• Sonuç bulunamadı

2.10. Görsel Düzenleme Öğeleri ve İlkeleri

2.10.1. Görsel Düzenleme Öğeleri (Tasarım Elemanları)

Nokta: Geometrideki tanıma göre nokta, iki doğrunun kesişmesinden oluşur. Görsel

düzenlemede elde edilebilecek en basit nokta, kalemin hiçbir yöne hareket ettirilmeksizin kalemin basit bir dokunuşuyla oluşturulur. Ancak nokta etkisi, kalemin dışında da birçok malzeme ile oluşturulabilir. Tek başınayken durgunluk etkisi yaratmasına karşılık çoğaldıkça yüzey üzerinde etkisi dinamikleşir. Noktanın birden fazla kullanımında, göz kendiliğinden bağlantı kurar. Göz, nokta sayılarındaki artışla kurduğu bu bağlantıyı çizgiselliğe dönüştürerek algılar. Noktaların yüzey üzerindeki sık ya da seyrek dağılımıyla farklı leke değerleri oluşur. Açık bir yüzey üzerinde kullanılan koyu değerlerdeki noktaların seyrek yerleştirilmesi açık leke etkisi verir. Ne kadar sık yerleştirilirse, o kadar koyu leke değeri etkisi yaratacaktır. Noktanın yumuşak geçişlerle sıktan seyreğe ya da seyrekten sıka doğru yerleştirilmesi, ışık gölge etkisi uyandırır. Yüzey üzerinde yön

değiştiren noktalar, hareket etkisi sağlarlar. Biçimi noktalarla ifade etmede de noktanın bu özelliğinden yararlanılır. Nokta tekrarlarıyla ritim oluşturulabileceği gibi, doku etkisi de yaratılabilir (Yılmaz, 2005, s. 27).

Çizgi: İki nokta arasındaki hat olarak tanımlanabilir. Resim çalışmalarının temelini

oluşturan çizgi, aynı zamanda görsel bir anlatım aracıdır. Çizgiyi oluşum biçimlerine göre üç grupta incelenebilir. Bunlar;

* Dik ve Yatay Çizgiler: Sakin ve hareketsiz etki uyandıran çizgilerdir. * Kırık Çizgiler: Hareketli ve dinamik etki uyandıran çizgiler.

* Eğik Çizgiler: Yoğunluyla paralel olarak hareketli artıran ve zenginleştiren çizgilerdir (S. Buyurgan ve Buyurgan, 2001, s. 53).

Çizginin görsel sanatta çeşitli görevleri vardır. Bunlardan biri, biçimi sınırlandırma, konturları belirleme görevidir. Biçimlerin kenarlarında belirgin ve baskın biçimde kontur çizgisi olarak kullanılabileceği gibi, kullanılmadığı durumlarda da biçimlerin sınırları çizi olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bir kompozisyonda çizgi salt olarak bulunmuyorsa o kompozisyondaki çizgi karakteri, yani düz ve eğri çizgiler kompozisyondaki biçimlerin sınırlarına bakılarak tespit edilir. Çizginin yoğun kullanımı, doku etkisini de beraberinde getirir. Soyut ya da somut her türlü görsel tasarımda çeşitli çizgilerin tekrarlarıyla doku etkisi yaratılabilir (Yılmaz, 2005, s. 28).

Biçim (form): Biçim ve form (şekil) genelde aynı anlama gelen sözcükler olarak bilinir.

Oysa, biçim ve form arasında belli bir farklılık vardır. Form, en basit tanımıyla konturları (sınır çizgisi) olan yüzeydir. Biçim ise formun bir anlık pozisyonudur. Örneğin, insanın genel bir formu vardır. Bu genel form değişik pozisyonlara girebilir. Oturmak, yürümek, koşmak yuvarlanmak vb. gibi. İşte bu pozisyonlardan herhangi bir anlık görünüm, insanın o anki biçimidir (Balcı ve Say, 2003, s. 14). Form ve şekiller geometrik ve organik olarak ikiye ayrılır. Form ve şekiller simetrik, asimetrik, durgun, hareketli vb. yapılarda bulunabilirler.

* Geometrik formlar: Küp, küre, prizma, dikdörtgenler prizması vb.

* Organik formlar: İnsan, hayvan, bitki (S. Buyurgan ve Buyurgan, 2001, s. 58).

Renk: Renk alıcı nesne (göz-beyin) ve uygun bir ışığın varlığında ortaya çıkan öznel bir

deneyim ve akılsal bir duyarlılıktır. İnsan beyni dar bir dalga boyunu algılayabilir. 400-700 nm dalga boyunu algılayabilir. Buna, görülebilir spektrum denir. Göz-beyin-akıl

sistemimizin dışına çıkamadığımız için gerçekten algıladığımız rengin o renk olup olmadığını da bilmemiz mümkün değildir. Ünlü renk kuramcısı Itten "kim renkte ustalaşmak isterse görmeli, hissetmeli ve her rengin diğer renklerle olan ilişkilerini denemelidir." demiştir. Itten'in savunduğu gibi renk bilgisinde teoriden çok deneyime gereksinim duyulmaktadır (Aksoy, 2006, s. 49). Renk, ışığın cisimlere çarptıktan sonra yansıyarak gözümüzde bıraktığı etkidir. Fiziksel olarak beyaz ışık, kristal bir prizmadan geçirildiğinde kırılmaya uğrayarak tayf diye adlandırılan yedi değişik rengi oluşturur. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, ve mordan oluşan renk tayfı aynı zamanda gök kuşağı renkleri olarak da isimlendirilir (S. Buyurgan ve Buyurgan, 2001, s. 60).

