• Sonuç bulunamadı

Âşıkların Gözünden Geleneğin Dünü-Bugünü ve Yarını

İnsanlık tarihinin neredeyse tamamına yakınında bir şekilde hayatımızda olan 16. yüzyıla kadar çeşitli isimlerle anılan, alanda araştırma yapanların neredeyse tamamının kabul ettiği gibi 16. yüzyıldan itibaren âşık ismiyle anılan saz sanatçıları sadece söz söyleyip, saz çalmamışlardır. Hekimlik, imamlık ve kanaat önderliği gibi görevlerde de bulunmuşlardır. Âşık Gökmen Dursun, âşıkların toplumdaki işlevlerini şu sözlerle hatırlatmaktadır: “Âşıklar her zaman olduğu gibi, cenklerde ordunun önüne düşüp koçaklamalarla, destanlarla, askerleri, halkı coşa getiren saygın insanlar, hekimler, bilgiler, âlimler, yön göstericiler”. Benzer şekilde Ozan Nihat Sönmez de

aşığın sanatı dışında sahip olduğu özellikler olarak şunları sıralamaktadır: “Âşık bilge

insandır. Âşık örnek insandır. Âşık tasavvuf ehlidir. Âşık hocadır. Hocanın olmadığı yerde namaz kıldıracak kadar dini bilgisi yoksa o âşık değildir. O adam gibi adamdır hocam. O aşığa ihtiyaç var”.

Halktan teveccüh gördükleri için bu gelenek günümüze kadar gelebilmiştir. Âşık Ensar Şahbazoğlu da Türk halkı devam ettiği sürece âşıklık geleneğinin kaybolmayacağını belirtmektedir. Âşık Erol Ergani de benzer şekilde dil ve edebiyat bölümleri oldukça bu geleneğin devam edeceğini çünkü âşıklık ve bu gelenek olmazsa bu bölümlerin derslerde ne işleyeceğini sormaktadır. Erol Ergani’nin âşıklığın şu anki durumu hakkında sözleri ve gelecek duruma ait öngörüleri şu şekildedir:

“Geleceği bilmiyorum ama şu andaki görünüme göre pekiyi değil gibi ama ne kadar azalsa da yok olmaz. Bunu da diyorum. Gene şunu da diyorum: Türk milleti yaşadığı müddetçe, bu sanat, âşıklık yaşayacaktır. Çünkü bu bir edebiyattır. Bu edeptir, kültürdür. Bir üniversite varsa, yüksekokullar varsa, dil-edebiyat bölümleri varsa- okunuyorsa eğer orda neyi okuyacaklar? Neyi işleyecekler? Ozanı işleyecekler. Âşığı işleyecekler. Şairi işleyecekler. Efendim, bu milletin milli marşını âşık şair yazmıştır. Şair yazmıştır”.

Sözlü ve yazılı kültür evrelerinden sonra elektronik kültür çağında âşıklarda ve âşıklık geleneğinde de pek çok gelişme yaşanmıştır. Bu durumu kabul edip, kendini ve sanatını çağın şartlarıyla sentezleyen aktörler sanatlarını devam ettirebilmektedir. Diğerleri ise yavaş yavaş sahneyi başkalarına devretmek zorundadır. Ozan Nihat, kendisini ilk grubun bir üyesi olarak görmektedir. Âşıklığı hobi olarak gören Ozan Nihat, pazarlama işiyle meşgul olduğunu belirtir. Âşığımızın söylemlerinden maddi durumunun oldukça iyi olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Ozan Nihat Sönmez’in konuyla ilgili görüşleri şu şekildedir:

“Bütün âşıkların içerisinde herhalde nadir kişilerden birisiyim. Geçimimi hiçbir zaman ozanlığa bağlamadım. Çocukluğumdan beri aynı zamanda pazarlamacıyım. Yani çocukluğumda daha ilkokul yıllarımda yumurta toplar satardım. Eski naylon pabuç bulur satardım. Arabamda hiç satılık malzeme bulunmayan zaman yoktur. Şu an mesela ben her sene Almanya’ya giderim. Hiçbir ücret sormam. İhtiyacım yok çünkü. Bana para verecek misiniz şuyu buyu sormam”.

