• Sonuç bulunamadı

Âşıklık Geleneğinin Sosyo-Kültürel Durumu

Ozanlar ve onların toplum içindeki işlevleri hakkında bilinen en eski bilgilere Kitab-ı Dede Korkut’ta rastlamaktayız. Toplum ozanlara müstesna vasıflar sunmuştur. Onların onayı olmadan nikâh kıyılamaması, savaşların başlayamaması ya da önemli kararların alınamaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir (Yücel, 2012: 2)

Günümüzde değişen kültürel yapıyı yakından takip etmeye çalışan âşıklar toplumun nabzını tutarak toplumun geçmişi hakkında bilgiler verip, gelecekle ilgili fikirlerini de paylaşarak halkın isteklerini, şikâyetlerini, duygu ve düşüncelerini eserlerinde işlemişlerdir. Bunu yaparken de sade bir dil kullanarak halktan

8 Kimin yazdığı genel itibariyle bilinmeyen manzum ve epik betiklere verilen isimdir. Destan türü olarak

da bilinir (Vardar, 2005: 18). İlerleyen zamanlarda Artus efsanesi üzerine yazılan yapıtlara da aynı isim verilmiştir. 10 veya 12 heceden oluşan kafiyeli dizelerden meydana gelir (Brinkmann,1989: 76).

uzaklaşmamışlar ve eserlerinde halkın günlük hayatta kullandığı deyim ve atasözlerine de sıkça yer vermişlerdir (Cerrahoğlu, 2013: 190).

Âşıklar diyar diyar gezerek kültürel değerlerin ve düşüncelerin yayılmasına yardımcı olurlar ve toplumsal diyaloğun ilerlemesini temin ederler. Özellikle düğünlerde gelenek ve görenekleri iyi bildikleri düşünüldüğünden bir rehber ya da bir mürşit gibi saygı görürler (URL 3).

Halk ozanlarının yaşadıkları coğrafya aynı olsa bile kendilerini yetiştiren ustalarının verdiği saz ve söz terbiyesiyle konuları farklı işleyebilirler ya da farklı konularda eserler meydana getirebilirler. Yine de halk ozanlarının temelde değişmeyen bazı ortak yönleri bulunur. Bunlardan en öne çıkanı olarak kullandıkları dilin sadeliğini gösterebiliriz. Halk şairlerinin büyük çoğunluğu hece veznini kullanmışlardır. Çok az bir kısmı aruz vezniyle şiir yazsalar da onlar da şiirde anlaşılırlığı kendilerine ilke edinmişlerdir. Âşık Ömer, Dertli, Erzurumlu Emrah, Posuflu Midami ve Yunus Emre genellikle aruz ölçüsüyle eserler verse de hece vezni kullandıkları eserler daha başarılıdır. Halk ozanlarının diğer ortak bir özelliği de şiirlerini saz adı verilen bir enstrüman ile icra etmeleridir. Saz çalmayı bilmeyen âşıklar ise köylere gittiklerinde yanlarında bir sofu (saz çalmayı bilen kişi) bulundururlar. Kopuz, çöğür, cura, bağlama âşıkların kullandıkları sazlardır. Halk ozanları olaylara geniş bir açıdan gerçekçi bir yaklaşımda bulunurlar. Divan Edebiyatı şairleri gibi belirli kalıplarda belirli olaylarda çakılıp kalmazlar. Güzeli överken hayallerini değil gördüklerini anlatan halk şairlerinin anlattığı destanlar gerçek olaylar üzerine kurulur ve koçaklamaları bizzat savaşın içinde bulunarak yazarlar. Bu bağlamda Divan edebiyatının “inanma ki şair sözü elbet yalandır” deyişi halk şairleri için gerçeklik payı taşımamaktadır (Makal, 1986: 13-14).

