• Sonuç bulunamadı

Kültür, insanın çevresinde oluşturduğu veya kurduğu her şeydir. Nerede ve hangi çağda olursa olsun insan tarafından yapılmış şeyler için bu terim kullanılır. İnsanların yeteneği ve yer yüzünün doğal kaynakları eşit olmadığından, her zaman bir halk diğerinden farklı bir kültüre sahip olmuştur. Hitit kültürü, Orta Anadolu kültürü, Balkan kültürü gibi (Mülayim, 1994, s. 91).

Ulusların tarihi gelişimi süreci içinde yarattığı maddi ve manevi değerlere kültür denir. Bu değerler, uygarlığın gerektirdiği bilim ve sanat dalları ile toplumun yaşamı için önem taşıyan din, duygu, düşünce, gelenek, ahlak, terbiye gibi kavramlardır. Kültür değerinin zamanla gelişmesi ve yücelmesi uygarlığın en önemli göstergesidir. Sanat da kültürün bir ürünü olduğuna göre bu alanda yapılan her gelişme, uygarlığa doğru atılan bir adımdır. Bir ulusu kültür değerlerinin gelişmesinde üç önemli etken bulunur: Bunlar; ulusun atalarında itibaren süregelen kültür değerleri, ulusun yerleştiği coğrafi alanlardan etkilendiği kültür değerleri, ulusun çağdaş gelişmeler ışığı altında etkilendiği kültür değerleridir. Kültür öğrenimdir, eğitimdir, zamanla kazanılan birikimdir. Atalarımızın Orta Asya’dan Anadolu’ya gelişine kadar süregelen yaşamlarında, belli bir kültürün gelişimini görmekteyiz. Onun için kültür değerlerimizi incelerken ulusumuzun yerel ve komşu ülkelerin kültürlerinden etkilendiğini yadsıyamayız. Bu etkilenmeler atalarımızın temel kültürüne bazı şekillerde değer katmış ve zenginleştirmiştir. Ancak bu kültür akışının içinde Türk ulusunun görüşü, düşüncesi ve emeği egemen olduğu içi yeni yaratılan her sanat eseri varlığımızın bir parçası olmuştur. Ayrıca atalarımız Osmanlı İmparatorluğu döneminde ulusal sınırlarımız dışında kalan ülkelerde çok değerli sanat eserleri yapmış ve kültür değerlerini diğer uluslara da taşımıştır (Kılıçkan, 2004, s. 8).

Tepecik (2002)' e göre "Kültürün içinde dil, inanç ve töreler bulunur. Çünkü bunların tümü bir toplumun ortak değerlerini oluşturur. Sanat ise kültür kaynağından beslenen bir özelliğe sahiptir, çünkü sanatçı üreteceği eserlerini ilk önce yerel veya yöresel kültürüyle oluşturur, daha sonra evrensel kültüre ulaşmaya çalışır" (s. 12).

Sanat objesinin insanla ilgili olması, sanatın insanın ilk ortaya çıkışından beri var olduğunu ifade etmektedir. Yani sanat, insanın ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü sanat kavramı dar bir çerçevede anlamını bulan bir kavram değildir. İnsanın yaşadığı mekandan tutun da giydiği elbiseye kadar, dinlediği müziğe, izlediği filme, caddeleri süsleyen heykellere, sembollere kadar ve daha nice alanlarda, her an karşı karşıya kaldığı bir varlıktır. Bu varlık, önce milli,

canlılığını ve ölümsüzlüğünü sürdürür. Bu yönüyle sanat eseri, hem milli kültürü yansıtmakta, hem de evrensel kültüre katkı sağlamaktadır. Sanatın, kültürün içerisinde yer alan en önemli unsurlardan biri olması, onun maddi ve manevi kültürü birlikte yansıtmasındandır. Çünkü her sanat eseri, hammaddesi ile maddi bir varlık iken, aynı zamanda arka planı (konusu vb.) ile de manevidir. Sanat eserindeki manevi güç diğer kültür ürünlerinde pek görülmeyen bir özelliktir. bu kültür ürünleri genellikle işlevsel ve bir amaca hizmet etmek için yapılmışlardır. Kültür ürünü olan sanat eseri, her iki alanı da (maddi, manevi) kapsamaktadır (Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 16).