Ozan Nihat geçimini âşıklıktan kazanmadığı için sorunlarla âşıklığı aynı cümle içinde kullanmamaktadır. Becker’a göre (2013: 135) sanatçıların temel geçim kaynakları sanat değilse, dağıtım sistemi biçiminde tabir edilen organizatörlere ya da aracılara bağımlılığı diğer sanatçılara göre daha az olur. Âşıklığa olumlu cümlelerle yaklaşan Ozan Nihat’a göre âşıklar sürekli kendini yenilemeli ve çağa ayak uydurmalıdır. Koyulaştırılan kesimler kültürün dinamikliği vurgulamaktadır. Ozan Nihat da yerelliği küresellikle sentezleyerek rasyonel aktör tipinin örneğini sergilemektedir. Âşıklıkta elektronik ortama geçildiğini söyleyen aşığımızın bu konudaki görüşleri şu şekildedir:

“Şimdi bir defa her âşık kendisini yenileme mecburiyetinde. Zaman sana uymaz, sen zaman uy. Şimdi zamana da uyacağız. Zamanımız teknoloji zamanı, bir tane cep telefonuyla her şey bunun içerisinde dosyanın. Benim yüzünü görmediğim akademisyen çıraklarım var şu anda. Devamlı şu telefonla bakın, yazışıyoruz ediyoruz, dinliyoruz, çok da güzel gidiyoruz. Daha kaç senelik çırağım var yani maşallah kitabı çıkacak neredeyse. Elektronik mühendisi İstanbul'da. Daha geçen sene tanıştık. Çorlu'da program vardı oradan gelirken şeyden garajdan. O da geldi orada tanıştık yani. Teknolojiyle uğraşacağız. Bir de hocam teknolojinin bütün imkânlarını kullanmaya çalışacağız. Yani eski âşık gibi yav gardaş biz aşığız der de ebem gününden kalma şeyin içerisinden saz çıkarırsan adam sana zaten baştan kafayı çevirir. Gence dinletemezsin. Şu devrin insanlarına dinletemezsin. Bunu dinletmek için Whatsapp’ını kullanacaksın. Facebook’unu kullanacaksın. Teknolojik ne varsa hepsini kullanacaksın hocam ama teknoloji derken ses düzeni de onun hoşuna gidecek. Onun sevmediği langır lungur yaparsan dinletemiyoruz hocam”.

Âşık Mürsel Sinan da Ozan Nihat gibi âşıkların teknolojiden faydalanmaları ve elektronik dünyada yerlerini almaları gerektiğini belirtmektedir. Mürsel Sinan’ın âşıklığın dünü-bugünü ve yarını hakkındaki görüşleri şöyledir:

“O yüzden kesinlikle elektronik dünyanın içerisinde olmak lazım ama onu kullanmayı iyi öğrenmek lazım. Eğer olursa çok ilerleriz çünkü uzay çağı geliyor mesela şimdi benim bir şiirim var bak şöyle düşündüm telefonu düşündüm dedim ki meğer dünya ne küçükmüş geldi düştü avucuma küçükten de küçücükmüş dokundu parmak ucuma. Bak şu anda ben dünyayı elimde taşıyorum. Bunu elime almışken dünya küçülmüş elime gelmiş ama benim burayı değerlendirmem lazım. Eskiden çok büyüktü ulaşılmazdı şimdi bunu çok iyi değerlendirmek lazım hem sanat olarak hem kültür olarak hem eğitim olarak hem sağlık olarak düzgün kullanırsak. Şimdi silahı düşünün. Bıçağı düşünün. Elma da doğrarsınız, adam da kesersiniz. Doğru kullanmak önemli bunu. Doğru kullanırsak bizim âşıklığa büyük katkı olur. Bizim sanatımıza da, Türkiye'mize de büyük katkı olur”.

Rasyonel aktörün özelliklerinden bir tanesi de zamansal boyutlarda sıçrama yapabilmesi ve kendisini değişen kültür şartlarına geçmişten getirdiği kültürel sermayesiyle sentezlemesidir. Mürsel Sinan’ın elektronik kültüre ve onun özelliklerine ilerleyen yaşına rağmen direnç göstermeyip şiirlerinde yer verip, sosyal medyayı kullanması, kendisini bu sınıfa dâhil edilmesi adına yeterli veriler sunmaktadır. Yine şölende yaşça büyük âşıklardan Ozan Nihat Sönmez de teknolojiye sırtını dönmeyip, diğer âşıklara da teknolojiden sonuna kadar yararlanmayı tavsiye etmektedir.