M. Fuat Köprülü 1962 yılında yayınlanan “Türk Saz Şairleri” adlı Türk edebiyatında âşıkları ele alan ilk bilimsel yayınlardan bir tanesi olarak da kabul edilen eserinde o tarihlerde kendisinin ya da bir başkasının şiirlerini terennüm eden kişi olarak tanımladığı şair-çalgıcıların yani saz şairlerinin panayırlarda, kahvehanelerde, düğünlerde yani kısaca umumi mekânlarda eskiye nazaran daha az görüldüklerini ve Osmanlı zamanındaki önemli bir mesleki zümre olma durumunu yitirmeye başladıklarını belirtmektedir. Daha önceki asırlarda ise imparatorluğun içtimai yapısı

içinde hükümet kontrolünde olan teşkilatlı bir yapıda cemiyetin estetiksel ihtiyaçlarını karşılayan özel bir organizma biçiminde olduğunu da ilave den Köprülü, 19. yüzyıldan sonra ise Batı emperyalizminin siyasi ve ekonomik etkisi altında maddi ve manevi olarak bozulmaya başlayan âşıklık zümresinin ortaçağa ait unsurlarının devam edemeyeceğini ve nitekim Tanzimat’tan itibaren merkezden taşraya yayılmaya başlayan yeni düşünce akımlarının, sinema-radyo-televizyon gibi etkili yeni telkin ve terbiye unsurlarının, sanayileşme hareketlerinin ve medrese ve tekke gibi eski müesseselerin kapatılmasının bu geleneğe zarar verdiğini ve onu yavaş yavaş ortadan kaldırdığını belirtmektedir. Köprülü ayrıca 20. yüzyıldan itibaren âşıklık geleneğinin artık şehirden uzaklaşıp ortaçağ şartlarında hayatın devam ettiği taşralarda devam ettiğini belirtmektedir (Köprülü, 1962: 9-11).

Osmanlı İmparatorluğu’nda âşıkların özellikle küçük esnaf tabakasının üyeleri olduğunu belirten Köprülü’ye göre, bir kısmı günlük çalışma ile hayatını idame ettirir ya da çeşitli askeri sınıflardan yetişirdi. Biraz tahsili olanlar da küçük idari işler ve kâtiplik görevinde bulunurlardı. Tahsil sahibi olmamalarına rağmen âşıkların şehrin entelektüel havasını teneffüs ederek klasik şiirden musikiye, tasavvuf felsefesinden evliya menkıbelerine, İslam dinine ve tarihine, İran ve Türk edebiyatına mahsus mitolojik ve lejander motiflere kadar geniş bir yelpazeyi içeren bilgiler edindiklerini de söylemektedir (Köprülü, 1962: 25-27).

Okuma yazma bilmeyen halk ile şehrin münevver sınıfı arasındaki kopukluk halkın sanat ihtiyacını gidermesi için âşık denilen bir sanatçı formunu ortaya koymuştur. Âşık için yer ve mekân çok da önemli değildir. Odada, kağnıda, harmanda, düğün yerinde, kahvede kısaca her yerde sazını çalar şiirini söylerdi. Böylece halkın gazetesi, dergisi veya romanı da olurlardı. Teknolojik gelişmeler âşıklık geleneğini de derinden etkiledi. Yolların yapılmasıyla köyler kentlere bağlandı. Gidilmesi çok zor görünen şehirler modern vasıtalarla saatler hatta dakikalar içinde ulaşılan yerler haline geldi. Böylece yüksek zümrenin müzik, roman, şiir, tiyatro, vb. sanatları halka ulaşmaya başladı. Gelişen teknolojiyle halk artık sevdiği sanatçılara bir gramofon, bir radyo uzaklığındaydı. Sonrasında tiyatro, sinema ve televizyon halkın âşıklarla arasında yüzyıllardır oluşturduğu köprüyü aşındırmaya başladı. Artık âşık kahveleri de eskisi gibi cazibe merkezi değildiler. Sadece kıyıda köşede en kenar semtteki

kahvelerde tek tük âşıklara rastlamak mümkündü. Onların çoğu da genellikle Ramazan gecelerinde saz çalıp hikâye anlatırdı (Başgöz, 1956: 20-21).

20. yüzyılda Azerbaycan’da da çok sayıda âşık yetişmiştir fakat 1917 Ekim Devrimi’nden sonra âşıklardan rejimi destekleyen eserler vermelerinin istenmesi ve birçok aşığın da bu isteği geri çevirmemesi sonucunda âşık şiirlerinde içerik açısından farklılaşma meydana gelmiştir. Bu yüzden de âşıklık farklı bir yöne doğru ilerlemiştir. 1928, 1948, 1961 ve 1984 yıllarında yapılan Âşıklar Kurultaylarında âşıklığın sorunları ve çözüm önerileri tartışılmıştır. Birçok yeni aşığın ortaya çıkmasına da vesile olmaları açısından bu kurultaylar önem arz etmektedir ( Düzgün, 2005: 186).

