• Sonuç bulunamadı

Âşıkların Sorunları

3.3. Âşıklığın Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Durumu

3.3.3. Âşıkların Sorunları

3.3.3.1. Ekonomi Temelli Sorunlar

Becker’a göre (2013: 137) maddi durumu iyi olmayan sanatçılar pahalı malzeme, araç, gereç vb. gerektiren alanlarda faaliyet göstermezler. Şairlik ya da fotoğrafçılık nispeten daha cazip sanat faaliyetleridir. Bu sanatsal faaliyet alanlarında tam zamanlı olarak çalışma ise sanatçının gündelik hayatındaki ihtiyaçlarını karşılamaya çoğunlukla yetmez. Bu yüzden sanatçılar, ait oldukları sanat dünyası dışındaki dünyada çalışmak zorunda kalırlar. Yaygın olarak görülen diğer bir durum ise uğraştıkları alanla ilgili okullarda dersler vererek öğretmenlik gibi meslek gruplarına dâhil olmalarıdır. Âşık Mürsel Sinan Uğursu, âşıklığın yanı sıra müzik öğretmenliği yaptığını belirtir. Kendisi mesleğiyle ilgili başka bir alanda çalışan âşıklara örnek olarak gösterilebilir.

Görüşme yapılan âşıkların neredeyse tamamı ekonomik olarak çok iyi durumda değildirler ve geçim sıkıntısı yaşamaktadırlar. Durum tespiti ve çözüm önerileri sunan âşıklardan olan Âşık Mürsel Sinan Uğursu, âşıkların sanatlarını icra edebilmeleri için ekonomik olarak iyi durumda olmaları gerektiğini belirtmektedir. Mürsel Sinan ayrıca sosyal güvence ve eğitim sorunlarına da dikkat çekmektedir. Aşığımız, yaşadıkları ekonomik sorunlar hakkında şu sözleri söylemektedir:

“Çünkü az para kazanıyor mesela âşık az para kazanınca başka ek iş yapmak zorunda kalıyor. Limon satan var. Efendim, domates satan var. Köyde çiftçilik yapan var. Bunların maaşları yok. Bunların hiçbir yan gelirleri yok. Hiçbir olanakları yok. Sağlık yok. Okul yok. Eğitim yok. Hiçbir şey yok. Güvenceler yok. Peki, bu adam nasıl âşıklık yapsın? Rahat değil çünkü. Bunların bir kere başta sağlık ve eğitim gibi sorunlarını çözmek lazım. Sigorta ve hayat sigortası sorunlarını çözeceksin bunların”.

Yukarıda bahsi geçen maddi durumu iyi olmayan sanatçıların sanat dünyası dışında başka işlerde çalışmak zorunda olması gerçeğini Mürsel Sinan âşıklar üzerinden betimlemektedir. Âşık Mürsel Sinan’ın âşıkların ekonomik durumlarını betimlediği bu sözlere örnek teşkil edecek, âşıklıkla geçimini sağlayamayan âşıklardan bir tanesi Gültekin Bulutoğlu’dur. Âşıklığı bir meslek olarak görmesine rağmen Bulutoğlu, sosyal güvence ve gelir azlığı nedeniyle şoförlük yaptığını da belirttiği görüşmede şu sözleri sarf etmektedir:

“Asıl mesleğim tabii ki âşıklık ama şoförlük yapıyorum. Niye diye sorarsanız âşıkların bilirsiniz herhangi bir sosyal güvencesi maaşı olmadığı için mecburen hayatımızın da devamını sağlayabilmemiz için çoluğumuzu çocuğumuzu okutabilmemiz için çeşitli mesleklere atılmışız. Kimimiz şoför, kimimiz boyacı, kimimiz fırıncı ne yazık ki istemeden de olsa bunları söylüyoruz. Birinci sorun maddiyat mı? Hayır değil. Şu anda biliyorsunuz bugün ülke şartlarında, dünya şartlarında yaşamak çok zor. Neden zor? Eczaneye girin. Sosyal güvenceniz olmasa, sağlıklıyken, ayağınız kayıp merdivene beyin kanaması geçirseniz öldünüz. Binlerce değil de on binlerce polis alınıyor. Binlerce öğretmen alınıyor çok güzel bir şey tabii ki. On binlerce İşkur’dan insanlar alınıyor. Âşıklara da bir asgari ücret, en azından sosyal güvence verilebilir. Saysanız il başı iki tane kadro düşmez. Emekli olanları, yaşı geçenleri çıkarsanız 200-220 tane vardır. Onu da seksen bir ile bölseniz üç tane eder il başı, üç kadro eder ama bunu çok görüyorlar”. Âşık Bulutoğlu’nun sözlerine bakıldığında otorite ile mücadele çabasının sonuçsuz kaldığını görmekteyiz. Yapının içinde âşık statüsü kazanarak özne olan

âşıktan; otorite olan özne devletin, nesne konumundaki aşığa yapı kurallarına dayanarak sınırlar çizdiği görülmektedir.