Ozan Nihat’a göre âşıklar, âşıklığı bir meslek olarak görüp, geçimlerini ona bağlamamalıdır: “Âşıklığa merak saran kişilere gençlere şunu diyorum: Bunu hobi olarak yapacaksınız. Doktorsan, doktorluğunu yap ama bu hobi olsun. Geçim kaynağın burda olmasın”. Âşık İhsan Öksüz de âşıklığın meslek olarak değil bir hobi olarak görülmesi gerektiğini savunmaktadır: “Sene 1970’de bismillah dedik. O gün bugündür devam ediyoruz. Âşık olanlara da bu kadar karamsar şeyler olmasın diye anlatmıyorum ama yine de tavsiye etmem. Yav bir iş yapsınlar, başka bir iş yapsınlar, Ha bunu da hobi olarak. Hiç kocamazlar onu da söyleyeyim”.

Âşık Feymanî, âşıklığın maddi yönünden ziyade manevi yönüne dikkat çekmektedir. Feymanî de diğer birçok âşık gibi asıl gelirini başka işlerde kazanmaktadır. Âşıklığın mesleki boyutuyla ilgi şu görüşleri paylaşmaktadır:

“Benim çalışmadığım meslek, iş kalmadı. Her işi yaptım. Ek olarak âşıklık. Âşıklığın böyle fazla bir maddi getirisi yok. Bizimkisi gönül işidir yani. Çağrıldığımız yere çoğu kez ne vereceklerini ücretimizi dahi sormuyoruz. Güzel bir atasözü var: “Çağrıldığın yere erinme, çağırılmadığın yere görünme” diye. Bizi sevmiş aramışlar diye, biz gönlümüzü elimize alıp düşüyoruz yollara”.

Âşık Şimşekoğlu da âşıklığın kendisine bir ayrıcalık kazandırdığını ve toplum için kendisini özel hissettirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Şimşekoğlu, âşıklık sayesinde sosyal aktivite ve kültürel faaliyetlerde bulunduğunu, kendisini halka haber veren, onların gözü kulağı gibi hissettirdiğini ve bu yüzden âşıklığın kültürel bir olgu olduğunu söylemektedir. Şimşekoğlu’nun sözlerinden anlaşıldığı üzere âşıklık onun için dede mesleğidir ve bu yüzden manevi anlamı bulunmaktadır.

Âşık Bulutoğlu, âşıklık geleneğinin geleceğine dair çok da umutlu değildir. Artık halkın popüler kültürün eserlerini daha çok dinlediğini, âşıklığın da ekonomik kaygılardan ötürü halk tarafından meslek olarak benimsenmediğini yani cazibesinin olmadığını belirttiği görüşmede şu cümleleri söylemektedir:

“Millet Face’den dinliyor. Bilmem internetten dinliyor. Ondan sonra pop dinliyor. Bilmem ne dinliyor? Anlamadığı şeyleri dinliyor. Tabi ki müzik evrenseldir dinlensin ama bizim halk müziğimiz var. Sanat müziğimiz var. Âşıklık geleneği var. Her şey onun içerisinde. […] Şimdi neden gelmiyor? Heveslenmesi lazım. Bunlar bu tür ortamları görüp, ah keşke biz de böyle âşık olsak biz de böyle sahnelere çıksak diye onlar da imrenmesi lazım. Bu tür şeyler olmadığı sürece, özenti olmadığı sürece kim ister? Hiç kimse istemez. Bir geliri olmadığı sürece, bir saygınlık görmediği sürece ne olur? Biter”.

Âşık Hüsranî günümüzde âşıklığa verilen değerin arttığını fakat yine de yeterli olmadığını, âşıklarla ilgili daha çok akademik çalışma yapılması ve devletin ve milletin âşıklara sahip çıkması gerektiğini belirttiği görüşmede şu sözleri söylemektedir:

“Şimdi, yani bu yıllarda bir gelişme var. İlerleme var. Âşıklara verilen bir değer var. Görülen görülmeyen şekilleriyle, âşıkların geleceği eğer böyle devam eder de, birileri daha iyi fark ettirirse, sizin gibi insanlar sorunların üzerine eğilirse, âşıklarda gelişme var. Geleceği daha iyi gibi görünüyor. Âşıkların bir sosyal güvencesi olması bir kere şart 550 aşığa bir ülkenin bakamaması bence devletin ayıbı diyelim artık milletin ayıbı diyelim”.