20. yüzyıla kadar ilgiyi üzerinde tutmayı başaran âşıklık geleneği, sosyokültürel şartların değişmesiyle birlikte gözden düşmeye başlamıştır. Kaynak’a göre bunun en önemli sebebi sözlü kültürden yazılı kültüre ve nihayetinde hızlı bir biçimde elektronik kültür ortamına geçilmesidir. Böylece sanatlarını icra ettikleri mekânları yitiren âşıkların dinleyici kitlesinde de kayda değer azalmalar meydana gelmiştir (Kaynak, 2015: 1564).

Günümüzün değişen sosyo-kültürel yapısı içinde âşıklar için sanatlarını icra edecekleri mekânlarda da değişim yaşanmıştır. Şehirleşme beraberinde Batı tarzı salon düğünlerini getirmiştir. Âşıklar artık eskisi gibi şehirlerdeki düğünlerde yer alma şansına sahip olamamaktadırlar. Bununla birlikte köy ve kasaba gibi yerleşim yerlerinde hala eskisi gibi rağbet görmeye devam etmektedirler. Şehirdeki günü birlik düğünlerin aksine köy ve kasaba düğünleri birkaç gün sürmektedir. Böylece âşıklar hem anlattıkları hikâyelerle hem de şiirleriyle davetlilerin hoş vakit geçirmelerini sağlamaktadırlar (Özarslan, 2001: 99).

Sanatçı olarak görülen âşıkların takım elbise ve kravatla kılık kıyafete yansıttıkları şekilsel değişim beraberinde icra mekânlarını da değiştirmiştir. Köy odaları, sıra geceleri yerini düğünler, âşıklık şenlikleri ve çeşitli törenlere bırakmaktadır. Şiirde motif olarak verilen unsurlar da değişmiştir: gaz ocağı lambaya, öküz traktöre evrilmiştir artık. Olabildiğince kalabalık bir kesime ulaşmak isteyen âşıklar özellikle şehir hayatına uyum sağlamakta güçlük çeken ya da köy hayatına özlem duyan kitleler üzerinde daha etkili olmaktadırlar (Arı, 2009: 648). Köy

hayatında ya da kendi memleketlerinde edindikleri içselleştirip oluşturdukları kimlikleri şehirde de devam ettirmeye çalışan âşıklar özellikle dernekleşerek aynı beğenilere sahip insanlarla bir araya gelmeye çalışmışlardır.

Sanayileşme ve beraberinde getirdiği şehir hayatı âşıkların yaşamını da derinden etkilemiştir. Âşıklık geleneği de küreselleşen dünyanın insanı ekonomik olarak zorlamasıyla sekteye uğramaktadır. Âşıklar geçimlerini sağlamak için ek işlere ihtiyaç duymaktadırlar. Hatta birçoğunun ek işi asli işi haline gelir ve âşıklık bir tür boş zaman aktivitesi haline gelir. Bülent Arı da aynı duruma dikkat çeker:

“Günümüzde âşık tarzı, yeni ortam ve şartlara uyum göstermeye, gelenek dışı düşüncelerle beslenmeye başlamıştır. Köyden gelip, büyük kentlerde tutunmaya çalışan insanların ekonomik ve sosyal sıkıntıları da âşıkların şiirine girmiştir” (Arı, 2009: 30).

Âşık edebiyatının Tanzimat edebiyatıyla birlikte yönünü Batı’ya doğru kaydırmasının da etkisiyle artık dışa dönük konulara yöneldiğini ve toplumsal sorunların âşıklar tarafından daha fazla sorgulanmaya başladığını belirten Artun “gelenekler içinde bulundukları çevrenin sosyo-kültürel durumuna göre davranış kalıbı geliştirirler” (Artun, 2001: 51) şeklinde bir ifade kullanarak âşıklık geleneğinin beslendiği kültürel kaynakların azalmasının günümüz âşıklık geleneğini nasıl olumsuz etkilediğini beş maddeyle belirtmektedir:

1. “ Âşıklık geleneğini besleyen sözlü gelenek zayıflamıştır.