Âşık Mustafa Buğrahan (Devaî) de Bulutoğlu gibi ailenin geçimi ve sigortası için âşıkların maddi sorunlarına devletin ilgi göstermesini beklediğini belirtmektedir. Kültür Bakanlığı’nın en azından âşıkların eserlerinin bir araya geldiği kitaplar basıp, telifleriyle âşıkların geçimlerini sağlayabileceğini belirtmektedir. Âşık Devaî’nin sözünü ettiği telifin bir de kaset ve video gibi işitsel ve görsel kısmı bulunmaktadır. Özellikle günümüzde âşıklar, Youtube gibi elektronik ortamlarda yayınlanan videolarından yeterince telif ücreti alamamaktadır. Bazı âşıkların bu konuda bilgisi de yoktur bazıları da bu durumu umursamamaktadır. Âşık Erol Aydın (Erganî) kaset sektörünün yaygın olduğu zamanlarda oldukça yüksek satış tirajlarına ulaşmalarına rağmen yeterince telif ücreti alamadıklarını, günümüzde de Facebook üzerinden halkın âşıkların videolarını ücretsiz bir şekilde dinleyebildiklerini belirtmektedir. Âşık Ayten Çınar da kaset döneminde verilen telif ücretlerinin çok az olduğunu ve kimi zaman parasını almadığını bile söylemektedir. Âşık Mürsel Sinan Uğursu, üyesi oldukları Müzik Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) üzerinden Youtube üzerinde izlenen videoları için telif ücreti aldıklarını fakat bu paranın bir kısmını MESAM, bir kısmını ise Kültür Bakanlığı’nın aldığını ve bir kısmını da vergi olarak ödedikleri için ellerine pek de hatırılı sayılır bir para geçmediğini belirtmektedir.

Âşık Feymani, Kültür Bakanlığı’nın bir başka ifadeyle devletin verdiği kimliğin faydadan ziyade zararı olduğunu belirtmektedir. Âşıkları gurur ve kibir sahibi yaptığını belirtirken ekonomik anlamda ise beklediklerini bulamadığını söylemektedir. Feymani’nin konuyla ilgili sözleri şu şekildedir:

“Hiçbir işe yaramıyor. Sadece o bize köstek oldu destek olmadı. Onunla devlete ait otobüse binersem benden para almayacaklar sandım. Aldılar. Fazlasıyla aldılar. Buna benzer devletin bir şeyine mesela misafirhanesine gitsem benden para alıyorlar. Hiçbir faydası olmadı”.

Âşık Feymanî’nin sözlerinden de anlaşılacağı üzere devletin sınav yaparak âşıklara verdiği kimlik ve işlevi âşıklar arasında oldukça rahatsızlık yaratan bir husustur. Âşıkların çoğu bu kartın pek faydasını görmediklerini belirtmektedir.

Yurtiçinde pek çok şölene giden âşıkların özellikle trende ve şehir içi otobüslerde ücretsiz ya da indirimli seyahat imkânı ve devletin misafirhanelerinde de aynı şekilde indirimli ya da ücretsiz konaklama sağlanması gerektiğini ifade etmektedirler. Burada da âşıkların devlet/otorite ile yani özneyle mücadelesini görmekteyiz. Bu görüşe sahip birçok âşık bulunmaktadır. Tekrardan kaçınma açısından Âşık Selahaddin Kazanoğlu’nun ve Âşık Gültekin Bulutoğlu’nun aşağıdaki ifadelerine durum tespiti açısından yer verilmektedir. Kazanoğlu’nun konu hakkındaki sözleri şöyledir:

“Yok! Hatta bize o belgeyi veren komisyona o zaman denildi ki: Arkadaşlar mademki bakanlık bize böyle bir hak tanımış, Biz sürekli yolculuk eden insanlarız. Gittiğimiz yerlerde en azından devletin misafirhanesinde yüzde yirmi-otuz bir katkısı olsun, indirim sağlasın veya trene bineceğiz yüzdesi bilmem nesi olsun falan. Hiçbirisi kale alınmadı. Onlar sadece verdiler. Müze gezebilirsin dediler. Biz de sadece müze geziyoruz”.

