili ve edebiyatı bizi halka yaklaştırır. Türk halk kültürü ile evrensel kültür kaynaştırılırken, yozlaştırılmamalıdır (Kaplan, 2006: 46, 50). Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermenilerin çoğunun Türkçe’yi iyi konuşması ve bazılarının Türk âşıklarla atışabilecek düzeyde Türk-İslam mazmunlarına hâkim oluşlarının âşıklık geleneğine milliyet ve dinlerüstü bir statü kazandırdığını söyleyen Özkul Çobanoğlu: “Türk kültüründe din ve etnisite kökenli “başka”ları veya “öteki”leri dışlamadan bir arada yaşama kültürünün en önemli var edici ve yaşatıcı dinamiğinin adı, Âşık Tarzı Kültür Geleneği’dir” (Çobanoğlu, 2007: 27) diyerek geleneğin Osmanlı toplum yapısındaki işlevine dikkat çekmektedir.

“Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerek” denilen bir söz vardır. Halkın duygu ve düşünceleri, acı veya tatlı olayları türkülerde ya da manilerde görülür. Halk bu duygularını halk ozanları aracılığıyla aktarır. Yabancı dilin etkisinde kalan dilimiz işte bu ozanlar vasıtasıyla kendimize özgü şiir kalıplarıyla bozulmadan yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılır (Makal, 1986: 9).

Küreselleşen dünyanın yıllar içinde edindiğimiz gelenekselleşen yaşam biçimlerimizi etkilememesi düşünülemez. Hızlı kentleşmenin sanayi, ulaşım, ekonomi ve eğitim gibi alanlarda da değişimi beraberinde getirdiği söylenebilir. Bu durumdan kültürel yapılarımız da etkilenir. Geçmişten günümüze taşınan geleneksel kültürümüz kültürel miras taşıyıcıları tarafından güncellenmez ise ya etkisi azalır ya da tamamen kaybolur (Başgöz, 1986: 140, Aktaran: Bayraktar, 2014: 22). İşte âşıklar da sözü geçen kültürel miras taşıyıcılarından bir tanesidir. Değişen dünyaya ayak uydururken bunu geçmişi unutarak değil eskiyle yeninin sentezlenerek yapılması gerekmektedir.

Görüşmeye katılan âşıklarımızdan Âşık Devaî, âşıklık geleneğinin kültürel katkısı hakkında şu görüşü paylaşmaktadır:

“Geçmişini unutmamak, birlik beraberliğe davet etmek, geleneğini yaşatmakla beraber bir örnek verirsek; bugün bir “Genç Osman”, “Çanakkale”, “Çırpınırdı Karadeniz” âşık eserleridir. Millet eseriyle kültürüyle yaşar. İşte eserin bilmediğini gördüğünü, kültürünü yaşamalı, geleneğini yaşamalı hatta şunu da diyeyim: Türk kültüründe türkü dinleyenlere bakın. Türkü dinleyenlerin çevresine bakın. Evlenenlerden boşanan yüzde beştir. Türkü dinlemeyip Türk kültürüne uzak olanlardan evlenip boşananların oranı ise yüzde doksandır”.

Âşık Gültekin Bulutoğlu da Âşık Devaî gibi âşıklık geleneğinin kültürümüz için önemini şu sözlerle aktarmaktadır:

“Âşıklık geleneğini kendi çabalarımızla yürütmeye çalışıyoruz. Yani birçok zorluğa rağmen biz bu kültürü yaşatmaya çalışıyoruz. Geçmişini bilmeyen bir toplum hafızasını kaybetmiş bir deli gibidir. Nereye gittiğini bilmez. Dede Korkutlardan da binlerce yıl evvel olan bu sanat bizim kültürümüz, özümüz, yaşam tarzımız. Onu yaşatmaya çalışıyoruz gücümüz yettiğince”.