2. Usta-çırak ilişkisi çözülme noktasına gelmiştir.

3. Usta âşıkların yeni âşıkların üzerindeki denetiminin azalmasıyla, yeni âşıklar,

geleneği tam olarak öğrenemeyip uygulayamıyorlar.

4. Geleneği bilen dinleyici kitlesi çok azaldığı için yeni âşıklar denetlenemiyor.

5. Bölgelerde, dar çevrelerde, köylerde yetişip tanınan âşıkların şiirleri yazıya

geçirilmese de sözlü gelenekte söylendiği için günümüze gelebiliyordu. Sözlü geleneğin zayıflamasıyla bu âşıklar ve şiirleri unutulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca sözlü gelenekteki eski âşıkların şiirleri usta malı olarak

söylendiğinde gelenekte usta-çırak ilişkisi olmasa da yeni âşıkların yetişmelerine yardımcı oluyordu” (Artun, 2001: 51).

Günümüzde âşıklık geleneğinin en önemli sorunu olarak geleneğe ait değer ve olguların öneminin artık yeni nesil tarafından çok iyi özünsenmediğini belirten Artun’un sözlerinden hareketle, âşıkların şiirlerinin kayıt altına alınmasının büyük önem arz ettiği görülmektedir. Özellikle elinde cönk bulunan koleksiyonerlere büyük iş düşmektedir. Bu cönklerin kaydının tutulması geleneğin devamlılığı açısından hayati bir değere sahiptir.

Artun’un dikkat çektiği diğer bir nokta da âşık toplantıları ve şölenleridir. Bu şölenler artık eskisi gibi geleneğe uygun bir biçimde değil aksine gelişigüzel tamamen meclisin meşrebine göre düzenlenmektedir. Ayrıca ustaların şiirlerinin çalınıp söylendiği hatırlatma ya da canlandırma bölümleri de çoğu şölen ya da toplantıda yapılmamaktadır. Âşıkların sazın doğal sesi yerine elektrosaz kullanmaları da geleneksel ezgiyi bozan unsurlar arasındadır. Âşıkların tarih boyunca kitleleri yönlendirdiği düşünüldüğünde; âşıkların toplumsal değerleri yakalayıp, toplumun önüne geçmelerinin, insanın gerçeğini bireysel ve toplumsal boyutta şiirlerinde ele almaları için edebi gelişmeleride takip etmeleri kafiye, redif, nazım şekilleri, âşıklık kuralları, fasılların düzeni gibi konuları bilmeleri gerekmektedir (Artun, 2001: 51). Bunu yapmanın yolu da geleneğin geçmişinin bilinmesinden ve yeni nesle aktarılmasından geçmektedir.

Azerbaycan’da da durum aslında pek farklı değildir. Orada da âşıklık geleneği benzer sorunlar yaşamaktadır. Kobotarian, Azerbaycan’daki durumu şöyle özetlemektedir:

“Bugün artık âşıklık geleneğini usta aşığın yanında kalarak öğrenen âşık adayına rastlayamadık. Genç âşıklar saz çalmayı özel kurslardan öğrendikten sonra âşıklığa başlamaktadırlar. Azerbaycan’da Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte yeni âşıklar radyo, televizyon gibi araçların yanı sıra âşıkların çıkardıkları kaset ve CD’leri dinleyerek, usta aşığın yanında olmadan da saz çalmaya ve şiir söylemeye başlamıştır. Bu da değişimin hangi boyutlarına ulaştığını göstermesi açısından önemlidir” (Kobotarian, 2013: 78).

Âşıklık geleneği birkaç yüzyıldır hep yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır fakat âşıklar ortaya çıkan yeni kültür ürünlerini âşıklık geleneğiyle sentezleyerek bir şekilde geleneği sürdürmüşlerdir. Elektronik kültür ortamının yaşandığı modern çağda âşıklar için yeni bir icra mekânı olarak sosyal medyayı görmekteyiz. Âşıkların bu yeni platformdaki varoluş mücadelesi tezin ilerleyen bölümlerinde detaylandırılacaktır.

2.5. Türk ve İslam Kültüründe Âşıklık Geleneği ve Âşıkların