Âşık Gültekin Bulutoğlu da aynı hususlara değinmektedir:

“Kültür bakanlığının verdiği kimlik sayesinde bazen müzede sağ olsunlar bizden iki üç lira almıyorlar. Gösteriyoruz, geçiyoruz. Hiçbir anlamı yok. Gitmişiz eserlerimizi vermişiz bu kimlik için en azından uçak seyahatlerinde olsun, en azından yurt dışına gidildiğinde bize bir kolaylık sağlanabilir. Resmi kurumların sosyal tesislerindeki konaklamalarda bize kolaylık sağlanabilir. Dediğim gibi en önemlisi bir sosyal güvence ve kuru ekmek parası olursa bu adam boyacılığa kafayı vermez, demir işçiliğine kafayı vermez, şoförlüğe kafayı vermem, sanata topluma bir şeyler üretmeye çalışırım. Niye? Sonuçta bir maaş alıyorum diyorum ki, bu sanatta bir gelirim de var. Bu sanatı da layıkıyla yapayım”.

Âşık Kazanoğlu ve Âşık Bulutoğlu da Kültür Bakanlığı’ndan sınavla alınan kartın işlevine yönelik eleştirilerde bulunmaktadır fakat onların en çok üzerinde durduğu husus maaş ve sosyal güvencedir. Sanatını daha iyi icra edebilmenin yolunun ekonomik rahatlıkla ilgili olduğunu belirtmektedirler. Bulutoğlu, bu yüzden âşıklara maaş bağlanması gerektiğini ifade etmektedir.

Âşıkların ekonomik olarak zorlandığı görülmektedir. Buna sebep olarak sabit gelirlerinin olmaması, sosyal güvencelerinin bulunmaması, seyahat ve konaklama ücretlerinin kimi zaman karşılanmaması, yayınlanan yazılı ve görsel eserlerinden yeterince telif ücreti alamamaları gösterilebilir. Âşıkların devletten en büyük beklentisi bu sorunlara ivedilikle çözüm bulunmasıdır. Çünkü Kültür Bakanlığı’na kayıtlı âşık sayısının fazla olmadığını ve bunun devlete ağır bir yük teşkil etmeyeceğini ifade etmektedirler.

3.3.3.2 Sosyo-Kültürel Sorunlar

Görüşme yapılan âşıklar pek çok farklı sosyo-kültürel sorunlardan bahsetti. Konuya farklı yaklaşan ender âşıklardan olan Feymanî mahlaslı Osman Taşkaya ise âşıklığın sorunlarla beslendiğine vurgu yaparak, aşığın refah seviyesinin artmasının ve devlet himayesine girmesinin doğru olmadığını ve bunların âşıklığı olumsuz etkilediğini belirttiği sözleri aşağıdadır:

“Devletin himayesine de girdi. (Âşıklara verilen kartla ilgili konuşuyor) Karışık karışık oldu. Karışık sevmem ben. Sevdikçe sevilir. Sevilmesi için sevmeli. Ama neyi sevmeli gönlünde ne varsa onu sevmeli. Bir hedefin mi var? Hedefe gitmek için canla başla uğraşmalı. O yolda dürüst olmalı. Benim istediğim âşık ise; Âşıklık nedir? Bizim şimdiki sıkıntımız şu; Aşığız diyoruz. Âşıklık bilmiyoruz. Türk’üz diyoruz. Türklük nasıl olur bilmiyoruz. Müslümanız diyoruz. Müslüman gibi yaşamıyoruz. Âşıkların karşılaştığı hiçbir sorun yoktur. Şimdi, yalnız âşıklarımız modern yaşamayı istiyor sorun bu. Altımda son model taksim olsun. Apartman katında dairem olsun veya bir villam olsun, köşküm olsun, bağım, bahçem olsun. Bana bir yerde sordular da ben dedim. Bana imkân verseler aşığın elinden bütün imkânları alır, çöle salarım. Çile çekmezse âşık söyleyemez ki. Neyi söyleyecek? Karşılaştığı bir zorluk yok. Aşığın karşılaştığı hiçbir zorluk ya da olay yok. Aşığa söyletici bir olay yok. Âşıklığı yaşayan yok. Biz âşıklık, köyde kaldı diyorduk. Şehirde çünkü ikisi göz göze geliyor oğlanla kız. Ben seni seviyorum. Ben de seni seviyorum. Hadi evlenelim. Burada sokakta evleniyorlar af edersiniz. Ama eskiden köyde öyle değildi. Bir oğlan bir kızı gördü mü? Bir daha göremezdi. Döverler

kovarlar ne bileyim, köyden kovarlar diye o acı, o hasret ona söyletirdi zaten. Karşılaştığımız şeyler bunlar yani”.