Âşık Feymanî ise şu anda yaşanan hayatın törelerimize pek uygun olmadığını fakat zamanla töremize dönüş yaparak hayatın güzelleşeceğini umut etmektedir. Âşık Feymanî’nin bu dileklerini ve töremize, kültürümüze uygun yaşamadığımızı gösteren Âşık Kaptanî’nin şu sözleri aslında duruma ışık tutması açısından önemlidir:

“Ama işte şimdi evde bir anne çocuğuna doğal yollardan patatesi kızartmazsa, yumurtayı düzgün pişirip veya menemenini kendi yapıp yedirmezse, çocuk okula aç gidip durur da şeylerde fast food yerse veya cipse alışıp, çikolataya alışıp, pırasaya alışmazsa o çocuğa evde yemek yediremiyorsun noluyor? Çocuk yarın hasta oluyor. Eee! Sen zamanında okul kantinlerine bu şekilde şey yaparsan çocuğun mahkûm olursa veya çocuk napıyor? Kolaya alıştı mı bırakamıyor. Sigaraya alıştı mı bırakamıyor. Sen ee biliyoruz, biliyoruz ama çocuğuna sahip çıkmazsan, çocuk napıyor? Kültüründen de ayrılıp uzaklaşıyor. Evindeki yemek kültüründen de uzaklaşıyor. Sonra napıyor?

Hayat diyor. Bu diyor. Evde yemek pişirme. Evde şey yapma. Çocuk kayboluyor. Suni ortam, her şey hazırcılık. Evleniyor. Hanım geliyor. Yemek yapmamış, alışmamış. Evlenmişiz. Napalım? Hadi dışarıda yiyelim. Böyle bir şey yok. Bu bizim tamamen ailenin çöküşü. Böyle bir evlilik olur mu? Bizde ne yaparız? Ben üç nesil bir aradayım. Babam sağ, annem sağ, ben sağım, oğlum da aynı. Yanımda torunlar var. Üç baba iki dede bir evde yaşıyoruz biz. Bizim aile böyle bir aile. Ama şimdi herkes çocuğunu alıyor başka bir şehire veya ayrılıyor. Anne baba perişan. Bu Türklük kültürü âdeti töresi değil. Biz Amerikalaşıyoruz veya Avrupalı gibi çocuk on sekize geldi mi naparsa yapsın. Bu bizim kültürümüz değil ki! Biz babamıza da bakmak mecburiyetindeyiz toruna da. Torun sevgisi de var bizde baba sevgisi de. Biz bunu terk ettiğimiz an biz de aynı Avrupa gibi oluyoruz. O zaman bizim Türk gelenek göreneğimiz kalmıyor. Yemeğimiz de öyle oluyor yaşantımız da öyle oluyor hayatımız da öyle oluyor”.

Âşık Kaptanî’nin söylemlerine bakıldığında, toplum olarak Amerikan ya da Avrupai yaşam tarzını seçmemizin en başta en küçük toplumsal yapı olan ailelerde bozulmalara neden olduğu görülmektedir. Aile ne psikolojik işlevini ne de sosyalleşme ve eğitim işlevini yerine getirebilmektedir. Bu yüzden daha sonra hukuk, din, eğitim, vb. bütün toplumsal kurumlarda yozlaşma başlamaktadır. Âşık Kaptanî, bu bozulmayı önlemek için çocuklarımızın Facebook ya da internet ortamında kontrol altında tutulması gerektiğini çünkü bu mecralarda savunmasız durumda oldukları için yabancı kültürlerin etkisi altında yanlış yollara girebileceğini belirtmektedir.

Konuyu tekrar âşıklık özeline taşıdığımızda, benzer bir durumun varlığı ortaya çıkmaktadır. Âşıklık geleneğinin okullarda bu konuda donanımlı âşıklar tarafından anlatılması gerektiğini belirten Âşık Kaptanî ancak bu şekilde kültürümüzün yaşatılabileceğini ve başka kültürlerin esiri olmaktan kurtulacağımızı ifade etmektedir. Âşık Kaptanî kültürel yozlaşmanın önüne geçmek için âşıkların önemli bir işleve sahip olduğunu düşünmektedir. Şölenler vasıtasıyla halk öz kültürlerinden bir tanesi olan âşıklık geleneğiyle tanışma fırsatı bulacak. Bu sayede belki de diğer alanlarda maruz kaldığı Batı kültüründen daha az etkilenmiş olacaktır.