Öksüz Ozan, âşıkların genelde karşılıksız aşkla ya da aşkta yaşanılan zorluklarla duygularını saza ve söze yansıttığı fakat günümüzde değişen şartlarla ilişki yaşamanın eskisi gibi zor olmadığını ve insanların bu duygu yoğunluğuna sahip olmadığını ve bu yüzden âşıklığın eski cazibesinin kalmadığını belirttiği görüşmede şu cümleleri kullanmaktadır:

“Valla! Âşıklık; işte biraz Allah vergisi, biraz da bir anda oluyor. Biz başka şeyler çalarak âşık olduk. Ne bade içtik. Ne rüya gördük. Ne şunu yaptık. Ne bunu yaptık. Ama şimdi gençlerin âşık olmasına da gerek kalmıyor. Şimdi öyle

bir devir şey etti ki sadece ve sadece direkt para harcamak düşüyor. Kız gidiyor, oğlanı buluyor. Oğlan gidiyor, kızı buluyor. Bunlar flört mü diyorlar ne diyorlar ondan sonra, iş ananın babanın belki de evlendikleri zaman haberi oluyor. Yani para yönünden, onlar haber etmezler de, yapılacak masraflar var, bilmem neler var. Onun için şimdiki gençler âşık da olmaz. Öyle zannetmiyorum yani çünkü karşı taraf geliyor kendine musallat oluyor çoğuna. Onun için de âşık olmaya bile gerek yok yani. Şimdi yemek önüne gelirse onu yemezse, herhalde çatal ile kaşığı da alırsın. Bilmiyorum bence bu belki de yanılıyorum”.

Âşık Kaptanî, devletin âşıklara kimlik verirken daha seçici olması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca alanında yetkin âşıkların yurdun bütün üniversitelerine gidip dersler verip, derslerde işledikleri konuları gerekirse CD’ye kaydedip ilgili mercilere göndererek raporlar vermesi gerektiğini söylemektedir. Âşık Kaptanî’ye göre âşıklık ancak bu şekilde gelişir ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılır. Yeni gelen nesil de üzerine koyarak geleneği taşır.

Âşık Ensar Şahbazoğlu da halkın eskisi kadar kendilerine değer vermediğini, bunda belki de zamanın ve şartların değişmesinin de etkisi olduğunu ve sonuç olarak dinleyenlerin ve anlayanların sayısının azalıp, unutulmaya başlandıklarını belirtmektedir.

Âşık Gökmen Dursun, günümüzde âşıklık geleneğinin yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen devam edeceğini çünkü geçmişte de geleneğin biteceği düşünülürken, birilerinin çıkıp geleneği devam ettirdiğini belirttiği görüşmede şu cümleleri söylemektedir:

“Bu gelenek yıllardan beridir yani bizden önceki yüz yıl önce yaşayan üstada bazen dert yakınmış bundan zayıfladı diyerekten ama bir bakmışız ki otuz yıl geçmiş o üstattan otuz yıl sonra güçlü birisi çıkmış. Onu tutmuş, kaldırmış yani bu bir kaynak suya benziyor. Mesela bu yamaçtan su çıktı diyelim bir müddet sonra oradan kurudu, bakıyorsun öteki yamaçtan su çıkıyor yani bu gelenekte bir su kaynağına benziyor. Buradan kurusa oradan çıkar. Yani

insanlar nereye gitse özüne döner, özünden kopmaz bu da bizim özümüzdür o konu da öyle”.

Özetle; Âşıkların çoğu âşıklık geleneğinin ve âşıkların eskisi kadar dinleyiciler/izleyiciler ve âşık olmak isteyenler için cezbedici olmadığını fakat yine de Türk halkının mevcudiyetinin, âşıklık geleneğinin en büyük teminatı olduğu görüşündedirler. Âşıkların bir kısmı sürekli gelişen teknoloji karşısında aşığın da bu yarışta kendisine yer edinmesi gerektiğini savunurken, bazı âşıklar da bu durumun kültürel yozlaşmaya sebebiyet vereceği için âşıklığın bundan olumsuz anlamda etkilenip yok olacağı görüşünü savunmaktadır. Âşıklarımızın tamamı devletin ve bilim insanlarının bu geleneğe sahip çıkıp, özellikle akademik anlamda âşıkların hem eğitim almasını hem de eğitim vermesini sağlaması gerektiğini belirtmektedirler.

3.5. Âşıkların Gözünden Şölen ve Şölen Kültürü