Feymanî’nin sözlerine bakıldığında günümüz koşullarının âşıklığı olumsuz etkilemesi en çok üzerinde durduğu husus olarak göze çarpmaktadır. Devletin verdiği kartla değil gerçekten işini dürüst olarak yaparak ve çok çalışarak âşıkların sanatlarını icra etmeleri gerektiğini vurgulayan Feymanî, günümüzde özellikle şehir hayatının - âşık özelinde söylese de- aslında tüm insanlara kötü etki ettiğini belirtmektedir. Özellikle manevi duygulardan uzaklaşmanın sadece âşıklığı etkilemediğini, aynı zamanda genel olarak bütün insanlarımızın dini ve milli değerlerinden uzaklaştığını belirtmektedir. Âşıklığı köyle ilişkilendiren Feymanî’nin sözlerinden, şehirleşmeyle beraber âşıkların modernizm kıskacında ihtiyaçları için değil arzuları için taleplerde bulunduğu anlamı çıkarılabilir.

Âşık Feymanî ile benzer görüşlere sahip olan Denizlili âşığımız Ozan Nihat, Sönmez kimlik kartının yanında birçok aşığın dert yandığı bir konu olan devletin âşıklara maaş bağlaması talebine karşı çıkmaktadır. Çünkü bu durumda âşıkların hissiyatlarını kaybedip, gelenekten uzaklaşacaklarını belirtmektedir:

“Bir de hocam asıl ben ona da karşıyım çünkü devlet geçmişte bazı kişilere böyle para verdi. O para verdiği kişiler halka tenezzül etmiyor. Halktan uzaklaşıyor. Kendi haline bırakacaksın. Hobi olarak yapacak ama adam gibi yapacak. Ruhları gidiyor. Sıfırlaşıyor. Yaptığı sanatta da bir şey kalmıyor. Nasıl olsa para geliyor ama zaten sevgi gibi bu aşk gibi bu gözünü sevdiğim. Aşk nerede biter? Evlilik oldu mu aşk biter. Yaklaşma oldu mu onunla cinsel bilmem ne oldu mu aşk diye bir şey kalmaz. İşte âşıklık da budur hocam. Âşıklık biraz sıkıntılı olacak. Kendi geçimini kendi sağlayacak. Bunu hobi olarak yapacak. En güzel eserleri de bunlar çıkarırlar”.

Âşık Feymanî ve Ozan Nihat âşıklıkta en önemli hususun sevenlerin birbirlerine kavuşmamasını göstermektedirler. Çünkü kavuşmanın aşığın içindeki duyguları bitirdiğini söylemektedirler.

Âşık Mürsel Sinan değişen çağa âşıkların uyum sağlayamadığını bu yüzden özellikle teknoloji alanında mutlaka eğitim almaları gerektiğini belirtmektedir. Çünkü

rasyonel aktörün alanda güçlü olmak için imkânlardan faydalanması gerekmektedir. Mürsel Sinan’ın konuyla ilgili görüşleri şu şekildedir:

“Teknolojiden kaçma olanağı yoktur. Mesela biz köyde arabalarla kağnılarla giderdik. Şimdi ben kağnıyla gideceğim dersem o zaman da herkes havada uzayda gezer, bizde yerlerde sürünürüz. Sosyal medyada bu elektronik ortamda mutlaka olmamız lazım. Ama oraya da eğitimli girmemiz lazım. Biz şimdi bu telefonu bile kullanamıyoruz çünkü eğitim görmemişiz. Bizlerin icabında bu sanat camiasında âşıkların bir yeri olmalı. Bir eğitimi olmalı. Bu eğitimde her şeyi öğretmeli. Âşıklar hazırlanmalı. Mesela elektronik ortama da hazırlanmalı. Şimdi zamane âşıklarına bir şey öğretilmiyor. Adam köyden geliyor. Bir telefon alıyor. İki-üç senede daha telefon kullanmayı öğrenmemiş. Öğrenememiş çünkü eğitim yok”.