Değer (Valör): Değer, açık ve koyuluğu işaret eder. Değer zıtlıkları iki boyutlu sanat

eserini görmemize ve anlamamıza yardımcı olur. Örneğin koyu harflerin ve açık kağıdın zıtlığından dolayıdır ki okunabilir. Değer zıtlıkları ayrıca bir resimde şekilleri okumamızı sağlayan renklerde de görülür. Değer iki boyutlu sanat eserinde tezatları görüp algılamamıza neden olur. Hem siyah-beyaz hem de renkli olarak görünür. Farklı değerdeki renklerle birbirine geçişi, aynı rengin farklı tonlarıyla bütünlüğü oluşturur. Bir anlamda rengin açıktan koyuya gidişi demektir. Gölgeleme, koyuluk ve açıklık arasında yumuşak bir geçiş sağlayan değerlerdeki çok dereceli bir değişimdir (Özsoy, 2006, s. 13).

Doku: Bir yüzeyin kabarıklık ve yumuşaklık derecesidir. Her yüzeyin bir dokusu vardır.

Doku bir maddenin doğal yapısının yüzeyindeki görünüşüdür. Doğada her şeyin bir dokusu vardır. Sahildeki çakıl taşları, damarları olan bir yaprak, yaşlı bir adamın kırışık yüzü, tuğla duvar. bir cam levha. Tüm bunlar dokunun farklılıklarının ve derecelerinin çeşitliliğini gösterir (Özsoy, 2006, s. 12).

Varlıklara dokunduğumuzda elimizle algılayabildiğimiz dokulara "gerçek doku" denir. Halının, yaprak damarlarının ceviz kabuğunun ya da bir dantelin dokusunu elimizle algılayabiliriz. Dokunma duyumuzla hissettiğimiz halde yalnızca gözümüzle algılayabildiğimiz dokulara ise "görsel doku" adı verilir. Örneğin bir koyunun kıvrımlı çizgiler yardımıyla tüylerinin ifade edilerek resmedilmesi görsel doku örneğidir. Burada resme dokunduğumuzda varlığın gerçek dokusunu hissetmeyiz ancak gözümüzle koyunun kıvırcık tüylerini algılayabiliriz. Bir portakala dokunarak onun gerçek dokusunu anlayabiliriz. Portakal dokusunun kağıt yüzeyi üzerinde noktalarla ifadesi ise, görsel dokuyu oluşturacaktır. Görsel doku örnekleri, renklerle, nokta, çizgi ve biçimlerle resim sanatında ortaya konduğu gibi, fotoğraf ve film sanatının da, gözle algılanabilen karakteri dolayısıyla önemli bir öğesidir. Dokunun dikkati çeken özelliği genellikle aynı ya da

benzer birim tekrarlarından oluşmasıdır. Bal peteği dokusunda altıgenlerin, evlerin, çatısında kiremitlerin tekrarı, kaldırım taşlarının ya da bir deniz kenarındaki çakıl taşlarının tekrarı, ağaçlarda yaprakların, yapraklarda damarların tekrarı, portakal dokusunda noktaların, bir şehrin dokusunda evlerin tekrarı gibi... Bunların hepsi birer gerçek doku, resmedildiklerinde ise görsel doku örneğidirler (Yılmaz, 2005, s. 34).

Mekan (Boşluk): Mekan, üç boyutlu yükseklik ve derinlik olarak tanımlanır. Uzam

etrafındaki her şeydir. Bir telefon kabini ve küçük bir arabada da az bir mekan vardır. Fakat bir okulun büyük ve boş konferans salonunda, bir futbol sahasının ortasında ya da çölde tek başına bir kişinin konumu uzam içindeki örnek bir görüntüdür. Mekan, gerçek mekan ve resimsel mekan olarak ikiye ayrılır. Gerçek mekan içinde bulunduğumuz duygularımızla algıladığımız mekandır. Gerçek mekan, boş veya nesnelerle dolu olabilen üç boyutlu hacimdir. Genişliği, yüksekliği ve derinliği vardır. Desende, resimde veya düz bir yüzeye yapılan baskılarda olduğu gibi iki boyutlu, ya da heykel, mimari veya seramikte olduğu gibi üç boyutludur. Sanatçılar çizgi ve şekilde olduğu gibi mekan organizasyonunda da hassas olmayı öğrenmişlerdir. bir resim kağıdında veya tuvalde bir çizgi veya şekil yer alır almaz, kendilerini çevreleyen mekanla birlikte bir hareketlilik oluşturur. Sanatsal düzenleme ikinci bir çizgi veya şekil ilave edildiğinde, diğer uzaysal, yan yana veya bir köşede yoğunlaşmış olarak yer alabilir. Kompozisyona her şekil veya çizgi ilave edildiğinde ihtimaller çeşitlenir (Özsoy, 2006, s. 12).

Uygulama çalışmalarında, konunun daha etkili hale gelebilmesi için boşluk-doluluk (konu- mekan) ilişkisinin iyi ayarlanması gerekir. Çalışma yüzeyinin tümü çeşitli şekillerle soluksuz doldurulursa resmin etkisi az olur. Resimde, konuyu daha iyi ortaya çıkartabilmek için gözü dinlendiren boş alanlara da ihtiyaç vardır. Bu nedenle kompozisyonda boşluk-doluluk ilişkisi iyi düşünülmelidir. Yani konu ve konuyu çevreleyen mekan resmimizin daha etkili olması için gereklidir (S. Buyurgan ve Buyurgan, 2001, s. 60).