Kültürel kimliği belirlemede sosyal normların önemli bir işlevi vardır. Örf, âdet ve gelenekler kültürel kimliği meydana getirir ve böylece kültürel belleğin temelleri atılır. Hatırlanma ve tekrarlanma kültürel belleğin yaşatılması için gereklidir. Aksi takdirde bellekte kültürel kodların kaybolması kimliksizleşme sürecini ortaya çıkarır (Eker, 2016: 146). Âşıklar da şölenler vasıtasıyla toplumda kaybolan ya da kaybolmak üzere olan kültürel değerleri hatırlatarak ve çeşitli ortamlarda tekrarlayarak önemli bir misyona sahiplik etmektedir.

Âşıklık geleneğinin kendi içindeki bozulmalar da kültürün olması gerektiği gibi yeni nesillere aktarılmasını engellemektedir. Bu yüzden âşıklık geleneğinin de aile gibi korunması gereken bir yapıda olduğu görülmektedir. Âşık Ensar Şahbazoğlu aşığı korunması gereken bir müzeye benzettiği görüşmede şu sözleri sarf etmektedir:

“Âşık neye benzer? Âşık günümüzde müzedir. Müzelerimiz tarihi eserleri içerisinde barındırdığı gibi, âşıklar da gelenek, görenek, kaide, adetlerimizi, eski sözlerimizi ve tarihi sözlerimizi sinesinde barındıran insanlardır. Müze diyelim. Müzenin eşdeğer benzeri diyelim. Âşıklar da öyle bana göre. Ayağında kundurayı, ben İbrahim Tatlıses’ten dinlerim. Benden dinlemem çünkü onu o yapıyor. Benim işim değil. Ama benden ne isteyecek? Halk, sizle olmak şartıyla, benden söz isteyecek. Âşık demek söz demektir. Âşığın sözü istikamet, nasihattir”.

Âşık Ayten Çınar da Ensar Şahbazoğlu gibi âşıkların toplumu güzel duygularla bir arada tutup kültürüne sahip çıktıklarını belirttiği görüşmede şu cümleleri kullanmaktadır:

“Âşık, bireysel olarak, hani güzel bir söz vardır: Nazım Hikmet Ran'ın mıydı? “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”. Âşık öyle olmalı diye düşünüyorum. Birliğe, beraberliğe, vatanına ve milletine bağlı, insanlığa dair güzel duygular besleyen, toplumun çimentosu gibi yani birleştirici, sevgiye, saygıya, kardeşliğe davet eden, zaten genellikle de öyle istisnalar hariç”.

Özetle; Toplumsal kurumların birbirleriyle bağlantılı olduğu bilinen bir gerçektir. Toplumsal kurumların en temel taşı olan ailede olumsuz anlamda yaşanan

durumlar diğer toplumsal kurumları da etkilemektedir. Kültürün bir nesilden diğerine aktarılması açısından anahtar bir role sahip olan aileyi âşıklık geleneğiyle benzeştirdiğimizde aynı durumun gelenek için de geçerli olduğu görülmektedir. Görüşmeye katılan âşıklar, âşıklık geleneğinin korunması gerektiği hususunda hem fikirdirler. Tanzimat’la beraber kültürümüzü etkisi altına alan Avrupa ve günümüzde Amerikan toplumu kendilerine has yaşam tarzlarını toplumumuza çeşitli yollarla dayatmaktadır. Bunun önünü almanın pek çok yolu vardır. Özellikle genç neslin mümkün olduğunca bu kültürden uzak tutulması ortak hedef olarak görünmektedir. Bu hedefe giden yolda âşıklık geleneğinin yaşatılması görüşmecilerin üzerinde durduğu bir konudur. Âşıklık geleneğinin yaşaması için âşık şölenlerinin mutlaka yapılması gerekmektedir. Ancak bu sayede âşıklar halka öz kültürümüzü anlatma şansına sahip olacaktır.