Âşıkların sorunları aşmak için buldukları çözüm ise eğitimdir. Âşıklar hem eğitilmelidir hem de eğitim vermelidirler. Bu hususta Mürsel Sinan kendisinin bir projesi olduğunu belirttiği görüşmede şu sözleri söylemektedir:

“Benim bir projem var. Âşıklarımızı bir yıl kampa alalım ama böyle yapabilecekleri hani öğrenebilecekleri bir kampa alalım. Eğitelim. Nota, müzik, edebiyat, matematik, iki tane de yabancı dil hiç yoksa bir tane yabancı dili bu adam konuşsun. Gitsin yurtdışında İngilizce atışma yapsın ve dünya çapında bizim varlıklarımızı, değerlerimizi, kültürümüzü anlatsın. Düşün yabancı dilde! Sazını güzel çalsın. Nota bilsin, Usul bilsin. Eleştiriyorlar. Biz kampa alınıp, eğitilerek, bir yerlere gönderilirsek, o zaman başarı yükselir ama ben bunu söyledikçe kimseyi inandıramadım. Âşık nota bilir mi diyor. Niye bilsin diyor. Âşık notası mı olur? Ben diyorum ki yürüyüşün bile notası var da haberin yok. Eğitim alacaksın. Kampa alacaksın. Senede beş eser on eser notasıyla usulüyle öğrenmeyenin bu sanatı elinden alıyoruz. Başka ülkelerde öyle var. Diyor ki ben seni kampa aldım. Eğittim. Maaşını da verdim. Sen de üreteceksin. On eser. Dokuz yaptın mı sen atılırsın. Bu adama nolur? Teşvik olur. Çalışır ve bu kültüre büyük katkısı olur. Şimdi, dünya çapında en zayıf saz çalan bizimkilerdir. En zayıf sesini kullanan bizimkilerdir. Birkaç tanesi var sözü özü düzeltip, söylüyor ama git İran âşıklarını dinle. Sazına bak. Bir

Azerbaycan âşıklarını dinle. Mesela, adam burada Kırgızistan’dan, Türkmenistan’dan gelmiş. İki telle çalıyor. Bizimkiler o sazı akortlayamıyor. Neden? Eğitim yok. Bizi bu konuda desteklesinler. Artık bizden değil de hiç olmazsa bundan sonra gelecek gençliği destekleseler projelerle. Bizi de onlara bir şeyler anlatmamız için görevlendirseler. Biz para da istemiyoruz. Görevlendirseler biz onlara bildiklerimizi verelim. Onlar da geleceğe, kendilerinden sonrakilere versinler”.

Âşık Mürsel Sinan’ın sözlerine bakıldığında niyet olarak güzel fakat günümüzde uygulanması pek de mümkün olmayan bir bakış açısı barındırdığı görülmektedir. Söylediği unsurların hepsinin birlikte çözüldüğü bir eğitim kampından ziyade âşıkların ülkemizdeki diğer vatandaşlar gibi üniversite eğitimi almaları ilk aşamada daha mantıklı görülmektedir. Çünkü âşıklarımızın birçoğu ilköğretimden sonra okul hayatlarına devam etmemişlerdir. Bu yüzden bahsi geçen kampın gerçekleşmesi pek mümkün değildir fakat yeni gelen yani okuyan nesle âşıklık tanıtılarak ve sevdirilerek Mürsel Sinan’ın hayal ettiği proje ileride gerçeğe dönüşebilir. Alıntıda koyulaştırılan ifadelere bakıldığında âşıklığın yerellikten küreselliğe adım atması gerektiğini ve bu yüzden eğitim almalarının şart olduğunu ve belirli bir sürede belirli sayıda eser verme zorunluluğu ise evrimci anlayışın güçsüz olanın yok olacağını belirten ilkesini hatırlatmaktadır. Ayrıca alıntı sonunda koyulaştırılan bölümde “para da istemiyoruz” ifadesi Emirbayer’in bahsettiği rasyonel olmayan aktör kavramına uygun bir söylem olarak görünmektedir. Âşık Ayten Çınar da yetişmekte olan âşıkların ve ileride âşıklık yapmak isteyenlerin mutlaka eğitim almaları gerektiğini belirttiği görüşmede şu sözleri sarf etmektedir:

“Âşıklık meslek olarak yapılabilir yalnız kesinlikle âşıklığın yanı sıra eğitim almalarını öneririm ben. Bilinçli, ayaklarını yere basan, bizim gibi çok böyle sıkıntılar çekmez o zaman. Daha böyle bilinçli olur, ayaklarını yere basarlar. Okusunlar yani. Şu anda yavaş yavaş âşıklarımızın çocuklarından yetişenler var konservatuvarlı. Bu işe gönüllüler. Her şey bilinçli olursa, daha güzel olur diye düşünüyorum yani eğitimle birlikte”.