Sanatın görevi ile ilgili olarak, "Sanat doğru sözlüyse, çürük bir toplumda da olsa o toplumdaki çürümeyi yansıtmak zorundadır. " demekte ve "Sanatın toplumsal görevinden kaçmadığı sürece, dünyayı değiştirebileceğine ve değiştirmesine yardım etmesi gerektiğini" ifade etmektedir. Burada bir toplumun kültürünü yansıtmanın, sanatın önemli bir misyonu olduğu anlatılmak istenmiştir. Dolayısıyla sanatın aynı zamanda, bir kültürün ve buna bağlantılı olarak medeniyetlerin de değiştirilmesinde etkin rol alabileceği anlaşılır (Fischer'dan aktaran Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 17).

Kültürel miras, bir yandan tek bir mimari yapı ya da tarihî kalıntılar gibi maddesel formları; diğer yandan örf ve adet, sözlü gelenek, yaşam biçimi ve dil gibi maddesel olmayan öğeleri, kısaca geçmişten günümüze ulaşan somut ve somut olmayan kültürel ifadelerin tümünün tanımlandığı kültürel çevredir (Yılmaz'dan aktaran Demirci, 2008, s. 33).

Kültürel miras, geçmişle gelecek arasında köprü kuran, kimlik sorununu çözebilen, tarih ve aidiyet bilinci yaratan, kuşaklararası iletişimi sağlayan değerlerdir. Bu değerlerin yok olması ya da azalması toplumdaki iletişimi ve dayanışmayı zayıflatmakta, giderek kimlik bunalımı ya da bir yere ait olmama duygusunun ortaya çıkarmaktadır. Kültürel mirasın korunması ulusların kimlik sorunları tartışmalarının temelini oluştururken, söz konusu değerlerin insanlığın ortak mirası olduğu, başka bir ifade ile ulus ötesi bir niteliğe sahip olduğu bu çerçevede korunmaları gerekmektedir (Kiper, 2006, s. 15).

Türkler millet olarak pek az toplumun sahip olabileceği köklü bir tarih ve kültürel mirasın varisleridir. Üç kıta üzerinde hâkimiyet kurmuş olan bu millet, egemen olduğu topraklarda silinmesi mümkün olmayan çok derin izler bırakmıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, ondan ayrılan ülkelerde söz konusu hâkimiyetin sona ermesiyle, onların bıraktığı izleri tümüyle yok etmeye çalışanlar olmuş, ancak böyle girişimler de o izleri tümüyle silememiştir (Sayan, 2009, s. 157).

Kültür mirasına sahip çıkmak her şeyden önce bir tavır alıştır ve bu, geleceğe yönelik bir tavır alıştır. Yani; geçmiş elde tutularak bir yenilenme amaçlanmaktadır. Gelecekle ilgili kaygılar taşıyan her insan, her sınıf, her ulus, her toplum geçmişten vazgeçemez. Geçmiş, bugünü geliştirip geleceğin belirlenmesine yarayan tek hazinedir. Bu nedenle, kültürel mirasa sahip çıkmaya kalkmak, ideolojik bir tavır içine girmeye karar vermek demektir. Çünkü kültürel miras, belli bir bilme ve kavrama süreci içinde edinilmektedir, bu da gerek bireysel gerekse toplumsal açıdan bilinçle ilgili bir olaydır (Şölçün, 1982, s. 19). Bu bağlamda, öğrencilerin yaşadığı mekân ile güçlü bir bağ kurması, yaşadığı mekânın bir parçası gibi hissetmesi ve mekâna sahip çıkması, bu sayede yaşadığı çevreye karşı sorumlu olduğunu hissetmesi büyük önem arz etmekte (Yumak, 2014, s. 23) olup, öğrencilere kültürel mirasın korunmasının aşılanmasında Millî Eğitim Bakanlığına ve öğretmenlere büyü görevler düşmektedir.