Görüşülen âşıklardan Selahaddin Kazanoğlu da Ayten Çınar gibi âşıkların mutlaka yaptıkları işin eğitimini alıp ondan sonra sanatlarını icra etmeleri gerektiğini belirttiği bir özeleştiri de barındıran şu cümleleri kullanmaktadır:

“İnsanların âşık olmadan önce en azından tahsilini bitirip akademik olarak yapmasını diliyorum çünkü biz bu cehaletin cezasını çok çektik. Bilmeden bilirkişi olanlar oldu. Öğrenmeden, öğretmeye kalktık. Hani istiyorum ki yeni yetişen bu işe meraklı olan insanlar önce bu işin ilmi boyutunu yapsınlar ondan sonra sanatını icra etsinler. Yaptıkları işi bilerek yapsınlar”.

Âşık Devaî de en azından âşıkların lise ve üniversitelerde öğrencilerin karşılarına çıkarılıp, bu geleneğin tanıtılması gerektiğini aksi durumda “oynama şıkıdım şıkıdım”, “onun arabası var güzel mi güzel” ve bandıra bandıra ye beni” gibi popüler kültür ürünlerinin boşluğu doldurmak için fırsat kolladığını belirtmektedir. Bu sözler akıllara Adorno ve Dwight Macdonald’ın da aralarında olduğu popüler sanat ürünlerine karşı duruş sergileyen kişilerin “kitle kültürü” ya da “kitle sanatı” adını verdikleri kültür endüstrisi tarafından ortaya çıkarılıp manipüle edilen unsurları hatırlatmaktadır (Shiner, 2017: 401).

Âşık Feymanî, maddi sorunlarının da olduğunu fakat en büyük sorunlarının halkın onlardan Tarkan gibi popüler kültür şarkılarını beklediğini fakat bu durumun âşıkların doğaçlama yaptığı için doğasına aykırı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca bazı gençlerin torpille âşıklık yapmaya çalıştıklarını ve işi beceremeyince âşıklığın halk tarafından yanlış anlaşıldığını da söylemektedir. Bu anlayışla âşıklığın basit bir olgu gibi görüldüğü ve her saz çalanın âşık gibi tanıtıldığı bir algının yaşatıldığını ilave etmektedir. Feymanî, devletin Avrupai müziğe bu kadar destek çıkmasına da alındığı görüşmede şu sözleri kullanmaktadır:

“Karacoğlanın türkülerinin hepsi ağıttır aslında. Güzele söylemiş ama güzele hasretini, ağıtını söylemiştir. Ağıttır. Zaten bozlak budur bozulmaktan gelir. Karacoğlan bozlağı diyoruz. Aşığın işi bu ama insanlar diyor ben hoplamak zıplamak istiyorum, senin düşündürücü veya ağlatıcı türkülerin dinlemem diyor. Şimdi o yöne yönelttiler. Devletimiz de Avrupai şeyler dinletti gençlere, âşıkların sıkıntısı bu yani”.

Özetle; Âşıklarla yapılan görüşmelerde en çok üzerinde durulan sosyo-kültürel sorun, âşıklığın kültürel bir olgu olduğunun devlet, âşıklar ya da diğer paydaşlar tarafından düzgün bir biçimde halka aktarılmamasıdır. Halk bu kültürel olgudan yoksun kaldığı için popüler kültürün ürünlerine ilgi göstermektedir. Bu durumda da âşıklar diğer sanatçılar karşısında öteki olarak görüldüğü için kendilerini dışlanmış hissetmektedirler. Kültürel miras temsilcisi olarak âşıklar kendilerinden ziyade âşıklığa yeni başlayanlar ya da başlayacak olanların mutlaka eğitim görmeleri gerektiğinde hem fikirdirler. Sadece bu eğitimin nasıl verileceği üzerinde tartışmalar bulunmaktadır. Devlet ile olan ilişkilerinde ise genel olarak devletin yeteri kadar kendilerinin sorunlarına eğilmediğini ifade etmektedirler.